๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 20 Haziran 2011, 14:48:26



Konu Başlığı: Müsâkat ve şirb bahsi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 20 Haziran 2011, 14:48:26
MÜSÂKAT VE ŞİRB BAHSİ

 

647- Sehl bin Sa'd (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine bir bardak içecek getirildi. Birazını içti. Hazreti Peygamberin sağ tarafında o meclisin en küçüğü olan İbni Abbas bulunuyordu. Halid bin Velid ve diğer yaşlılar da sol tarafında bulunuyorlardı. Sonra Hazreti Pey­gamber sağ tarafında bulunan îbni Abbas'a dönerek: Ey delikanlı! Bunu (artan içeceği sol tarafımda bulunan) yaşlılara ikram etmeme müsaade eder misin?» buyurdular. İbni Abbas şu cevabı verdi:

— Ya resûlallah! Sizin bana düşen artığınıza hiç kimseyi tercih edemem. Bunun üzerine Hazreti Peygamber artan içeceği İbni Ab­bas'a verdi.

 

648- Hazreti Enes (Radiyallahu Anh) der ki: Evimizde besili bir koyun vardı. Bunun sütü sağılarak evimizin kuyusundan biraz su karıştırılıp Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Selleme bardakla sunuldu. Birazını içtiler. Hazreti Peygamberin sol tarafında Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) ve sağ tarafında bir bedevi bulunuyordu. Hazreti Peygamberin, "adetleri üzere arta kalan içeceği sağ tarafında bulunana vermesi ihtimali kuvvetli olduğun­dan, bedevi'ye vermesin diye Hazreti Ömer dedi ki:

— Ya Resûlallah, şu arta kalan sütü yanınızda oturan Ebû Be­kir'e ihsan buyurunuz. Hazreti Peygamber yine adetleri üzere o süt artığını sağ taraflarında oturan bedevî'ye uzatıp verdi ve şöyle bu­yurdu:

«Herhangi bir şey verilirken, sağ tarafta bulunan tercih edilme­lidir.»   (Sağdan itibaren sıra gözetilmelidir.)

Mütercim:

Böyle içilen şeylerden arta kalanı sağ tarafta bulunanları tercih ederek vermenin sünnet olduğunda ittifak vardır. Yalnız ibnı Hazm'a göre, sağ tarafta olanın tercihi vacibdir ve sağ tarafta olanın izni olmaksızın sol taraftakine. verilmesi asla caiz değildir.

Ayrıca, «Büyüklerinizden başlayınız» mealinde hadîs-i şerif var­sa da, bu hadîs-i şerif halka halinde oturulupta ikram eden kimse­nin ortada kaldığı durum içindir. Burada yaşlılar tercih edilir.

Bir de Hazreti Peygamber İbni Abbas'dan izin istediği halde be­deviden izin istememesinin hikmeti, îbni Abbas peygamberin akra-basıydı. Bedevi ise yabancı idi. Bedevinin gönlünü hoş etmek için ona vermiş olmalarıdır, deniliyor.

 

649- Ebü Hureyre (R.A.) anlatıyor.

«Suyun fazlası (akıp gitmesin diye) tutulmaz ve bu yüzden yeşil­liklerin bitmesine de engel olunur.»

Mütercim:

Aslında su, ot ve ateş mubahtır; bunlardan herkes faydalanabi-388

lir. Bunlar insanların faydalanma bakımından ortak malları gibidir. Kova testi ve küp gibi kaplarda biriktirilmiş olmayan sulardan bütün insan ve hayvanların içme hakkı vardır. Bir topluma ait olan bir ne­hirden, birinin arazisindeki su kanalından veya kuyusundan izin almaksızın bir kimse kendi arazisini sulayamaz sâde su içme hakkı olduğundan su içebilir ve eğer kanal ve kuyuya zarar verilmiyecek olursa hayvanlarını da sulayabilir. Testi ve kova gibi kaplarla su alıp evine ve bahçesine de götürebilir.

Sahipsiz arazilerde kendiliğinden yetişen otlar mubah olduğu gi­bi, bir kimsenin mülkünde kendiliğinden yetişen ve mülk sahibinin hiç bir emeği bulunmayan otlar da mubahtır. Ancak mülk sahibine zarar vermemek şarttır. Bir kimsenin mülkünde kendiliğinden yeti­şen otlar mubah ise de, mülk sahibi tarafından mülküne başkasının girmesi engellenebilir. Ev içinde bulunan ateş de böyledir. Ateş almak için başkası eve sokulmayabilir. Fakat açık ve sahipsiz yerlerde ya­kılan ateşlerden herkes faydalanabilir. Bu gibi ateşlerden ısınılır, ışı­ğından faydalanılarak iş yapılır, ondan lamba ve fener yakılabilir. Ateş sahibi bu faydalanmaya engel olamaz. Fakat izni olmadıkça o ateşten kimsedir kor alamaz.

Suyun hükmüne gelince : Bir kimsenin mülkü içinde devamlı su­yu bulunan bir kuyu, havuz veya bir nehir bulunduğu halde bunlar­dan su içmek isteyen kimse mülke girmekten engellenebilir; fakat yakında başka içecek mubah su yoksa, mülk sahibi o kimseye su çı­karıp vermeye yahud onun girip su almasına müsaade etmeye mec­burdur. Mülk sahibi su çıkarmadığı taktirde, o kimsenin girip su al­ma hakkı vardır. Ancak kuyunun, havuzun veya nehrin kenarını bozmak gibi zararları su sahibine vermemek şarttır.

 

650- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)   rivayet edilmiştir:

«Suyun fazlasını tutmayınız ve bu yüzden  (meralarda) otların çoğalmasını önlemiş olursunuz.»

Mütercim:

Bir yerde mevçud sudan, hayvanların otunu yetiştirecek başka su bulunmadığı zaman böyle bir suya sahib olan kimse kendi   zaruri ihtiyacından artanı tutması hadls-i şerif ile yasaklanmıştır.

Hanefî, Şafiî ve Maliki nıezhebîerine göre, yukarıda açıkladığı­mız gibi, bu faydalanmaya engel olmak haramdır. Çünkü  bu gibi sularda insan ve hayvanların faydalanma hakkı vardır. Bazı alim­lere göre de, bu faydalandırma bir ihsan   ve iyiliktir. Çünkü kendi mülkünde veya boş bir yerde açılan kuyu, açanın şahsî menfaatine bağlıdır ondan başkasına bir ikram olur, denmektedir. Yoksa her­kes hava ve ışıktan faydalandığı gibi denizlerden, büyük göllerden, mülk olmayan nehirlerden, umuma ait kuyulardan faydalanmak her canlı için mubahtır. Bunlardan  isteyen kimse arazisini sulayabilir, su arkı açabilir, değirmen kurabilir. Ancak, bunlar yapılırken baş- kasma zarar vermemek şarttır. Bu itibarla su, taşırılarak insanlara zarar verilirse, yahut nehrin suyu büsbütün kesirlirse, yahud kayık­ların yüzmesine imkân bırakılmazsa,  bu takdirde böyle zararlara sebebiyet verenlere engel olunur.

 

651- Ebû Hüreyre'den  Radıyallahu   Anh) rivayet edilmiştir: «Maden ocağının telefi Cicine düşmek suretiyle ölüm veya yara­lanma meydana  gelmesi)  hederdir. Kuyunun telefi hederdir. Hay­vanın telefi hederdir. Yeraltı servetlerinde beşte bir hazinenindir.»

Mütercim:

Bu hadîs-i şerife ait bir kısım hükümler 485 sayılı hadîs dolayısı ile geçmişti. Bu bir tekrar mahiyetinde ise de kelimeler yerlerini de­ğiştirmiş olduğundan ikinci defa nakledilmiştir.

Hayvanların telefi hakkında fıkıh kitaplarında belirtildiği üzere, bir hayvanın sebebiyet verdiği zararı sahibi ödemez. Fakat bir ada­mın malını telef etmekte olan hayvanını sahibi görür de ona engel olmazsa* zararı ödemesi gerekir. Bir de toslayıcı öküz, ısırıcı köpek gibi zararı belli bir hayvanın sahibine, hayvanına sahip ol, diye ön­ceden tenbihte bulunmuş ve buna rağmen hayvanını salıvermiş ise, bir ziyanda bulunduğu takdirde zararını sahibi öder.

Yine bir kimsenin hayvanı, kendi mülkünde iken bir başkasının canına veya malına herhangi bir şekilde zarar verirse, hayvan ister yalnız ve ister sahibi ile beraber olsun, tazmin gerekmez. Bir de hay­vanını başkasının mülküne mülk sahibinin izni ile soksa, kendi mül­künde imiş gibi hayvanın zararını ödemek gerekmez. Fakat mülk sa­hibinin izni olmaksızın sokulmuş olursa, hayvanın ister sürücüsü, ister yedekcisi olsun ve ister yakınında bulunsun, böyle bir hayvanın yapacağı zarar sahibi tarafından ödenir. Ancak hayvan kendiliğin­den boşanarak bir kimsenin mülküne girip zarar yapmış olursa sa­hibi bu zararı ödemez.

Ayrıca herkesin, umuma ait yolda hayvanı ile yürümek hakkı vardır. Böyle bir yolda hayvanına binerek yürüyen kimsenin hayvanı sakınılması mümkün olmayan bir zarar yaparsa, sahibi onu ödemez. Misal:

Hayvanın ayağından toz ve çamur sıçrayıpta başkasının elbise­sini kirletse, yahut hayvan arka ayağıyle teperek yahut kuyruğu ile çarparak bir zarar etse, tazmin gerekmez. Fakat hayvanın ya ön ayağı ile veya başı ile çarpışmasından meydana gelen zarar ve zi­yanı hayvan binicisi öder. Umuma ait yolda hayvan yedekcisi ile sürücüsü veya binicisi arasında tazminat ödeme bakımından fark yoktur. Ancak, umuma ait bir yol üzerinde hiç kimsenin, hayvanını durdurmaya veya bağlamaya hakkı yoktur. Eğer böyle bir yol üze­rinde hayvan durdurulur veya bağlanırsa, hayvanın ön veya arka ayağı ile tepmesinden veya başka hareketlerinden meydana gelen zararı hayvan sahibi öder. Fakat hayvanların durması ve bekleme­si için hazırlanmış olan yerlerde hayvanların etmiş olduğu ziyan ödenmez.

Bir kimse umuma ait olan yolda hayvanını başıboş salıverse, o hayvanın ettiği zararı öder.

Bir kimsenin bindiği hayvan ön veya arka ayağı ile ister binici­nin kendi mülkünde ve ister başka yerde olsun, bir nesneyi "çiğneye­rek ziyan etse, binici bu işe sebebiyet verdiği için o ziyanı öder; fakat at, gemi azıya alıp binici onu kontrol altına alamaz da bir ziyan ederse tazmin gerekmez. Bir de, bir kimse kendi mülkünde hayvanı­nı bağlamış olduğu halde diğer biri gelerek oraya kendi hayvanım bağlasa ve mülk sahibinin atı teperek onu helak etse yine tazmin gerekmez; fakat mülk sahibinin hayvanı   telef olursa onu diğerinin

ödemesi lazım gelir.

Bir yere iki kimsenin, hayvanlarını bağlamak hakkı olduğu halde her ikisi o yere hayvanlarını bağlasa ve bunlardan biri ötekini telef etmiş olsa, tazmin  gerekme hayvanlannı bir yere tazmin gerekmez Yine iki S hav T" hTmi dİ«erini « lunmayan bir yere öldürürse tazmin gerekmez bağlayanın sonra-ce bağlanan! öldürürse  tazm

 

652- Abdullah (Radıyaİlahu Anh) der ki, Peygamber Sallalİahu Aleyhi ve Seliem şöyle buyurdu:

*Kim yaJan yere yemin eder de, o yemin sebebiyle bir kişinin ma­lını haksız yere alırsa, kıyamet gününde Allah Tealâ'nın gazabına uğramış olarak O'nun huzuruna çıkar.»

Sonra bu hadîs-i şerifi tasdik etmek üzere Allah Tealâ Hazretleri: «Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini bir kaç paraya satan kimsele­rin ahirette hiç bir nasibi yoktur.» mealindeki ayeti kerimeyi inzal buyurdu. (Ali Imran, Ayet: 77)

Abdullah bu hadis-i şerifi rivayet ederken: - Siz ne soyuyorsu­nuz! Bu ayeti kerime benim hakkımda nazil oldu, dedi. Şöyle ki:

Benimle amcamın oğlu arasında ihtilâf konusu bir su kuyusu vardı. Davamızı bir hükme bağlamak için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Seliem bana: «Şahitlerini getir,» dedi. Ben şahitlerim yok­tur, dedim. Hazreti Peygamber.- «O halde hasmın yemin etsin,» bu­yurdu. Ben: - Ya Resûlallah, bu adam yalan yere yemin eder, dedim. Sonra Hazreti Peygamber "bu hadîs-i şerifi buyurdu. Allah Tealâ Hazretleri de yukardaki ayeti kerimeyi indirdi.

Mütrcîm;

Yemin üç kısımdır:

1- Yemin-i gamûs ki, yalan yere kasden yemin etmektir. Ga-mûs'un manası, sahibini büyük günaha daldırır demektir. Bu türlü yemin-için Hanefî mezhebinde keffâret yoktur. Çünkü keffâret ile bunun günahı bağışlanmaz. Ancak tevbe ve istiğfarla beraber,   hak sahibi var ise ondan helallik almakla bu günah bağışlanır. İşte bu hadîs-i şerifteki tehdit, bu gibi yemin hakkındadır. Başka hadîslerde ve başka kitaplarda: «Gamûs   şeklindeki yemin, evleri harab eder,» diye varid olmuştur. Böyle kul hakları üzerine  yalan yere yemin edenleri, bu yemin helak eder, ocaklarını söndürür.

2- Mün'akıd yemin ki, gelecekte bir şeyi yapmak veya yap­mamak üzere edilen yemindir. Vallahi falan işi yapmam veya yapa­rım, şeklinde edilen yemindir. Bu türlü yemin bozulduğu takdirde, yemin keffâreti vermek gerekir. Bu keffâret de ya bir köle azad et­mek yok ise, on fakire birer fitre miktarı sadaka vermek veya on fakir giydirmek;' bunlara gücü yetmezse üç gün arka arkaya oruç tutmaktır.

Bir kimse : Vallahi, falan-ca kimse ile banşmam veya konuşmam veya evine gitmem, diye yemin ederse, bu türlü yeminin bozulması ve keffâret verilmesi matluptur. Böyle yeminlerde israr edip bozma­mak haramdır. Fakat meşru olan yeminde sebat etmek gerekir. Se­bat edilmez de bozulursa yine keffâret lazım gelir.İçki içmeyeceğine yemin eden kimse, bu yemininde sebat eder; bununla beraber yemi­nini bozacak olursa, bunun keffâretini öder.Ayrıca işlediği haramın günahını çeker.

3- Lağıv yemin ki, zanna dayanıp gerçeğe aykırı olarak kasıtsız yapılan yemindir. Geçen yıl hacca gittiğini sanarak buna yemin et­mesi ve aslında iki yıl önce hacca gitmiş olması gibi. Bu türlü ye­minlerin bağışlanması umulur.

Şafii mezhebinde lağıv yemin, söz arasında yemini kasdetmeye-rek söze güç kazandırmak için, vallahi gittim, vallahi geldim, vallahi okudum, billahi yazdım gibi yeminin Allah katında bağışlanması u-mulur.

Her iki mezhebe göre de, mümkün olduğu kadar böyle yeminler­den sakınmalıdır. Üzüntü ile kaydedelim ki, bazı kimseler, farkında olmaksızın böyle her sözde, konuşma aralarında bu lağıv yemini ya­par. Herkes bu şekildeki kötü alışkanlıktan kendini kurtarmalıdır, yeminsiz konuşmaya alışmalıdır.

 

653- Ebû Hüreyre  (Radıyaîlahu Anh) anlatıyor: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur ki: «Üç kimse vardır ki, kıyamet gününde Allah onlara   merhamet gözü ile bakmaz ve onları günahlardan temizlemez, hem de onlara acıklı bir azab vardır: Yolculukta suyunun ihtiyacından    fazlasını yolcuya vermeyen adam.

Bir idareciye yalnız dünya menfaati için biat eden (oy veren) ve kendisine dünyalık verirse memnun olan, vermezse kızan (aleyhine dönen) adam.

Akşam üstü satılık malını arzedip, «kendisinden başka ilâh ol­mayan Allah'a yemin ederim ki, bu mal karşılığında bana şu ve şu kadar para verildi de vermedim), diyen ve bu yeminine bir müşte­rinin kandığı adam.»

Sonra Hazreti Peygamber : «Allah'ın ahdini ve kendi yeminleri­ni bir kaç paraya satan kimselerin ahirette nasibi yoktur,» mealinde­ki ayeti kerimeyi okudu. (Ali İmran: Ayet 77)

 

654- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) rivayet eder:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur: «Bir adam yolda giderken ağır şekilde susadı. Derken bir kuyuya inip su içti. Çıktıktan sonra susuzluktan soluyup toprakları yalayan bir köpekle karşılaştı. Adam, bu köpek, benim çektiğim susuzluğun benzerini çekiyor, dedi ve kuyuya inerek kundurasına su doldurup ağzına taktı ve yukarı çıkıp köpeğe su içirdi. Allah Tealâ Hazretle­ri de onun bu işini beğendi ve günahlarını bağışlardı. (Cennetine gir­meye vesile kıldı)!» Ashab dediler ki: Ey Allah'ın Resulü, -hayvanlar yüzünden bize sevab var mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Her ıslak ciğer için (her canlının susuzluktan yanan ciğeri için) sevab vardır.»

Mütercim:

İnsan ve hayvan, her canlının içirilmesi ve yedirilmesinden do­layı sevab kazanılacağı bu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır. Fakat İmam Nevevi'nin tercihine göre, kendisine ikram edilen hayvanın zararsız olması lâzımdır; öldürülmesiyle emredilmemiş olmalıdır.

 

655- İbni Ömer'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiş­tir:

«Bir kadına, kendi yüzünden azap edildi. Bu kadın, açlıktan ölün­ceye kadar kediyi hepsetmiş ve bu yüzden cehenneme girmiştir.»

İbni Ömer der ki; Allahu alem, Hazreti Peygamber şöyle buyur­muştu: «O kadın, kediyi hapsettiği zaman ne yedirmiş, ne içirmiş ve ne de yeryüzü haşaratından yesin diye salıvermişti.»

 

656- Ebû Hüreyre'den   (radıyallahu    Anh)   rivayet edilmiştir: «Nefsim kudretlinde olan Allah'a yemin ederim ki kıvamptt Kevser Havuzuma birtakım kimseleri yaklaştırmayım.yabanr deyenin su kurnasından kovulduğu gibi...» Kevser haklan £" vulacaklar, ya münafıklar, ya bid'at sahihleri, ya da diğeTü^Jlî lerden olanlardır, deniliyor.

 

657- Sa'b bin Cessâme (R.A.) 'den rivayet edilmiştir: «Koru, ancak Allah'ın ve peygamberinin korusudur.»

Mütercim;

Müslümanların ihtiyaçları için Hazreti Peygamber tarafından veya devletçe korunmuş kuyu ve araziden başka korunmuş yer ola­maz. Bu hadîsi -şerfin geliş sebebi şu: Cahiliyet devrinde bir takım şeref sahibi ileri gelen kimseler.bir yere konakladıkları zaman, kö­pek sesinin ulaştığı yere kadar olan araziyi dört yönden çevirerek kendilerine ayırırlardı ve kendi koruları sayarlardı. Bu yeri kendi hayvanlarının otlamalarına tahsis ederlerdi. Bununla beraber diğer. insanların mer'alanna da ayrıca ortak olurlardı. Sonra Hazreti Pey­gamber bu cahiliyet adedini bu hadîs-i şerifle yasakladı. Gaza ve cihad için veya müslumanIarın diğer ihtiyaçları için meşru bir izin olmadıkça, hiç kimse kendi basma, umuma terk edilmiş yerlerden kendisi için koru edinemez; bu caiz değildir.

 

658- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir:

«At beslemek kimi için sevab kimi için örtü (geçim vasıtası) ve kimi için de vebaldir.

Sevab kazanan kimse, atı Allah yoluna bağlayan, bağını uzun yaparak çimenlikte veya bahçede otlatan kişidir. Bağının geniş alam içinde çimenlikten veya bahçeden otladiğı her şey, sahibine sevab olarak yazılır.

Eğer bağı kopar da şaha kalkarak bir veya iki tur atarsa izleri ve tersleri sahibine sevab olarak yazılır. Eğer bir nehire uğrayıp o nehirden içerse, sahibine, onu sulamak için bir himmet gösterme­miş olsa bile, bundan dolayı sevab yazılır. İşte at, bu gibi sebeplerle bir sevabdır.

Kim de atı, ihtiyacını karşılamak ve başkasına muhtaç olma­mak için besler, boyunlarında ve sırtlarında olan şer'i hakları (zekât ve yardım gibi hukuku) unutmazsa atlar, bu sebeple bir örtü (ge­çim vasıtası dır.

Kim de atları; iftihar, gösteriş ve müslümanlara karşı düşmanlık olarak beslerse bu sebeplerden ötürü bir vebaldir.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e merkeplerin durumu soruldu ve şöyle buyurdular:

«Bana, bunlar hakkında, şu eşsiz ve mânası geniş ayeti kerime­den başka âyet nazil olmadı: Kim zerre miktarı hayır işlerse, onun karşılığını (sevabını) görecektir. Kim de zerre miktarı kötülük iş­lerse, onun karşılığını  (cezasını)   görecektir.»   (Beslenen hayvanlar iyi bakrfır ve iyi yolda kullanüırlarsa  sevab kazanılır   aksi eünaha düşülür.)

Mütercim ;

Mümin ve kâfir herkes kıyamette, dünyada iken yapmış olduğu şeylerin karşılığını görecektir. Fakat müminin günahı bağışlanır ve iyi işlerine sevab verilir. Kafirin iyi işi kabul olunmaz ve günahla­rından dolayı azab olunur.

 

659- Hazreti Enes (Radiyalla.hu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, Bahreyn arazisinin bir kısmını Medîne'li ashaba (Ensar'a) vermek, mülkiyet­lerine geçirmek istedi. Medine'li ashab dediler ki, muhacir (Mekke'-li) kardeşlerimize de vermedikçe gönlümüz razı olmaz. Bunun üze­rine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu;

«Benden sonra size başkalarının tercih edildiğini tsize karşı on­lara üstünlük ve hak tanındığını) göreceksiniz. Fakat siz ahîrette bana kavuşuncaya kadar sabrediniz.»

(Bazı idareciler, sizin gibi hak sahihlerini bırakıp başkalarını tercih ve onlara ihsan ve ikram edeceklerdir. Fakat siz yine sabre­derek itaatten dışarı çıkmayınız.)

 

660- Abdullah  bin Ömer'den   (Radıyallahu    Anhüm)   rivayet edilmiştir:

«Kim bir hurmalığı budanıp aşılandıktan sonra satın alırsa o hurmalığın meyvesi, müşteri şart koşmadığı takdirde satıcınındır. Kim de mallı bir köle satın alırsa, o kölenin malı, müşteri şart koş­madığı takdirde onu satanındır.»

Mütercim :

Hurma ağaçları budanıp aşılanınca adeta meyvalı ağaç hük­münde olur. Pazarlıkta bu aşılanmış ye meyve hükmünde olan çiçek ler söz konusu edilmezse, o yılın mahsulü satışa dahil olmaz. Mey-valar satıcının ve ağaç müşterinin olur. Çünkü satılan malın ekle­rinden olmayan veya ona bitişik kararlı ilâvelerden sayılmayan, satılan malın bir parçası hükmünde olmayan veya beldenin örf ve adetinde satılan mala bağlı kabul edilmeyen şeyler, satış halinde alış-verişe girmezler, satılan malın dışında kalırlar. Fakat pazarlıkta müşteri bunlarla beraber malı satın almayı şart koşarsa, o zaman satılan malla beraber bu ekler de müşterinin olur.

Beldenin örf ve detine göre satılan malın eklerinden kabul edi­len şeyler, söz konusu edilmese bile, müşteriye ait olur. Bir ev satı­lınca gardırop, divan koltuk kanepe ve sandalya gibi eşyalar, evin sa­tışına girmediği gibi, bağ ve bahçe satışında çiçek ve meyva saksı­ları, başka yere götürülmek üzere dikilen fidanlar da alış-verişe girmezler. Yine arazi satışlarında ekin, ağaç satışlarında meyva pazarlıkta söz konusu edilmezse, bu ekin ve meyvalar, arazi ve ağaç satışlarına girmezler; müşteri bu ekinleri veya meyvaları da, arazi ve ağaçla almaya hakkı yoktur. Fakat örf ve adette ek hükmün de olan binek atının gemi ve yük hayvanının yuları, söz konusu edilmese bile, alış-verişe girerler. Satılan hayvanla beraber bu yular ve gem müşterinin olur.

Yine bir kimse, malı ve parası olan bir kölesini sattığı zaman, o kölenin mal ve parası, köleyi satan efendisine aittir. Zaten Hanefî ve Şafiî mezheblerinde köle hiç bir zaman mala sahib plamayaca-ğındn satılırken elinde bulunacak malın efendisine geri verilmesi gerekir. Maliki ve Hanbelî mezheblerinde, bir köleye efendisi mal temlik ederse, köle o mala sahip olur; fakat böyle satılırken o sa­hib olduğu mal efendisine geri verilir.    Ancak satılan bu kölenin

elindeki mal müşterinin olmak şartı koşulursa, köle ile o mal müş­terinin olur. Fakat malın belli ve muayyen olması lazımdır, Eğer sa­tılan kölenin elindeki mal altın veya gümüş olur ve kölenin bedeli de altın veya gümüş ise, bu pazarlık faizden hali olamayacağından, Hanefi ve Şafiî mezheblerinde alış-veriş sahih değildir. Maliki ve Hanbeli mezheblerinde mutlak olarak bu hadîs-i şerife dayanılarak sahihtir.[2]



[2] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:387-400