๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 15 Haziran 2011, 13:13:45



Konu Başlığı: Saranın tedavisi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Haziran 2011, 13:13:45
7— Saranın Tedavisi:

 

Rasûlullah'ın  (s.a.)  sara hastalığının  tedavisi  konusundaki  tutumu şöyledir:

Sahihayn'da, Atâ b. Rabah'tan yapılan rivayete göre İbn Abbas, kendi­sine şöyle bir soru sorar: (Ey Atâ) sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?

Ben de: Evet, dedim. İbn Abbas şöyle devam etti: Şu (gördüğün) esmer ka­dın Allah Rasûiü'nün huzuruna geldi ve şöyle bir talepte bulundu: "Ben sa­ralıyım ve beni sara tuttuğunda üstüm başım açılıyor. Benim için Allah'a dua et." Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.): "İstersen sabret, zira karşılığında senin için cennet var. Dilersen Allah *a seni afiyete kavuşturması için dua edeyim." dedi. Kadın: "Sabrederim, (yalnız) üzerimin açılması da var. Üzerimin açıl­maması için Allah'a dua et." dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.) onun için dua etti.[485]

Ben derim ki: Sara iki çeşittir: 1) Yeryüzünde mevcut pis ruhların etki­siyle meydana gelen sara, 2) Öldürücü hümörler sebebiyle meydana gelen sa­ra. İkincisi tabiblerin, sebepleri ve tedavisi hakkında görüş ileri sürdükleri kısımdır.

Habis (pis) ruhların etkisiyle meydana gelen saranın varlığını tabiplerin imamları ve en akıllıları itiraf ediyor ve redde kalkışmıyorlar. Bu tür saranın tedavisinin, hayırlı, yüksek ve şerefli ruhların ancak bu şer ve habis ruhlara mukabele edebileceği, etkilerini giderebileceği, faaliyetlerini nakzedip iptal ede­bileceğini itiraf etmişlerdir. Hipokrat dahi bazı kitaplarında saranın birkaç tedavi şeklini tarif etmiştir. Hipokrat demiştir ki: "Bu ilaç, sebebi ahlat ve diğer hümörlerden olan saraya faydalıdır. Pis ruhlar vesilesiyle meydan ge­len saraya ise bu ilaç fayda vermez."

Fakat doktorların, cahil, sakat ve sefihleri, zındıklığı fazilet zanneden­leri (pis) ruhların etkisiyle meydana gelen sara cinsini inkâr ediyorlar ve sara­ya tutulan kişinin bedeninde (pis) ruhların etkisi olabileceğini kabul etmiyor­lar. Bunu cahilliklerinden yapıyorlar. Halbuki tıp ilmi açısından bu savunul­muştur. His (duyular) ve mevcut olan etkisi de buna şahittir. Bu tür sarayı kabul etmemeleri bazı hümörlerin bu esnada fazlalaşmasıdır ki, gerçekten bir başka sara çeşidinde bu görülebilir, fakat hepsi için geçerli değildir.

Eski doktorlar bu cins saraya "ilâhî hastalık" ismini vermişler ve ruhla­rın etkisiyle meydana geldiğini söylemişlerdir. Calinus ve diğer doktorlar, bu ismi biraz değişik mânada düşünmüş ve şöyle bir te'vil yapmışlardır: Bu cins saraya ilâhî hastalık denmesinin hikmeti, beyinde meydana gelmesi ve dima­ğın meskeni olan beyinin temiz ilâhî kısmına zarar vermesi sebebiyledir.

Onların bu şekilde te'vil yapmaları, bu ruhların hükümlerine ve tesirle­rine vakıf olamamaktan neş'et etmektedir. Daha sonra da zındık doktorlar geldi ve hümörlere dayalı olarak meydana gelen saradan başkasını kabul et­mediler.

Kendisinde akıl olup, bu ruhlara ve tesirlerine dair bilgisi olan kimse bu tür doktorların cehaletlerine ve akılsızlıklarına güler.

Bu ikinci tür sara hastalığının tedavisi iki açıdan mümkündür: a) Saralı kişinin durumuna göre, b) Tedavi edecek kişinin durumuna göre.

Saralı kişinin durumuna göre olan tedavide esas; hastanın ruhunun güç­lü olması, bu ruhların yaratıcısına sadıkane yönelmesi, dil ve kalbin tam uyum içinde olduğu halde sahih bir şekilde Allah'a sığınmasıdır. Çünkü bu hal bir nevi savaştır. Savaşlarda düşmana karşı silahla çıkmak için iki şeye dikkat edilmesi gerekir: a) Silahın sağlam ve kendi yapısı içinde iyi malzemelerden yapılmış ve yeni olması gerekir, b) Silahı taşıyacak olan kolun gayet sağlam ve güçlü olması gerekir. Bu iki unsurdan herhangi birinin eksilmesiyle silahın çok faydası olmaz. Şayet her ikisi de ortadan kalkarsa nasıl olur acaba? Kalb; tevhid, tevekkül, takva ve teveccüh eksikliğinden harabeye döner ve böylece silahsız kalmış olur.

İkincisi ise, tedavi eden kişi açısındandır. Burada da yukarıda verdiği­miz iki misal geçerlidir. Hatta tedavi edenlerden birinin: "İçin­den çık!" sözüyle veya "Allah'ın ismiyle çık!'* sözüyle veya (   -il "Güç ve kuvvet yalnız Allah'ındır." sözüyle iktifa etmesi de yeterlidir. Zira Rasûlullah (s.a.): ey Allah'ın düşmanı! Ben Allah Rasûlü'yüm!"[486] demiştir.

Ben şeyhimizin (İbn Teymiye), saralıya içinde bulunan ruha hitaben gön­derdiği, "Şeyh sana der ki, çık! Çünkü bu sana helâl değildir." sözü sonun­da hastanın açıldığını görmüşümdür. Birçok defa da bizzat kendisinin hitab ettiğini gördüm. Bazan da hastanın içine girmiş olan ruh inatçı olurdu. Şeyh bı. sefer onu döverek çıkarırdı. Saralı hasta ayıldığında (yediği dayağın) acı­sını hiç hissetmezdi. Bunu şeyhimizden biz de, başkaları da defalarca gördük.

Çoğu kere de saraianmış kişinin kulağına; "Sizi boşuna yarattığımızı y< huzurumuza çıkarmayacağımızı mı sandımz?"[487] âyetini okurdu.       

Bana (Şeyhim İbn Teymiye) şöyle anlattı: Bir keresinde bu âyeti saraya tutulmuş bir hastanın kulağına okumuştum. Saralının içindeki ruh, sesini yük­selterek "Evet" diye cevap vermişti. Bunun üzerine ben bir sopa aldım. So­payla hastanın boyun damarlarına elim yorulana kadar vurdum. Hatta ya-mmdakiler hastanın bu darbelerle ölmesi gerektiğinden hiç şüphe etmiyor­lardı. Vururken, içindeki ruh: "Ben seni seviyorum." dedi. Ben de: "O seni sevmiyor." dedim. Ruh: "Ben onu protesto ediyorum." diye cevap verince ben: "Halbuki o seninle münakaşa etmek istemiyor." dedim. Ruh bunun üze­rine: "Ben sırf sana ikram olsun diye onu terk ediyorum." dedi. Ben de onun bu sözünü reddederek: "Hayır, benim için değil. Allah'a ve Rasûiü'ne itaat olarak çıkmalısın." dedim. Ruh: "Peki, o halde çıkıyorum." dedi. Daha sonra saralı hasta kalktı oturdu, sağına soluna bakınmağa başladı ve: "Şeyhin hu­zuruna ben niçin götürüldüm?" dedi. Yanındakiler: "Bu baştan sona dayak (yediğini biliyor mu)?" diye sorunca o da, yemiş olduğu dayağın hiç farkın­da olmadan: "Hiç günah işlemediğim halde şeyh beni niçin dövecek ki?" dedi.

Şeyh bazan âyetel-kürsî[488] ile de tedavi ederdi. Saraya tutulan hastaya da, tedavi yapacak kişiye de çokça âyetel-kürsî, muavvizeteyn [489]sûrelerini okumalarını emrederdi.

Özetle, sara hastalığının bu türünü ve tedavi şeklini ancak akıl, ilim ve marifetten nasibi az olanlar inkâr eder. Zaten bu pis ruhların bu hastalığa tutulanlara etki etmesinin sebebi, bu kimselerin dindarlıklarının az olması, kalblerinin ve dillerinin, zikrin, Allah'a sığınmanın, peygamberi ve imam du-, alara sığınmanın hakikatlanndan yoksunluktan harab olmasıdır. Bu habis (pis) j ruh boş ve silahsız olan kişiye; çoğunlukla çıplak bulunduğu bir esnada girer ve bedeninde eziyet ederek etkide bulunur.

Eğer (senin gözlerinden) perde kaldırılmış olsa, elbette insan ruhlarının çoğunu bu pis ruhların saralı yaptığını görürdün. Onların esaretinde ve elle­rinde olarak, istedikleri tarafa yönelttiklerini görürdün. Onlardan ne kaçmak mümkün, ne de onlara muhalefet etmek. Bunlar, hastasının ancak (ölüm es­nasında) ruh bedenden ayrılırken ve (perde kalkıp) gördükten sonra ayıldığı zaman anlaşılan büyük saraya sebep olanlardır. O zaman kesin olarak anla­şılır ki, gerçek saraya tutulmuş olan kendisidir. Ancak Allah'tan yardım di­lenilir.

Bu son bahsedilen sara çeşidinin tedavisi sağlıklı bir aklın peygamberle­rin getirmiş olduğu şeylere imana yanaşmasıyla mümkündür. Cennet ve ce­hennem onun gözünün önünde ve kalbinin kıblesi olmalıdır. Dünya ehlini, azaba duçar olmalarını, başlarına gelen âfetleri, yağmur yağan yerlerin belli olması gibi beldelerin içinde vuku bulmuş ilahî âfetleri gözönünde bulundur­malı ki, (farkına varmadıklarından) bir türlü ayılmayan sara hastaları gibi­dirler. Böyle bir saraya tutulmaktan daha müthiş bir şey olamaz. Fakat belâ, musibet her tarafa yayılacak şekilde çoğaldı mı, herkes saralı olacağından bu bir hastalık ve musibet olmaktan çıkar gibi olur ve inkâr edilmez olur. Belki de saraya tutulanlar çoğaldığı için bu hastalığın hastalık sayılmaması gibi bir tersyüz olma hadisesi meydana gelir.

Allah, bir kulunun hayrını dilerse onu bu tür saradan kurtarır. Böylece bu kişi dünyaya aldananlara bakar, onları çeşitli kısımlanyla sağdan soldan saraya tutulmuş olarak görür. Bunların bir kısmı bir nevi delilikle başbaşa-dır. Bir kısmı da bazan uyanır, sonra yine aynı deliliğe döner. Bir kısmı bir defa uyanır, diğerinde delirir. Ayıldığında, akıllı ve ayık olanlar gibi (kendi­ni toparhyarak) salih amel işler. Sonra bu sara tuttuğunda aklını yitirir.

Hürhörlere dayalı olarak meydana gelen sara hastalığı ise, nefsi uzuvları faaliyetten, hareketten, ayakta durmaktan tam bir şekilde alıkoyar. Sebebi ise kalın yapışkanh bir hümör (hılt) dür. Dimağdaki boşlukları tam olmaksı­zın südde[490] ile tıkar. His ve hareketin dimağa ve uzuvlara külli bir kesinti meydana getirmeden tam olarak nüfuz etmesine mani olur. Bazan sara baş­ka sebepler ile de olur: Ruh menfezlerini tıkayan galiz rüzgâr, bazı uzuvlar­dan yükselen öldürücü buhar, yanmış bir keyfiyet. Dimağ eziyet veren mad­deyi atmak için daralır. Bunu tüm azaları içine aian bir büzülme takip eder. Bu durumun ardından insanda ayakta dikilecek güç kalmaz, yere düşer ve çoğunlukla da ağzında köpük belirir[491]

Bu hastalık, meydana geldiği esnada elem vermesi sebebiyle emraz-ı had­deden sayılmıştır. Uzun süreli olması sebebiyle de emraz-i müzmineden sa­yılmıştır. Bu hastalıktan kurtulmak, özellikle yaş yirmi beşi geçtikten sonra zordur. Bu hastalık kişinin dimağında, özellikle de özündedir. Bunların sa­raları devamlıdır. Hipokrat der ki: "Sara, bunlarda ölene kadar devam eder."

Saranın bu türü bilindiğinde; hadiste geçen, saraya tutulup da üstü başı açılan kadının sarasının bu nevi sara olduğu anlaşılabilir. Hz. Peygamber (s.a.), ona bu hastalığa sabrettiğinde cenneti müjdelemiştir. Ayrıca (saraya tutul­duğu esnada) üst başının açılmaması için de dua etmiş; ve onu, sabır dolayı­sıyla cennet ve dua dolayısıyla şifaya kavuşma arasında muhayyer bırakmış­tır. Kadın da sabır ve cenneti tercih etmiştir.

Bu hadis, ilaç almayı ve tedavi olmayı terketmerün caiz olduğuna da de­lildir. Ruhların ilacı, tabiblerin ilaçlanyla ulaşılamayan başarıyı sağlayan dualar ve Allah'a teveccühtür. Bu tür (manevî) ilacın tesiri, faaliyeti, insan tabiatı­nın ondan etkilenip tesir altında kalması, bedenî hastalıklara en büyük tesir" yapan tabiatın en çok tesir altında kaldığı tedavi şeklidir.

Biz ve başkaları bunu çok tecrübe ettik. Akıllı tabipler, nefsî kuvvetle­rin faaliyeti ve hastalıkların tedavisindeki etkisinin acaipliklerini itiraf etmiş­lerdir. Tıp ilmine, içerisindeki zındıklar, aşağılıklar ve cahiller kadar hiçbir kimse zarar vermemiştir. Açıkçası, bu kadının tutulmuş olduğu sara hümör-lere dayalı olarak meydana gelen sara cinsidir. Bununla birlikte r,ıs ruhların etkisiyle meydana gelen sara cinsi de olabilir. Zira Rasûlullah (s.a.) kadını, sabredip karşılığında cennet vaad etmek ile dua ederek şifaya kavurmak ara­sında serbest bırakmış, kadın da hastalık nüksettiğinde üst başının açılma­ması şartıyla sabretmeyi tercih etmiştir. En doğrusunu Allah bilir. [492]


[485] Buharî, 75/6; Müslim, 2265.

[486] Ahmed b. Hanbel, 4/170-172. Ya'Iâ b. Mürre'nin Allah Rasûlü'nden (s.a.) rivayetine gö­re, kadının biri, kendisinde hafif bir delilik olan çocuğunu Allah Rasûlü'nün (s.a.) huzu­runa götürür. Rasûlullah (s.a.) da: "Çık, ey Allah'ın düşmanı! Ben Allah'ın Rasûlüyüm!" diye çocuğa okur. Çocuk İyileşince kadın, Allah Rasûiü'ne iki koç, biraz keş, biraz da tereyağı verir. Allah Rasûlü de hadisin râvisi olan Ya'lâ'ya: "Ey Ya'lâ; bu keş ve yağı al! İki koçtan birini al, diğerini de kadına iade et!" diye buyurmuştur. Hadisin râvileri sikadır. Bu konuda ayrıca Osman b. Ebi'l-Âs'dan tbn Mâce'de (3548); Câbir'den de Dâ-rimî'nin Sünen'lnde (1/10) birer hadis vardır.

[487] Mü'minûn, 23/115.

[488] Bakara, 2/255.

[489] Muavvizeteyn; Kur'an-ı Kerim'in en sonunda yer alan son iki s addır ki, Felak (113/1-5) ve Nas (114/1-6) sûreleridir. Şayet m sûreye İhlâs ( 112/1-4) süresi de dahil olmuş olur.

[490] Südde: Pıhtılaşmış kan veya bakteri kütlesi veya diğer garip bir cisimdir ki kan menfezle­rini tıkar. Bk. (Mucemu'l-Vasît, 423). Yapışkanlık (lüzucet) ve katılık özelliğine sahip İnce damarlarda ve mecralarda meydana gelip gıda ve fuzuli maddelerin uzuvlara geçme­sine mâni olan bir maddedir. (Tehanevî, Keşşaf, 1/640).               

[491] Sara (Epi/epsy): Sinir sisteminde meydana gelen bir hastalık olup, bu esnada kendinden geçme ile adalelerde bir büzülme, titreme meydana gelir. (Ek. Mucemu'l-Vasît, 513). Di­mağda, tam olmayan bir südde sebebiyle meydana gelen bir hastalık olup, nefsanî ruhun nüfuzuna mâni olarak bütün sinirleri titretmesi ve başlangıcını tıkaması sebebiyle; his,

hareket ve ayakta durmağa mâni olur. Çocuklarda olursa bu hastalığa "ümmü sibyan" denir. Tam olmayan bir südde denilmesi, tam olduğunda sekte meydana getirdiğindendir. Sara; süddenin balgamı ve sevdavî olmasına göre, "balgam sarası", "sevda sarası" adla­rını alır. (Tehanevî, Keşşaf, 1/833).

[492] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/302-307.