๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Temmuz 2011, 02:06:18



Konu Başlığı: Selam adabı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Temmuz 2011, 02:06:18
5— Selâm Adabı:                                         

 

Allah Rasûlü (s.a.), bir cemaatın kapısına geldiğinde, kapıya doğru yüzünü tam dönmez fakat kapının sağ veya sol yanına doğru çekilir ve: "Esselâmu aleyküm, esselâmu aleyküm," derdi.[974]

Kendisine doğru yönelen kişiye, bizzat kendisi selâm verirdi. Yanların­da olmayan kişilere selâm gönderirdi.[975] Başkalarına ulaştırmak için se­lâm alırdı. Nitekim kadınların en doğru sözlüsü Hatice bt. Huveylid'e (r.an-ha) Cebrail'in (a.s.) Allah'tan (c.c.) getirmiş olduğu selâmı almış ve Cebra­il'in (a.s.) şu sözünü nakletmiştir: "Şu Hatice sana yemek getirmiştir. Rab-binden ona selâm söyle! Benden de O'nu cennette bir köşk ile mtij-dele!"[976]

Yine en doğru sözlü kadınların ikincisi, Ebu Bekir es-Sıddık'm (r.a.) kızı Hz. Âişe'ye (r.anha): "Bu Cebrail, sana selâm söylüyor." buyurmuş, Hz. Âişe (r.anha) de: "Ve aleyhisselâm ve rahmetullahi ve berekâtuhu, bizim göremediğimizi görüyorsun.'% demiştir.[977]

Allah Rasûlü'nün (s.a.) selâm alırken âdeti, selamın sonuna "ve bere-kâtuhu"ya kadar eklemesiydi. Nesâî'nin rivayetine göre, bir adam geldi ve "Esselâmu aleyküm" diye selâm verdi. Rasûlullah (s.a.) selâmı aldı ve; "On sevap kazandı," buyurdu. Sonra, adam oturdu. Daha sonra başka biri geldi, "Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi" diye selâm verdi. Rasûlul­lah (s.a.) selâmı aldı ve; "Yirmi sevap kazandı," buyurdu. Adam sonra oturdu. Daha sonra başka biri daha geldi "Esselâmu aleyküm ve rahme­tullahi ve berekâtuhu" diye selâm verdi. Hz. Peygamber (s.a.) selâmı aldı ve; "Otuz sevap kazandı," buyurdu. Hadisi Nesâî ve Tirmizî, İmrân b. Husayn'dan (r.a.) rivayet etmişlerdir. Tirmizî, hadisin hasen olduğunu söy­lemi ştir.[978]

Hadis-i şerifi Ebu Davud da Muaz b. Enes'ten (r.a.) rivayet .etmiş ve şunu ziyade etmiştir: Sonra bir başka adam daha geldi ve; esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu ve mağfiretuhu, diye selam verdi, Rasûlullah (s.a.): Kırk sevab kazandı, dedi ve bundan sonra: "Faziletler işte böylece meydana gelir." buyurdu.[979] Bu hadis sabit değildir. Sabit olmamasının üç illeti vardır: Birincisi; hadis, rivayeti delil kabul edileme­yen bir kişi olan Ebu Merhum Abdurrahîm b. Meyimin tarafından nakle­dilmiştir. İkincisi; senedinde Sehl b. Muaz vardır ki onun da hadisiyle delil getirilemez. Üçüncüsü; ravilerinden Saîd b. Ebî Meryem kesin olarak riva­yet etmemiş olup, 'zannediyorum ki ben onu Nâfî' b. Yezîd'den işittim' demiştir.[980]

Bundan daha zayıf olan rivayet Enes'ten nakledilen diğer bir hadistir: Bir keresinde adamın biri Hz. Peygamber'e (s.a.) uğradı ve: Esselâmu aleyke ya Rasûlallah! dedi. Rasûlullah (s.a.) da adamın selâmına; "Ve aleykesselâ-mu ve rahmetullahi ve berekâtuhu ve mağfiretuhu ve rıdvanuhu." diyerek mukabelede bulundu. Rasûlullah'a (s.a.) soruldu: Ey Allah'ıa Rasûlü! Bu adamın selâmını öyle bir şekilde aldınız ki, ashabtan hiçbirinin selâmını böyle almamıştınız? Rasûlullah (s.a.): "Bu şekilde selâm almadan beni ne engeller ki o, on küsur kişinin sevabıyla dönüyor. Bu zat arkadaşlarını idare eden biriydi. "[981] buyurdu.

Rasûlullah'm (s.a.) bir âdeti de selâmı üç kere tekrarlayarak almasıy­dı. Sahih-i Buharî'de Enes b. Mâlik'in (r.a.) şöyle dediği rivayet ediliyor: "Rasûlullah (s.a.) konuştuğunda, bir kelimeyi anlaşılmcaya kadar üç defa tekrarlardı. Bir cemaatın yanma vardığında hemen onlara selâm verir ve anlaşılmcaya kadar üç defa selâmı tekrarlardı."[982]Galiba Allah Rasûlü'-nün (s.a.) selâm verme hususundaki bu âdeti selâmın bir kerede ulaşmadığı kalabalık bir topluluk içindir. Şayet birinci selâmı işittiremediğini zannet-tiyse ikinci ve üçüncü selâmı işittirmek için tekrarlamış olmalıdır. Nitekim Sa'd b. Ubâde'nin (r.a.) evine vardığında üç defa selâm vermiş, hiç kimse cevap vermeyince dönmüştü.[983] Yoksa Rasûlullah'm (s.a.) devamlı olarak üç defa selâm verme âdeti olsaydı, ashab-ı kiram (r.anhum) daima kendile­rine üç defa selâm verirler; Allah Rasûlü'nün (s.a.) de her karşılaştığı saha-bîsine ve evine her girdiğinde hep üç defa selâm vermesi gerekirdi. Bu sün­netini düşünen kimse, meselenin öyle olmadığını ve selâmın tekrarının bazı zamanlara mahsus olduğunu anlar. En doğrusunu Allah bilir.

Karşılaştığı şahsa önce kendisi selâm verirdi. Kendisine biri selâm ver­diğinde, selâmını ya aynısıyla veya daha fazlasıyla bekletmeksizin hemen alır, ancak namazda bulunduğunda veya def-i hacet gibi bir özre mebnî olarak selâmı tehir ettiği de olurdu.

Hz. Peygamber (s.a.) selâm alışını karşısındakine işittirir, namazdan başka hiç bir yerde selâma eliyle, başıyla ve parmaklarıyla mukabele et­mezdi. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) kendisine işaretle selâm veren kişinin selâmını alırdı. Bu şekilde davranışı birçok hadiste gelmiştir. Bu hadislerle çelişen hiçbir hadis gelmemiştir. Fakat Rasûlullah'tan nakli sahih olmayan, meçhul râvi Ebu Gatafân'ın bâtıl olarak, Ebu Hureyre (r.a.) yoluyla Allah Rasülü'nden (s.a.) şu rivayeti vardır: "Namazında belli manaya hamledile-bilen bir işaret yapan kişi namazını iade etsin."[984] Dârakutnî der ki: Bize İbn Ebî Davud; Ebu Gatafân meçhul bir şahıstır, demiştir. Rasûlullah'tan (s.a.) sahih olarak nakledildiğine göre; namazda işaret ederdi. Hadisi Enes, Câbir (r.anhuma) ve diğerleri Rasûlulah'tan (s.a.) nakletmişlerdir.

Rasûlullah'm (s.a.) sünneti, selâm verdiğinde; "Esselâmu aleykum ve rahmetullahi" diye selâm vermesiydi. İlk selâm verenin, "Aleykesselâm" diye selâm vermesini hoş karşüamazdı.

Ebu Cerî el-Hüccvmî der ki: Hz. Peygamber'in (s.a.) huzuruna geldim ve: Aleykesselâm ya Rasûlallah! dedim. Allah Rasûlü (s.a.): "Aleykesse­lâm, deme. Çünkü aleykesselâm, ölülerin selâmıdır." buyurdu. Hadis sa-hihtir.[985]

Bu hadisi bazı âlimler müşkil bulmuş ve ölülere: "Esselâmu aleyküm" lafzıyla rivayet edilen hadise, "esselâm" tabirinin önce söylenmesinden do­layı muarız olduğunu zannetmişlerdir. Ve yine "Aleykesselâm, ölülerin selâmıdır" cümlesini, bu husustaki hükmün haber verilişi olduğunu zan­netmişlerdir. Ve onların bu şekilde hadisi yanlış anlamaları meselede çeliş­ki olmasını gerektirmiştir. Halbuki "Aleykesselâm, ölülerin selâmıdır" cüm­lesi, vakıa olan bir şeyi haber vermedir. Bu konudaki hükmü değil. Yani: Şairler ve diğerleri ölüleri bu lafızla selâmlarlar demektir. Nitekim şairler­den biri şöyle demiştir:

"Ey Kays b. Âsim, aleyke selâmullah, Allah dilediği kadar rahmetiyle sana merhamet etsin. Ne Kays'm kalıntısı ne de hiçbir kimsenin kalıntısı vardır. Gerçekten de kabilesinin binaları yıkıldı gitti."

İşte bundan dolayı Rasûlullah (s.a.), ölülerin selâmı ile selâm vermeyi hoş görmedi. Hoş görmediğinden dolayı da o şekilde selâm veren kişinin selâmını almadı.[986]

Allah Rasûlü (s.a.) selâm veren bir şahsın selâmını "vav" ile ve selâm lafzından önce, aleyke, diyerek "ve aleykesselâm" şeklinde alırdı.

Bazıları; şayet selâm alan kişi vav'ı kaldırarak "aleykesselâm" dese, sahih olur mu? diye sormuş, el-Mütevellî ve diğerleri: "Bu hem cevap ol­maz, hem de selâmı alma farzını hükümden düşürmez. Çünkü selâm alma sünnetine muhaliftir. Ve yine bu acaba selâm alma mı, verme midir, biline­miyor. Çünkü görünüşü her iki duruma da uygundur." demişlerdir. Ve Yine Rasûlullah (s.a.): "Ehli kitap size selâm verdiğinde; ve aleyküm, de­yiniz." buyurmuştur .[987] Bu, müslümanlara selâmı vav ile almanın vacip olduğunu gösterir. Çünkü vav bu tür sözlerde birincinin takririni, ikincisi­nin isbatını gerektirir. "Essâmu aleykum" diyen ehl-i kitab'ın selâmına da vav ile mukabelede bulunmayı emrettiğinde: "Ehl-i kiîab size selâm verdiğinde siz de. onlara; ve aleykum, diyerek karşılık veriniz-" buyurduğu için, müslümanlara bu şekilde selâm almak daha uygun ve evlâ olur.

Bir başka gurup da; bu şekilde vav'sız selâm da, vav ile birlikte bulun­duğu gibi sahih bir selâm almadır, demişlerdir. İmam Şafiî de büyük kita­bında aynı görüşte olduğunu bildirmiş ve bu görüşüne şu âyeti delil getir­miştir: "İbrahim'in (a.s.) şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani bunlar, onun yanına gelmişlerdi de "selâm" demişlerdi. İbrahim de "selâm" ile mukabele etmişti." Yani "selâmun aleykum" demiş olması gerekir. Fa­kat cevap vermede "aleykum"un hazfi, ilk selâm veren hazfettiği için güzel olmuştur. Yine Sahihayn'da Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet edilen ha­disle delil getirmişlerdir: "Hak Teâlâ Âdem'i (a.s.) boyu altmış zira' ola­rak yarattı. Yarattığı zaman ona: Git, bu melek cemaatına selâm ver. Ve sana nasıl mukabelede bulunacaklarını dikkatle dinle. Çünkü bu senin ve zürriyetinin selâmı olacaktır. Âdem (a.s.): "Esselâmu aleykum" dedi. Me­lekler de "Esselâmu aleykum ve rahmetullah" diyerek ve rahmetullah'ı eklediler."[988] Hz. Peygamber (s.a.) bu şekilde selamlaşmanın, Âdem (a.s.) ve zürriyetinin selâmı olduğunu haber verdi.

Dediler ki: Selâm verilen kişi, selâm veren kişinin verdiği şekilde selâ­mını almakla ve bir de ondan daha faziletli olan ziyadelerle mukabele et­mekle memurdur. Şayet aynı şekilde mukabele ederse adaleti (eşitliği) yeri­ne getirmiş olur.

"Size ehl-i kitap selâm verirse, siz de; ve aleykum, deyiniz." hadisine gelince; bu hadisteki vav lafzında ihtilâf edildi. Üç ayrı yoldan gelmiş olup, birinde vav vardır. Ebu Davud, Mâlik'in bu şekilde, Abdullah b. Dînâr'-dan rivayet ettiğini söylemiştir. Yine hadisi Sevrî, Abdullah b. Dînâr'dan nakletmiş ve orada "fe aleyküm" demiştir. Süfyan'ın bu hadisi Sahihayrf-dadir. Hadisi, Nesâî ise îbn Uyeyne yoluyla Abdullah b. Dînâr'dan vav'sız olarak nakletmiştir. Müslim ve Nesâî'nin rivayetinde "aleyke, de!" lafzıy­la vav'sız gelmiştir.

Hattabi der ki: Muhaddislerin çoğunluğu vav ile "ve aleykum" şeklin­de rivayet ediyorlar. Süfyan b. Uyeyne ise hadisi vav'ı hazfederek "aleykum" şeklinde rivayet etmiştir ki doğrusu da budur. Vav hazfedilince de (selâma benzeterek) söylemiş oldukları sözleri onlara aynen reddedilmiş olur. Vav ile söylenilirse ehl-i kitab'la birlikte iştirak meydana gelmiş olur. Ve yap­mış oldukları beddua kabul edilmiş, kapsamına da girilmiş olur. Çünkü vav atıf harfidir ve iki şey arasında birleşmeyi, iştiraki gerektirir.

Selâma vav ile mukabele etmeye dair gelen emirde ise bir müşkil yok­tur, çünkü "essâm", çoğunluğun görüşüne göre ölüm demektir ve burada selâm veren de, alan da ortaktır. Vav ile selâm almada, selâmın, veren ve alandan bîrine ait olmadığının beyanı, hükümde ortaklığın isbatı vardır. Hazfedilen rivayette, ise selâm veren kişinin, selâm alan kişiden buna daha lâyık ve müstahak olduğuna ikaz vardır. Bu yoruma göre vav ile getirmek, vav'ın hazfından daha doğrudur ki Mâlik ve diğerlerinin rivayeti böyledir. Fakat bazan "essâm", din kötülüğü ve çirkinliği manasına seâmet olarak tefsir ediliyor. Diyorlar ki; bu manaya göre mutlaka vav'ın hazfi gerekir. Fakat bu, lügatte bilinen manasının hilâfınadır. Bu sebepten hadiste ı<Hab-betussevdâ, Ölüm hariç her türlü hastalığa şifadır."[989] şeklinde olup, ha­disteki 'essâm'm ölüm olduğunda ihtilâf olunmamıştır.

Kendini üstad zanneden bazı kişiler, yahudilerin selâmı, sin'in kesriyle "essilâm" diye alınır zannetmişlerdir. "Essilâm" taş demektir; selime'nin çoğuludur. Bu şekilde selâm almanın yanlışlığı açık ve bellidir. [990]


[974] Ebu Davud, 5186. Hadisin senedi hasendir.

[975] Müslim, 1894. Enes b. Mâlik (r.a.) hadisi olup şöyle demiştir: "Eşlem kabilesinden bir genç geldi ve: Ya Rasûlallah! Ben savaşa katılmak istiyorum, fakat teçhizatım yok, dedi. Rasûlullah (s.a.) buyurdular ki: Filana git. Çünkü o teçhizatını tamamladı, fakat hastalandı. Genç o zatın yanma gitti ve: Rasûlullah (s.a.) sana selâm söylüyor ve hazırlamış olduğun teçhizatı bana vermeni söylüyor, dedi. Adam: Ey filan kadın! Hazırladığım teçhizatı bu gence ver. Ve hiçbir şeyini eksik verme! Allah'a yemin olsun ki hiçbir şeyi gizlemezsen Allah senin için o husustaki nimeti bollaştınr." dedi.

[976] Buharı, 63/20; Müslim, 2432.

[977] Buharı, 62/30; Müslim, 2447.

[978] Tirmizî, 2689; Ebu Davud, 5195. İsnadı, Hafız İbn Hacer'in dediği gibi kavîdir.^Bu-harî, Edebu'l-Müfred, 986.

[979] Ebu Davud, 5196.

[980] Hadis, müellifin dediği gibi zayıftır. Tahricu'l-Ezkâr'da Hafız, hadîsin garîb olduğu­nu söylemiştir. Sanki bu

haber zayıf olduğundan ashab-ı kiram selâmı "ve mağfiretuhu" ziyadesiyle almamışlardır. Aksine tam olarak "esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu" şeklinde almışlardır. Mâlik, Muvatta'da (2/959) sahih bir senedle şu hâ­diseyi nakletmektedir: Bir adam İbn Abbas'a (r.a.) 'esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu'ya bir şey daha ziyâde ederek selâm vermişti. İbn Abbas (r.a.) bunun üzerine: Selâm bereketle sona erer, dedi.

[981] İbnü's-Sünnî, 234. Bakiyye b. Velid, Yusuf b.'Ebî Kesir — Nuh b. Zekvân — Hasan — Enes (r.a.) senediyle rivayet etmiştir. Yusuf b. Ebî Kesîr meçhuldür. Şeyhi Nuh b. Zekvân için İbn Hibbân; doğrusu hadisi münker olan-bir râvidir, demiştir.

[982] Buharı, 3/30, 79/13; Tirmizî, 2723; Hâkim, 4/273.

[983] Buharî, Edebu'l-Müfred,  1073. Senedinde zayıflık vardır.

[984] Ebu Davud, 944. Müellifin dediği gibi Ebu Gatafân meçhul biri değildir. Yalnız sene­dinde müdellis râviierden İbn İshak vardır. Dolayısıyla hadis yihe zayıftır. Nitekim Ebu Davud da: Bu hadis vehimdir, demiştir.

[985] Ebu Davud, 4084, 5209; Tirmizî, 2721; Ahmed, 5/63, 64. İsnadı sahihtir. Tirmizî hadise hasen-sahihtir, demiştir. Hadisin Ebu Davud rivayetinde uzun bir kıssası vardır.

[986] Müellif, Muhlasaru's-Sünen'de (6/.49) bu konuda zikredilmesi gayet yerinde olacak bir söz söylemiştir ki şöyledir: "Selâm iie dua, hayır ile duadır. Hayırla yapılacak duada en güzel şey dua cümlesini, dua edilen kişiden

önce söylemektir. Nitekim: "Ey Ehl-i beyt! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun.", "Doğduğu gün, öleceği gün selâm onun üzerinedir.", " Sabretmenizin karşılığında selâm bu gün sizin üzerini­zedir." âyetlerinde selâm kelimesinin önce olduğu gibi. Fakat şer ile yapılan bedduada ise, kendisine beddua edilenler, bedduadan önce zikredilirler. Nitekim Cenab-ı Hakk'-ın İblis'e "Kıyamet gününe kadar senin üzerinedir lanetim", "Ve Muhakkak senin üzerinedir lanet" buyurması, ayrıca "Kendi başlarınadır kötü şeyler", "Onların üzeri-

nedir gazab, onlar içindir şiddetli azab" âyetlerinde olduğu gibi. Rasûlullah (s.a.) bu­nu araplann ölülere selâm verme âdeti olarak yaptıklarına işaret etmek İçin kullanmış­tır. Çünkü onlar duada önce ölünün ismini zikrederlerdi. Ve araplann şiirlerinde bu tabir kullanılmıştır. Meselâ eş-Şemah:                                       

"Yerin altından, senin üzerinedir selâm ve mübarek ol. Çünkü Allah'ın eli (kud­reti) şu çiğnenmiş toprağın içindedir."                                       

Allah Rasûlünün (s.a.) muradı, ölülere selâm verme: Aleykesselâm şeklindedir demek değildir. Bu şekilde olamaz. Çünkü sahih olan bir hadiste sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.) bir kabristana girdi ve "Selâm sizin üzerinizedir. Ey mü'mİnler diya­rının sakinleri" diyerek selâm verdi. Dua kelimesi olan "selâm"ı dua edilen ölülerden önce aynı dirilerinki gibi söyledi. İşte buradan anlaşılan selâm verme sünneti, ölüler için de diriler için de aynıdır.

[987] Müslim (2163), Buharı" (79/22), Ebu Davud (5207) rivayetlerinde vav ile; Mâlik (2/1960), Müslim (2164), Tirmizî (1603) İbn Ömer rivayetinde vav'sız olarak nakletmişlerdir. Hadis, bu son rivayetinde şöyledir: "Yahudiler size selâm verir de, onlardan biri "essâmu aleykum" derse, sen de ona; aleyke, de."

[988] Buharı, 60/1; Müslim, 2841. Nevevî der ki: Selâmın vav ile veya vav'sız olarak almışı caiz ve sabittir. Vav ile olması daha güzeldir. Ve bir zararı da yoktur. Rivayetlerin çoğunda da vav vardır. Vav'lı olması halinde iki manaya gelir. Birincisi: Onlar: 'Ölüm sizin üzerinize olsun' dediklerinde, cevap veren; 've sizin üzerinize de aynen olsun' demiş oluyor ki manası; biz ve siz ölüm hususunda eşitiz, hepimiz öleceğiz, demek istemektedir.

İkincisi: Vav istinaf için olup atıf ve beraberlik için değildir. Bu takdirde manası şöyle olur: Ve hak etmiş olduğunuz kötülük sizin- üzerinize olsun.

[989] Buharı, 16/7; Müslim, 2215; Tirmizî, 2041; İbn Mâce, 3447; Ahmed b. Hanbei, 2/241, 6/138, 146.

[990] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 2/426-432.