๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Haziran 2011, 17:10:50



Konu Başlığı: İfk iftirâ bahsi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Haziran 2011, 17:10:50
İFK İFTİRÂ BAHSİ


 

722- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sefere çıkacağı za­man pâk zevceleri arasında kur'a çekerlerdi. Kime ktır'a çıkarsa o hanım Hazreti peygambere eşlik ederdi. Mustalıkoğulları gazasına giderken de adetleri üzere aramızda kur'a çekildi ve kur'a bana isa­bet ettiğinden Hazreti Peygamberin eşitliğinde ben bulundum. Bera­berce Medine'den çıktık. Bu sefer, kadroların örtünmesi hakkındaki ayeti kerimenin inişinden sonra olmuştu. Bunun için örtülü, hevdecli dove üzerinde  gitmiştik. Mustalıkoğulları fethi    tamamlandıktan sonra Hazreti Peygamber geri döndü. Medine'ye yaklaştığımız günün gecesinde dinlenmek için bir yerde konaklamıştık. Bü yerden hareke­timiz için adet üzere ilân yapıldı, Bu arada onlarla yola çıkabilmek için acele olarak ihtiyacımı gidermek maksadıyla kafile ve askerler­den biraz uzaklaştım. Hacetimi giderdikten sonra hemen eşyam ve . devemin yanma geldim. Bir de elimi göğsüme koyduğumda baktım ki,, boynumdaki Yemen yapısı kolyem kaybolmuş. Hemen dışarı çıkmış olduğum yere döndüm. Ben kolyemi aramakta iken, benim hizmetçi­lerim beni hevdec (mahfe) içinde sanarak hevdecinıi deveye yükleye­rek hareket ettiler. Ö zaman hanımlar çok az yemek yediklerinden vü-cud ağırlıkları çok hafifti. Bundan dolayı hevdecin boş olduğunu anlayamadılar. Zaten ben daha onbeş yaşımı doldurmamıştım. Son-, ra ben kolyemi buldum. Devemin bulunduğu yere geldiğim zaman ne göreyim, ortalıkta kimseler yok. Bir kaç defa bağırıp çağırdımsa da, hiç bir ses ve seda duyamadım. Sonra düşündüm  ve bulunduğum yerde kalmaya karar verdim. Nihayet beni arayacaklar ve  dönüp burada bulacaklar. Derken uyku  bastırmış ve uyumuşum. Ashab-dan 'Safvan bin Muattal, askerin arkasında kalmış olduğundan sa­baha yakın bir zamanda bulunduğum yere gelir, burada bir karar­tı görür ve yanıma gelince de beni tanır. Çünkü Örtünmek jn önce beni görürdü. Benim, bu halime şaşarak, «İnna Lillah ve inna ileyhi raci'ûn» deyince, sesinden uyandım. Bir de yanımda devesiyle Saf-van'ı gördüm. Devesini çöktürdü ve hareket etmesin diye de devenin ön ayağı üzerine kendi ayağını bastırdı. Ben de hemen deveye bin­dim. Safvan, devemin yularım tutup çekti. Sonra askerimizin bulun­duğu ordugâha ulaşıncaya kadar böyle önümde yürüdü. Ordumuz, güneşin kızgın sıcağında öğleye yakın kuşluk zamanında adet üzere bir yere konmuştu. îşte benim hakkımda iftira edip helak olanlar' bu sebepten ötürü helak oldular.

Hakkımda ilk iftirada bulunan, münafıkların başı meşhur Abdul­lah bin Ubeyy idi. Ashabdan Mistah ve Hassan gibiler de ona uyarak aldanan biçarelerdi. Sonra hepimiz Medine'ye geldik. Medine'de Hazret! Peygamberin yanında bir ay kadar hastalandım. Meğer haf­talığım halinde bir takım kimseler, kulaktan kulağa ye ağızdan ağı-za iftiracıların sözlerini yayarlarmış. Bundan dolayı da Medine hal­kı hakkımda töhmete ve şüphelenmeğe başlamışmış. Halbuki .benim bu işlerden haberim yoktu. Ancak Hazreti Peygamberden,' cfaha Ön­ceki hastalıklarımda görmüş olduğum şefkat ve iltifatı görmüyor­dum. Yalnız, hemen' yanıma gelip «nasılsınız?» diye sorup; geçerler-di, ismimi anmazlardı. Sonra bu hastalıktan kurtuldum, biraz iyi-leştim. Ashabın büyüklerinden ve Bedir'de savaşanlardan ünlü mis-tah adındaki zatm annesi ile ihtiyacımızı gidermek için geceleyin Medine dışında Menası denilen yere doğru /yürüdük. Çünkü Me­dine'de, evlerimize-yakın abdesthaneler yapılmazdan önce biz ihti­yacımızı gidermek için ancak geceden geceye taşraya çıkardık. O zamanki hareketimiz, bedevilerin adeti gibi idi. Böyle Mistah'm an­nesi Selma ile giderken ayağı çarşafının eteğine dolaştı ve yere düştü veya kaydı. Arablarm adeti,- bir kimsenin başına bir-felâket geldi mi, «lanet olsun şeytana» veya «düşmanım helak ölsün», diye beddua ederlerdi. Selma hatun da, böyle ayağı kayıp düşünce": Oğlum Mistah helak olsun, gebersin diye kentli oğluna beddua etmqye baş­ladı. Hemen ben, ne yapıyorsun? Sen ..ne kötü söz soyliyorsun?*: Bedir savaşında bulunan iyi bir oğlun' hakkında böyle kötü söz söylenir mi? dedim.                               

Selma Hatun bana şu cevabı verdi: Ey zavallı kadın! Senin hak­kında Mistah ve arkadaşlarının söylediklerini işitmiyor musun? de­di ve hakkımda iftiracıların söylemekte oldukları sözleri enine bo­yuna bana anlattı. Bunu işitir işitmez üzüntümden fenalaştım. Beni sıtma tuttu ve hastalığım bir kat daha arttı. Sonra eve döndüm. Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Seîlem Hazretleri yanıma geldi ve adeti üzre, «Nasılsınız?» dedi. Ben de, müsaade ediniz; artık ebeveynimin yanına gideceğim, dedim. Bundan maksadım, ebeveynimin yanına gidip bu dedi?-kodunun esasını ve kendilerinin de haberdar olup ol­madıklarını öğrenmekti. Hazreti Peygamber benim iyileşmeme ka­dar ebeveynimin yanında kalmama müsaade ettiler. Ebeveynimin yanına varır varmaz annem Ümmü Rûmah'dan sordum: Ortalıkta ne hadisler dönüyor, bu ne iştir? deçüm. Annem:

— Evladım, sen kendi sağlığım düşün, bu iş için böyle merak edipkendini üzmej Allah'a yemin ederim, böyle senin gibi güzel olup kocasının muhabbet ve üstün teveccühlerini kazanan ve bu kadar otakları olan bir  kadın hakkında elbette   böyle  dedi-kodu çoğalır. Sen vücudunun afiyetini düşün, dedi.

Ben bu işe şaştım ve üzülerek, sübhanellah dedim. Herkes hak kımda böyle çirkin havadisler yayıyormuş meğer, dedim. Hüngür hüngür ağlamağa başladım. Bütün gece böyle ağladım. Aralıksız göz yaşı döktüm ve sabaha kadar kederimden uyuyamadım. Doğ­rusu Hazreti Peygamber bu hususta Allah'ın vahyini bekledi ise de, hikmet icabı, o günlerde vahy gelmedi. Vahy-i İlâhi çok geciktiğin­den işittim ki, beni boşamak hususunda istişare etmek için Hazreti Peygamber, Ali bin Ebi Talib ile Üsame bin Zeyd'i davet ederek bun­larla meşvere etmiş. Üsame Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesine olan sevgisini bildiğinden:

—  Ya Resûlallah, bütün aile efradınız, peygamber şanına layık iffetli ve pak kimselerdir. Ben ehliniz hakkında hayırdan başka hiç bir şey bilmiyorum, dedi. Hazreti Ali ise, tereddüt etmeyerek:

—  Ya Resûlallah, Allah Tealâ sana dünyayı daraltmamış; ondan başka hanımlar çoktur,   (onu boşa) dedi. Tekrar   Hazreti Ali söze devamla:

—  İsterseniz bir de Hazreti Aişe'nin cariyesi olan Berire'ye so­runuz. Berîre size karşı doğru olanı söyler, dedi.

Sonra Hazreti Peygamber Berire'yi huzurlarına çağırtmış ve ona sormuş:

«Ey Berîre, Aişe hakkında şübhelendiğin bir şey gördün mü?»

Berire şu cevabı verdi:

— Hak Peygamber olarak seni gönderen yüce Allah adına yemin ederim ki, Aişe'nin'henüz yaşı küçük olduğundan hamur yoğurur-ken tekne başında uyur kalır. Evde besili koyun gelip Aişe'nin hamu­runu yer. Bundan başka benim kusur bulacağım hiç bir şey kendi­sinde görmedim. Sonra o gün Hazreti Peygamber hutbe okumak üze­re minbere çıkmış ve bütün, cemaata hitab ederek:

«En önce bu iftiraya cür'et eden münafıkların başı Abdullah bin Übeyy bin Selül aleyhinde söz söylemekte beni mazur tutunuz,» bu­yurdu, sonra yine söze devamla:

«Ailem hakkında fena halde iftira İle bana eza ve cefa eden kimseye karşı bana yardım edecek içinizde kimdir? Ben, Allah'a ye­min ederim ailem hakkında hayırdan başka hiç bir şey görmedim ve duymadım. Bir de o iftiracılar Safvan'a da isnadda bulundular". Vallahi onun hakkında da hayırdan başka bir şey görmedim ve duy­madım. Benim evime ve ailemin bulunduğu semte bu adam ancak benimle beraber uğramıştır.» buyurdu.

Bunun üzerine Evs kabilesinin reisi Sa'd bin Muaz ayağa kalkıp:' —Ey Allah'ın Resulü, size yardım edeceklerin birincisi benim. Eğer bu yolda size eziyet eden kimse bizim kabilemiz olan Evs -kabilesin­den ise, onun boynunu vururum.- Yok, eğer bizim Hazfşe kardeşle­rimizin kabilesinden ise, bize emrediniz. Ne gerekirse & îşı-demiş. Fakat bu defa Hazreç kabilesinin reisi Sa'd bin söyler aşiret duygusuna dokunarak, her ne kadar kendisi iyi ve. mil bir kimse idiyse de, insanlık gereği hemen ayağa kalkıp Sa'd Muaz'a karşı son derece öfke ile:

—  Sen  yanlış konuştun. Vallahi bizim Hareç kabilesinden bir ferdi öldüremezsin ve onu öldürmeğe gücün, yetmez, dedi-

Sonra Sa'd bin Hudayır adında bir adam ayağa kalk&rak İaâ'd bin Ebi Ubâde'ye sert bir cevap vardi:

—  Sen yanlış  söyledin.  Vallahi Peygamber  emrettikten Sonca hangi kabileden olursa olsun onu öldürürüz. Hem de sen gerçekten münafıksın ki, münafıklar taraftarı olup bizimle mücadele ediyor­sun, dedi. Böylece Evs ve Hazreç kabileleri birbirlerini  suçlayarak kavgaya tutuştular. Hatta birbirlerine saldırır oldular. Sonra Hazre-ti Peygamber minberden inerek iki tarafı yatıştırdı. Hazreti Pey­gamber de bu konuda artık başka dir şey buyurmadı.

Hazreti Aişe devamla anlatır: Ben bu olup bitenleri de duydum. Artık büsbütün fenalaştım. Gece gündüz göz yaşı dökmekte idim. Bütün geceler gözlerimi uyku tutmuyordu. Bu şekilde bir gün iki gece ağladim. Muhakkak surette ciğerimin parçalanacağını sanmış­tım. Ben bu ızdırab halinde iken annem ve babam bulunduğum odaya girip yanıma geldiler. îkisi de oturdular. Ben yine devamlı ağlıyordum. Dışardan Ensar'dan bir kadın yanıma gelip görüşmek üzere benden izin istedi. Ben de izin verdim ve gelsin, dedim. O ka­dın gelip oturdu ve o da benimle ağlamağa başladı. Biz bu halde iken, Hazreti Peygamber teşrif buyurarak odama girdi ve oturdu. Halbuki bana bu iftira edildiği günden bu güne kadar asla yanımda oturmamıştı. Bir ay bekledikleri halde, hakkımda herhangi bir îlâhî vahy inmemişti. Hazreti Peygamber önce yanımda Allah'a hamd ve sena etti. Şehadet kelimesini getirdi. Sonra bana:

«Ey Aişe! Gerçekten senin hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaş­tı. Eğer sen bu iftiradan bert İsen, muhakkak surette Allah Tealâ Hazretleri seni yakında temize .çıkaracaktır. Sayesi sen umulmadık şekilde böyle büyük bir günaha yaklaştın ve bulaştın ise» tevbe ve istiğfar ederek AUah'dan mağfiret dile. Zira bir kul, Allah'a karşı

günahını itiraf eder de arkasından, tevbede bulunursa Allah Tealâ Hazretleri o kulun tevbesini kabul eder,* buyurdu. Bu sözü Hazreti Peygamber tamamlar tamamlamaz öfkemden göz yaşlarım tamamen kesildi. O hale geldim ki, gözlerimde bir damla yaş hissetmez oldum.

Babama hitaben: Benim tarafımdan Peygamber Sallallahu Aley­hi ve Sellem'e cevab veriniz, dedimse de babam bana:

—'Kızım, vallahi, Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Solîem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum, dedi. Sonra valideme dönüp:

—  Sen bari benim tarafımdan Peygamber Salîaîlahu Aleyhi ve sellem'e cevab ver, dedim ve o da ayni şekilde:

—  Vallahi kızım, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum, dedi.

Ben henüz genç bir kadındım ve Kur'an'dan ezbere" okuyabildi­ğim fazla değildi. Hazreti Peygambere, ana ve babama karşı dedim ki: Ben şübhesiz biliyorum ki, siz insanların söylediklerini işittiniz ve dinlediniz. O sözjer artık sizin zihinlerinizde yerleşmiştir, bu sözü tasdik etmişsinizdir. Ben size muhakkak bu işten beriyim, demiş ol­sam, bu sözümde siz beni doğrulamıyacaksımz. Halbuki Allah Tealâ Hazretleri gerçekten benim bu işten beri olduğumu biliyor. Allah Tealâ bunu bilirken bu suçu itiraf etmiş olsam, siz hemen sözümü kabulleneceksiniz. Vallahi benimle sizin, durumunuza münasip bir örnek bulamadım. Ancak Hazreti Yûsuf Alayhisselârmn babasının «Artık (benîm yapabileceğim tek şey) güzelce sabırdır. Söyledikleri­nize karşı da, yardımına sığınılacak ancak Allah'dır.» sözünü bula­biliyorum. (Yûsuf sûresi: ayet 18)

Sonra yatağımın üstünde öbür tarafa döndüm. İçimdeki "inanç şu idi ki, muhakkak Allah Tealâ beni bu iftiradan kurtarır ve te­mize çıkarır. Fakat benim hakkımda Allah. Tealâ Hazretlerinin ayet indireceği aklımdan geçmedi; Çünkü kendimi Kur'an'da anılmaya lâyık görmüyordum. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Haz­retleri belki beni temize çıkaracak bir rüya görür ve böylece Allah beni o iftiradan kurtarır diye sağlam bir inancım vardı.

Vallahi Hazreti Peygamber oturmuş olduğu yerden ayrılmadan ve ev halkımızdan da hiç kimse yerinden kımıldamadan efendimize Allah'ın vahyi geldi ve vahyin gelişindeki hal, Hazreti Peygamber­de belirdi. Hatta o gün, kış olduğu halde mübarek yüzlerinden inci taneleri gibi ter akmağa başlamıştı. Hazreti Peygamberden o Vahy hali açılınca, gülümseyerek ilk söylediği söz şu oldu;

Ya Aişeî. Allah Tealâ Hazretlerine hamd et: Allah seni (iftira ve bühtandan) temize çıkardı.»

Sonra annem bana dedi ki, kızım kalk da Peygmaber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e teşekkürlerini arz et. Ben annemin bu sözüne karşı:

— Vallahi, bu hususta yüce Allah'dan başka hiç bir kimseye şükür etmem ve bu teşekkür için Hazreti Peygamberin yanına da gitmem, dedim. Allah Teâlâ: «(Aişe'ye) iftira haberini getirenler, içi­nizden (münafık) bir zümredir...» (Nur sûresi: ayet 11) mealindeki ayeti kerimeyi indirmişti.

Hakkımda böyle Kur'an ayetleri inince, babam Ebû Bekir eveîce fakirliği ve akrabalığı olduğu için teyze çocuğu Mıstah'a yapmakta olduğu yardımları kesmek isteyerek, mademki Mistah, kızım Aişe hakkında yapılan iftiralara katılmıştır, bundan böyle asla ona ver­mem diye yemin etti. Fakat bunun üzerine: «İçinizde fazilet ve ser­vet sahibi olanlar, akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (bir şey) vermemek üzre yemin etmesinler. (Onların ku­surlarını) affedip bağışlasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez-misiniz. Allah Gafûr'dur. Rahîm'dir.» (Nûr sûresi: ayet 22) mealin­deki ayeti kerime indi.

Bû ayeti kerime nazil olunca. Ebû Bekir:

—  Evet, ya Rab! Vallahi senin bağışlamanı ve mağfiretini iste­rim, dedi ve evelce olduğu gibi Mistah'a olan yardımını devanı et­tirdi.

Peygamber SallaHanır Aleyhi ve Sellem benim halimi araştırmak üzere pak zevcelerinden Zeyneb binti Cahş'a sormuştu:

«Aişe hakkında ne anladın, ondan ne gördün?» Zeyneb: — Vallahi, ben kulağımı ve gözümü, görmediğim ve işitmedi­ğim şeyden sakındırır, korurum. Vallahi, Aişe hakkında hayır ve if­fetten başka bir şey bilmiyorum, demiş.

Hazreti Peygamberin pâk zevceleri arasında Zeyneb her yönden bana rekabet eden, benimle denkleşme iddiasında olan bir kadın iken, onun sahib olduğu takva sebebiyle Allah onu bu iftiraya ka­tılmaktan korunmuştu.

Hoş bir hikâye: Bir hıristiyanla bir müslüman, aralarında dinler hakkında münazara ederlerken, hiristiyan, müslümana:

—  Sizin, peygamberinizin zevcesi Aişe, kolyem düştü,  diyerek bahane edip kafileden geri  kaldı.   Sonra   Safyan ile Peygamberin huzuruna acaba ne yüzle geldi? demiş. Müslüman da ona şu cevabı vermiş:

— Babasız ve kocasız olarak kucağına çocuğunu (Hz. İsayı) alıp kavmine gelen Hazreti Meryem'in yüzü gibi olması tabiîdir. Siz ken­di dininizde Hazreti Meryem'in beraatına inandığınız gibi, biz de Kur'an-i Kerimin açık beyanı ile Hazreti Aişe'nin beraatına inanırız. Böyle inanmayan kimse, dinimizden değildir. Onu müslüman say­mayız.

 

723- Ebû Bekre (Radiyallahu Anh) der ki:

Peygamber Salîallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda bir kimse bir adamı övünce Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Yazıklar olsun sana! Arkadaşının boynunu kırdın, arkadaşının boynunu -kırdın!» Bu sözü bir kaç defa tekrarladıktan sonra buyur­dular

«Sizden her kim, din kardeşini mutlaka övmesi gerekiyorsa ve övgü sıfatının da onda mevcut olduğunu biliyorsa şöyle desin: Falan­cayı (iyi) sanıyorum; iç yüzünü Allah bilir ve ben Allah'a karşı hiç kimseyi tezkiye edemem. Ancak onun şöyle ve şöyle olduğunu sanı­yorum desin. CKesin olarak şöyledir, böyledir demesin. Çünkü hem o kimseye kibir ve gurur gelir, hem de onun sonunun ne olacağım an­cak Allah bilir.)

Mütercim :

Bu hadîsi şerife dayanarak îmanı Azam ile İmam Ebû Yûsuf Hazretleri demişlerdir ki, şahidlerin gizli tezkiyesinde bir kişinin tez­kiye etmesi yeter; fakat iki kimse olması daha iyidir.

Şafiî ve Maliki mezheblerinde ve İmam Muhammed'e göre, şa-hidlikte olduğu gibi, tezkiye edenlerin de en az iki kişi olması gere­kir. Açık tezkiyede ise, ittifakla şahidlerde olduğu gibi, en az iki kişi olması lazımdır.

 

724- Abdullah'dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir: «Bir kimse yemin edecekse, Allah'a yemin etsin; yo&sa sussun, yemin, etmesin.»

Mütercim ;

Hüküm sebeplerinden biri de yemin etme yahud yeminden ka­çınmadır. Şöyle ki: Davacı, davasını ispat etmekten aciz kaldığı tak­dirde, onun isteği ile davalıya yemin teklif edilir.

Bir de, hasımlardan birine yemin verdiriîeceği zaman, vallahi, bülâ-hi, tallahi diye Allah'ın adına yemin verdirilir. Böyle haklarda yemin ancak hakimin huzurunda olur. Başkasının huzurunda ye­minden kaçışa itibar edilmez.

Bir kimse mahkeme dışında sözünü kuvvetlendirmek için yemin .  etmek isterse, yine Allah'ın adını yahud yüce sıfatını anarak yemin etmelidir. Vicdanıma yemin ederim veya güneşe ve göğe yemin ede­rim gibi şeylerle, gözüm kör olsun gibi sözlerle yemin etmemelidir.

Bir de, şart olsun, talak olsun, evladımın başına, evladımın hay­rım görmeyeyim gibi sözlerle yemin haram değilse de mekruhtur. Yi­ne Kâbe-i Muazzama hakkı için, diyerek yemin etmek de meşru de­ğildir. Fakat Mısır ve Hicaz'da umumi bir adet olmuş, insanların ço­ğu» Lâ vennebiyyi = Peygamber hakkı için Öyle değildir» diyereR yö­nün ederler. Bir yönden Hazreti Peygambere hürmeti gerektiriyorsa da, diğer taraftan bu hadîs-i şerifle yasaklanmış olan kısma düşül­müş olunuyor.

Cenabı Hak, Kur'anı Kerim-d e; güneşe, aya, kuşluk vaktine, göğe ve-yere yemin buyurmuş ise de, bu anılanların özelliklerini insanlara bildirmek hikmetine bağlıdır. Allah Tealâ yaptığından sorumlu olmaz. Hatta bazı t.fpştırmacı alimler ve edibler bu kelime­leri türkçeye tefsir ederken; Ben azimuşşan güneşi severim,   verim gibi yorumlarla tefsir ederler. En doğrusunu Allah bilir.[13]




[13] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:451-459