๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Mayıs 2011, 18:46:14



Konu Başlığı: Vefat iddetinin yeri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Mayıs 2011, 18:46:14
10—Vefat İddetinin Yeri:

 

Kocası vefat eden kadın, kocasının vefat ettiği ve kendisinin de bu esnada orada bulunduğu evde iddet bekler, şeklinde Allah Rasûlü'nün (s.a.) verdiği hüküm ve bu hükmün, O'nun verdiği üç talâkla boşanmış (=mebtûte) kadın dışarı çıkabilir ve dilediği yerde iddet bekleyebilir hükmüne aykırı olmadığı:

Sünen'de Ka'b b. Ucra'nın kızı Zeyneb'den rivayet edildiğine göre Ebu Saîd el-Hudrî'nin kızkardeşi Furay'a bt. Mâlik Hudraogullan oymağındaki ailesine dönmek için izin istemek üzere Allah Rasûlü'ne (s.a.) geldi. Kocası kaçan köleleri, yakalamak üzere çıkmış, köleler.Kudüm tarafına vardıklarında peşlerinden yetişmiş ve onlar tarafından öldürülmüştür. Bu hanım anlatıyor: Allah Rasûlü'nden (s.a.) ailemin yanma dönmek i
çin izin istedim. Çünkü kocam beni sahibi olduğu bir konutta terketmemiş ve bana nafaka bırakmamıştı. Allah Rasûlü (s.a.)"Evet, dönebilirsin" dedi. Dışarı çıktım. Odaya yahut mescide vardığımda beni çağırdı, yahut emredip beni çağırttı. Bana: "Nasıl demiştin?" diye sordu. Ben de kocam hakkmda ona anlattığım olayı aynen tekrarladım. Bunun üzerine: "Farz olan müddet doluncaya kadar evinde bekle." buyurdu. Orada dört ay, on gün iddet bekledim. Hz. Osman, halife olunca bana haber gönderip bu meseleyi sordu. Ben de ona anlattım ve  Hz.  Osman buna göre hükmetti,  bu hükme tabî oldu.[367]

Tirmizî: "Bu hadis hasen-sahihtir." diyor. Ebu Ömer İbn Abdirber de: "Bu hadis meşhurdur; Hicaz ve Irak âlimlerince bilinen bir hadistir." diyor. Ebu Muhammed İbn Hazm ise diyor ki: "Bu hadis, sahih değildir. Zira hadisin râvisi Zeynep meçhuldür. Onun hadisini Sa'd b. İshak b. Ka'b'dan başkası rivayet etmemiştir. O râvi ise adaletle meşhur değildir. Mâlik (r.h.) ve başkaları onun ismini Sa'd b. İshak, Süfyan ise Saîd olarak kaydediyor." Ebu Muhammed'in söyledikleri doğru değildir. Hadis, Hicaz ve Irak'ta meşhur sahih bir hadistir. Mâlik, Muvatta'ma almış, onu delil olarak kullanmış ve mezhebini onun üzerine kurmuştur.    '

"Ka'b'm kızı Zeynep meçhuldür." demesine gelince; evet ona göre meçhuldür. Öyle olduysa ne olmuş?! Bu Zeynep tabiîn kadınlarındandır. Ebu Saîd'in karışıdır. Ondan Sa'd b. İshak b. Ka'b rivayette bulunmuştur, Saîd değil. İbn Hibbân, Zeyneb'i Sikât adlı eserine kaydetmiştir. Ebu Muhammed'i yanıltan, Ali b. el-Medînî'nin: "Ondan, Sa'd b. İshak'tan başkası rivayette bulunmamıştır." sözü olmuştur. Oysa İmam Ahmed, Müsned'de Yakub — Yakub'un babası — İbn İshak — Abdullah b. Abdurrahman b. Ma'mer b. Hazm — Süleyman b. Muhemmed b. Ka'b b. Ücra — halası Ka'b b. Ucra'nm kızı ve Ebu Said el-Hudrî'nin nikâhlısı Zeynep — Ebu Saîd senediyle rivayet eder ki, insanlar Hz.. Ali'yi (r.a.) şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) kalkıp insanlara hitap etti. O'nun: "Ey insanlar! Ali'yi şikayet etmeyin. Vallahi, o Allah'ın zâtı konusunda — yahut Allah yolunda — kalbi en pek olandır." dediğini işittim.'[368] İşte bu, tabiînden bir kadın; sahabenin nikâhlısı, kendisinden sika râviler rivayette bulunmuş, hiç kimse onun hakkında kötüleyici bir tek harf bile söylememiş ve rivayet ettiği hadisi imamlar delil olarak kullanıp sahih olduğunu belirtmişlerdir.

"Sa'd b. İshak adaletle meşhur değildir." demesine gelince: İshak b. Mansûr'un söylediğine göre Yahya b. Maîn onun hakkında "sikadır" demiştir. Ayrıca Nesâî ve Dârakutnî de onun sika olduğunu söylemişlerdir. Ebu Hatim "sahihtir" demiş, İbn Hibbân ise Sikât adlı eserinde zikretmiştir. Ondan pek çok rnuhaddis rivayette bulunmuştur. Bunlar arasında Hammad b. Zeyd, Süfyan es-Sevrl, Abdülaziz ed-Derâverdî, İbn Cüreyc, Mâlik b. Enes, Yahya b. Saîd el- Ensâri, Zührî — kendisi Sa'd b. İshak'tan daha büyüktür—, Hatim b. İsmail, Davud b. Kays ve bunlardan başka daha pek çok imam vardır. Onun hakkında hiçbir yerici ve kötüleyici ifade bilinmemektedir. Böyle bir zatm hadisi ittifakla delil olarak kullardır.

Sahabe — Allah onlardan razı olsun — ve daha sonra ki nesiller bu meselenin hükmü konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Abdürrezzak'ın, Ma'mer — Zührî — Urve b. Zübeyr senediyle rivayetine göre Hz. Âişe (r.a.), kocası ölen kadının iddet müddeti içinde evinden çıkabileceğine fetva verirdi. Kendisi kızkardeşi Ümmü Gülsüm'ün kocası Talha b. Ubeydullah öldürüldüğünde   kızkardeşiyle  bir  umre  yapmak  üzere   Mekke'ye

gitmişti.[369]'

Abdürrezzak'rn, İbn Cüreyc — Atâ senediyle rivayetine göre İbn Abbas demiştir ki: Allah Teâlâ, kocası ölen kadın dört ay on gün iddet bekler demiş, evinde iddet bekler dememiştir. Dolayısıyla kadın istediği yerde iddet bekler.[370] Bu sözü Atâ, İbn Abbas'tan işitmişttr. Zira Ali b. el-Medînî, Süfyan b. Uyeyne — îbn Cüreyc senediye Atâ'mn şöyle dedeğini rivayet eder. İbn Abbas'm şöyle dediğini de işittim: Allah Teâlâ: "Sizden vefat edenlerin geride bıraktıkları hanımları dört ay on gün beklerler. "[371] buyurmuş, evlerinde iddet beklerler dememiştir. Kocası ölen kadın dilediği yerde iddet bekler. Süfyan diyor ki:'Bu rivayeti Ib:ı Cüreyc haber verdiğimiz şekliyle bize aktardı.

Abdürrezzak, İbn Cüreyc yoluyla rivayet eder ki, Ebu'z-Zübeyr, Câbir b. Abdullah'ın: "Kocası ölen kadın dilediği yerde iddet bekler." dediğini işitmiştir.[372]

Abdürrezzak'ın, es-Sevrî — İsmail b. Ebu Hâlid — Şa'bî senediyle rivayetine göre Ali b. Ebu Tâlib (r.a.) kocaları ölen kadınları iddetleri içinde yolculuğa çıkartırdı.[373]

Yine Abdürrezzak'ın, Muhammed b. Müslim — Attır b. Dînâr yoluyla rivayetine göre Tâvûs ile Atâ: "Üç talâkla boşanan (mebtûtej ve kocaları ölen kadınlar hacca çıkarlar, umre yaparlar, yerlerini değiştirebilirler, geceyi evleri dışında geçirebilirler." demişlerdir[374]

Yine Abdürrezzak'ın, îbn Güreye'ten rivayetine göre Atâ: "Kocası ölen kadın nerede iddet beklerse beklesin bir zararı yoktur." demiştir.'[375]'

İbn Uyeyne, Amr b. Dînâr yoluyla Atâ ve Ebu Şa'sa'nın: "Kocası ölen kadın iddeti içinde dilediği yere çıkabilir." dediklerini rivayet eder.'[376]'

İbn Ebî Şeybe'nin Abdulvahhab es-Sakafî yoluyla rivayetine göre, Habîb el-Muallim anlatıyor: Atâ'ya: "Üç talâkla boşanan ve kocası ölen kadınlar iddetleri içinde hac yapabilirler mi?" diye sordum. "Evet." cevabını verdi.'[377]' Hasan el-Basrî de böyle söylerdi.

İbn Vehb'in, İbn Lehia — Huneyn b. Ebu Hakîm senediyle rivayetine göre, Müzâhim'in karısı, kocası Hunasıra'da vefat edince Ömer b. Abdulaziz'e: "îddetim sona erinceye kadar bekleyeyim mi?" diye sordu. Ömer b. Abdulaziz ona cevabını verdi: "Hayır. Yurduna, baba ocağına git. Orada iddet bekler'[378]

İbn Vehb'in, Yahya b. Eyyub yoluyla rivayetine göre, Yahya b. Saîd.el-Ensârî, karısıyla birlikte iken İskenderiye'de vefat eden ve gerek orada ve gerekse Fustât'ta birer evi bulunan adanı hakkında demiştir ki: "O adamın karısı isterse kocasıının vefat ettiği yerde iddet beklesin, isterse kocasının Fustât'taki evine, yurduna dönsün, orada iddet müddeti bekleyip geri dönsün."'[379]'

Yine îbn Vehb'in Amr b. Haris yoluyla rivayetine göre, Bükeyr b. el-Eşec anlatıyor: Salim b. Abdullah b. Ömer'e kocası tarafından bir şehre götürülen ve kocası orada vefat eden kadının durumunu sordum. "Kocasının vefat ettiği yerde iddet bekler, yahut da kocasının evine döner, iddeti bitinceye kadar orada kalır." cevabını verdi.'[380]' Bütün Zahirilerin görüşü budur.

Bu görüş sahiplerinin iki delilleri vardır; ikisini de delil olarak İbn Abbas ileri sürmüştür:

1- Birincisini yukr.nda kaydettik ki, o da şudur: Allah Teâlâ, kocası ölen kadının dört ay on gün iddet beklemesini emretmiş, ama belli bir yerde beklemesini emretmemiştir. 2- Ebu Davud'un, Ahmed b.Muhammed el-Mervezî — Musa b.Mes*ûd — Şibl — İbn Ebî Nucayh — Atâ senediyle İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Şu âyet — "... evlerinden çıkanlmaksızın..."'[381]' âyeti — kadının ailesi yanında iddet beklemesini neshetmiştir. Artık kadın dilediği yerde iddet bekleyebilir. Atâ diyor ki: Kadın isterse âillesi yanında iddet bekler, kocası tarafından kendisine vasiyyet edilen yerde ikâmet eder, isterse başka yere çıkar. Zira Allah Teâlâ: "Eğer çıkarlarsa onların yaptıklarından dolayı size bir günah yoktur."'[382]' buyurmuştur. Atâ diyor ki: Sonra miras âyeti geldi, meskeni neshetti. Artık kadın istediği yerde iddet bekler.'[383]!

Sahabe, tabiin ve onlardan sonraki nesillerden ikinci bir grup da, kadın kocasının vefat ettiği ve kendisinin de orada bulunduğu evde iddet bekler, demiştir. Vekı, es-Sevrî — Mansûr — Mücâhid — Saîd b. Müseyyeb senediyle rivayet eder ki, Hz. Ömer kocaları ölmüş olup' da hacca yahut umreye çıkan kadınları Zülhuleyfe'den geri çevirdi.'[384]'

Abdürrezzak'ın, İbn Cüreyc — Humeyd el-A'rac — Mücâhid senediyle rivayetine göre Hz. Ömer ve Hz. Osman kocaları ölmüş olup da hac ve umreye çıkan kadınları Cuhfe ve Zülhuleyfe'den geri çevirirlerdi.'[385]'

Abdürrezzak, Ma'mer — Eyyub — Yusuf b. Mâhek — onun annesi Müseyke senediyle rivayet eder ki, kocası ölen bir kaim iddeti içinde ailesini ziyarete gitti. Orada doğum sancısı tuttu. Hz. Osman'a geldiler. O da: "Doğum sancısı çeke çeke onu evine taşıyın." dedi.'[386]'

Yine Abdürrezzak'ın, Ma'mer — Eyyub — Nâfi' senediyle rivayetine göre İbn Ömer'in, kocasının vefatından dolayı iddet bekleyen bir kızı vardı. Gündüz ailesinin yanına gelir, onlarla sohbet eder; gece olunca da İbn Ömer, ona evine dönmesini emrederdi.[387]'

İbn Ebî Şeybe'nin, Vekî — Ali b. Mübarek — Yahys. b. Ebu Kesir — Muhammed b. Abdurrahman b. Sevban senediyle rivayetine göre Hz. Ömer, kocası ölen kadının gündüz aydınlığında ailesinin yanma gitmesine izin vermiştir. Zeyd b. Sabit ise, ona ancak gündüz yahut gece aydınlığında ziyaret için izin vermiştir.'[388]'

sikadır.   İbn   Hazm,    el-Muhallâ*da.Abdürrezzak'm, Süfyan es-Sevri — Mansûr b. Mu'temir — îbrahim en-Nahaî — Alkame senediyle rivayetine göre kendilerine kocalarının ölüm haberi gelen bir grup Hemedanlı kadın İbn Mes'ûd'a fetva sordular ve "Ürküntü ve yalnızlık hissediyoruz." dediler. İbn Mes'ûd onlara: "Gündüz buraya gelirsiniz, sonra her biriniz geceleyin evine döner." diye cevap verdi.'[389]'

Haccac b. Minhal, Ebu Avâne — Mansûr — îbrahim senediyle kaydeder ki, bir kadın: "Babam hasta, bense iddet beklemekteyim. Ona bakmak için yanma gidebilir miyim?" diye sormak üzere mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'ye (r.a.) bir haberci gönderdi. O da: "Evet, gidebilirsin. Ancak gecenin iki yansından birini evinde geçir." diye haber yolladı.'[390]'

Saîd b. Mansûr'un, Hüşeym — İsmail b. Ebu Halid yoluyla rivayetine göre, Şa'bî'ye: "Kocası ölen kadın iddeti içinde dışarı çıkabilir mi?" diye sordular. Şöyle cevap verdi: îbn Mes'ûd'un öğrencilerinin çoğunluğu bu konuda çok sert tutum içindeydiler. Çıkamaz, diyorlardı. Şeyh — Ali b. Ebu Tâlib'i kasdediyor — ise, yolculuğa çıkmasına izin verirdi.[391]'

Hammad b. Seleme'nin Hişâm b. Urve'den rivayetine göre, Hişâm'm babası Urve demiştir ki: Kocası ölen kadın evinde iddet bekler. Ancak ailesi başka yere taşınırsa, onlarla birlikte o da taşınır."'[392]

Saîd b. Mansûr'un, Hüşeym — Yahya b. Saîd eK3nsârî senediyle rivayetine göre, Kasım b. Muhammed, Salim b. Abdullah ve Saîd b. Müseyyeb, kocası ölen kadın hakkında: "İddeti bitinceye kadar bir yere ayrılamaz." demişlerdir.

Yine Saîd b. Mansûr'un, İbn Uyeyne — Artır b. Dînâr senediyle rivayetine göre de Atâ ile Câbir her ikisi de kocası ölen kadın hakkında: "Dışan çıkamaz." demişlerdir.

Vekî'in, Hasan b. Salih — Muğîre sennediyle rivayetine göre, îbrahim (en-Nehaî) kocası ölen kadın hakkında: "Gündüz dışan çıkmasında bir sakınca yoktur. Geceyi evinden başka yerde geçiremez." demiştir.

Hammad b. Zeyd'in, Eyyub es-Sahtiyânî yoluyla Muhammed b. Sîrîn'den rivayetine göre bir kadının kocası öldü, kendisi de hastalandı. Ailesi de onu yanlarına taşıdı. Sonra âlimlere sordular. Hepsi de onlara kadını kocasının evine geri götürmelerini emretmişti. îbn Şîrîn: "Bunun üzerine kadını bir yaygı içinde evine geri götürdük." diyor

Bu görüş, İmam Ahmed, Mâlik, Şafiî, Ebu Hanife — Allah onlara rahmet eylesin — ve arkadaşlarıyla Evzâî, Ebu Ubeyd ve îshak'ın görüşüdür.

Ebu Ömer İbn Abdilber diyor ki: Hicaz, Şam, Irak ve Mısır'daki ileri gelen fakihler cemaatinin görüşü de budur.

Bunların delilleri Fürey'a bt. Mâlik hadisidir. Bu hadisi Osman b. Affan (r.a.) kabulle karşılamış, muhacirlerin ve Ensâr'ın hazır bulunduğu bir ortamda gereğince hükmetmiştir. Medine, Hicaz, Şam, Irak ve Mısır âlimleri kabulle karşılamışlardır. Onlardan herhangi birinin gerek hadisi ve gerekse râvilerini ta'nettiği bilinmemektedir. Rivayet konusundaki inceden inceye araştırmasına ve titizliğine rağmen Mâlik bu hadisi Muvatta'ına almış ve görüşünü onun üzerine kurmuştur. Oysa o Mâlik, kendisine bir adam hakkında: "O sika mıdır?" diye soru soran şahsa: "Sika olsaydı adını elbette kitaplarımda görürdün." cevafcını veren biridir.

Diyorlar ki: Biz selef arasında bu konuda tartışma bulunduğunu inkâr etmiyoruz. Ancak iki taraf arasında sünnet hükürr. verir. Ebu Ömer İbn Abdilber diyor ki: Sünnet, — Allah'a hamdolsun — sabittir. Sünnet varken, icmâ'a gerek yoktur. Çünkü bir mesele hakkında ihtilâf ortaya çıktığında, görüşü sünnete uyan kimseninki delil olur.

Abdürrezzak'ın Ma'mer'den rivayetine göre Zührî diyor ki: Kocası ölen kadının istediği yerde iddet beklemesine izin verenler, Hz. Âişe'nin (r.a.) sözünü esas almışlar; azim ve takva sahhipleri ise, İbn Ömer'in görüşünü asıl kabul etmişlerdir.[393]

Soru: Kocası ölen kadının evinden ayrılmaması bir vazife midir? Yoksa bir hak mıdır?

Cevap: Şayet mirasçılar evi ona bırakır ve orada oturmasının kendisine bir zararı olmazsa, yahut mesken kendisinin ise evden ayrılmamak ona bir görevdir. Eğer mirasçılar, kadını oradan başka yere naklederler, yahut ondan ücret talep ederlerse, kadın orada oturmak zorunda olmaz, başka yere taşınabilir.

Sonra bu görüş sahipleri, kadın istediği yere taşınabilir mi? Yoksa kocasının vefat ettiği meskene en yakın meskene mi taşınmalıdır? konusunda iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir. Eğer kadın evin yıkılmasından, yahut evde kalması halinde boğulmaktan, yahut bir düşmandan vs. korkarsa, ya da ev emânet olup da sahibinin geri alması, yahut kira olup da müddetinin dolması, yahut eve zarar verdiğinden ötürü ev sahibinin oturmaktan onu menetmesi, yahut ev sahibinin evi kiraya vermekten vazgeçmesi, yahut piyasa değerinder. daha çok ücret istemesi, yahut kadının kira bedelini bulamaması veya ancak kendi özel malından karşılayabilmesi sebebiyle ev sahibi kadını evinden çıkarınsa, kadın başka yere taşınabilir. Çünkü bu durumlar birer mazerettir. Kadının, o meskenin ücretini ödemesi zorunlu değildir. Onun görevi meskeni elde etmek değil, oturma filidir. Orada oturma imkânsız hale gelince bu görev de düşer. Bu, Ahmed ve Şafiî'nin görüşüdür.

Soru: Kadının kocasının evinde oturması, alacaklılara ve mirasa göre önceliği bulunan mirasçılar üzerindeki ona ait bir hak mıdır, yoksa kocasının bıraktığı şeylerde kadının mirastan başka hakla yok mudur?

Cevap: Bu konuda ihtilâf edilmiştir. İmam Ahmec; diyor ki: Kadın hamile değilse, kocasının bıraktığı şeylerde onun mesken hakkı yoktur. Ancak yukarıda da geçtiği üzere, şayet ev kendisine bırakılırsa, oradan ayrılmamak görevidir. Eğer kadın hamileyse, bu konuda îmanı Ahmed'den iki rivayet var: 1- Hüküm aynıdır. 2- Mesken hakkı, kadının maldaki sabit hakkıdır. Kadın bu hakkından mirasçılara ve alacaklılara göre bir önceliliğe sahiptir. Bu hak anamaldan olur. Kadmm iddet müddeti doluncaya kadar ev, kadını orada oturmaktan menedeeek şekilde, ölen kocasının borçlarını karşılamak üzere satışa çıkarılmaz. Eğer' bu mümkün olmazsa mirasçılar, kira bedelini evin eşyasından karşılayarak kadın için bir mesken kiralamak zorundadırlar. Şayet mirasçılar bunu yapmazsa, hâkim zorla yaptırır. Zaruret olmaksızın kadın o evden başkasına taşınamaz. Hem kadm ve hem de mirasçılar, kadının oradan başka yere taşınmasında hemfikir olsalar bile, bu caiz değildir. Çünkü kadmm orada oturmasında Allah Teâlâ'nm hakkı vardır ve nikâh meskeninin aksine, onların bu hakkı iptal etmede hemfikir olmaları caiz değildir. Zira Allah Teâlâ'nm bir hakkıdır. Çünkü idde tin hukukundan biri olarak vacip olmuştur. İddette karı-kocanm hakkı vardır. (İmam Ahmed'den gelen) sahih ifadeye göre, ric'î talâkla boşanan kadmm mesken hakkı da böyledir. Mirasçılarla kadmm bu hakkı iptalde ittifak etmeleri caiz değildir. Bu, âyet metninin gereğidir. Ahrried'in açık olarak belirttiği bir husustur. Ondan gelen bir ikinci rivayete göre, ister hamile olsun, ister olmasın her halükârda kocası ölen kadının mesken hakkı vardır. Böylece İmam Ahmed'in mezhebinde üç rivayet sabit olmuştur: 1-Hem hamile olan, hem de olmayan için mesken hakkı vaciptir. 2- Her ikisi için de mesken hakkı yoktur. 3- Hamile olan için mesken hakkı vacip, hamile olmayan için bu hak yoktur. Kocası ölen kadının mesken hakkı konusunda İmam Ahmed'in mezhebinin özeti budur.

İmam Mâlik'in mezhebine gelince: Kadm hamile olsun veya olmasın, İmam Mâlik iddet müddetince mesken hakkını vacip görmektedir. Ebu Ömer diyor ki: Mesken, kiralık ise İmam Mâlik'e göre kadm orada oturmaya hem mirasçılardan ve hem de alacaklılardan daha müstehaktır. Kira, vefat eden şahsın anamalından karşılanır. Ancak ev konusunda kocasının bir anlaşma yapmış olması ve ev sahiplerinin kadını oradan çıkarmak istemeleri durumu müstesnadır. Eğer mesken kocasının ise kadının iddeti bitinceye kadar ev, kocanın borçlarını karşılamak üzere satışa çıkarılmaz...

Ebu Ömer'den başka Mâlikîler diyorlar ki: Şayet evin mülkiyeti ölen adama aitse, yahut ölen adam kirasını ödemişse, bu durumda kadın mesken hakkına mirasçılardan ve alacaklılardan daha müstahaktır. Eğer ev kira olup da ölen şahıs kirayı ödememişse, Tehzib'Ğe kaydedildiğine göre, adam zengin biri olsa bile, ölenin malından kadına mesken hakkı yoktur. Muhammed, İmam Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: Kira ölenin malından ödenmelidir. Ölenin karısı eve daha müstehak değildir. Mesken hakkından mirasçılarla birlikte hissesine düşeni alır. Mirasçılar, kadını oradan çıkarma hakkına sahiptirler. Ancak kadm kendi payına, orada oturmak ve mirasçıların hisselerinin kirasını ödemek isteyebilir.

İmam Şafiî'nin mezhebine gelince: Kocası ölen kadının mesken hakkı konusunda İmam Şafiî'nin iki görüşü var: 1- Hamile olsun veya olmasın kadmm mesken hakkı vardır. 2- Hamile olsun veya olmasın mesken hakkı yoktur. Ona göre kadının ister bâin talâkla boşanmış olsun, isterse kocası ölmüş olsun, iddet süresince meskenden ayrılmaması vaciptir. Bâin talâkla boşanmış olan kadının eve bağlı kalması, ona göre kocası ölmüş olan kadının eve bağlı kalmasından daha güçlüdür. Çünkü kocası ölen kadmm gündüz, ihtiyaçlarım görmek üzere dışarı çıkması caiz olduğu halde — İmam Şafiî'nin iki görüşünden birine, kadîm (=eski) olanına göre — bu durum bâin talâkla boşanmış kadın için caiz değildir, tmarn Şafiî, ric'î talâkla boşanmış olan, kadına bunu vacip görmüyor,

müstahap görüyor.

îmam Ahmed'e gelince: Ona göre kocası ölen kadının eve bağlı kalması ric'î talâkla boşanmış olandan daha güçlüdür. İmam Ahmed, bâin talâkla boşanan kadına bunu vacip görmüyor.

İmam Şafiî'nin (r.a.) mezhebindeki âlimler, iki görüşünden birinde, kocası ölen kadına mesken hakkı yoktur ifadesinin bulunması yanında, kadmm eve bağlı kalmasının vacipliğini ifade eden görüşüne bir soru yönelterek: "Bu iki ifade nasıl uzlaşabilir?" diye sormuşlar ve buna şu iki cevabı vermişlerdir: 1- İmam Şafiî'nin o görüşüne göre kadının eve bağlı kalması vacip değildir. Ancak mirasçılar, evin ücretini üstlenseler, o zaman kadının eve bağlı kalması vacip olur. İmam Şafiî'nin arkadaşlarının   çoğunluğu   bu   şekilde   cevaplandırmışlardır.   2-Kendisinden ücret talep edilmesi yahut mirasçıları veya ev sahibinin kendisini oradan çıkarması suretiyle kadına o evden dolayı bir zarar gelmedikçe, kadının o eve bağlı kalması kendisine vaciptir. Eğer kendisine bir zarar gelecek olursa, o zaman bu vaciplik ortadan kalkar.

İmam Ebu Hanife'nin müntesipleri ise diyorlar ki: Gerek ricl talâkla ve gerekse bâin talâkla boşanmış olan kadının ne gece, ne gündüz evinden çıkması caizdir. Kocası ölen kadın ise, gündüz ve gecenin bir bölümünde dışan çıkabilir; ama geceyi gittiği yerde geçiremez. Fark şundan kaynaklanmaktadır: Boşanan kadının nafakası kocasının malından karşılanır; tıpkı karısı gibi dışarı çıkması caiz olmaz. Ama kocası ölen kadın için böyle bir durum sözkonusu değildir; zira ona nafaka verilmez. Bu yüzden durumunu düzeltmek için gündüz dışan çıkmak zorundadır. Diyorlar ki: Ayrılığın meydana gelmesi halinde oturma hakkı kendisinde bulunan evde iddet beklemelidir. Yine Hanefîler diyorlar ki: Şayet ölünün evinden kadına düşen pay kendisine yetmiyorsa, yahut mirasçılar onu kendi paylarına düşen kısımdan çıkarmışlarsa, kadın başka yere taşınabilir. Çünkü bu bir mazerettir. Evinde olmak ibadettir. İbadet ise mazeretle düşer. Yine Hanefîler derler ki: Eğer kadın oturduğu evin kirasını yüksek olduğundan ötürü ödeyemezse, kirası daha az olan bir eve taşınabilir.

İşte Hanefîlerin bu sözleri göstermektedir ki, oturma ücreti kadına aittir. Evin ücretini ödemekten âciz olursa, ancak o zaman o evde oturmak görevi kendisinden düşer. Bundan dolayı açıkça ifade etmişlerdir ki, şayet kendisine yeterli olursa kadın, ölen kocasının mirasından kendi payına düşen kısımda oturur. Zira onlara göre ister hamile olsun, ister olmasın kocası ölen kadının mesken hakkı yoktur. Yalnızca ona düşen kocasının vefat ettiği ve kendisinin de bulunduğu evde gece kalması lâzımdır, gündüz kalması gerekli değildir. Mirasçılar evi kendisine karşılıksız vermezlerse, ücret ödemek de kendisine düşer.

İşte âlimlerin bu meseledeki görüşleri ve orada çıkan ihtilâfın kaynağı böylece özetlenip anlatılmış oldu. Basan yalnız Allah'tandır.

Bu hadis konusunda Furay'a bt. Mâlik'in başına, tıpkı rivayet ettiği hadis hususunda Fâtıma bt. Kays'm başına gelen durum gelmiştir. Bu meseleyi tartışanlardan bazıları demişlerdir ki: Bir kadının sözüne, Rabbimizin kitabını terkedemeyiz. Allah Teâlâ, kocası Men kadının dört ay on gün iddet beklemesini emretmiş, (kocasının) evinde beklemesini emretmemiştir. Mü'minlerin annesi Hz. Âişe (r.a.), kadının kocasının öldüğü evde iddet beklemesinin vacip olduğunu inkâr etmiş ve kocası ölen kadının istediği yerde iddet bekleyebileceğine fetva vermiştir. Nitekim aynı Hz. Âişe (r.a.) Fâtıma bt. Kays hadisini inkâr etmiş ve boşanan kadına mesken verilmesinin vacip olduğunu belirtmiştir.

Furay'a hadisine karşı gelenlerden bir kısmı da diyor ki: Allah Rasûlü (s.a.) devrinde Uhud, Bi'r-i Mâûne, Mûte ve daha başka savaşlarda pek çok sahabe — Allah onlardan razı olsun — hayatını kaybetti. Onlardan sonra hanımlan iddet bekledi. Şayet o kadınlardan her biri iddet müddetince evine bağlı kalsaydı, bu durum elbette eri aşikâr, en açık şeylerden olurdu. Öyle ki, tbn Abbas ve Hz. Âişe'den [ilimde) daha alt mertebede olanlara bile gizli kalmazdı. Uygulama sürekli ve yaygın olduğu halde, bu iki sahâbîye ve görüşleri aktanlan daha başka sahâbîlere bu durum nasıl gizli kalmış olabilir? Bu çok uzak bir ihtimaldir.

Hem sonra, sünnet o şekilde yürürlükte olsaydı Furay'a, Hz. Peygamber'e (s.a.) gelip ailesine gitmek için izin istemezdi ve Hz. Peygamber (s.a.) de bu konuda ona izin verip gittikten sonra onu geri çağırmalarını emredip, kadına evinde beklemesini emretmezdi. Şayet bu iş sürekli ve sabit olsaydı, Furay'a'ya ailesinin yanma gitmesine izin vermekle bunu neshetmiş, sonra ona evinde beklemesini emretmekle bu izni neshetmiş olurdu ki, bu durum hükmün iki kere değiştirilmesine götürür. Şeriatta, kesin bir noktada böyle bir şey bilmlyo:*uz.

Diğerleri de diyorlar ki: Bunda Emîru'l-mü'minîn Hz. Osman b. Affân'm ve sahabenin ileri gelenlerinin kabulle karş:.ladıklan ve Hz. Osman'ın yürürlüğe koyup gereğince hükmettiği bu sahih ve mânası açık sünnetin reddini gerektirecek bir durum yoktur. Şayet biz kadınların Hz. Peygamber'den (s.a.) yaptıkları rivayetleri kabul etmezsek, o zaman kadınlardan başka râvisi bilinmeyen, İslâm'ın pek çok sünneti yok olur gider. İşte Allah'ın kitabı! Onda, evde iddet beklemeyi vacip kılan bir şey yok ki, sünnet ona aykın olsun. Aksine olsa olsa sünnet Kur'an'ın sükût geçtiği bir hükmü açıklamış olur. Böylesi bir şeyle sünnetler reddedilmez. İşte Allah Rasûlü'nün (s.a.) sakındırdığı, hükmünün benzeri Kur'an'da bulunmazsa sünnet terkedilir görüşünün ta kendisidir bu!

Mü'minlerin annesi Hz. Âişe'nin (r.a.) Furay'a hadisini terkedişine gelince: Herhalde bu hadis kendisine ulaşmamıştır. Eğer ulaşsaydı, herhalde te'vîl ederdi. Te'vîl etmeseydi, herhalde Furay'a'nın rivayet ettiği hadise muarız kendisinin bildiği bir hadis var olmuş olacaktı. Ne olursa olsun, Hz. Âişe'nin bu hadisi terketmesinden dolayı kendilerinin terketmeleri hakkında bunu söyleyenler, mü'minlerin annesi terkettiği için terkedenlerden daha mazurdurlar. İki terk arasında büyük bir fark vardır.

Hz, Peygamber'in fs.a.) yanında şehit düşenlere ve O hayatta iken vefat edenlere gelince;  onların hammlannm diledikleri yerde iddet beklemelerine dair hiçbir haber gelmemiştir. O sahabe kadınlarının Füray'a hadisinin hükmüne aykırı davrandıklarına dair de asla bir rivayet gelmiş değildir. Nasıl olduğu bilinmeyen bir durumdan dolayı sahih sünneti terketmek caiz değildir. Onların diledikleri yerde iddet bekledikleri bilinse, ama onlardan Furay'a hadisinin hükmüne aykırı düşen bir şey rivayet olunmasa, ihtimal ki bu durum, bu hükmün yerleşmesinden ve sabit olmasından öncedir. Zira asıl olan berâet-i zimmettir (kişinin borç, sorumluluk ve suçtan uzak olmasıdır) ve vücup hükmünün olmamasıdır. Abdürrezzak'm, İbn Cüreyc — Abdullah b. Kesir senediyle rivayetine göre Mücâhid anlatıyor: Uhud savaşında pek çok kimse şehit düştü. Şehitlerin hanımları Allah Rasûlü'ne geldiler ve: "Ey Allah'ın Rasûlü! Biz geceleri ürküyor, yalnızlık duyuyoruz. Bu yüzden geceyi birimizin evinde geçiriyoruz. Sabah olunca evlerimize dağılıyoruz." dediler. Allah Rasûlü (s.a.) onlara: "Arzu ettiğiniz kadar birinizin evinde sohbet edin. Uyumak istediğinizde her biriniz kendi evine dönsün." buyurdu.[394]' Bu hadis her ne kadar mürsel ise de görünen o ki, Mücâhid bunu ya sika bir tabiîden ya da bir sahâbîden işitmiştir. Tabiîn arasında yalan söylemek bilinen bir husus değildi. Onlar üstün kılman nesillerin ikincisidir. Allah Rasûlü'nün (s.a.) ashabını görmüşler, onlardan ilim tahsil etmişlerdir ve onlardan sonra ümmetin en hayırlı neslidir. Bu neslin Allah Rasûlü'ne yalan atfedecekleri ve yalancılardan rivayette bulunacakları düşünülemez. Bilhassa onlar arasından âlim bir kimse kesin ifade kullanarak Allah Rasûlü'nden (s.a.) rivayette bulunduğunda, O'nun bir hadisine tanık olup "Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle yaptı, şunu emretti, şunu yasakladı..." demesi ve Allah Rasûlü (s.a.) ile kendisi arasındaki aracı şahıs yalancı yahut meçhul biri iken böyle bir şeye kalkışması son derece uzak bir ihtimaldir. Ama onlardan sonraki nesillerin mürsellerinde durum farklıdır. Nesiller kaynaktan uzaklaştıkça mürsellere kötü gözle bakılmaya başlandı ve onlar Allah Rasûlü (s.a.) hakkında şahit kabul edilmez oldu. Özetle, dayanak yalnız bu mürsel değildir. Basan Allah'tandır. [395]


[367] Mâlik, 2/591 ; Ebu Davud, 2300 ; Tirmizî, 1204 ; İbn Mâce, 2031 ; Dârimî, 2/168 ; Ahmed, 6/370, 420 ; Nesâi, 6/199 ; Şafiî, er-Risöle,  1214 ; Ebu Davud ct-Tayâlisî, Müsned, No:  1664. Senedi güçlüdür. İbn Hibbân {1332) ve Hâkim (2/208) hadisi sahih    saymışlar, Zehebî de buna muvafakat etmiştir. Hâkim, hadisin sahih olduğu sözünü     Muhammed b. Yahya ez-Zühelî'den nakietmiştir.

[368] Ahmed, 3/86. Hafız İbn Hacerin et-Tehzîb'de dediği üzere senedi ceyyiddir.

[369] Abdürrezzak, 12054. Senedi sahihtir.

[370] Abdürrezzak, 12051. Senedi sahihtir.

[371] Bakara, 2/234.

[372] Abdürrezzak, 12059. Senedi sahihtir.

[373] Abdürrezzak, 12056 ; Beyhakî, 7/436. Senedi sahihtir.

[374] Abdürrezzak, 12060. Râvileri sikadır.

[375]  Abdürrezzak, 12050; Bcyhakî, 7/435.

[376] Râvileri sikadır. İbn Hazra, el-Muhallada (10/285) Kadı İsmail b. İshak — Ali b. el-Mcdinî — İbn Uyeyne senediyle kaydetmiştir.

[377] Râvileri sikadır.

[378] Râvileri sikadır. Hunâsıra, Kmnesrin hizasında   çöl tarafında Halep kasabalarından küçük bir beldedir.

[379] Râvileri sikadır.

[380] Râvileri sikkadır.

[381] Bakara, 2/240.

[382] Bakara, 2/240.

[383] Ebu Davud, 2301 ; Nesâî, 6/200 ; Buhâri, 68/50.

[384] Râvileri sikadır.

[385] Abdürrezzak, 14071. Râvileri sikadır.

[386] Abdürrezzak, 12067.   Müseykc'nin hali bilinmemektedir. Oğlundan başka bilinmiyor.  Hadisin diğer   râvileri kaydetmiştir.

[387] Abdürrezzak, 12064; Saîd b. Mansûr, Sünen, No:1367. Senedi sahihtir.

[388]  Kavileri sıkadır.

[389] Abdürrezzak, 12068 ; Said b. Mansûr, 1337 ; Beyhaki, Sünen, 7/436 . Senedi sahihtir.

[390] Abdürrezzak, 12070. Senedinde meçhul bir râvi vardır.

[391] Kavileri sikadır.

[392] Abdürrezzak, 12079.

[393] Abdürrezzak, 12080.

[394] Abdürrezzak, 12077. Kavileri sikadır; ancak müellifin de dediği gibt hadis mürseldir.

[395] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/261-272.