Konu Başlığı: Sıkıntılara katlanmak Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Temmuz 2011, 19:58:27 4— Sıkıntılara Katlanmak:
Elemden asla kurtuluş olmadığından ötürü Allah Teâlâ süreksiz ve az olan elemi sürekli ve büyük olan eleme tercih edenleri; "Allah'a kavuşmayı uman bilsin ki, Allah'ın koyduğu vakit elbet gelecektir. O, herşeyi işitir ve bilir."[35] buyurarak teselli etti. Bu elemin süresi için bir vakit tayin etti. O vaktin gelmesi kaçınılmazdır. O vakit de Allah'a kavuşma günüdür. Kul, Allah için ve Allah rızası için katlandığı eleme karşılık en büyük lezzeti tadacaktır. Zevki, sevinci ve neşesi Allah yolunda, Allah için katlandığı elem miktarınca olacaktır. Rabbine ve Dostuna kavuşma iştiyakı, kulu, bu dünyadaki elemin meşakkatine katlanmaya şevketsin diye bu teselli ve sabra teşviki Allah'a kavuşmayı umma ile takviye etti. Hatta kimi zaman O'na kavuşma arzusu, kişiye elemin varlığını görülmez ve hissedilmez hale getirir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.) Rabbinden, O'na kavuşma arzusu dilemiş, Ahmed ve İbn Hibbân'ın rivayet ettikleri bir duada şöyle niyazda bulunmuştur: "Allah'ım! Gaybı bilmen ve yaratmaya güç yetirmen hürmetine şayet hayat benim için daha hayırlı ise yaşat, ölüm benim için daha hayırlı ise canımı al. Gizli-açık her yerde kalbimi Senin korkunla doldur, isterim. Gerek öfke, gerek hoşnutluk halinde hak söz söylememi sağla, isterim. Hem fakirlik-te, hem zenginlikte senden tutumluluk dilerim. Senden tükenmeyen bir nimet, ardı kesilmeyen bir mutluluk dilerim. Kaza'dan sonra Senden rıza dilerim. Ölümden sonra Senden tatlı bir yaşam dilerim. Yüzüne bakma zevkini tatmak dilerim. Senden, zarar veren bir mihnet ve saptıran bir fitne hali bulunmaksızın sana kavuşma arzusu dilerim. Allah'ım! Bizi, iman zineti ile süsle. Bizi doğru yola ermiş, doğru yolun rehberleri eyle."[36] Arzu, arzulayan kimseyi sevgilisine bir an önce kavuşmak için harekete geçirir, ona yolu yakmlaştırır, uzakları katlar ve elemleri, zorluklan hafifletir. Bu, Allah'ın kuluna ihsan ettiği en büyük bir nimettir. Ancak bu nimetin birtakım söz ve amelleri vardır. İşte bu nimetin elde edilmesine sebeb onlardır. Allah Teâlâ o sözleri işitir ve o fiilleri bilir. O, bu nimete kimin elverişli olduğunu, kimin şükredeceğini, kıymetini bileceğini ve kendisine bu nimeti verene muhabbet besleyeceğini ve böylece kime bu nimet elverişli ve kim bu nimete münasip durumdadır, bilir. Nitekim Allah Teâlâ bir âyette buyuruyor ki: "Aramızdan, Allah bunlara mı iyilikte bulundu? demeleri için işte böyle onlan birbiriyle sınadık. Allah şükredenleri en iyi bilen değil midir?"[37] Kul, Rabbinin nimetlerinden herhangi birini elinden kaçırdığı vakit kendi kendine, "Allah, şükredenleri en iyi bilen değil midir?" âyetini okusun. Sonra Allah Teâlâ o kimseleri bir başka şekilde daha teselli etti: Onların Allah yolunda yapacakları cihad, yalnız kendileri içindir ve bu cihadın meyvesi kendilerine aittir. Allah, âlemlere muhtaç değildir. Bu cihadın menfaati Allah Teâlâ'ya değil, kendilerine dönecektir. Sonra Allah, bu cihadlan ve imanları sayesinde onları salihler zümresine katacağını haber vermiştir. Sonra Allah, basiretsiz olarak imana gelenin halini anlatıp böyle kimsenin Allah yolunda ezaya uğratıldığında insanların fitnesini, Allah'ın azabıy-la bir tuttuğunu haber verdi.[38] "İnsanların fitnesi" demek, o kişinin peygamberlerin ve onlara uyanların kaçınılmaz bir şekilde muhalifleri tarafından uğratıldıkları elem ve mihnete uğratılması, insanlardan ezâ görmesi demektir. İşte bu durumu onlardan kaçma ve başına ezâ getirecek sebebi ter-ketme konusunda, müminlerin, imanlanyla kendisinden kaçtıkları Allah'ın azabiyla bir tutmuştur. Mü'minler mükemmel basiretlerden dolayı Allah'ın azabından imana kaçmışlar ve yakında ayrılacak, yok olacak bir elemi içinde banndıran hale tahammül etmişlerdir. Oysa diğeri basiretinin zayıfhndan ötürü peygamberlerin düşmanlarının azabının eleminden o peygamber düşmanla-nna muvafakat göstermeye, onlara uymaya kaçmıştır. Böylece onların azabının eleminden Allah'ın azabının elemine kaçmış, ondan kaçma konusunda insanların fitnesinin elemini Allah'ın azabının elemiyle bir tutmuş, güneşten ısınan yerden kaçıp kurtulayım derken ateşe düşmek suretiyle de tamamen aldanmış ve bir saatlik elemden sonsuz eleme kaçmıştır. Allah, ordusuna ve dostlarına yardım edip onları zafere eriştirince de ortaya çıkıp: "Ben de sizinle birlikteydim" demiştir. Oysa Allah o kimsenin göğsünde taşıdığı münafıklığı çok iyi bilir. Sözün özü; hikmeti icabı Allah Teâlâ, nefisleri imtihan eder, dener ve böylece imtihanla iyilerini kötülerinden, dostluğuna ve ikramlarına lâyık olanı olmayanından ayırır, buna lâyık olan nefisleri imtihan körüğünde temizler, arıtır. Nitekim altın da cürufundan ancak ateşte imtihan ( = tasfiye) suretiyle arınır, saf hale gelir. Nefis aslında cahil ve zalimdir. Cehalet ve zulüm sebebiyle nefisde, çıkarılması eritme ve tasfiyeye muhtaç bir pislik meydana gelmiştir. Bu pislik ya şu dünyada çıkar (kişi kurtulur), ya da cehennem körüğünde. Kul, temizlenip arındırılınca onun cennete girmesine izin verilir. [39] [35] Ankebût, 29/5. [36] Nesâî, 3/54, 55; tbn Hibbân, 509. Bu muhaddislerin Hammâd b. Zeyd aracılığıyla Atâ b. Sâib'den rivayet ettiklerine göre Atâ'nın babası Sâib anlatıyor: Ammâr b. Yasİr bize bir namaz kıldırdı. Ama çok kısa kıldırdı. Bunun üzerine cemaattan biri: "Namazı hafif -yahut çok kısa- kıldırdın" dedi. O da: "Ben bu namazda Allah Rasûlü'nden (s.a.) işittiğim duaları okudum." dedi. Ammar gitmek için ayağa kalkınca cemaattan biri (Atâ b-Sâib'in babası) onun peşine takıldı ve okuduğu duayı sordu. O da şu duayı cemaate söyledi: ..." Hadisin senedi çok güçlüdür. Zira Hammâd b. Zeyd hadisi Atâ b. Sâib'den karıştırmaya başlamadan önce duymuştur. Hadis Müsned'de (4/264) ve Nesâî'de Şerîk-Ebu Hâşim et-Vasıtî-Ebu Miclez-Kays b. Abbâd-Ammar şeklindeki bir başka senedle,de rivayet olunmuştur. [37] En'âm, 6/53. [38] Burada şu âyete işaret edilmektedir: İnsanlardan "Allah'a inandık" diyenler vardır. Fakat Allah uğrunda eziyet gördüklerinde insanların fitnesini (eziyetini) Allah'ın azabı gibi tutarlar. Rabbinden bir yardım gelecek olsa: "Biz de sizinle beraberdik" derler. Allah, herkesin kalbinde olanları en iyi bilen değil midir? (Ankebut, 29/10). [39] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 3/33-35. |