> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Zadul Mead > Tebük gazasındaki fıkhî hükümler
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tebük gazasındaki fıkhî hükümler  (Okunma Sayısı 896 defa)
19 Haziran 2011, 20:49:57
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 19 Haziran 2011, 20:49:57 »



D) TEBÜK GAZASINDAKİ FIKHÎ HÜKÜMLER VE HİKMETLER

 

1— Bu seferde haram aylarda savaşmanın caiz olduğuna işaret vardır. Çünkü İbn İshak'ın sahih rivayetine göre Hz. PeygamberMn (s.a.) yola çıkışı Recep ayındadır. Ancak burada bir başka durum vardır, o da Arapların ak­sine ehi-i kitabın, haram ayı tanımamaları idi. Haram ayında savaşmanın ha­ram oluşunun neshedilip edilmediği konusunda iki ayrı görüş vardır. Daha önce her iki görüş sahibinin delillerini zikretmiştik.

2— Devlet başkanının tebaasına, gizlenmesi zarar verecek hususları açık­laması ve böylece onların hazırlanmalarını sağlaması, böyle olmayan konu­lan da gizli tutması caizdir.

3— Devlet başkanı savaş ilan ettiği zaman herkesin bu savaşa katılması gerekir. Herkesin teker teker belirlenmesi gerekmez ve başkanın izni olma­dıkça hiç kimse geri kalamaz. Bu durum cihadın farz-ı ayn olduğu üç du­rumdan birincisidir. İkincisi, düşmanın ülkeyi işgal etmesi; üçüncüsü ise, iki cephe arasında kalınmasıdır.

4— Beden ile savaşmanın vacip olması gibi mal ile savaşmak da vacip­tir. Ahmed b. Hanbel'den gelen rivayetlerden biri böyledir. Bu hususun doğ­ruluğunda hiç şüphe yoktur. Kur'an-i Kerim'de mal ile cihad etmek beden ile cihad etmekle beraber, hatta bir yer müstesna, diğer yerlerde beden ile ci­had etmekten daha önce zikredilmiştir. Nitekim Rasûlullah (s.a.): "Kim bir askeri donatırsa, bizzat savaşmış gibi olur." Buyurmuştur [150]Nasıl beden ile cihad gücü yetenler için farz ise mal ile cihad da öyledir. Mal sarfetmeden beden ile cihad olmaz. Zafer, hem asker hem de mühimmat ile sağlanır. Biz­zat katılamayan kimse askerin sayıca çoğalmasına yardımcı olamazsa, en azın­dan mühimmatının daha fazla olmasına yardımcı olmalıdır. Zengin olup bizzat hacca gidemeyen kimseye bedel göndermek vacip olunca, fiilen cihada işti­rak edemeyen kimseye bir başkasını donatıp göndermenin vacip olması daha evlâdır,

5— Hz. Osman b. Affân'ın (r.a.) büyük bir meblağı Allah rızası için in-fak etmesi ve bu davranışıyla diğer insanları geride bırakması. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: "Açık-gizli herşeyini Allah mağfiret eylesin Ey Osman!" Sonra buyurdu ki: "Bundan sonra ne yaparsa yapsın Osman'a zarar vermez." Hz. Osman, bin dinar ve bütün techizatıyla üç yüz deve infakta bulunmuştu.

6— Allah yolunda infak edecek malı olmayanlar, bu uğurda belki bir şey yapabilirler ümidiyle bütün gayretlerini göstermedikçe ve sonunda haki­katen hiçbir şey yapamayacakları açığa çıkmadıkça mazur görülmezler. Hz. Peygamber'e (s.a.) gelip, kendilerim donatarak cihada hazırlamasını isteyenlere Allah Rasûlü: "Sizleri teçhiz edecek bir şey bulamıyorum." demiş, onlar da ağlayarak geri dönmüşlerdi. Bu durumda olanlar için herhangi bir günah yoktur.

7— Devlet başkanının (sefere çıkarken) tebaasından birini kadınlar, ço­cuklar, güçsüzler ve zayıfların başına vekil tayin etmesi. Bu vekil de bizzat cihada iştirak edenlerden sayılır. Çünkü o anda üstlendiği görev oradakiler için en büyük yardımdır. Rasûlullah (s.a.) genellikle îbn Ümm-i Mektûm'u vekil tayin ederdi. Onu on küsur defa vekil bıraktığı rivayet edilir. Tebük ga­zasında ise Ali b. Ebî Tâlib'i vekil bıraktığı bilinmektedir. Buharı ve Müs-lüm'in SûrA/A'Ierinde Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın şöyle söylediği rivayet edilmekte­dir: Rasûlullah (s.a.) Tebük gazasında Ali'yi (r.a.) vekil bıraktı. Hz. AH dedi ki: "Ya Rasûlallah! Beni, kadınlar ve çocuklarla mı bırakıyorsun?" Rasû­lullah (s.a.) buyurdu ki: "Bana nisbetle sen, Musa'ya nisbetle Harun gibi ol­mayı istemez misin? Ancak benden sonra peygamber yoktur."[151] Fakat Hz. Ali'nin bu vekâleti yalnızca ailesi için olan hususî bir vekâletti. Umumî mâ­nadaki vekâlet Muhammed b. Mesleme el-Ensârî'ye verilmişti. Bunun delili şudur: Münafıklar, Hz. Ali'yi tahrik etmek için, 'Muhammed onu ağır bulduğu için geri bıraktı' dediklerini duyunca silahım aldı, Hz. Peygamber'e (s.a.) yetişti ve söylenenleri haber verdi. Rasûlullah (s.a.): "Yalan söylüyorlar, ben seni, geride bıraktıklarım için vekil tayin ettim. Geri dön, aileme ve ailene benim adıma vekâlet et." buyurdu.

8— Hurma ağacındaki hurmaların miktarını tahminde bulunmanın caiz olması. Tahminde bulunan kimsenin sözüyle amel etmek meşrudur. Bu ko­nu Hayber gazasında geçmişti. Rasûlullah'ın (s.a.), o kadının bahçesindeki hurmaların miktarı konusunda tahminde bulunduğu gibi, bir devlet başkanı­nın tek başına tahmin yürütmesi caizdir.

9— Semûd bölgesindeki kuyulardan içilmesi, yemekte kullanılması, o su ile hamur yoğurulması ve temizlik yapılması caiz değildir. Fakat Rasûlullah (s.a.) zamanına kadar kalan ve bilinen Nâka (deve) kuyusunun dışındaki ku­yulardan hayvanları sulamak caizdir. Bu kuyu nesiller boyunca herkes tara­fından bilinegelmiştir. Yolcular bu kuyudan başkasına gitmezlerdi. Kapalı, sağlam ve geniş yapılı olan bu kuyunun kalıntıları hâlâ görülebilmekte ve di­ğer kuyulara benzemediği anlaşılmaktadır .[152]

10— Kim Allah'ın gazabına veya azabına dûçâr kalmış bir kavmin diya­rına uğrarsa, oraya girmemeli, orada kalmamalı, aksine oradan hızla geçme­li, geçinceye kadar elsibesiyle yüzünü örtmeli, girmek zorunda kalırsa ağla­yarak ve ibretle bakarak girmelidir.

Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.) Arafat'la Mina arasındaki Muhassir va­disinden hızla geçerdi. Çünkü burası Allah'ın Fîl sûresinde naklettiği hâdise­nin cereyan ettiği, Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ve ordusunun helak olduğu yerdir.

11—  Hz. Peygamber (s.a.) yolculukta iki namazı birleştirir, bir arada kılardı. Daha önce geçtiği gibi cem'-i takdim ile ilgili rivayet, içinde bu kıssa­nın yer aldığı Muaz hadisinde nakledilmiştir. Bu hadisin illetini ve sahih ol­madığını söyleyenleri zikretmiştik. Rasûlullah'ın (s.a.), bu seferden başka bir seferde cem'-i takdim yaptığı rivayet edilmemiştir. Ancak arefe günü Arafat bölgesine girmeden önce cem'-i takdim yaptığı sahihtir. Orada öğle ile ikin­diyi bir arada öğlen namazı vaktinde kılmıştı. Ebu Hanîfe ve bir grup âlim cem'-i takdimi yalnız hacc ibadetine ait bir hususiyet olarak kabul ederken, Ahmed b. Hanbel ve Şafiî gibi âlimler de uzun yolculuk yüzünden cem'-i tak­dim yapıldığını söylemişlerdir. Bir başka grup da; vakfe ile meşgul olduğu ve vakfenin güneşin batışına kadar aralıksız devam etmesi sebebiyle cem'-i takdim yapıldığı kanaatındadırlar. Ahmed b. Hanbel der ki: "Meşguliyet se­bebiyle cem yapılabilir." Selef ve halef âlimlerinden bir grup âlimin bu gö­rüşte olduğu daha önce geçmişti.

12— Kum ile teyemmüm yapmanın caiz olması. Rasûlullah (s.a.) ve as­habının, Tebük ile Medine arasındaki kumluk mesafeyi aşarken yanlarında toprak götürmediklerinde şüphe yoktur. Burası suyu kıt olan, hatta susuz­luktan dolayı Rasûlullah'a (s.a.) şikâyetlerin yapıldığı bir bölgeydi. Konak­ladıkları yerlerde teyemmüm yaptıkları kesindir. Bu şüphe götürmeyen tes-bitlerin yanısıra Hz. Peygamberin (s.a.) şu hadisi de bilinmektedir: "Üm­metimden herhangi bir kimse nerede namaz vaktine erişirse, mescidi (namaz kılacağı yer) ve temizleneceği malzemesi (teyemmüm yapacağı kum veya top­rak) yanındadır.[153]

13— Rasûlullah (s.a.) Tebük'te yirmi gün kalmış ve namazlarını kısalta­rak kılmıştır. Ümmetine de: "Bu müddetten daha fazla kalınırsa namaz kı­saltılmaz." diye bir şey söylememiştir. Bu kadar müddetle orada kalmıştır. Sefer halinde bu çeşit ikâmetler, bir insanı sefer hükmünden çıkarmaz. Yer­leşme durumu olmadığı müddetçe; ikâmet süresinin uzaması ya da kısalması sonucu değiştirmez. O yerde ikâmete niyet eden kimse yoktu.

Selef ve halef âlimleri bu konuda çokça ihtilâf etmişlerdir. Sahih-i Bu-harVdt İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Rasûlullah (s.a.) bazı seferlerinde on dokuz gün ikâmet etti ve iki rekât kılardı. Biz de on dokuz gün ikâmet ettiğimiz zaman iki rekât kılardık. Bu müddetten fazla kalırsak tam kılardık."[154] Ahmed b. Hanbel'in sözünden anlaşıldığına göre, İbn Ab-bas bu sözüyle, Fetih senesi Mekke'de kalış müddetini kasdetmiştir. Çünkü Ahmed b. Hanbel demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) fetih senesi Mekke'de on sekiz gün kalmıştır, zira Huneyn'e gitmeyi istiyordu. Orada ikâmet müddeti bölünmüştür. İbn Abbas'ın rivayet ettiği ikâmet budur." Ahmed b. Hanbel'in dışındaki âlimler de: "Bilakis İbn Abbas, bu rivayetiyle Tebük'teki ikâmeti­ni kasdetmektedir." demişlerdir. Câbir b. Abdillah: "Rasûlullah (s.a.) Te­bük'te yirmi gün namazlarını kısaltarak ikâmet etmiştir." demektedir. Bu ri­vayeti Ahmed b. Hanbel, Müsned'indz rivayet etmiştir.[155]

Abdurrahman b. Misver b. Mahreme: "Sa'd ile beraber Şam'ın bazı köy­lerinde kırk gün kaldık. O namazlarını kısaltıyor, biz tam olarak kılıyor­duk. "demiştir.[156]

Nâfi: "İbn Ömer, Azerbeycan'da namazlarını iki rekât kılarak altı ay kalmıştır." demiştir[157] O sene kar yağmış ve şehre girmeye mâni olmuştu.

Hafs b. Ubeydullah: "Enes b. Mâlik Şam'da iki sene yolcu namazı kıla­rak ikâmet etmiştir." demektedir[158]

Enes: "Rasûlullah'm (s.a.) ashabı Râmhürmüz'de yedi ay kalmışlar ve namazlarını kısaltarak kılmışlardır." demektedir.[159]

Hasan Basrî: "Kâbul'da Abdurrahman b. Semüre ile beraber iki sene ikâmet ettim. Namazlarını kısaltıyor ama cem etmiyordu." demektedir.[160]

İbrahim: "Rey'de bir sene, bazan daha fazla, Sicistan'da iki sene kalıyorlardı" demiştir.

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber'in ve ashabının sünneti böyledir ve doğ­rusu da budur.

Diğer mezheplere gelince: Ahmed b. Hanbeî bir yerde dört gün kalmaya niyet eden kimsenin namazını tamamlaması gerektiği, daha az kalmaya niyet edenin ise kısaltacağı görüşündedir. Yukardaki rivayetler \Ç.n Ahmed b. Han­bel'in değerlendirmesi şöyledir: "Rasûlullah (s.a.) ve ashabı kesin olarak ikâmete kar tr;vermemişler, bugün çıkarız, yarın çıkarız ümi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tebük gazasındaki fıkhî hükümler
« Posted on: 28 Mart 2024, 14:33:23 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tebük gazasındaki fıkhî hükümler rüya tabiri,Tebük gazasındaki fıkhî hükümler mekke canlı, Tebük gazasındaki fıkhî hükümler kabe canlı yayın, Tebük gazasındaki fıkhî hükümler Üç boyutlu kuran oku Tebük gazasındaki fıkhî hükümler kuran ı kerim, Tebük gazasındaki fıkhî hükümler peygamber kıssaları,Tebük gazasındaki fıkhî hükümler ilitam ders soruları, Tebük gazasındaki fıkhî hükümlerönlisans arapça,
Logged
19 Haziran 2011, 20:51:38
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« Yanıtla #1 : 19 Haziran 2011, 20:51:38 »

miktardan iki kat fazla olması gerektiği mâ­nası da yoktur. Ebu Lübâbe'ye ise: "Üçte birini vermen sana yeter." buyur­muştur. Bu haberler arasında herhangi bir çelişki sözkonusu değildir. Bu du­ruma göre: Kim malının tamamını sadaka olarak vermeyi nezrederse, kendi­sinin ve ailesinin ihtiyacı olan, başkasına muhtaç olmadan, el açmadan yaşa­yabileceği miktarı alıkor, bu bir mal olabilir, akar olabilir veya ürünü kendilerine yetecek bir toprak parçası olabilir, gerisini tasadduk eder. En doğrusu­nu Allah bilir.

Rabîa b. Ebî Abdurrahman: "Zekât miktarınca olan meblağı tasadduk eder, gerisini ahkor." demiştir. Câbir b. Zeyd: "Miktar iki bin ve daha fazla ise onda birini, bin ve daha az ise yedide birini, beş yüz ve daha az ise beşte birini tasadduk eder." demektedir. Ebu Hanife (r.h.): "Zekât düşen malının tamamını tasadduk eder." demektedir. Zekât düşmeyen malı hususunda ise ondan iki rivayet vardır: Birincisi: Tasadduk eder; ikincisi: Etmezse bir şey gerekmez, şeklindedir.

Şafiî der ki: "Bütün malını sadaka olarak vermesi gerekir." Zührî ve Ahmed: "Malının üçte birini vermesi gerekir." derken, bir başka grup da: "Yalnızca yemin keffareti miktarınca vermesi kâfidir." demektedir.

61— Doğruluğun ne kadar muazzam bir ahlâk olduğu. Dünya ve ahiret saadetinin ona bağlı bulunması, Allah'ın doğruluk sayesinde kurtuluşa er­dirmesi ve yalan sebebiyle de helak eylemesi bu hususu açıklamaktadır. Al­lah Teâlâ mü'min kullarına, sadıklarla beraber bulunmalarını emretmiştir: "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun."[196]

Allah Teâlâ, insanları iki kısma ayırmıştır: Saîdler (huzur ve mutluluğa erenler) ve şakîler (tam bir perişanlık içinde bulunanlar). Saîdler; doğru söy­leyen ve Allah ve Rasûlü'nü tasdik edenler, şakîler ise yalan sözlü olup Allah katından gelen şeyleri de yalanlayanlardır.

Bu taksim dört başı mâmur tam bir taksimdir. Çünkü saadet, doğru söz­lülük ve tasdik ehlinden olmakla; şekavet ise yalancılık ve yalanlamakla be­raber bulunurlar.

Allah sübhanehû ve teâlâ, kullarına, kıyamet gününde doğruluktan baş­ka hiçbir şeyin fayda getirmeyeceğini haber vermiştir. Münafıkların, kendi­lerini başkalarından ayıran bilgilerinin ve ayıpladığımız hallerinin tamamı­nın aslında, sözlerindeki ve davranışlarındaki yalancılık vardır. Doğruluk ima­nın rehberi, delili, bineği, sürücüsü, kıyafeti, zîneti hatta ve hatta özü ve ru­hudur. Yalan ise küfrün ve nifakın rehberi, deliîi, bineği, sürücüsü, kıyafeti, zîneti ve özüdür. Yalanın imana karşı duruşu, şirkin tevhid inancına karşı duruşu gibidir. İmanla yalan yanyana gelirse biri diğerini kovar, onun yerine kendisi geçer ve kesinlikle bir arada bulunmazlar. Allah Teâlâ Tebük'e git­meyen bu üç kişiyi, doğrulukları yüzünden kurtuluşa erdirirken, diğerlerini de yalanları sebebiyle helak etmiştir. Allah kuluna, İslâm nimetinden sonra İslâm'ın hayatı ve gıdası olan doğruluktan daha faziletli bir nimet ihsan et-* memiş, İslâm'ın fesadı ve hastalığı olan yalandan daha büyük bir belâ ile de onu imtihan etmemiştir.

Allah Teâlâ'mn: "Andolsun ki Allah, Peygamber'i ve güçlük saatmda^ ona uyan Muhacirler ile Ensar'ı affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalb-leri kaymağa yüz tutmuş iken yine de onların tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. "[197] âyet-i kerimesi, tevbe-nin Allah katındaki kadrini ve faziletini en muazzam bir şekilde açıklamıştır. Tevbe, mü'minin kemale ermesinin son basamağıdır. Allah Teâlâ bu kemali, bütün savaşların en sonunda mallarını, canlarını Allah için feda edip, diyar­larını terk ettikten sonra onlara bahsetmiştir. Bütün maksatları Allah'ın tev­belerini kabul etmesiydi. Bu sebepten Rasülullah (s.a.) Kâ'b'm tevbesinin kabul edilmesini, anasından doğduğu günden o güne kadar yaşamış olduğu en ha­yırlı gün olarak ifade etmiştir. Ancak Allah'ı hakkıyla bilenler, O'nun hak­kını tanıyanlar ve kulluk görevini lâyıkıyla bilenler, kendi nefsini, nefsinin sıfatlarını ve davranışlarını; Rabbının kulluğunu eda etme yönünde yaptıkla­rını, yapması gereken görevleri yanında denizde bir damla gibi bilenlerin dı­şında kimse bu mânayı hakkıyla kavrayamaz. Bu durum da, zahirî ve bâtınî âfetlerden kendini kurtarabilenler içindir. Kulunu af ve mağfiretiyle kuşatan, onu mağfiret ve rahmet deryasına daldıran Allah'ı teşbih ederiz. Böyle olma­saydı, helak olmaktan kurtulmak düşünülemezdi. Adaleti ile hükmetmesey-di, arz ve semâ ehline zalim olmadığı halde —günahlarından dolayı— azab ederdi. Rahmetiyle muamele etmesi, kulları için işledikleri amellerden daha hayırlıdır. Hiç kimseyi yalnızca kendi ameli kurtarmayacaktır.

Yukarıda geçen âyet-i kerimedeki (Tevbe, 117) Allah'ın (c.c.) kullan hak­kındaki tevbesinin, âyetin hem başında hem de sonunda olmak üzere iki kere tekrar edilişini düşününüz. Önce kullarına tevbe etmeleri yönünde bir mu­vaffakiyet ihsan etmiş, daha sonra da tevbe ettkiklerinde tevbelerini kabul buyurma lütfunda bulunmuştur. Her hayır Allah'tandır, Allah iledir, Allah içindir ve Allah'ın elindedir. Dilediğine bir lütuf ve ihsan olarak bu hayırdan verirken, dilediğini de adalet ve hikmetinin bir sonucu olarak mahrum eder.

62—Allah Teâlâ'mn, "Savaştan geri kalmış üç kişinin tevbesini de..."[198] âyet-i kerimesini Kâ'b doğru tefsir etmiştir. Bu tefsire göre bu üç kişi, sefere katılmayan ve Rasülullah'a (s.a.) yemin ederek mazeretler beyan eden grupla beraber bulunmamışlar, geri kalmışlardı. Yoksa âyet-i kerimede kastedi­len "geri kaiış", sefere gitmemek mânasında değildir. Şayet bu mâna kaste-dilseydi, "geri bırakıldılar." yerine "geri kaldılar" fiili kullanılırdı. Nitekim Allah (c.c): "Medine halkına ve onun çevresinde bulunan bedevîlere, Allah'ın Peygamberinden geri kalmaları yakışmaz."[199] âyet-i kerimesinde bu fiil kul­lanılmıştır. Çünkü burada kendi iradeleriyle geri kalmışlar, diğerinde geri bı­rakılmışlar, onları geri bırakan da bizzat Cenab-ı Hak olmuştur, kendilikle­rinden geri kalmış değillerdir. En iyi bilen Allah'tır. [200]


[150] Buharî, 56/38; Müslim, 1895; Nesâî, 6/46; Tirmizî, 1628! Zeyd b. Hâlid el-Cühenî hadi­sinden.

[151] Buharî, .64/80; Müslim, 2404.

[152] Müellifin bu tesbitlerinin kendi dönemi İçin geçerli olduğu hatırlanmalıdır.

[153] Ahmed, Müsned, 5/248. Ebu Ümâme hadisinden. Senedi sahihtir.

[154] Buhara 18/1.

[155] Ahmedl Müsned, 3/295; Musannef, 4335; Beyhakî, Sünen,   2/152. Râvileri sikadır.

[156] Abdürrezzâk, Musannef, 4350. Râvileri sikadır.

[157] Abdürrezzâk, Musannefmde (4339) Abdullah b. Amr-Nâfı' yoluyla yaptığı rivayette İbn Ömer'in Azerbeycan'da altı ay namazı kısaltarak kıldığını ve şöyle dediğini rivayet eder: "İkâmete niyet ettinse tamamla..." Beyhakî (3/152) de, Ubeydullah b. Ömer—Nâfı'—İbn Ömer yoluyla yaptığı bir rivayette şöyle demiştir: "Bir gazada kış bastırınca kar yüzünden altı ay Azerbaycan'da kaldık." îbn Ömer der ki: "Hepimiz iki rekât kılıyorduk." Bu hadi­sin isnadı sahihtir. Hafız İbn Hacer, Telhîs'mde (2/47), sahih olduğunu söylemiştir. Ah­med b. Hanbel (5552), Siimâme b. ŞürahîFin şöyle dediğim rivayet eder: İbn Ömer'in yanı­na gittim ve: "Yolcu namazı kaç rekâttır?" diye, sordum. "İki rekât, iki rekât; yalnızca akşam namazı üç rekâttır." dedi. Bunun üzerine dedim ki: "Zilmecâz'da bulunursak ne dersin?" "Zilmecâz nedir?" dedi. Ben de: "Toplandığımız, alış-veriş yaptığımız, on beş veya yirmi gün kaldığımız bir yer." dedim. O da dedi ki: "Be adam! Azerbeycan'da idim, -Râvi diyor ki: Dört ay mı dedi, iki ay mı bilemiyorum- orada herkesin ikişer rekât kıldığını gördüm. Rasûlullah'ı (s.a.) iki rekât iki rekât kthyorken gördüm. Sonra şu âyet nazil oldur "Rasûlullah'da (s.a.) size güzel örnekler vardır." ... âyetin tamamını okudu." Bu hadisin isnadı kuvvetlidir. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid'de (2/158) zikretmiş ve demiştir ki: "Ah­med b. Hanbel rivayet etti, râvileri sikadır."

[158] Abdürrezzâk, Musannef de (4354), Yahya b. Ebî Kesir—Cafer b. Abdullah yoluyla yaptığı rivayette Enes b. Mâlik'in Şam'da iki ay Abdülmelik b. Mervan'la beraber kaldığını ve na­mazlarını İki rekât kıldığını rivayet eder. İbn Ebî Şeybe (517) de Abdülalâ—Yûnus ve Ha­san Basrî yoluyla yaptığı rivayette Enes b. Mâlik'in Sâbur'da -İran'da Bendecan şehrine bağlı bir köy- bir veya iki sene kaldığını, iki rekât kılıp selâm verdikten sonra tekrar iki rekât kıldığım zikreder.

[159] Beyhakî, 3/152.

[160] Abdürrezzâk, 4352.

[161] Buharı, 83/4; Müslim, 1649.

[162] Ebu Davud, 3277, 3278; Nesâî, 7/10, 7/11; Buharî, 83/1; Müslim, 1652; Tirmizi 1529.

[163] Ahmed, Müsned, 6/276; Ebu Davud, 2193; tbn Mâce, 2046; Hâkim, 2/197. Hz. Âişe (r.a.) hadisinden. Senedinde

Muhammed b. Ubeyd b. Ebî Salih bulunmaktadır, zayıf bir râvidir.

[164] Tenkîh adlı eserin müellifi der ki: Daha doğrusu bu kelimenin ikrah (zorlama), gazap ve cinnet hallerinin hepsine şâmil olmasıdır. Bilgi ve maksat açık olmadan yapılan her İş için bu kelime kullanılır.

[165] Buharı, 75/7, Ebu Hureyre hadisinden.

[166] Enral, 8/17.

[167] Tevbe, 9/65.

[168] Buharı, 65/63; Müslim, 2584 (64); Tirmizî, 3312; Ahmed b. Hanbel, 3/393.     

[169] Buharı, 42/6. Müslim, 2357. Urve hadisinden yaptığı rivayette demiştir ki: Zübeynin En

sar'dan bir adamla Hârre mevkiinde sulama kanalları yüzünden arası açılmış. Rasûlullah (s.a.) da: "Sulama işini bilir, sonra suyu komşuna gönder!" buyurmuş, fakat Ensar'dan olan o zat: "Ya Rasûİallah! Halanın oğlu olduğu

için mi onu kayırıyorsun?" deyince Ra-sûlullah'ın (s.a.) yüzü değişmiş ve: "Ey Zübeyr! Hurmalığını sula, sonra suyu habset, hurma ağaçlarının köklerine erişinceye kadar bırakma." buyurmuştur. Zübeyr ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes