๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 17 Haziran 2011, 14:23:51



Konu Başlığı: Menakıb bahsi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Haziran 2011, 14:23:51
MENAKIB BAHSİ


 

946- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)   rivayet edilmiştir:

«İnsanları madenler gibi bulacaksınız. Cahiliyet devrindeki (İs­lâm'dan önceki) ipi insanlar, dinî bilgilere sahip oldukları takdir­de, fslâm devrinin de iyi insanlarıdır. Bu vazife (devlet idaresi) için en iyi kişiyi, insanların bu göreve en isteksiz olanı bulacaksınız. Bun­lara bir yüzle, bunlara da başka bir yüzle gelen iki yüzlü kişiyi, in­sanların en kötüsü bulacaksınız.»

 

947- Ebû Hüreyre'den   (RadıyaUahu Anh) rivayet,   edilmiştir: bu hususta  (devlet idaresinde)   insanlar   (Araplar),    Kureyş'e tabidirler. Müslümanları müslümanlanna tabi ve kâfirleri kâfirleri­ne tabidir.

insanlar madenler gibidir. Cahiliyette hayırlı olanları, dinî, bil­giyeLhip oldukları takdirde, islâm'da da hayırlı olanlarıdır.

Bu vazife (devlet idareciliği) için, içine düşünceye kadar insan­ların en isteksizi olan kişiyi, onların en iyilerinden   bulacaksınız.»

 

948- Muaviyeden (RadıyaUahu Anh) rivayet edilmiştir: «Bu görev (devlet idareciliği) Kureyş'indir. Hiç kimse Kureyş'in bu hakkına karşı çıkamaz; eğer çıkacak olursa, Allah onu, yüzünün üstüne yere çalar. Ancak Kureyş, din işlerini ve adaleti ayakta tut­tukları müddet bu hakka sahiptirler; aksi halde onu yitirirler.»

 

949- İbni Ömer'den (Radıyallahu Anhüma)  rivayet   edilmiş­tir:

«Kureyş'den iki kişi kalsa bu görev yine onlarda kalacaktır.»

 

950- Cübeyr bin Mut'ım'den (Radıyallahu Anhî  rivayet   edil­miştir!

Haşimoğullan ile Muttaliböğullan bir ailedir.»

 

951- Ebû Hüreyre'den   (Radiyallahu     Anh)   rivayet   edilmiş

«Kureyş, Ensar, Cüheyne, Müzeyne, Eşlem, Eşça ve Ğifar kabile­leri benim velayetim altındadırlar. Onların Allah ve Resûlülündeiî başka velileri yoktur.»

 

952- Ebû Zer'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Bile bile kendisini babasından başkasına nisbet eden kimse an­cak nankördür. Kim de, soyundan olmadığı bir kavme kendisini nis­bet ederse, o kimse cehennemdeki yerine hazırlansın.»

 

953- Vaile bin Eska'dan  (Radıyalîahu Anh)  rivayet edilmiştir

«Bir adamın, kendisini babasından başkasına nisbet etmesi veya rüyasında görmediği bir şeyi gördüm yahut Peygamber Sal-î alî ahu Aleyhi ve Sellem'in söylemediği bir şeyi, söyledi demesi if­tira ve bühtanın en büyüğündendir.»

 

954- Ebû Hüreyre'den   (Radıyallahu Anh)   rivayet  edilmiştir:

«Gifar kabüesini Allah Tealâ mağfiret etti. Eşlem kabilesine Al­lah selâmet verdi. Usayye kabilesi ise, Allah'a ve onun peygamberine asi oldu.» (Bi'r-i Maûne'de peygamberin hafızlarını şehid etmiş­lerdi. Böylece isyan kökünden gelen adlarının gereğini yapmış oldu­lar. Nitekim gufrandan gelen Gifar ve selâmetten gelen Eşlem de Sdlarına layık oldular.)

 

955- Ebû Bekr'den (Radıyallahu Anh rivayet edilmiştir:

Temimoğulları kabilesinden Akra bin Habis, Peygamber Sallal-lahu Aleyhi ye Sellem Hazretlerine dedi ki: Eşlem, Gifar ve Müzeyne (hadisin ravilerinden İbn~ü Ebî Yakub'a göre muhtr melen de Cü-heyne) kabilelerinden yalnız hacıları soyanlar sana tabi olmuştur.

Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

Eşlem, Gifar, Müzeyne ve Cüheyne kabileleri, eğer Temim oğul­ları, Âmir oğulları, Esed ve Gatfan kabilelerinden hayırlı ohirsalar bu (ikinci grup) kabileler hüsran ve mahrumluk içinde kalrriar mı dersin?» Akra: Evet, bizim kabilelerimiz için büyük bir noksanlık olur, dedi. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:

«Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onlar (Eş­lem, Gıfar, Müzeyne ve Cüheyne) bunlardan (Temîm, Ânür, Esed ve Gatfan'dan) daha hayırlıdır.»

 

956- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Eşlem kabilesi, Gifar kabilesi, Müzeyne ve den brc kişiler - yahut Cüheyne veya Müzevne'den buı£*h£ Allah katında- veya kıyamet gününde, - Esed, Temim, Hevazın ve Gatafan'dan daha hayırlıdır.»

 

957- Ebû Zer El-Ğifaıl (Radıyallahu Anh) der ki:

Ben, Ğifar kabilesinin bir ferdi idim. Mekke'de birinin Peygam­berlik iddiasıyla ortaya çıktığını duydum. Bunun üzerine kardeşim Enis'e, Mekke'ye gidip o zat ile görüş ve bana onun hakkında bilgi getir, dedim. Kardeşim Mekke'ye giderek görüşüp geri geldi. Kar­deşime ne haber var? diye sordum. Bana şu cevabı verdi*

—  Allah'a yemin ederim, bu zat daima insanlara hayır ve iyilik emrediyor. Kötülüklerden sakındırıyor. Onu iyi bîr kimse buldum.

Ben, kardeşime:

—  Sen bana yeterince haber getiremedin, dedim. Sonra dağarcı­ğımı ve değneğimi alarak Mekke'ye gittim. Mescid-i Haram'a girdim. Hazreti peygamberi tanımıyor ve onu sorup tanımak da istemiyorum gibi hareket ettim, suyundan içtim. Hem su yerine, hem de gıda ye­rine geçti. Ben bu halde iken —sonradan Ali olduğunu öğrendiğim— bir adam bana: galiba sen yabancısın, dedi. Ben de: Evet, dedim. Adam:

—  Öyle ise, haydi bizim eve gidelim, dedi. Ben de:

—  Peki, dedim- Böylece onunla evine/   vardık. Fakat ne o ban£ bir şey sordu ve ne de ben ona bir şey sordum. O gece evinde mü-safir kaldım. Sabah olunca yine Mescid-î Haram'a girdim. Hazreti Peygamberden hiç kimseye yine soramıyordunı, hiç kimse de ondan bana bir haber vermiyordu. Sonra Hazreti Ali yanıma geldi ve bana:

—  Bu yabancı, daha konuklayacak olduğu yerini bulamadı mı? dedi. Hayır, dedim. Maksadımın Mekke'de kalmak  olmadığını bil­dirmek istedim. Hazreti Ali:

—  Öyle ise haydi gidelim, dedi. Beraberce gittik.  Sonra bana sordu:

—  Senin halin nedir, buraya kadar gelişinizin sebebi nedir? Ben dedim ki, halimi size anlatacağım. Ancak benim  halimi hiç kimseye açmayacaksınız. Bu şartla size anlatırım, dedim. Ev sahibi  (Hazreti Ali):

—  Peki, öyje olsun; dedi. Bunun üzerine anlattım:

—  Bize bir haber ulaştı. Burada peygamberlik   iddiasında bulu­nan bir zat ortaya çıkmış. Bunun üzerine kendisi ile görüşüp bana haber getirmek üzere daha önce kardeşimi buraya göndermiştim. Fakat kardeşim beni tatmin edecek yeterince bir haber getiremedi. Sonra bu peygamberle görüşmek için buraya geldim. Bu konuşma­ma karşılık ev sahibi bana:

—  Tamam, isabet etmişsin. Ben şimdi o peygamberin huzuruna gidiyorum. Beni takip et ve girdiğim yere gir eğer sana zarar ve­rebilecek bir kimseye rastlarsam güya ayakkabımın bağı kopmuş da onu düzeltiyormüşum gibi bir kenara çekilirim, sen yoluna devam edersin, dedi. Sonra kalkıp gitti. Ben de onu takiben yürüdüm. Ni­hayet önce o ve peşinden ben, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'in huzuruna girdik. Ben:

—  Ya Resûlallah, bana İslâm dinini bildir, dedim. Hazreti Pey­gamber bana Şehadet kelimesini telkin etti. O anda İslam'ı kabul et­tim. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle bu­yurdu :

«Ey Ebû Zer: Bu davayı (müslümanlığıni) gizli tut ve kendi memleketine dön. Ne zaman açığa vurduğumuz haberini alırsan bize gel.»

Bunun üzerine ben Hazreti Peygambere şöyle dedim:

—  Seni hak Peygamber olarak   gönderen   yüce Allah'a yemin, ederim ki, şimdi gidip insanların ortasında şehadet kelimesini hay­kıracağım.

Hemen huzurlarından çıkarak Mescid-i Haram'a gittim. Kureyş

kâfirlerinin hepsi orada idiler. Onlara hitaben:

—  Ey Kureyş topluluğu! Ben, EŞHEDÜ EN LÂ ÎLÂHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHU VE RESÜLÜHÜ di­yerek Allah'ın birliğine ve Hazreti Muhammed'in de onun peygam­beri olduğuna şahidlik ediyorum, dedim. Kureyş kabilesinin ileri gelenleri;

Bu dinini değiştiren adamı kalkıp dögünüz, • çüye emrettiler. Kalktılar ve beni öldüresiye dövmeye başladılar. Hazreti Abbas, im­dadıma yetişerek üzerime kapandı. Sonra Kureyş topluluğuna dö­nerek:

—  Siz ne yapıyorsunuz? Bu, Ğifar kabilesindendir. Ğifar belde-,   si ise sizin ticaret yerinizdir, daima uğradığınız yerdir, dedi. Beni bı­raktılar. Ertesi gün sabah olunca ayni şekilde hareket ettim ve yine Kureyş kâfirlerinin saldırısına uğradım. Hazreti Abbas yine imda­dıma yetişerek üzerime kapandı ve beni onlardan kurtararak ayni sözleri Kureyş halkına söyledi,

Bu hadîs-i şerifi anlatan İbni Abbas, işte Ebû Zer El Gifarî (Ra-dıyallahu Anh) bu şekilde müslüman olmuştur, der.

Mütercim:

Hazreti Peygamberin ona: «İslâm dinini kabul ettiğini açığa vur­ma» diye emredişi, kesin bir emir olmayıp ona bir eziyet yapılma­ması içindi. Bir merhamet icabıydı. Ebu Zer Hazretleri bunu anla­dığı için islâmiyeti açığa vurmayı tercih etti.

 

958- Ebû  Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştin

«Kahtan kabilesinden bir adam çıkıp asası (sopası) ile insanları sürmedikçe (idare etmedikçe) kıyamet kopmayacaktır.»

Mütercim:

Kahtanî lakabıyla şöhret bulan bu şerefli zatın ismi Cehcah imiş. Bu zat güçlü ve adil bir idareci olan Hazreti Mehdi'den sonra ortaya çıkacaktır. Ayni zamanda Hazreti Mehdî'nin gidişatında bulu­nacaktır. Bir çoban koyunları bir, çomağı ile rahatça idare ettiği gibi, bu da bütün memleketler halkını öyle rahatça idare edecek ve halk da ona tam bir b.ağhhkla itaat edecektir. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.

 

959- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki: Müreysi gazasında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraberdik. Muhacirler de bir hayli kalabalıktı. Muhacirler arasında oyunbaz, (Cehcah bin Kays El-Ğifarî, adında) bir adam vardı. Dö­nüşümüzde bu oyunbaz adam Ensar'dan birinin kıçına tekme attı. Ensarlı, şiddetli bir şekilde öfkelendi ve ikisi de yandaşlarını çağır­maya başladılar. Ensarlı: Ey Ensar, yetişin! diye bağırdı. Muhacir

—  Ey Muhacirler, yetişin! diye bağırdı.   Peygamber   Sallallahu Aleyhi ve Sellem çjkıp:

«Burada cahiliyet halkı davasının işi ne?» buyurdu ye sonra: «Bunların hali nedir?» diye sordu. Kendisine haber verildi ki, Muha­cirlerden bir zat, Ensar'dan birine tekme atmıştır. Olay bunun üze­rine çıkmıştır. Hazreti Peygamber:

«Bu cahiliyet adetini bırakın; o kötü bir şeydir.» (Münafıklardan olan) Abdullah bin Übey bin Selûl konuştu:

—  Muhacirler, bize (Medinelilere) karşı  çağrıştılar ha! Hele bir Medine'ye dönelim; muhakkak orada aziz (ev sahibi)    olanlar zelil (sığıntı)   olanları dışarı atacaktır (Medine'den Muhacirleri çıkara­caktır) . Bunu duyan Hazreti Ömer, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sordu:

—  Ey Allah'ın peygamberi! Şu münafık Abdullah'ı öldürelim mi? Hazreti Peygamber:

«Hayır!   sonra insanlar, Peygamber kendi adamlarını öldürür­dü, diye konuşurlar.» buyurdu.

 

960- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh)  rivayet edilmiştir: «Amr bin Lühayy bin Kam'ate bin Hindif, Hüzaa kabilesinin ata-sıdır.»

 

961- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir-«Amr bin Amir El-Hüzaf ye gördüm; Cehennemde bağırsaklarını yer den çekiyordu. Putlar uğruna develeri salıveren ilk insan     odur

(Putlara adanan bu develer çöle salıverilir; onların etinden sütünden ve sırtından yararlanılmazdı.)

 

962- Hazreti Aişe CRadıyalîahu Anha) der ki;

Hassan bin Sabit, Kureyş kâfirlerini hicvetmek için Peygamber SallaHahu Aleyhi ve Selîem'den izin istedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Benim nesebim nasıl olacak? (Benim soyum onların soyu ile bir­leşmektedir.) " Hassan dedi ki:

— Ya Resûlallah! Hamurdan kıl çekilip çıkarıldığı gibi, seni onlar içinden çıkaracağım.

 

963- Cübeyr bin Mut'im (Radıyallahu Anh) rivayet eder:

«Benim beş ismim vardır: Ben Muhammed ve Ahmed'im. Ben Manî'yim ki, Allah benimle küfrü silecektir. Ben Hâşir'iniî kıyamette insanlar benim peşimden haşrolacaklar (toplanacaklar) dır. Ben Akıb'ım (peygamberlerin sonuncusuyum).»

 

964- Ebû Hüreyre'den (Radıyaîlahu Anh) rivayet edilmiştir: «Hayret etmiyor musunuz! Allah Tealâ Hazretleri, Kureyş kavminin beni kötüleyip terin etmelerini nasıl geri çeviriyor? Kureyş kavmi yerilen kişiye sövüp sayıyorlar ve yerilen kişiyi telin ediyor­lar. Oysa ben MUHAMMED'im (övülen kişiyim).»

Mütercim:

Kureyş kavmi, Peygamber SallaHahu Aleyhi ve Sellem. Hakkın­da, Muhammed isminin taşıdığı övülmüş manasının tafn aksini kul­lanarak ona dil uzatırlardı. Onların bu davranışlarının kendi aleyh­lerinde olduğunu ve Allah'ın bir peygamberi olarak Allah katında övülmüş bulunduğunu bu hadîs-i şerif belirtmektedir.

 

965- Hazreti Cabir'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

«Benim halim ile diğer peygamberlerin hali şuna benzer: Bir adam güzel bir bina yaptırmış, onu tamamlamıştır ve süslemiştir; fakat o binanın bir tuğla konacak kadar yerini açık bırakmıştır. în-sanlar, (seyretmek için) o binaya girip güzelliğine hayran olmaya ve Keşke bu bir tuğlanın (boş kalan) yeri olmasaydı, demeye başladı­lar.» (Peygamberler binasının son tuğlası Peygamber Efendimizdir. Bu bina O'nunla kemale ermiş ve gerçek değerini bulmuştur.)»

 

966- Ebû Hüreyre'den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Benim halimle benden Önceki peygamberlerin hali şuna benzer:

Bir adam bir bina yapmış da onu güzelleştirmiş ve süslemiştir; an­cak bir köşesinde bir tuğla yeri eksik bırakmıştır. İnsanlar o binavı dolaşıp seyretmeğe başlıyorlar ve bu binanın güzelliğine şaşıyorlar Diyorlar ki, keşke şu bir tuğla da konmuş olsaydı!..

«îşte ben o bir tuğlayım ve ben peygamberlerin sonuncusuyum Peygamberler binası benimle tamamlamıştır).»

 

967- Ebû Hüreyre'den  (Radıyallahu Anh)  rivayet   edilmiştir:

«Ben, insanoğullari asırlarının asır asır en hayırlısından geldim ve nihayet içinde bulunduğum asırdan da peygamber olarak gönde­rildim.» (Peygamber «Efendimizin, insanlık tarihi boyunca en seçkin ve en temiz ailelerden geldikleri belirtilmektedir.)

 

968- İbni Abbas'dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir: «Ahlâkı en güzel olanınız, en hayırlı olanmızdır.»

 

969- Hazreti Aişe'den (Radıyallahu Anha)  rivayet edilmiştir: «Benim gözüm uyur; fakat kalbim uyumaz (daima uyanıktır).»[22]



[22] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:624-634