๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zübdetül Buhari => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 14 Haziran 2011, 15:01:09



Konu Başlığı: Edeb ve sıla-i rahim
Gönderen: Sümeyye üzerinde 14 Haziran 2011, 15:01:09
EDEB VE SILA-I  RAHİM BAHSİ

 

1319- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) ler ki:

Bir kimse, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelerek:

— Ya Resülallah! İnsanlar içinde benim iyilik etmeme en çok lâ­yık olan kimdir? dedi. Hazreti Peygamber:

«Annendir!» buyurdu. Adam sordu: — Sonra kimdir? Hazreti Peygamber: «Annendir!» buyurdu. Adam yine sordu: — Sonra kim­dir? Hazreti Peygamber: «Annendir!» buyurdu. Adam dördüncü de­fa: — Sonra kimdir? diye sorunca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

«Babandır!» buyurdu.

Mütercim:

Bazı alimler bu hadîs-i şerifin zahirine bakarak anne hakkının baba hakkından üç derece daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Fa­kat Şafiî mezhebinde baba ile annenin haklan ve kendilerine iyilik etmek hususları eşittir. Diğer taraftan annelerin gebelik, doğum, ço­cuk emzirme v& yetiştirme bakımından çektikleri eziyetler, babanm-kinden daha çok olduğu için daha fazla mükâfata hak kazanmaları da söylenebilir.

 

1320- tbni Ömer (Radıyallahu Anhüma) 'dan rivayet edilmiş­tir:

«Kişinin kendi ana ve babasına lanet etmesi, büyük günahların en btiyüğündendir. Şöyle ki:- Bir adam, başka bir adamın babasına söver, Sövülen adam da şovenin babasına ve anasına söver.» (Böylece

baba ve annesini sövdürmüş olur.)

 

1321- Cübeyr ibni Mut'İm (Radıyallahu Anh) rivayet eder:

Sılâi- rahmi (Akrabalara iyilik edip onlarla ilgilenmeyi) ke­sen kimse cennete girmez.»

(Silâi rahmi kesmenin, helâl olduğuna inanarak bunu yapan ya­hut hiç bir sebeb olmaksızın sıla'yi kesen, ilk cennete girenlerle be­raber cennete giremez şeklinde yorumlanır.)

 

1322- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Rahim (akrabalık), ilahî rahmetin sarmaşmış köklerinden bi­ridir. Allah Teâlâ (rahme) şöyle buyurmuştur: Kim sana yakınlık gösterirse ben de ona yakınlık gösteririm ve kim seninle alakasını keserse ben de onunla alakamı keserim.»

(Sılâ-i rahim, mümkün olduğu takdirde bizzat hısım ve akraba­yı ziyaret etmek ve onlarla ilgilenmek ve elden gelen yardımı yap­mak suretiyle olur, Değilse, mektup ve haberleşme suretiyle yapılır.)

 

1323- Amr binâs (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Benim babamın akrabası, velilerim değildin ancak benim ve­lim Allah'dır ve müminlerin salihleridir. Lâkin onlar (babamın ak­rabaları) İçin akrabalık hakkı vardır ve ben bu hak sebebiyle onlar­la ilgilenirim.»

 

1324- Abdullah  (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Sıla (nın faziletli olanı), karşılık olarak yapılan değildir. Fa­kat sıla, akrabalık bağlan kopan İd ığı  zaman onları bağlamaktır.»

Mütercim:

Sıla, yakınlık göstermek, ilgilenmektir. Bu sıla hususunda insan­lar ûç kısımdır:

1- Birincisi «Muvasıl» dır ki, kendisine ilgili    gösterilmediği halde ilgi gösterendir. İşte asıl sıla budur.

2- İkincisi «Mükâfî» dir ki, kendisine gösterilen ilgiye misliy­le mukabele edendir. Buna sıla denmez.

3- Üçüncüsü «Kâtı = İlgiyi kesen» dir ki, kendisi herkesden alır; fakat kimseye bir şey vermez.

Bir de vardır*ki, kendisine çok az bir şey verildiği zaman ona fazlasıyle mukabele eder. Böyle kimse de birinci kısma dahil olur. Bunların gönül rızası ve hoşluğu ile verilmesi gerekir. Fakat bazı maddi menfaatler için olursa, iyilikler Allah katında makbul olmaz, belki vebali olur.

 

1325- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir a'rabl : — Siz ço­cukları öpüyorsunuz; fakat biz çocuklarımızı öpmeyiz, dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

«Allah, senin kalbinden merhameti soyup almışsa ben sana ne yapabilirim.»

Mütercim:

Çocukları öpmek, merhamet ve şefkatten ileri gelir. Çocukları öpmeyenlerde bu merhamet duygusu yok demektir. Allah tarafın­dan kalblerden çıkarılan merhameti de kimse geri çeviremez. Bun­dan anlaşılıyor ki, hadisi şerifte çocukları sevmeye teşvik vardır.

 

1326- Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Havazin kabilesinden bir takım esirler gelmişti. Bu esirler arasında bir kadın vardı ki, çocuğunu kaybettiği için göğüslerinde biriken sütü rasgele çocukla­ra emziriyordu. Sonra o kadın esirler arasında kendi çocuğunu bu­lur bulmaz onu kucaklayıp bağrına bastı ve onu emzirmeye başladı. Hazreti Peygamber, ve kadının böyle şefaktle çocuğuna sarılmasını görünce bize şöyle buyurdu:

«Şimdi şu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini, sanar mısı­nız?» Biz de dedik: — Bu kadının elinde oldukça çocuğunu ne ken­disi ateşe atar ve ne de ona ateş dokundurur. Bunun üzerine Hazre­ti Peygamber: «îşte kendi çocuğuna bu derecede şefkatli ve merha­metli olan kadından Allah Tealâ Hazretleri kullarına daha çok mer­hametlidir.» buyurdu.

 

1327- Ebû Hüreyre  {Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Allah Tealâ Hazretleri, rahmeti yüz bölüm olarak yarattı. Bunlardan doksan dokuz bölümünü kendinde tuttu ve yeryüzüne de bir bölümünü indirdi. İşte bu bir bölüm ile yaratıklar birbirlerine merhamet ederler; hatta yavrusunu çiğnemesin diye at ayağını kaldırıp yavrusundan uzaklaştırır.»

 

1328- Üsame bin Zeyd (Radıyallahu Anh) der ki: Çocukluğumda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni bir dizine ve Hazreti Hasanı da öteki dizine oturturdu. Sonra her iki­mizi de bağrına basarak bizi kucaklaştırır ve şöyle buyururlardı.

«Allahım! Bu çocukları esirge; ben de onları esirgiyorum.»

Mütercim:

Üsame hazretleri, Hazreti Hasan'dan birkaç yaş büyük ise de, Hazreti Peygamberin mübarek dizleri üzerine oturamayacak kadar büyük yaşta olmasa gerektir. Yahut dizlerinin yanında oturmuş ol­dukları da hatıra gelebilir.

 

1329- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaza durdu ve biz de cemaat olarak ona uyduk. Sonra namaz içinde bir Arabi (Zül-cevhere El-Yemanî): Allahım! Bana ve Muhammed'e rahmet et! bizden başkasına merhamet etme, diye dua etti. Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem selâm verip namazdan çıkınca o Arabi'ye şöyle buyurdu:

«Gerçekten sen, geniş (ve hudutsuz olan) Allah'ın rahmetini kısıtladın. (Allah'ın rahmeti herkese şamildir, onu yalnız ikimize tahsis etmen doğru değildir).»

 

1330- Nüman bin Beşir (Radıyallahu Anh)'den rivayet edil-miştir:

«Bütün müminleri, birbirlerine acımada, birbirini sevmede ve birbirine yardım etmede tek vücut gibi görürsün. O vücudun azala­rından biri hastalanınca, vücudunun diğer azaları onun uykusuzlu­ğuna ve sızısına katılırlar.»

 

1331- Hazreti Enes! (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiş­tin

«Herhangi bir müslüman bir ağaç diker de o ağaçtan bir insan yahut bir hayvan yerse, muhakkak o müslüman için bir sadaka olur.»

 

1332- Cerîr   (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir: •Merhamet etmeyen kimseye merhamet edilmez.»

 

1333- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) 'den rivayet edilmiş-tln «Cibril bana komşu hakkında o denli tavsiyelerde bulundu ki, komşuyu (komşuya) mirasçı kılacağım sandım.»

Mütercim:

Komşu üç kısımdır. Biri, yalnız komşuluk hakkı bulunan kafir komşudur. Biri de, hem komşuluk ve hem de islâm hakkı bulunan komşudur. Öteki de, hem müslüman, hem akraba olan komşudur.

 

1334- Ebû Süreyh ve Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anhüma) derler ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

«Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz.» diye üç kere yemin etti. Bunun üzerine kendisi­ne:

— Ya Resûlallah! Kimdir o iman etmemiş olan? diye soruldu Şu cevabı verdiler: «Komşusu kötülüğünden emin olmayan  kişi...»

(Komşusuna eziyet ve cefa edenin imanı tam olmaz, kemal üze re bulunmaz. Yahut ettiği zulüm ve cefayı helâl kabul ederse ima­nım yitirir.)

 

1335- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu Anhî'den rivayet edilmiştir!

«Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden, müsafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden, hayırlı söz söylesin ya­hut sussun.» (Kâmil iman sahibi bu hasletlere sahip olacağından bunları her mümin gözetmelidir. Bir de müsafirin hakkı üç gece ağırlanmaktır.)

 

1336- Çabir (Radıyallahu Anhî'den rivayet edilmiştir:

«Her iyi davranış sadakadır.» (Tatlı bir söz, iyi bir davranış karşılığında insan, vermiş olduğu sadaka sevabı gibi sevab kazanır. Hatta bir mümin kardeşinin yüzüne güler.yüzle bakması da bir iyi­lik ve sadaka yerine geçer).

 

1337- Hazreti Aişe (Badıyallahu Anha) der ki:

Yahudilerden bir kaç kişi, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'in huzuruna gelip «sîze ölüm» demek olan «Essamü Aleyküm» dediler. Ben de onlara: «Ve aleykümüssamü ve'1-Lânetü = Ölüm ve Allah'ın laneti size olsun!» dedim. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:

«Yavaş ol, ey Aişe! Muhakkak ki Allah Tealâ bütün işlerde yu­muşaklığı sever. Ben onlara, Ve Aleyküm = size olsun, demiştim.»

Mütercim.

Es-gam kelimesinin manâsı ölümdür. Yahudiler, Essamü Aley­küm, diyerek selâm veriyorlarnuş gibi gözükerek Peygambere ölüm­le beddua ettiler ve Peygamber    Sallallahu Aleyhi    ve Sellem de. «ve Aleyküm = Size olsun» buyurmakla kendilerine kısaca muka­bele ettiler. Fakat Hazreti A^e (Radıyallahu Anha) Yahudilerin bu çirkin hareketlerine dayanamayarak «Ölüm ve lanet size olsun!» di­yerek sert bir karşılık verdi ve onların aybını yüzlerine vurdu. Bu­nun üzerine Hazreti Peygamber Hazreti Aişe'ye itidal tavsiye bu­yurdu ve onlara «Ve Aleyküm» sözü ile mukabele ettiğini, onların beddualarının kendine geçmediğini halbuki kendi bedduasının on­lara geçeceğini bildirdi. Bunun için onlara bü derece sert davran­maya lüzum olmadığını da açıkladılar.

 

1338- Ebû Mûöa (Radıyallahu Anh) 'den rivayet edilmiştir:

"Mümin'e karşı mümin, tuğlaları birbirine kenetlenen bir yapı

gibidir.» Hazreti Peygamber bunu buyurduktan sonra mübarek elle­rinin parmaklarını kenetleyerek müminlerin böylece birbirlerine bağlanarak yardımlaşmaları gereğine işaret etti. Tam bu sırada meclise dışardan biri gelip bir şey istedi. Hazreti Peygamber bize dönerek şöyle buyurdu:

«İhtiyaçların karşılanması için aracı olunuz ki bundan dolayı sevabı kazarlasınız ve Allah Tealâ da peygamberinin dilinden diledi­ği hükmü versin.»

 

1339- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der kit Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem birini azarlayacağı za­man: «Nesi var, alnı topraklanasıca!» buyururdu.

(Bu ve bunun gibi sözler Arab lisanında beddua manasını taşı­mazlar. Bununla beraber alnı secdeye kapanıp toz-toprak olsun yere düşsün ve hayır görmesin şeklinde de nıanalandırılabilir.

 

1340- Ebû Zer (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir.:

«Biri diğerini fasıklıkla itham etmesin ve kâfirlikle de itham et­mesin. Eğer bunu yapar ve arkadaşı dediği şekilde olmazsa, isnad

ettiği şey kendisine döner.»

(Bir kimse, diğer bir kimseye: Ey fasık, ey kâfir, demiş olsa, ıî kimse de fasxk veya kâfir değilse «Söz, sahibinin sıfatıdır.» Kaidesi gereğince söylenen söz, söyliyene ait olur. Bu gibi kötü sözlerden, sakınmalıdır. Söylendiği takdirde de, tevbe ve istiğfar etmeli ve kar­şı tarafla helallaşmahdır. Kendisine söz atılan kimse, gerçekten fa-cir ve kâfir olsa bile onu ağır ve sert bir şekilde suçlayıp günahını açığa vurmak haram olur. Tatlı ve yumuşak sözlerle onu yola getir­meğe çalışmalıdır. Sert çıkışlardan bir fayda ve hayıf umulmaz, onun azgınlığı artırılmış olur. Onun için Kur'anı kerimde Hazreti Musa ve Hazreti Harun (Aleyhisselâm) Firavun'u hak dine davet edecekleri zaman Allah Tealâ onlara: «Firavun'a yumuşak söz söyle­yin.» diye tavsiyede bulunmuştur.)

 

1341- Sabit bin Dahhak (Radıyallahu Anh)'den rivayet edil­miştir:

«Her kim islâm milletinden başka bir milletten olmaya (falan işi yaparsam, falan batıl dinden olayım, şeklinde) yemin ederse o kimse dediği gibi olur. İnsanoğluna sahibi olmadığı bir malda adak düşmez (ben kurtulursam falancanın malı sadaka olsun, sözü adak olmaz). Kim herhangi bir şeyle (aletle) kendini dünyada öldürürse, kıyamette o aletle ona azab edilecektir. Kim bir mümine lanet eder­se, onu Öldürmek gibidir. Kim de bir mümine küfür isnad ederse, onu öldürmek gibidir.»

Mütercim:

Kasıdh olarak yalan yere «falan işi yaparsa, kâfir olsun» diye yemin eden kimse, sonra o işi işlerse, dediği gibi kâfir olur. Burada kesin niyetin bulunması şarttır. Niyet ve kasıd olmaksızın bu türlü yapılan yemin küfrü gerektirmezse de, böyle sözlerden ka­çınmak lazımdır.

Bir de, bir kimse sahibi bulunmadığı bir şeyi adaşa bir şey ge­rekmez. Ben hastalığımdan şifa bulursam, falancanın kölesi azad olsun, diyen kimseye şifa bulduğu zaman bir şey yapmak gerekmez.

Herhangi bir aletle, kendini öldüren (intihar eden) kimse, kul­landığı aletle kıyamet gününde azaba uğratılacaktır. Bir mümine lanet eden kimse, o kimseyi öldürmüş gibi azab çeker. Bir mümine küfür isnad eden de, o mümini öldürmüş gibi, ahirette azab çeker.

 

1342- Huzeyfe  (Radıyallahu Anh)'den rivayet edilmiştir: «Koğuculuk eden cennete giremez.»

(İnsanlar arasında koğuculuk yaparak feşad çıkaran kimse, cennete ilk gireceklerle beraber giremez/ Yahut büyük günahlar­dan olan koğuculuğu helâl kabul eden kinişe kâfir olacağından cen­nete giremez demektir.)    .

 

1343- Ebû Bekre (Radıyallahü Anh) der ki-.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda, bir adam başka bir adamı aşın derecede övdü. Bunun üzerine Peygamber Sal­lallahu aleyhi ve Sellem o adama:

«AÜah sana iyilik versin; sen arkadaşının boynunu kırdın.» buyurarak bu sözü bir kaç defa tekrarladı. Sonra Hazreti Peygam­ber ilâve etti:

«Sizden bîriniz çaresiz arkadaşını övecekse ve arkadaşının öv­düğü gibi olduğuna kani ise, ben onu şöyle ve şöyle biliyorum, an­cak iç yüzünü Allah bilir, desin ve Allah'a karşı hiç kimseyi tezkiye etmesin.»

 

1344- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh)'der rivayet edilmiştir:

«Birbirinize  karşı kin tutmayınız,  hasedleşmeyiniz, birbirinize (darılıp)  arka çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Hiç bir müslümanm üç günden fazla kardeşine darılıp konuşmaması caiz değildir.»

Mütercim:

Allah için sevmek gibi Allah için darılmak da caizdir.

— Ebü Hüreyre   (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir «jyuOi zan beslemekten sakınınız; çünkü  en yalanı dır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayınız, niz. Alıcı değilseniz satılık malın fiyatını a yiniz. Birbirinize kin tutmayınız. Birbirinize yiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz!»

 

1346- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Saîlallahu Aleyhi ve Sellem, münafıklardan iki kişi hakkında bana şöyle buyurdu:

«Falanca ve falanca kişilerin, bizim dînimizden bir şey bildikle­rini sanmıyorum.» Başka bir rivayetde ise şöyle buyurmuştur: «Ya Aişe! Falan ve falanın, bağlı olduğumuz dini bildiklerini sanmıyo­rum.»

Mütercim:

Böyle nifakları meydanda olanlar hakkında kötü zanda bulun­manın caiz olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.

 

1347- Ebû   Hüreyre   (Radıyallahu   AnhJ'den rivayet edilmiştir:

«Ümmetimin hepsi bağışlanmıştır; ancak açık olarak günah iş­leyenler bağışlanmazlar. Kişinin geceleyin yaptığı işi (işlediği güna­hı) Allah Tealâ örtmüşken sabalüeyin kalkıp (bir arkadaşına,) falan! dün gece şöyle ve şöyle yaptım, demesi düpedüz deliliktir. Geceyi Rabbisi tarafından örtülerek geçirdiği halde sabahleyin kal­kıp Allah'ın örtüğünü açığa vuruyor.»

Mütercim:

Bütün ümmetin günahları bağışlanır; fakat ümmet içinde per­vasızca açıktan açığa günah işleyen kimselerin günahları bağışlan­maz. Üstelik bu gibiler işledikleri günahları da övünerek söylerler. Türkçede meşhur bir ata sözü vardır: «İbadet de gizli, kabahat da gizli olmalıdır.» İbadetlerden nafile olanlar gösterişten uzak tutul­malı ve günahları da Allah'dan başkası bilmemelidir. Başkalarına kötü örnek olmamalı ve fenalığa teşvik etmemelidir.

 

1348- Ebû Eyyub (Radıyaliahu Anh) 'dan rivayet edilmiştir:

«Bir adamın, Üç günden fazla kardeşine dargın durması caiz değildir. Birbiriyle karşılaşırlar ve o yüz çevirir, bu da yüz çevirir. Bunların en hayırlısı ilk olarak selâm verendir.»

Mütercim:

Bid'at ehlinden olan veya sapık islâm fırkalarından, bulunan kimseler hallerinden tevbe edip dönmedikçe onlarla dargın durmak caizdir. Ayrıca kızgınlığa kapılarak üç güne kadar dargın durma­nın caiz olduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Fakat barışmak daha fa­ziletlidir. Türkçede güzel bir ata sözüdür: Müminin dargınlığı tül­bent kuruyuncaya kadardır.

 

1349- Abdullah   (Radıyaliahu Anh) 'dan rivayet edilmiştir:

«Doğruluk insanı iyiliğe ulaştırır. İyilik de insanı cennete götü­rür. Gerçekten insan, doğruluğu adet edinerek sonunda Sıddik (çok dürüst kişi) olur. Yalan da insanı kötülüğe götürür ve kötülükte de insanı cehenneme götürür. Kişi yalana alışarak sonunda Allah ka­tında büyük yalancı olarak yazılır.»

Bu hadîs-i şerif, «Muhakkak ki iyiler Naîm cennetlerindedir ve facirler (kâfirler) de cehennemdedir» mealindeki ayeti kerimeye uygun olarak varid olmuştur. (înfitar sûresi: ayet 13-14)

 

1350- Ebû Musa  (Bacîıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştin

«Hiç kimse veya hiçbir şey, duyduğu ezaya (hakarete) karşı Allah'dan daha sabırlı değildir. Onlar Allah'a çocuk nisbet ettikleri halde yine Allah onlara sıhhat ve afiyet veriyor, onları nziklandiri-yor.»

 

1351-Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir:

«Güçlü, başkalarının  sırtını yere getiren değildir.  Asıl    güçlü, öfkelendiği zaman kendine hakim olan (öfkesini yenen) kişidir.»

 

1352- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)  der ki:

Bir kimse Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine:

— Ya Resûlallah! Bana bir tavsiyede  bulununuz, dedi. Hazreti Peygamber ona! «Sakın öfkelenme!» buyurdu. Adam, birkaç kere isteğini tekrarladı ve Resûl-i Ekrem «Sakın öfkelenme!» cevabını verdiler.

(Öfke ve hiddete hakim olmak çok önemli ve zor bir- iş olduğu gibi, doğuracağı zararlar da büyüktür. Bunun için Hazreti Peygam­ber tekrar tekrar öfkelenmemeyi tavsiye buyurmuşlardır.)

 

1353- îmran bin Husayn  (Radıyallahu Anhh'den «Utanmak insana ancak hayır getirir.»

(Allah'dan ve insanlardan utanan kimse haram ve yasak işler­den sakınır ve böylece gerekli vazifelerini yerine getirmiş olacağın­dan dünya ve ahiret saadetine, bütün hayırlara kavuşur.)

 

1354- İbni Mes'ud   (Radıyallahu Anh)   anlatır: «tik peygamberlik sözünden insanların eriştikleri hikmetlerden şüphesiz biri de, utanmazsan dilediğini yap, hikmetidir.*

Adem Aleyhisselâm'dan beri peygamberlik sözü olarak nesil­den nesile intikal ede gelen hikmetlerden biri de hadiste varit olan sözdür. Eğer utanmazsan, kötülüğü emreden nefsine uyarak diledi­ğini yap; ona göre de, mücazat görürsün.

 

1355 Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazan   aramıza katılır ve bizimle şakalaşırdı. Anneden kardeşim olan Ebû umeyr'in   kır­mızı gagalı bir kuşcağızı vardı. Resûl-i Ekrem, «Ebû umeyr! Ne yap­tı Nügayr tkuşcağız) ?» diyerek onunla şakalaştı.

 

1356- Ebû Hüreyre  (Radıyallahu    Anh)'dan rivayet edilmiş­tir:

«Mümin aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz.»

Mütercim:

Akıllı bir mümin, yılan veya akreb deliğine bir defa elini sokup ısırılınca bir daha ayni yere elini sokmaz. Yani bir mümin bir defa aldatılırsa, ikinci defa ayni işten ötürü aldanmaz. O iş için tedbirli hareket eder.

Bu hadîs-i şerifin söyleniş sebebi şu: Mekke   şairlerinden   Ebû Azze adındaki ünlü şair, Hazreti Peygamber hakkuıda ve islâm dini aleyhinde şiirler söyliyerek insanları islâm aleyhine kışkırtırdı. Son­ra bu adam Bedir savaşında müslümanların eline esir olarak dü­şünce, bir daha böyle şiirler söylemiyeceğine dair söz verdiğinden bağışlanarak salıverilmişti. Fakat Mekke'ye dönünce, sözünde dur­mayarak eskisi gibi islâm aleyhine şiirler söylemeğe başlamış. Ara­dan zaman geçip Uhud savaşı olunca bu şair tekrar müslümanların eline esir olarak geçti ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna götürdüğü. Adam Bedir savaşında yapılan sözleşme şek­liyle tekrar- bağışlanmasını isteyince Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hadîs-i şerifi» Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.» buyurdular ve onu bağışlamadılar.

 

1357- Übeyy bin Kâb (Radryallahu Anh) 'dan rivayet edilmiş­tir:

«Bazı şiirler hikmettir (gerçeğe ve hakka uygundur).»

(Böyle faydalı olan ve gerçeği dile getiren şiirleri söylemek caiz­dir.)

 

1358- İbni Ömer (Radiyallahu Anhüma)'dan rivayet edilmiş­tir!

«Sizden birinizin karnı şiir dolmaktansa irinle dolması daha ha­yırlıdır,» (Aşırı söz ve hicivlerden ibaret şiirler yerilmektedir.)

 

1359- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir kimse Peygamber Sallallahu Aleyhi ve :Sellem'e sordu:

—  Ya Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacaktır? Hazreti Pey­gamber ona şu cevabı verdi:

«Sen o kıyamet için ne hazırladın?» Adam:

—  Ya Resûlallah, oruç, sadaka, namaz gibi   ibadetlerden fazla bir şeyim yoktur; fakat Allah Tealâ Hazretlerini ve onun peygambe­rini severim, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona:

«Gerçekten sen, sevdiğinle berabersin.» buyurdular. Bir rivayette de şu ilâve vardır:

ResûlüUah'a dedik ki, biz de böyle (sevdiğimizle beraber) miyiz? Hazreti Peygamber; «Evet!» buyurdu.

 

1360- İbni Ömer  (Radıyallahu Anhüma)  anlatır: «Ahdim bozan kimse için kıyamet gününde bir sancak   dikilir ve denilir ki: Bu, falan oğlu falanın gadirliğinin alametidir.»

 

1361-1362 - Ebû Hüreyre (Radıyallahu AnhVdan rivayet edilmiştir)

«Üzüm asmasına kerm (kerem) demeyiniz. Ancak kerem mü­minin kalbidir, zamanın kalleşliği de demeyiniz; çünkü zamanı ya­ratan ve idare eden bizzat Allah'dır.»

«Üzüm asmasına her ne kadar kerim manasında» kerem adı ve­rilirse de, cahiliyet adeti üzere üzüm suyundan elde edilen şarabı içen kimse iyi huylardan cömertlik ve kahramanlık gibi vasıflara sahib olma manasında kullanılmaktaydı. Halbuki İslâm'da asıl iyi­lik, iman nuru ile dolu olan müminin kalbidir. Üzüm ve üzümün asması değildir. Bununla beraber yine üzüm asmasına kerem denilebileceği cihetle halen üzüm hakkında bu isim kullanılmaktadır. Zamana sövgü ve yergi anlamında dil uzatılmamalı, zaman kö~ tülehmemelidir. Kötü olan insanların hareketidir. Çünkü zamanı yaratan Aİlah'dır ve onun bir sorumluluğu yoktur. Bütün varlıkları ve oluşları dehre - zamana isnad eden maddeciler C materyalistler), en büyük bir küfür içindedirler; çünkü bunlar Allah ve ahireti inkâr ederler.

 

1363- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir yolculukta annem Ümmü Süleym ile bazı kadınlar Resûl-i Ekrem'e refaket ediyorlardı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'in «Ençeş» adındaki kölesi de şiir ve gazeller okuyarak develeri ahenkli bir şekilde hızlı sürüyordu. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

<Ey Enceş! Billur vazo (kadın) Iarm kervanını yavaş sür.»

(Güzel sesin ve nağmalerinle hayvanları koşturup billur gibi, nazik hanımları incitme kendin coşup kervanı, da coşturma.)

 

1364- Ebû Hüreyre (Radıyallahu Anh)'dan rivayet edilmiştir; tir:

Kıyamet gününde Allah katında adların en çirkini bir hükümda­rın, kendisini padişahlar padişahı olarak adlandırmayıdır.»

Mütercim:

İmam Buharı Hazretleri bu hadîs-i şerifin açıklamasında der ki: Melikü'l-Emlâk, şahların şahı demektir. Şerkâvi de şerhinde di­yor ki: Bir kimsenin şahların şahı (şehinşahî adını vermesi haram ve yasak ise de, bir başkası tarafından söylenmesinde beis yoktur. Ulu hakim, kadılar kadısı demek gibi olur. Bu şekli ile haram olmaz. Nitekim Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hazreti Ali hak­kında:  «Ali, sizin eh ulu kadınız  (hakiminiz)    dir!»  buyurmuştur

Çünkü bu bir isim ve lâkab olmayıp bir vasıftan ibarettir. Diğer ta­raftan fıkıh kitablannın önsözlerinde zamanın padişahları ^Sultan-lar sultanı» diye yad edilmişlerdir.

 

1365- Hazreti Enes (Radıyalîahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve SellemUri huzurlarında iki kişi aksırdılar. Hazreti Peygamber bunlardan birine «Yerhamukellah Allah sana merhamet etsin» dedi; fakat diğerine .söylemedi Ashab. bunun hikmetini sorunca, onlara şu cevabı verdiler:

«Aksıran bu adam Allah'a hamd etti (Elhamdu Lillâh' dedi) Öteki ise aksırınca Allah'a hamd etmedi.™

(Bir kimse aksırınca «Elhamdü Lülah* demelidir ve bunu söyle­mek müstahabdır. Bunu işitenlerden birinin veya bir kaçının ona «Yerhamükellah = Allah sana merhamet etsin» diyerek dua etme­leri ve aksıranın da «Yehdînâ ve Yehdikümullah» diyerek karşılık vermesi müstahabdır.)

 

1366- Ebû Hureyre {Radıyalîahu Anh) den rivayet edilmiş­tir:

«Allah Tealâ, aksırığı sever, esnemeyi sevmez. Bir kimse aksırır da Allah'a hamd ederse, bumı duyan her müslümanm ona «yer­hamükellah, deşmesi gerekir. Ensemeye gelince, o şeytandandır. İn­san gücü yettiği kadar onu engeHesin. ' însan esner de: Hah... der­se, şeytan ona güler.»

Mütercîm

Nezle hastalığı olmadığı bir zamanda sağlık ve neş'e halinde gelen aksırma uyarıcı ve ibadete teşvik edici bir işaret taşıdığından iyi bir şeydir. Esnemek ise, usanma ve tenbellik alâmeti olduğu için iş ve ibadetten insanı alıkoymakla Allah katında mekruhtur. Şey­tanın da hoşlandığı bir şeydir. Onun için bu iş şeytana nisbet edil­miştir. Yoksa her işin yaratıcısı Allah'dır. Onun için bir kimse a'ksir-dığı zaman Allah'a hamd etmeli ve esnediği zaman da onu engelle­mek için ağzını kapamalı ve çirkin ,ses çıkmasını önlemelidir. Çünkü esneyipte ağzı açarak hâ... dedikçe şeytan sevinir ve güler. Bir de böyle çirkin bir şekilde  esnemek köpeğin hareketine    benziyeceği cihetle, en güzel bir kıvamda yaratılan insanın şekli değişmiş olur. Bu bakımdan da esnemek çirkin bir şeydir.[56]



[56] Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi: 899-918




Konu Başlığı: Ynt: Edeb ve sıla-i rahim
Gönderen: Ceren üzerinde 29 Nisan 2018, 14:14:29
Esselamu aleyküm.Rabbim bizleri islam fıtratı üzerine islamın gerektirdiği şekilde yaşayan ve  sılai rahimi yapan akrabları  ile ailesi arasındaki bağı koparmayan ,koruyan ve edebli hayalı imanlı peygamber efendimizin güzel ahlakı ile yaşayan kullardan eylesin inşallah.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim...


Konu Başlığı: Ynt: Edeb ve sıla-i rahim
Gönderen: Sevgi. üzerinde 30 Nisan 2018, 13:52:44
Aleyküm Selam.  Rabbim bizleri her konuda herzaman Rızasına göre yaşıyanlardan eylesin inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Edeb ve sıla-i rahim
Gönderen: Mehmed. üzerinde 30 Nisan 2018, 14:30:02
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri doğru işler yapanlardan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun