๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 30 Mayıs 2011, 12:41:13



Konu Başlığı: Peygamberimizin zıhar hakkındaki hükmü
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Mayıs 2011, 12:41:13
F) ZIHAR


1— Hz. Peygamberin (s.a.) Zıhar Hakkındaki Hükmü:


 

Yüce Allah şöyle buyurur: ''İçinizden zıhar yapanların kadınları, onla­rın anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan lâf söylüyorlar. Kuşkusuz Allah affedici, bağış­layıcıdır. Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin kanlarıyla temas etmeden önce, bir köleyi hürriyete kavuşturma­ları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Buna imkân bulamayan kimse, temas etmeden önce, aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Rasûlü'ne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleri­dir. Kâfirler için acı bir azap vardır."[968]

Sünen ve Müsned kitaplarında sabit olduğuna göre Evs b. Sâmit, hanı­mı Havle bt. Mâlik b. Sa'Iebe'ye zıhar yapar. Bu konuda Hz. Peygamber'le (s.a.) mücadeleye giren ve Allah'a şikâyette bulunan, yedi kat semânın ötesin­den şikâyeti işitilen ve kabul gören kadın işte bu kadındır. Bu kadın Hz. Peygamber'e gelerek şöyle demişti: "Ya Rasûlullah! Şüphesiz ki Evs b. Sâmit, ben genç ve arzulanan biri iken benimle evlendi. Yaşım ilerledi, ona bir sürü çocuk doğurdum. Şimdi ise beni anasının yerine koydu." Hz. Peygamber ona şöyle buyurdu: "Senin hakkında benim yapabileceğim bir şey yok." Çaresiz kadın: "Ey Allah'ım! Ben halimi sana şikâyet ediyorum." dedi[969] Bir rivayette o şöyle demiştir: "Benim küçük çocuklarım var. Eğer onları ona versem ziyan olurlar, kendim alsam aç kalırlar." dedi ve bunun üzerine Kur'an âyet­leri indi.

Hz. Âişe şöyle der: Her sesi işiten Allah'a hamdolsun! Havle bt. Sa'lebe Hz. Peygamber'e şikâyetçi olarak gelmişti. Ben evin bir uçundaydım. Bazı sözlerini duyamıyordum. Hemen Allah: "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuş­manızı işitiyor. Çünkü Allah işitendir, bilendir..."[970] âyetlerini indirdi. [971] Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bir köle azad etsin." buyurdu. O: "Bula­maz." dedi. Hz. Peygamber: "Öyleysepeşi peşine iki ay oruçtular." buyur­du. O: "Ya Rasûlallah! O yaşlı bir ihtiyar. O nerde, oruç nerde!" dedi. Hz. Peygamber: "Öyleyse altmış fakiri doyursun!" buyurdu. O: "Onun tasad-duk edebileceği bir şeyi yok." dedi.

Hz. Âişe der ki: Tam o saatle bir zenbil hurma getirildi. Ben: "Ya Rasû­lallah! Ben bir zenbil hurma vererek ona yardım olurum." dedim. Hz. Peygamber: "Aferin! Onun adına altmış fakiri doyur ve amcanın oğluna geri dön." buyurdu.[972]

Sünen'dç anlatılır: (Zureykoğullarından) Seleme b. Sahr el-Beyazî, Rama­zan ayı boyunca karısına zıharda bulundu. Ramazan ayı çıkmadan bir gece onunla cima etti. Sonra geldi ve Hz. Peygamber'e olanları anlattı. Efendimiz ona: "Demek sen, öyle ha! Ya Seleme!" dedi. Seleme der ki: Ben iki defa: "Evet ya Rasûlallah! Ben böyleyim, Allah'ın emrine razıyım. Hakkımda Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmet." dedim. Hz. Peygamber: "Bir boyun (köle) azad et!" buyurdu. Ben: "Seni peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, şundan başka boyuna sahip değilim." dedim ve enseme elimin içiyle vurdum. Hz. Peygamber: "Öyleyse iki ay peşi peşine oruç tut!" dedi. Ben: "Zaten başıma gelen oruç yüzünden gelmedi mi?" dedim. Hz. Peygam­ber: "Öyleyse, bir vesk hurmayı altmış fakir arasında yedir." buyurdu. Ben:

"Ona karnımı yaydım" ifadesini doğurmaktan kinaye olarak kullanılan -biz lazımı manasıyla tercüme ettik.

"Seni hakla gönderene yemin ederim ki, ikimiz de aç geceledik, yiyecek bir şeyimiz yok." dedim. Hz. Peygamber: "Züreykoğulları zekât memuruna git, sana onu versin. Altmış fakire bir vesk hurma yedir. Sen ve ailen de geri kala­nını yiyin." buyurdu. Kavmime döndüm ve: "Sizin yanınızda darlık ve kötü tedbir gördüm. Allah Rasülü'nün yanında ise genişlik ve güzel tedbir buldum. Bana zekâtlarınızdan vermenizi emretti." dedim.[973]

Tirmizî'nin Câmfinde İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilir: Karısına zıhar yapan ve onunla cimada bulunan bir adam Hz. Peygambere geldi ve: "Ya Rasûlallah! Ben karıma zıhar yaptım. Sonra da keffâret vermeden önce onunla cima yaptım." dedi. Hz. Peygamber ona: "Allah'ın rahmetine uğrayasıca; seni o şeye sevkeden ne oldu?" diye sordu. O: "Ay ışığında halhalini gördüm {kendimi tutamadım)." dedi. Hz. Peygamber: "Allah'ın sana emrettiği şeyi yapmadan ona yaklaşma!" buyurdu. [974] Tirmizî: "Bu, hasen-garib-sahih bir hadistir." der.

Yine Tirmizî'de, Seleme b. Sahr, Hz. Peygamber'den, keffâret verme­den önce cimada bulunan zıhar yapmış kimse hakkında: "Bir keffâret (yeter­lidir)." buyurduğunu rivayet eder.[975] Tirmizî buna da "Hasen-garibdir" der. Hadisin senedinde Süleyman b. Yesâr'la, Seleme b. Sahr arasında kesinti vardır.

Bezzâr'ın Müsned'inde, İsmail b. Müslim—Amr b. Dînâr— Tâvûs silsi-lesiyle İbn Abbas şöyle anlatır: Bir adam Hz. Peygamber'e geldi ve: "Ben karıma zıhar yaptım, sonra da keffâret vermeden önce onunla cima ettim." dedi. Hz. Peygamber: "Allah, 'Birbirine temas etmeden önce...' buyurmadı mı?" dedi. Adam: "Hoşuma gitti (kendimi tutamadım)" dedi. Hz. Peygam­ber: "Keffâret verinceye kadar ondan geri dur." buyurdu.[976] Bezzâr: "Hadi­sin, bundan daha sahih bir isnadla rivayet- edildiğini bilmiyoruz. Ne var ki İsmail b. Müslim hakkında ileri sürülen tenkitler vardır. İlim erbabından pek çok grup ondan rivayette bulunmuşlardır." demektedir.

Bu hadisler bazı hükümleri içerir:

1— Cahiliye dönemi ve İslâm'ın ilk devirlerinde zıhann talâk kabul edil­mesi uygulaması iptal edilmiştir. İsterse bununla talâka niyet ettiğini tasrih etsin, farketmez. Şayet bir kimse karısına: "Sen bana anamın sırtı gibisin! Ben bununla talâkı kasdediyorum." dese bu talâk olmaz, zıhar olur. Bu itti­fakla böyledir. Belki muhalif, önemsiz şâz bir görüş olabilir. Bu hususu İmam Ahmed, Şafiî vb. ifade etmişlerdir. Şafiî: "Şayet talâk niyetiyle zıhar yapsa, bu zıhar olur veya zıhar niyetiyle boşasa bu da talâk olur." der. İşte Şafiî'nin ifadesi budur. Onun görüşü olarak kendisine bunun aksini nisbet etmek caiz değildir. İmam Ahmed ise şöyle açıklamıştır: Şayet kişi: "Sen bana anamın sırtı gibisin. Bununla ben talâkı kasdediyorum." dese, bu zıhar olur, bunun­la kadın boşanmış olmaz. Çünkü zıhar, cahiliyye devrinde talaktı ve neshe-dildi. Mensûh hükme dönüş caiz değildir.

Yine E vs b. Sâmit, bununla o zamanda olduğu gibi sadece talâka niyet etmişti. Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.) ona talâk değil, zıhar hükmünü uygulamıştır.

Çünkü "zıhar", hükmü konusunda sarihtir. Dolayısıyla Yüce Allah'ın iptal ettiği hüküm hakkında onu kinaye saymak caiz değildir. Allah'ın hükmü uyulmaya ve riayet edilmeye daha lâyıktır.

2—  Zıhar haramdır ve buna yeltenmek caiz değildir. Çünkü o, Allah Teâlâ'nm da bildirdiği gibi, kötü bir söz ve iğrenç bir yalandır. Her ikisi de haramdır. Kötü bir söz (münker) oluşu ile, iğrenç bir yalan (zûr) oluşu şöyle­dir: "Sen bana anamın sırtı gibisin." sözü hem karısının öyle olduğunu haber verme (ihbar), hem de karısını haram kılma tasarrufunu kurma (inşâ) anlamı içermektedir. Yani hem ihbar, hem de inşâ mânasına gelebilir. Dolayısıyla o yalan bir haber, kötü bir inşâdır demek olur. Yalan (zûr), hak ve sabitin zıddı olan bâtıldır; kötü (münker) ise, iyi ve mârufun zıddıdır. Yüce Allah âyeti, "Şüphesiz ki Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır." ifadesi ile tamamla­mıştır. Bunda, günah sebebinin mevcut olduğuna, eğer Allah'ın af ve mağfi­reti olmasaydı, mutlaka bu yüzden orumlu tutulacaklarına dair işaret bulun­maktadır.

3— Keffâret bizzat zıharla değil, dönüşle vacip olur. Bu cumhurun görü­şüdür. Sevrî, İbn Ebî Necîh'ten, Tâvus'un: "Zıhar yapar yapmaz keffâret gerekir." dediğini nakleder, bu, İbn Ebî Necîh'in Tâvus'tan rivayetidir. Ma'mer ise Tâvus'tan, o da babasından şöyle nakleder: "Sonra söyledikle­rinden dönenlerin..." âyeti hakkında babası: "Onu kendisine anasının sırtı gibi kıldı, sonra dönüyor ve onunla cima ediyor. Bu durumda bir boyun (köle) azadı gerekir, demektedir." demiştir. Mücâhid'den de: "Bizzat zıharla keffâret gerekir." dediği nakledilir. Bunu İbn Hazm, Sevrî ile Osman el-Bettî'den de nakleder. Tabii bunlar, keffâret için dönmenin şart olduğunu bilmiyor değil­ler. Ancak bunlara göre "dönme", cahiliye devrindeki zıhar uygulamasına

dönmektir.   Nitekim   Yüce   Allah'ın,   avlanmanın   cezası   konusunda: = Kim dönerse, Allah ondan öç alır." âyetinde geçen '* = dönme" kelimesi, "Haramhğının nüzulünden sonra ava dönerse" demektir. Bu yüzden de Allah, akabinde: "Allah geçenleri affetmiştir." buyur­muştur. Bu görüşte olanlar devamla şöyle diyorlar: Keffâret, sırf zıhar yapmak­la vacib olur. Çünkü keffâret kişinin söylemiş olduğu çirkin söz ve iğrenç yalan karşılığında vacib olmuştur. Çirkin söz ve yalan da cima veya cimaya azmet­me değil, bizzat zıhann kendisidir. Sonra, Yüce Allah zıharı haram kılıp, onu yasaklayınca "dönmek", bizzat yasaklanan şeyin işlenmesi oldu. Aynen, "Umulur ki, Rabbıniz size merhamet eder. Eğer siz dönerseniz biz de döne­riz. "[977] âyetindeki gibi. Mânası: "Eğer siz günaha dönerseniz, biz de ceza­landırmaya döneriz." demektir. Dolayısıyla burada "dönmek" bizzat yasak­lanan şeyi işlemektir. (Zıhardan dönmek değil de yasak olan zıhara dönmek şeklinde.)

Bir başka delil: Zıhar cahiliye döneminde talâktı. Hükmü talâktan zıha­ra nakledildi; üzerine keffâret ve keffâret ödeninceye kadar zevcenin haram-lığı hükümleri konuldu. Bu da aynen talâkta olduğu gibi, zıhar sözünü kullan­makla, zıhar hükmünün muteber olmasını gerekli kılar.

Âlimlerin çoğunluğu bunlara karşı çıkmış ve şöyle demişlerdir: "Dönmek", zıhar sözcüğünün mücerred olarak söylenmesinin sonrasında olan bir iştir. Âyeti, "İslâm'da tekrar zıhara dönme" mânasına yorumlamak üç açıdan doğru olmaz:

Birincisi:
Âyet, İslâm'da zıhar yapan kimselerin hükmünü beyan etmek­tedir. Bu yüzden de fiili, muzari (geniş zaman) sigasıyla " = Zıhar yaparlar" şeklinde kullanmıştır. Bu İslâm zıhanmn hükmü olduğuna göre, —ki zıhar size göre bizzat dönmek demektir— bu takdirde sonrasında nasıl oluyor da "sonra dönerler" ifadesini kullanıyor. Yoksa bu dönmenin mâna-* sı size göre zıhardan başka bir şey mi?                                                   

İkincisi: Eğer "dönmek", sizin dediğiniz mânada, muzari (geniş zaman)] fiil de geçmiş zaman mânasında olacak olsa, takdiri; " = Kadınlara cahiliye devrinde zıharj yapıp da İslâm'da tekrar ona dönenler" şeklinde olurdu ve keffâret, ancak cahiliye devrinde zıhar yapıp da İslâm döneminde tekrar zıhara dönenlere gere­kirdi. Bu takdirde dönme durumu olmadan sadece İslâm'da zıhara başlayan kimseye nereden keffâreti gerekli kılacaktınız? Çünkü bu takdire göre iki şey var: Önce geçen bir zıhar ve tekrar ona dönüş. Bu durum ise, şimdi zıhar hükmünü tümden ortadan kaldırır. Ancak " = Zıhar yaparlar" fiilini bir gruba, = dönerler" fiilini de başka bir gruba ait kılarsanız (yani özneleri ayrı ayrı kişiler şeklinde düşünürseniz) ve müzari fiilini de mazi (geçmiş) fiili yerine koyarsanız, hükmün devamı o zaman sözkonusu olabi­lir. Bu da ilâhî nazma muhalif olur, sözü fesahatinden çıkarır.

Üçüncüsü: Hz. Peygamber (s.a.): Evs b. Sâmit'le Seleme b. Sahr'a keffâ-ret ödemelerini emretmiş, onlara cahiliye döneminde zıhar yapıp yapmadık­larını sormamıştır. Eğer siz: "Hz. Peygamber, sizin keffâret için şart koştu­ğunuz "dönme"yi de sormamıştır. Eğer şart olsaydı onlara dönüp dönme­diklerini sorardı." derseniz, cevaben şöyle denilir: "Dönme"yi; zıhardan sonra talâk verebilecek kadar bir zamanın geçmesi ve talâk vermemesi şeklinde anla­yanlara göre, bu soruya zaten gerek yoktur ve sizin bu itirazınız, bizzat onla­rın delili olmaktadır. "Dönmeden maksat cima ve azimdir" diyenler ise şöyle demektedirler: (Hadislerdeki) olayın akışı, zıhar yapanların kasdınin cima oldu­ğu hususunda açıktır. Sadece onun (cima) için tutmuş (kanlarım boşama-mış)lardır. Bunun izahı inşaallah ileride gelecektir.

Zıharın kötü bir söz ve iğrenç bir yalan oluşuna gelince, evet bu doğru­dur. Ancak Yüce Allah bu kötü ve yalan söz hakkında keffâreti iki şeye birden bağlamıştır: Zıhar sözü ve dönüş. Nitekim ilânın hükmü de Öyledir: Hem îlâ sözcüğü, hem de cima üzerine birden terettüp eder, sadece biri üzerine değil. [978]


[968] Mücâdele, 58/2-4.

[969] İbn Mâce, 2063; Hâkim, 2/481; Beyhakî, 7/382. Râvileri sikadır. Hadiste çok sayıda çocuk

[970] Mücadele, 58/1.

[971] Hadisin bir kısmını Buharî (97/9)'da muallak olarak lahric etmiştir. Tamamını ise Nesâî, (6/168) mevsül olarak

rivayet etmiştir. Ayrıca bk. Ahmed, 6/46; İbn Cerîr, 5/28. İsnadı sahihtir.

[972] Ebu Davud, 2214; İbn Hibbân, 1334; İbn Cerîr, 5/28; Beyhakî, 7/389. Senedinde Ma'mer b. Abdullah b. Hanzala vardır. İbn Hibbân'dan başkası onu sika bulmamışlardır. Diğer râvileri sikadır. Aynı konuda İbn Abbas'tan ve Atâ b. Yesâr'dan mürsel olarak rivayetler için bk. Beyhakî,'7/389, 390, 392.

[973] Ahmed, 5/436; Ebu Davüd, 2213; Tirmizî, 3295 (hasendir demiştir.); İbn Mâce, 2062; Beyha­kî, 7/385; Hâkim, 2/203. Hâkim: Hadis sahihtir, demiştir.

[974] Tirmizî, 1199; Ebu Davud. 2223; Nesâî, 6/167. Râvileri sikadır. Ancak Ebu Hatim ve Nesâî, mürsel olduğunu söylemişlerdir. Hadisin şahitleri bulunmaktadır.

[975] Tirmizî, 1198; İbn Mâce, 2064.

[976] Bk. Bevhakî, 7/386.

[977] İsrâ, 17/8.

[978] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/413-418.