๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Mayıs 2011, 18:42:56



Konu Başlığı: Peygamberimizin kocası ölen kadın hakkındaki hükmü
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Mayıs 2011, 18:42:56
11— Hz. Peygamber'in (s.a.) Kocası Ölen Kadına Yapmasını Emrettiği Hususlar:                                                                

 

Sahîhayn'da. Humeyd b.  Nâfi'den rivayet) edildiğine göre Ebu Seleme'nin kızı Zeynep kendisine şu üç hadisi nakletmiştir:

1- Zeynep diyor ki: Babası Ebu Süfyan vefat ettiği zaman ben Hz.Peygamber'in (s.a.) hanımı Ümmü Habibe —Allah kendisinden razı olsun— yanına gittim. Ümmü Habibe terkibinin çoğu safradan oluşan ve içinde sanlık bulunan halûk adında bir güzel koku yahut daha başka bir koku istedi. O kokudan (eline sürdüğü kokuyu azaltmak için) bir cariyeye sürdü. Sonra ellerini yanaklarına sürüp şöyle dedi: Vallahi, benim güzel kokuya hiç ihtiyacım yok. Ancak Allah Rasûlü'nün (s.a.) minber üzerinde şöyle buyurduğunu işittim: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının bir ölüye üç günden fazla yas tutması helâl olmaz. Ama kocası için dört ay on gün yas tutar,"

2-  Zeynep diyor ki: Sonra bir keresinde, erkek kardeşi vefat ettiği zaman Zeynep bt. Cahş'ın yanına girdim. O da güzel koku istedi ve ondan süründü. Sonra da dedi ki: Vallahi, benim güzel kokuya hiç ihtiyacım yok. Ancak Allah Rasûlü'nün (s.a.) minber üzerinde şöyle dediğini işittim: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının ölüye üç günden fazla yas tutması helâl olmaz. Ama kocası için dört ay on gün yas tutar."

3-  Zeynep diyor ki: Annem Ümmü Seleme'nin —Allah kendisinden razı olsun— şunları anlattığım işittim: Bir kadm, Allah Rasûlü'ne geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kızımın kocası vefat etti.  Simdi de gözleri rahatsızlandı. Kızımın gözlerine sürme çekeyim mi?" diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.): "Hayır!" buyurdu. Kadın iki yahut üç kere bu isteğini tekrarladı, her defasında Hz. Peygamber (s.a.): "Hayır!" diye cevapladı ve arkasıdan şöyle dedi: "Kocası ölen kadın dört ay on gün yas tutar. Cahiliye devrinde ise sizlerden biri bir sene geçince deve tezeği atardı (hatırlayın o zamanları)."[396]

Zeynep (bu cahiliye âdetini) şöyle anlatıyor: Kocası ölen kadın daracık bir hücreye kapanır, en kötü elbiselerini giyer; bir sene geçinceye kadar ne güzel bir koku, ne de bir başka şey sürünebilirdi. Bir sene dolunca bir eşek yahut koyun yahut kuş getirilir, kadın efsunlanır gibi o hayvana vücudunu sürterdi. Kadın vücudunu o kadar sürterdi ki, bundan dolayı ölmeyen hayvan pek nadir olurdu. Sonra kadın hücresinden çıkar, kendisine bir deve tezeği verilir, onu atardı. Bundan sonra artık istediği gibi güzel koku sürünebilir, süslenebilirdi[397] İmam Mâlik hadisin arapçasında geçen "tefteddu" kelimesinin cildi bir şeye sürmek olduğunu kaydeder.

Sahîhayn'da Ümmü Seleme'den —Allah ondan razı olsun— rivayet edildiğine göre bir kadının kocası öldü. Yakınları, o kadının gözlerine bir zarar gelmesinden korktular ve Hz. Peygamber'e (s.a.) gelip kadının gözlerine sürme çekme hususunda O'ndan izin istediler. Hz. Peygamber (s.a.): "Cahiliye döneminde sizlerden biri yas tutarken evinin en kötü odasında — yahut evindeki en kötü çulları içinde — bir sene geçirirdi. Yanından bir köpek geçince, bir deve tezeği atar, öylece kaldığı yerden çıkardı. Dört ay on gün çok mu?" buyurdu.[398]'

Yine Scthîhayrt'da Ümmü Atiyye el-Ensâriyye'den —Allah ondan razı olsun— rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) buyurdu ki: "Bir kadın bir ölüye üç günden fazla yas tutamaz. Ancak kocası için dört ay on gün yas tutar. Asb denilen çizgili Yemen kumaşı dışında boyalı elbise giyemez. Sürme çekemez. Güzel koku sürünemez; ancak hayızdan temizlendiği sıralarda bir parçacık kust (öd ağacı) denilen Hindistan buhurundan yahut tırnak buhurundan sürünebilir.[399]

Sünen-i Ebu Davud'da, Hasan b. Müslim —Safiyye bt. Şeybe —Hz. Peygamber'in (s.a.) hanımı Ümmü Seleme senediyle rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: "Kocası ölen kadın ne gerek aspurla, gerek kırmızı çamurla boyanmış elbise ve ne de süslü elbise giyinebilir. Sürme çekemez, kına ile saçlarını boyayamaz."'[400]

Yine adı geçen Sünen'de, İbn Vehb — Mahreme — babası — Muğîre b. Dahhâk — Ümmü Hakîm bt. Esîd — anası senediyle rivayet edildiğine göre, Ümmü Hakîm'in annesi olan bu hanımın kocası vefat etti. Kadıncağızın gözleri rahatsızdı. Bu sebeple gözlerine celâ —merhum Ahmed b. Salih: Doğrusu celâ sürmesi olacaktır, diyor— çekti. Bir cariyesini Ümmü Seleme'ye —Allah ondan razı olsun— gönderdi ve celâ sürmesi çekmenin hükmünü sordu. O da: "Onu gözlerine çekme. Ancak çok zor durumda kalırsan geceleyin çeker, gündüz silersin." diye haber gönderdi ve Ümmü Seleme başından geçen şu olayı orada nakletti: Kocam Ebu Seleme vefat ettiğinde Allah Rasûlü (s.a.) yanıma geldi. Gözlerime azvay (sabir) denen bir çeşit acı ağaç usaresi sürmüştüm. "Bu nedir? Ey Ümmü Seleme!" diye sordu. Ben de: "Azvaydır, ey Allah'ın Rasûlü! Kokusu yok." dedim. Bunun üzerine: "O, yüzü gençleştirir, güzelleştirir (yas tutttuğun için) onu ancak geceleyin sürün. Gündüz siler çıkarırsın. Saçma güzel koku sürme ve saçını kına ile boyama. Zira kına süs için kullanılan bir boyadır." buyurdu. "Peki ey Allah'ın Rasûlü, saçıma ne süreyim?" diye sordum. "Arabistan kirazı sür. Onunla başını kaplarsın." buyurdu.f

Bu hadisler pek çok hüküm içermektedirler. Sıralayacak olursak: Birinci hüküm: Yakınlık derecesi ne olursa olsun, bir ölüye üç günden fazla yas tutulmaz. Ancak bundan yalnızca koca müstesnadır.

Hadis, iki yas arasında şu iki yönden fark gözetmektedir:

1-  Vaciplik ve caizlik yönünden:  Koca için yas tutmak vacip, başkaları için yas tutmak caizdir.

2-  Yas müddetinin değeri bakımından: Koca için yas tutmak bir azimet (yapılması gereken vazife), başkaları için yas tutmak ise bir ruhsattır (izindir). Kocası ölen kadının yas tutmasının vacip olduğunda ümmet icmâ etmiştir. Ancak Hasan el-Basrî ve Hakem b. Uteybe'den aykırı görüş rivayet edilmiştir. Hammad b. Seleme'nin Humeyd'den rivayetine göre, Hasan el-Basrî: "Gerek üç talâkla boşanan ve gerekse kocası ölen kadınlar gözlerine sürme çekebilir, saçlarını tarayabilir, güzel koku sürünebilir, saçlarını kına ile boyayabilir, evinden ayrılıp oraya buraya gidebilir ve dilediğini yapabilirler." demiştir. Şu'be'nin rivayetine göre Hakem: "Kocası ölen kadın yas tutmaz." demiştir.

İbn Hazm: "Bu görüş sahipleri delil olarak şu hadisi ileri sürmüşlerdir." diyor ve sonra Ebu'l-Hasan Muhammed b. Abdusselam — Muhammed b. Beşşar — Muhammed b. Cafer — Şu'be — Hakem b. Uteybe — Abdullah b. Şeddâd b. Hâd senediyle şu hadisi kaydediyor: Allah Rasûlü Cafer b. Ebu Tâlib'in hanımma: "Üç gün olunca —yahut üç günden sonra— dilediğin gibi giyin." buyurdu. Metindeki tereddüt Şu'be'den kaynaklanmaktadır. İbn Hazm sonra Hammad b. Seleme — Haccâc b. Ertât — Hasan b. Sa'd — Abdullah b. Şeddâd kanalıyla şu hadisi kaydeder: Hanımı Esma bt. Umeys, Cafer'e ağlamak için Hz. Peygamber'den (s.a.) izin istedi. Hz. Peygamber (s.a.) ona üç gün izin verdi; "Üç gün geçince temizlen, gözüne sürme çek." diye haber gönderdi.

Yas tutulmaz görüşünde olanlar diyorlar ki: Bu hadis yas tutmayı buyuran hadisleri neshetmektedir, onlan geçersiz kılmaktadır. Zira bu, o hadislerden sonra buyurulmuştur. Çünkü Ümmü Seleme —Allah ondan razı olsun—yas tutma hadisini rivayet etmiş ve Hz. Peygamber'in (s.a.) bunu kocası Ebu Seleme'nin vefatının ardından kendisine emretmiş olduğunu söylemiştir. Ebu Seleme'nin Cafer'den önce vefat ettiğinde hiçbir görüş ayrığı yoktur. Allah her ikisinden de razı olsun. Âlimler ileri sürülen bu delile şöyle cevap vermişlerdir: Bu hadis rnunkatı'dır. Zira senetteki Abdullah b. Şeddâd b. Hâd[401] ne Allah Rasûlü'nden (s.a.) hadis işitmiştir ne de O'nu görmüştür. Şu halde onun hadisi, hiçbir kusuru bulunmayan sahih- müsned hadislere nasıl tercih edilebilir?[402] İkinci hadisin senedinde ise Haccâc b. Ertât[403] vardır ki onun hadisiyle hadis üstadlan olan sika, güvenilir imamların rivayet ettiği hadise nasıl karşı konabilir.

îkinci hüküm: Yas tutma aylarla iddet beklemeye bağlıdır. Hamileye gelince, hamileliği bitince, âlimlerin ittifakıyla yas tutmasının vacipliği de sona erer. Artık evlenebilir, süslenebilir (yeni evlendiği) kocası için güzel koku sürünebilir ve onun için dilediği gibi süslenebilir.

Soru: Hamilelik müddeti dört ay on günü aşarsa, yas tutmanın da vacip oluşu sona erer mi? Yoksa doğuma kadar sürer mi?

Cevap: Yas tutma doğuma kadar sürer. Zira yas tutma iddete bağımlı olan şeylerdendir ve bu yüzden iddet süresine bağlanmıştır; iddet hükümlerinden ve vaciplerinden biridir. Bundan dolayı var olmada da, yok olmada da onunla beraberdir (yani iddet varsa yas da var, iddet yoksa yas da yok).

Üçüncü hüküm: Müslüman-kâfir, hür- cariye ve küçük (ergenlik yaşına girmemiş) -büyük bütün hanımlar yas tutma konusunda eşittirler. Bu, cumhurun; Ahmed, Şafiî ve Mâlik'in görüşüdür. Ancak Eşheb ve İbn Nâfi': "Zimmî kadın yas tutmaz." demişlerdir ki, Eşheb bu görüşü Mâlikten de rivayet etmiştir. Bu ikinci görüş aynı zamanda Ebu Hanife'nin de görüşü olup, ayrıca ona göre küçük olan kadın da yas tutmaz.

Bu görüş sahipleri delil olarak demişlerdir ki: Hz. Peygamber (s.a.) yas tutmayı, Allah'a ve âhiret gününe inanan kimselerin hükümlerinden saymıştır. O halde buna kâfir kadın girmez. Çünkü o fıkhı hükümlerle (furü ile) mükellef değildir.

Diyorlar ki: Allah Teâlâ'nm mutlak genel ifade kullanmak yerine imanla sınırlı (mukayyed) husûsî ifade kullanması bu işin imanın hükümlerinden, gereklerinden ve vaciplerinden olmasını gerektirir. Sanki Allah, kim iman yolunu seçerse, işte bu iş de onun şerl görevlerinden ve üzerine vacip olan hususlardandır, buyurmuştur.

Gerçek şu ki, fiili, inananların işlemesinin helâl olmadığını belirtme kâfirlerden onun hükmünü kaldırmayı gerektirmediği gibi, aynı zamanda onların bunu işlemesini de gerektirmez. Yalnızca iman etmeyi ve imanın icabı olan şerl kuralları yerine getirmeyi kendisine bir yol olarak seçen kimseye işte bu husus helâl olmaz anlamını icabettirir. Her ne olursa olsun, iman etmesi ve imanın icabı olan şer'î kuralları yerine getirmesi gerekir. Ancak Sâri' (Kanun Koyucu, Allah) imanın icabı olan şer'î kurallarla, sadece kişi imana girdikten sonra, onu sorumlu tutmaktadır. Nasıl ki "Mü'minin namazı, haccı ve zekâtı terketmesi helâl değildir." sözü, bunun kafire helâl olduğunu göstermezse, burada da durum aynıdır. İpek giyme konusunda Hz. Peygamber'in (s.a.) :"Bu, takva sahiplerine yakışmaz."[404]' buyurması da ipek giymenin başkalarına yakışacağını (yani helâl olacağını) göstermez. "Mü'mine, lânetçi olmak yakışmaz."'[405] hadisinde de durum aynıdır.

Meselenin sırrı: Şeriatın koyduğu helâl haram ve farz kuralları, imanın temelini kabullenenler için konmuştur. îmanı kabullenmeyip dinleriyle başbaşa bırakılan kimseler, dinlerinin temeliyle başbaşa bırakıldıkları gibi, aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek üzere bizim mahkelerimize müracaat etmedikleri sürece, kabullendikleri dinin kuralları ile de başbaşa bırakılırlar. Bu kaidede âlimler görüşbirliği içindedirler. Fakat müslüman kocası ölen zimmî kadının yas tutmasının gerekliliğini ileri sürenlerin gerekçeleri şudur: Karısının yas tutması müslüman kocasının hakkıdır; zimmî kadına yas tutmayı zorunlu kılmak, koca açısından tıpkı iddetin temelinde olduğu gibi bir durum arzeder. Bundan dolayı bu görüşü savunanlar, zimmî kocasının iddetini bekleyen zimmî kadının, yas tutmasını zorunlu görmemektedir. Ayrıca bu iddeti içerisinde kadına istekte bulunulmaz. Böylece bu da zimmîlerin müslümanlarla yaptıkları akitler gibi olmaktadır. Zira her ne kadar birbirleriyle yaptıkları akitlerde zimmîlere ilişilmezse de, müslümanlarla yaptıkları akitlerde İslâm'ın hükümleriyle bağlı tutulurlar.

Bu görüşün savunucularına karşı çıkanlar diyorlar ki: Yas tutma, Allah Teâlâ'nm hakkıdır. Bundan dolayı kadın ile veliler ve kadına yas tutmamasını vasiyet etmek suretiyle ölen şahıs bu hazıkın düşmesinde hemfikir olsalar bile hak düşmüş olmaz ve kadının bu hakkı yerine getirmesi gerekli olur. Şu halde yas tutma ibadet durumundadır; zimmî kadın ise ibadete ehil değildir. İşte meselenin sirn budur.

Dördüncü hüküm: Efendileri ölen cariye ile ümmü veledin yas tutması vacip değildir. Çünkü onlar zevce değildirler. İbnu'l-Münzir: "Bu konuda âlimlerin ihtilâf etttiklerini bilmiyorum." diyor.

Soru:  Cariye ve ümmü veled üç gün yas tutabilirler mi?

Cevap: Evet, tutabilirler.  Çünkü nass (hadis) yalnızca kocadan başkasına üç günden fazla yas tutmayı haram ve kocaya dört ay on gün yas tutulmasını vacip kılmıştır. Böylece cariye ve ümmü veled, kendilerine yas tutmak haram yahut vacip olanlar arasına değil, yas tutmaları helâl olanlar arasına girmiştir.

Beşinci hüküm:

Soru: Boşanma, şüpheli cinsî ilişki, zina yahut istibrâ sebeplerininin birisinden ötürü iddet bekleyen kadına yas tutma vacip midir?

Cevap: Bu, hadislerin delalet ettiği hükümlerden beşincisidir: Sayılanlardan hiçbirisinin yas tutması gerekmez. Çünkü hadis hem olabilecek hususu hem de olamayacak hususu belirlemiş ve özellikle ölüler için yas tutmanın vacip olanını zevcelere, caiz olanını da onlar dışındakilere tahsis etmiştir. Bu iki durum dışında kalan ise, ölülere karşı yapılması haram olan şeylerin hükmüne dahildir.

Peki, bunun bâin talâkla boşanmış kadına yas tutmanın gerekli oluşu hükmüne dahil olduğunu neye dayanarak söylüyorsunuz? Saîd b. Müseyyeb, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, Ebu Hanife ve arkadaşları ile el-Hırakî'nin tercih ettiği iki rivayetten birine göre İmam Ahmed, bâin talâkla boşanmış kadının yas tutması vaciptir, demişlerdir ki, bu sırf kıyastan ibarettir. Zira kıyasa göre bu durumdaki kadın, nikâhtan ayrılmıştır, iddet beklemektedir. Bu yüzden kocası ölen kadın gibi yas tutması gerekir. Çünkü her ikisi de iddet konusunda birleşmiş, ancak iddetin sebebinde birbirlerinden ayrılmışlardır. Hem iddet, nikâhı haram kılmakta ve böylece nikâha götüren yollar da haram olmaktadır. Diyor ki: Kuşkusuz, yas tutma akılla anlaşılabilir şeylerdendir: Zîneti gösterme, güzel kokular sürünme ve güzel elbiseler giyinme kadını erkeklere, erkekleri kadınlara çeken hususlardandır. Bu yüzden kadının bunda acelecilik göstererek iddetinin sona ermesi konusunda yalan söylemesinden emin olunamayacağından buna götüren yollardan alıkonulmuş ve bu durumda (sedd-i zerîa prensibi gereği) açık kapı bırakılmayıp gedik tıkanmıştır. Hem kocanın ölümünün aşikâr olması ve iddetin sayılı günlerden ibaret bulunması sebebiyle çoğunlukla vefat iddeti konusunda yalan söyleme hemen hemen imkânsızdır. Ama boşanma iddetinde durum bunun aksinedir. Zira boşanma iddeti hayız (yahut hayızdan temizlenme) esas alınarak beklenir ki, bu da ancak kadın tarafından bilinebilir. Bu sebeple burada ihtiyatlı davranma daha uygundur.

Cevap: Alan Teâlâ , kullan için yarattığı zînetleri ve hoş nzıkları haram sayanları ayıplamış ve onlara bunu yasaklamıştır. Bu da gösterirki. Alan ve Rasûlü'nün (s.a.) haram kıldıkları dışında zineti,süslenmeyi haram kılmak caiz değildir. Alan Teâlâ, Peygamber'inin (s.a.) dilinden kocası ölen kadının iddet süresince tutacağı yas müddetince zînet kullanmasını haram saymıştır. Peygamberi de kadının kocasmdan başkası için zînet takınmayarak yas tutmasını mubah kılmıştır. Onun haram saydığından başkasını haram saymak caiz değildir. O şey aslî mübahlık üzere kalır. Yas tutma, iddetin gereklerinden ve ona bağlı şeylerden değildir. Bundan dolayı şüpheyle cinsî ilişki kurulan, zina edilen, istibrâsı beklenen, yahut ric'î talâkla boşanan bir kadının yas tutması vacip değildir; âlimler bu konuda görüş birliği içindedirler. İki iddet arasındaki hayız (yahut hayızdan temizlenme) konusunda miktar, yahut sebeb ve hüküm açısından farklılık bulunduğundan ötürü bu kıyas, (bâin talâkla boşanan kadını) kocası ölen kadına kıyasdan daha da uygundur. Hayız (yahut hayızdan temizleme) iddetinl, hayız (yahut hayızdan temizlenme) iddetinin hükmüne dahil etmek, hayız (yahut hayızdan temizleme) iddetini vefat iddetinin hükmüne dahil etmekten daha münasiptir. Ölen kocaya yas tutmaktan maksat, sizin söylediğiniz acelecilik göstermek değildir. Zira bu durumda beklenen iddet sırf rahmin boş olduğun bilmek için değildir. Bu sebeble zifaftan önce (koca ölse yine iddet) gerekir. Bu özellik, nikâh akdine saygı gösterme. Önem ve değerini ortaya koyma ve bu akdin Allah katında özel bir yeri bulunmasından dolayıdır. îddet, bu akit için bir dokunulmaz alan kılınmıştır ve bu maksadın tamama ermesi, pekişmesi ve ona daha fazla Özen gösterilmesi için yas tutma prensibi konulmuştur. Öyle ki, zevcenin kocasına yas tutması bizzat kendi babasına, oğluna, kardeşine ve diğer akrabalarına yas tutmasından daha yeğ tutulmuştur. İşte bu durum akde saygı gösterme, onu yüceltme ve bütün hükümleri açısından onunla zina arasındaki farkı pekiştirmekten kaynaklan-maktadır. Bundan dolayı zina ile arasındaki zıtlık gerçekleşsin diye başlangıçta ilan etme, şahit tutma ve def çalma; sonunda ve bitiminde ise iddet bekleme ve yas tutma meşru kılınmıştır ki, bunlar başka akitlerde prensip haline getirilmemiştir.

Altıncı hüküm: Yas tutan kadının kaçınması gereken hususla ilgilidir. Delile dayanmayan söz ve görüşlerin değil de, nassların belirledikleri dört tanedir:

Birincisi, güzel kokudur. Zira Hz. Peygamber (s.a.) sahih hadiste: "Güzel koku sürünemez." buyurmuştur. Yas tutmayı vacip görenlere göre bunun haramhğmda ihtilâf yoktur. Bundan dolayı Ümmü Habibe — Allah ondan razı olsun— babası Ebu Süfyan'a yas tutmaktan çıktığında güzel koku istedi ve elindeki fazlalığı yanındaki bir kıza sürdü. Sonra ellerini yanaklarına sürdü ve sonra da hadisi söyledi.

Güzel koku kavramı içine şunlar girer: Misk, anber, kâfur, şeşpençe, esans, yaban kedisi miski; göz otu, buhur, sorgun ağacı, gül, menekşe ve yasemin gibi çiçeklerden elde edilen güzel kokulu yağlar; gülsuyu, karanfil suyu, narenciye çiçeği suyu gibi güzel kokulu yağlardan sıkılan sular. Bunların hepsi güzel kokudur. Zeytinyağı, susamyağı ve sadeyağ buna dahil değildir. Yas tutan kadın bunlardan herhangi biriyle yağlanmaktan alıkonulmaz.

Yedinci hüküm: Yasak olan şeyler üç türlüdür.

Birinci tür: Vücudunu süslemesi. Yas tutan kadının saçına kına yakınması, makyaj yapması, tırnaklarına kına yakması, kırmızı boya (ruj) sürünmesi ve yüzüne üstübec (kurşun boyası) sürmesi haramdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) kına ifadesini kullanıp, ondan daha çok zînet anlamı taşıyan, daha büyük fitne unsuru olan ve yas tutmanın amacına daha zıt olan bu türlü süslenmelerin de (haramlığına) dikat çekti. Sürme de bunlardandır. Sürme kullanma açık ve sahih hadisle .yasaklanmıştır.

İçlerinde Ebu Muhammed îbn Hazm'm da bulunduğu seleften ve sonrakilerden bir grup ilim adamı, yas tutan kadın gözleri görmez olsa da ne gece ne gündüz sürme çekemez demişlerdir. Onların bu görüşünü Buhârî ve Müslim tarafından Ümmü Seleme'den aktarılan şu rivayet destekler: Bir kadının kocası vefat etti. Tanıdıkları kadının gözlerinin görmez olmasından korktular. Hz. Peygamber'e (s. a.) gelip sürme kullanması için izin istediler. Hz. Peygamber (s. a.) ise izin vermediği gibi, iki yahut üç kere "Hayır!" dedi ve sonra onlara cahiliye döneminde bu­sene boyunca tuttukları uzun ve meşakkatli yası hatırlatıp buna sabrettikleri halde, dört ay on güne sabredemezler mi diye sordu.'[406]' Kuşkusuz sürme, zînetin çok ileri bir şeklidir ve tıpkı güzel koku gibidir ve hatta ondan daha aşın bir süsleme usulüdür. Bazı Şâfiîler, karartmak için sürme kullanabilir demişlerdir ki, bu nassa ve anlatılmak istenene aykırı bir tasarruftur. Allah Rasülü'nün (s.a.) hükümleri, uzunlukla kısalığı ayırmadığı gibi, beyazlıkla karalığı da ayırmamaktadır. Böylesi kıyas, selefin şiddetle karşı koyduğu ve kötüledigi fasit re'yle kıyastır.

Mâlik, Ahmed, Ebu Hanife, Şafiî ve bu zatların takipçilerinin de aralarında bulunduğu âlimlerin çoğunluğu: "Şayet yas tutan kadın süs için değil de, tedavi için sürme kullanma zorunluluğu ile karşı karşıya kalırsa geceleyin kullanır, gündüz siler." demişlerdir.

Onların bu konudaki delilleri yukarıda geçen Ümmü Seleme (r.a.) hadisidir. Ümmü Seleme celâ sürmesi hakkında demişti ki: "Gözlerine sürme çekme. Ancak çok zor durumda kalırsan, geceleyin çeker, gündüz silersin." Delillerinden biri de Ümmü Seleme'nin (r.a.) aktardığı şu diğer rivayettir: Gözlerime azvay denen bir çeşit acı ağaç usaresi sürmüşken Allah Rasûlü (s.a.) yanıma geldi. "Bu nedir? Ey Ümmü Seleme!" dye sordu. Ben de: "Azvaydır, ey Allah'ın Rasûlü! Kokusu yok." dedim. Bunun üzerine: "O yüzü gençleştirir, güzelleştirir." deyip devamla: "Onu ancak geceleyin sürer, gündüz siler çıkarırsın." buyurdu. Ümmü Seleme'den gelen bu iki rivayet bir tek hadistir. Râviler parçalamıştır. Mâlik hadisin bu kadarını Muvatta'ma "Belâğ = Bana ulaştı ki..." ifadesiyle almıştır. Ebu Ömer Temhîd adlı eserinde bu hadisin çeşitli senetlerini zikretmiştir ki, bunlar birbirlerini takviye eder. Mâlik'in bu hadisi delil olarak kullanması da kâfidir. Sünen sahipleri hadisi kitaplarına almışlar ve imamlar onu delil olarak kullanmışlardır. Hadis en azından hasendir. Ancak Ümmü Seleme'nin bu hadisi görünüşte Buhârî ve Müslim tarafından müsned olarak kaydedilen yine Ümmü Seleme'nin kendisinen rivayet ettiği diğer bir hadise aykırıdır. Zira hadis kocası ölen kadının, her iki halükârda sürme kullanamayacağını göstermekte;dir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) gözlerinden şikâyetçi olan kadına ne gece , ne gündüz, ne zaruretten dolayı ne de başka bir sebepten ötürü sürme kullanması için izin vermiş; aksine iki yahut üç kere "Hayır!" cevabını vermiş, "ancak zorunlu kalırsan kullanabilirsin" dememiştir. Mâlik'in rivayetine göre Ubeyd'in kızı Safiyye, kocası Abdullah b. Ömer'in yasını tutarken gözlerinden rahatsızlanmış, gözleri neredeyse çapak bağlayacak hale geldiği halde sürme kullanmamıştı.'[407]

Ebu Ömer diyor ki: Bu hadis dış görünüş itibarıyla, geceleyin kullanılmasının mubah olduğunu ifade eden diğer Ümmü Seleme hadisine ve Hz. Peygamber'in (s.a.) mutlak bir tarzda iki -üç kere "Hayır!" demesine aykın düşmekteyse de, bence —Allah daha iyi bilir ya— iki hadisin birleştirilmesi şöyle olmalıdır: Allah Rasûlü'nün (s.a.) hakkında "Hayır!" dediği rahatsızlık —Allah daha iyi bilir ya— sürme kullanmayı zorunlu kılacak bir dereceye ulaşmamıştı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.) o kadına bu işi yasaklamıştı. Şayet kadın, gözünün görmez hale gelmesinden korkulacak şekilde sürme kullanma zorunluluğu ve ihtiyacı ile karşı karşıya kalsaydı, tıpkı, kendisine "Geceleyin sürün, gündüz sil." dediği kadına yaptığı gibi, elbette ona da sürme kullanmayı mubah kılardı. Kıyas da, bu yorumun doğruluğuna tanıklık eder. Zira usûlde zaruretler, sakıncalı olan şeyleri mubah hale çevirirler. Bu sebepten ötürü Mâlik, Ümmü Seleme'nin (r.a.) fetvasını sürme konusundaki müsned hadisin bir tefsiri saymıştır. Çünkü hadisi Ümmü Seleme (r.a.) rivayet etmiştir. Onun nazarında hadis sahihse.

muhalefet etmez. Kendisi hadisin anlam ve yorumunu daha iyi bilir. Kıyas da buna tanıklık eder. Zira bir şeye zorunlu ihtiyacı olan kimseye, zînet içinde müreffeh yaşayan kimsenin hükmü verilmez. îlaç ve tedavinin zînetle hiçbir alâkası yoktur. Yas tutan kacjına tedavi değil, yalnızca süslenmek yasaklanmıştır. Ümmü Seleme rivayet ettiği şeyi daha iyi bilir. Hem kıyas açısından da bu doğrudur. Fıkıhçılar bu görüştedirler. Mâlik, Şafiî ve fakihlerin çoğunluğu bu görüşü savunmaktadırlar.

İmam Mâlik (r.a.) Muvatta'mda kendisine ulaştığına göre, Salim b. Abdullah ile Süleyman b. Yesar'm kocası Ölen kadın hakkında şöyle dediklerini kaydeder: Gözlerindeki bir iltihaptan yahut kendisine isabet eden bir rahatsızlıktan dolayı gözüne zarar gelmesinden korkarsa, sürmenin içinde güzel koku olsa bile, gözlerine sürme çekip sürme ile tedavi olabilir, "[408] Ebu Ömer diyor ki: Çünkü amaç güzel koku sürünmek değil, tedavi olmaktır. Ameller niyetlere göredir.

İmam Şafiî, (r.a.) diyor ki: Azvay san renk verir, zînet olur. Güzel koku değildir, celâ sürmesidir. Ümmü Seleme (r.a.), kadma görülmediğinden ötürü geceleyin kullanması ve görüldüğünden dolayı da gündüz silmesi şartıyla izin vermiştir. Benzerleri de böyledir.

Ebu Muhammed İbn Kudâme, Muğnî adlı eserinde diyor M: Yas tutan kadının sürme taşıyla gözüne sürme çekmesi yasaklanmıştır. Çünkü onunla süslenme meydana gelir. Tutya, anzarot vb. şeylerin sürme olarak kullanılmasında bir sakınca yoktur. Zira bunlarda süslenme anlamı yoktur. Aksine bunlar gözü çirkinleştirir ve hastalığını artırırlar... Yüzü dışında bedeninin diğer yerlerine azvay sürmesi merLedilmez. Çünkü azvayın yalnızca yüze sürülmesi yasaklanmıştır. Zira yüze san renk verir ve böylece kınaya benzemiş olur. Bundan ötürü Hz. Peygamber (s.a.): "O, yüzü gençleştirir, güzelleştirir." buyurmuştur.

Ümmü Seleme hadisinden dolayı yas tutan kadının tırnaklarını kesmesi, koltuk altı kıllarını yolması, tıraş edilmesi mendup olan kılları tıraş etmesi, Arabistan kirazı denilen sidir ile yıkanması ve onunla saçlarını taraması yasak değildir. Çünkü sidir kullanmaktan maksat, güzel koku sürünmek değil, temizlenmektir. İbrahim b. Hânî en-Nisaburi, Mesûil adlı eserinde kaydeder ki: Ebu Abdillah (Ahmed b. HanbeU'e: "Kocası ölen kadın sürme taşı ile yüzüne sürme çekebilir mi?" diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir: "Hayır, çekemez. Ancak isterse, gözüne bir zarar gelmesinden korkup, şiddetli rahatsızlık duyduğunda azvay ile gözüne sürme çekebilir."

İkinci tür: Zînetli elbise. Yas tutan kadma, Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisine yasakladığı şeyler ve O'nun yasakladığından daha çok yasaklanmaya lâyık olan, veyahut O'nun yasakladığına denk olan şeyler haramdır. Sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.): "Boyalı elbise giyemez." buyurmuştur. Bu ifade aspur ve safranla boyanmış olanları ve diğer kırmızı, sarı, yeşil ve saf mavi ile boyanmış olanlan ve bütün güzelleştirme ve süsleme amacıyla boyanmış olan elbiseleri kapsar. Başka bir metinde: "Gerek aspurla, gerekse çamurla boyanmış elbise giyemez." buyrulmuştur.

Bunlardan başka iki tür daha vardır: 1- İzin verilmiş olan: Boya maddesi kanşmaksızm doğal şekliyle ipek, ibrişim, pamuk, keten, yün, deve tüyü yahut kıldan dokunan ya da çizgili aba kumaşlarında olduğu gibi, bükülmüş ipliği boyanmış olup da başkasıyla birlikte dokunan. 2-Meselâ siyah renkte olduğu gibi, boyamadan maksat süslenme olmaz veya çirkinleştirme yahut kiri örtüp kapama için boyama yapılırsa bu yasak değildir.

İmam Şâfü (r.a.) diyor ki: Elbisede iki zînet vardır: 1- Elbise giyeni güzelleştirir. 2- Ayıp yerleri örter. Ebliseler giyenler içir. bir zînettir. Yas tutan kadına vücudunu süslemek yasaklandığı halde ayıp yerlerini kapatmak yasaklanmamıştır. Her türlü beyaz elbise giymesinde bir sakınca yoktur. Çünkü beyaz, süsleyici değildir. Yün, deve tüyü, ipek vb. gibi boya maddesi kanşmaksızm doğal şekliyle dokunan her şey böyledir. Yine meselâ siyah renkte olduğu gibi boyamadan maksat süsleme olmayan veya çirkinleştirme yahut kiri giderme için boyanan her şey de böyledir. Elbisede yahut üzerindeki başka şeylerde süs ya da nakış bulunuyorsa, yas tutan kadın onu giyemez. Bu hüküm her hür yahut cariye, büyük yahut küçük, müslüman yahut zimmî kadın için geçerlidir[409]

Ebu Ömer diyor ki: Şafiî'nin (r.a.) bu konudaki görüşü, Mâlik'in görüşü gibidir. Ebu Hanife ise diyor ki: Boyalı olmasa da, yas tutan kadın süslenme kasdederse, gerek asb denilen çizgili Yemen kumaşından ve gerekse ipekten mamul elbise giyemez. Şayet boyalı elbiseyi zînet olarak giyinmeyi kastetmezse, onu giyinmesinde bir sakınca yoktur. Gözü rahatsız olursa, sürme olarak siyah ve başka renkleri kullanabilir. Gözünde rahatsızlığı olmazsa sürme çekemez.

İmam Ahmed (r.a.) ise Ebu Tâlib'in rivayetine göre diyor ki: İddet bekleyen kadın süslenemez, herhangi bir güzel koku sürünemez, zînet olarak gözüne sürme çekemez, içinde güzel koku bulunmayan herhangi bir yağ ile yağlanabilir, güzel kokmak için miske ve safrana yaklaşamaz.

Bir yahut iki talâkla boşanmış kadın, boşayan kocası kendisine yeniden döner ümidiyle süslenip bezenebilir.

Ebu Davud, Mesâil adlı eserinde Ahmed'in şöyle dediğini işittim, diyor: Kocası ölen, üç talâkla boşanan ve ihramlı olan kadınlar güzel koku ve zînnetten kaçınırlar.

Harb, MesâiVde anlatıyor: İmam Ahmed'e (r.a.):. "Kocası ölen ve boşanan kadınlar ipek olmayan aba giyebilirler mi?" diye sordum. "Kocası ölen kadın güzel koku sürünemez, zînetle süslenemez." dedi ve güzel koku hususunda aşırı derecede durdu. Ancak kadının hayızdan temizlendiğinde birazcık sürünebileceğini belirtti. Sonra: "Üç talâkla boşanan kadını, kocası ölen kadına benzettim. Çünkü kocasının ona geri dönme imkânı kalmamıştır." dedi. Sonra Harb, Üraraü Seleme'ye kadar uzanan senedi zikrederek diyor ki: Kocası ölen kadın asburla boyalı elbise giyemez, kına yakınamaz, gözlerine sürme çekemez, güzel koku sürünemez, güzel kokuyla saçlarını tarayamaz.

İbrahim b. Hânî en-Nisâburî, MesâiVde anlatıyor: Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel'e) kadının, iddeti içinde yüzüne peçe tutunmasının, yahut iddeti içinde yağlanmasının hükmünü sordum: "Sakıncası yok. Yalnızca kocası ölen kadının süslenmesi mekruhtur." cevabını verdi. Ebu Abdillah: "İçinde güzel koku bulunan her türlü yağla yaglanamaz." dedi.

İmam Ahmed, Şafiî ve Ebu Hanife'nin —Allah onlara rahmet eylesin— sözleri şu noktada toplanmaktadır: Giyilmesi yasak olan elbise —hangi türden olursa olsun— zînet elbisesi olandır. Kesinlikle doğru olan da budur. Çünkü kendisinden dolayı asbur ve kırmızı çamurla boyanmış olan elbisenin yasaklandığı mâna anlaşılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.) boyanın yanında özel olarak bunu, emsalinin ve yasaklanmaya daha lâyık olanların da yasaklandığını belirtmek için zikretmiştir. Bundan dolayı yükset fiatlı ve son derece şık olup da zînet maksadıyla giyilen pahalı, lüks ve süslü abalar ile beyaz elbiseler [yas konusunda) yasaklanmaya, boyalı elbiseden daha lâyıktırlar. Allah ve Rasûlü'nün (s.a.) maksadını anlayan herkes bunda kuşku duymaz. İş, Ebu Muhammed b. Hazm'ın dediği gibi değildir. O diyor ki: Tas tutan kadın yalnızca boyalı elbiselerden sakınır. Bundan sakındıktan sonra artık dilediği gibi tabii rengi icabı beyaz yahut sarı da olan boyanmamış ipek, aslî rengindeki deniz yünü... vs. giyinmesi mubahtır. Altından örülmüş yahut tamamı altın, gümüş, mücevher, yakut, zümrüt ve diğer kıymetli madenlerden dokunmuş zînet eşyası takınması da mubahtır. Kaçınması gereken yalnızca şu beş şeydir: 1- Her türlü sürme. İster zorunlu olsun, ister olmasın, isterse gözleri görmez olsun, ne gece ne gündüz sürme kullanabilir. 2- Gerek başa. gerek bedene yahut bunlardan biri üzerine giyinilen her türlü boyalı elbiseden sakınması farzdır. Bu konuda siyah, yeşil, kırmızı, san... vs. eşit konumdadır. Ancak yalnızca asb denilen Yemen mamulü nakışlı kumaştan yapılan elbise müstesnadır, onu giyinmesi mubahtır. 3- Her türlü kına ve makyaj boyalaıından sakınması da farzdır. 4- Saçlarını sadece tarakla tarama dışında taranıp süslenmekten de kaçınır. Sırf tarakla saçların taraması helâldir. 5- Güzel kokunun her türlüsünden kaçınması da farzdır, hiçtir güzel kokuyu üstüne yaklaştıramaz. Ancak yalnızca hayızdan temizlendiğinde bir parçacık kust (öd ağacı) denilen Hindistan buhurundan yahut tırnak buhurundan sürünebilir..." İşte tbn Hazm'ın zikrettiği bu beş şeyi kendi ifadeleriyle aktardık.

îbn Hazm'ın ne zînetle hiçbir alâkası olmayan siyah elbise giymesini haram sayıp, altın, gümüş ve mücevherattan mamul ateş gibi pinl pırıl parlayan elbiseyi mubah sayması ve ne de kiri yok etmek için kalın şekilde boyanmış elbiseyi haram sayıp güzelliği, zerafeti ve şıklığı göz kamaştıran ipek elbiseyi mubah sayması şaşılacak bir şeydir. Asıl şaşılacak olan "Bu, gerçekten Allah'ın dinidir; hiç kimsenin buna aykırı görüş ileri sürmesi helâl değildir." demesidir. Bundan daha garibi de Hz. Peygamber'in (s.a.) yas tutan kadına süslü elbise giymeyi yasaklayan sahih hadisine muhalefete kalkışmasıdır ve bundan da garibi, bu hadisi bu şekilde kaydettikten sonra: "Bu sahih değildir. Çünkü b. İbrahim b. Tahman rivayet etmiştir. O, zayıf bir râvidir. Hadis sahih olsaydı, elbette ona göre hüküm verirdik." demesidir. Ebu Muhammed b. Hazm'ın İbrahim b. Tahman'la ne alıp veremediği var acaba! Oysa bu zat, altı hadis imamının ittifakla hadislerini aldığı sika, güvenilir hadis hâfızlarındandır. Aralarında Buhârî ve Müslim'in de bulunduğu Sahih sahipleri onun hadislerini delil olarak kullanmakta ittifak etmişlerdir. Hadis imamları onun güvenilirliğine ve doğruluğuna tanıklık etmişlerdir. Onlardan herhangi birinden onun hakkında ne bir yaralama, ne bir tırmalama rivayet edilmiştir. Muhadd isi erden herhangi birinin, onun rivayet ettiği bir hadisi illetli bulduğu yahut onun sebebiyle hadisi zayıf saydığı asla görülmüş değildir. Benim de hazır bulunduğum bir derste üstadımız Hafız Ebu'l-Haccâc'a Tehztb'deki şu metin okundu: "İbrahim b. Tahman b. Saîd el-Horasânî Ebu Saîd el-Herevî: Herat'ta doğdu. Nisabur'a yerleşti. Bağdad'a gitti ve orada hadis rivayetinde bulundu. Sonra Mekke'ye yerleşti ve orada öldü." Tehzîb sahibi, sonra bu zatın kendilerinden hadis aldığı üstadlannı ve kendilerine hadis rivayet ettiği öğrencilerini, sonra da şunları kaydetti: Nuh b. Amr b. el-Mervezî, Sufyan b. Abdülmelik yoluyla İbn Mübârek'in onun hakkında: "Hadisi sahihtir.' dediğini nakleder. Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah onun hakkında Yahya b. Maîn'in "Sakıncası yok." dediğini nakleder, el-îclî de böyle demiştir. Ebu Hatim "Sadûk, hadisi hasen." diyor. Osman b. Saîd ed-Dârimî: "Hadiste sika idi. Sonra hadis imamları sürekli onun rivayet ettiği hadisi çok arzu eder, ona rağbet eder ve kendisinin sika olduğunu söylerlerdi." demiştir. Ebu Davud "sika" olduğunu söylemiştir. îshak b. Râhûyeh ise: "Hadisi sahih, rivayeti hasen (iyi) ve semâı bol biriydi. Horasan'da ondan çok hadise sahip kimse yoktu. Kendisi sika biridir. Cemâat (ana hadis kitapları müellifleri) ondan rivayette bulunmuştur." demektedir. Kadı Yahya b. Eksem: "Horasan, Irak ve Hicaz'da hadis rivayetinde bulunanların en seçkin, en güvenilir ve ilmi en geniş olanlanndandır." demiştir. el-Mes'ûdî diyor ki: Mâlik b. Süleyman'ın şöyle dediğini işittim: "İbrahim b. Tahman 168/784 senesinde Mekke'de vafat etti. Arkasında kendisi gibi birini bırakmadı."[410]

Sahabe —Allah onlardan razı olsun— bu nasslara uygun ve bu nassların anlam ve maksatlarını ortaya koyacak şekilde fetva vermişlerdir. Sahih bir rivayete göre İbn Ömer diyor ki: Yas tutan kadın gözüne sürme çekemez, güzel koku sürünemez, kına yakmamaz; asburlu, boyalı elbise ve çizgili aba giyemez, zînet eşyası ile-süslenemez, zînet maksadıyla bir şey takmamaz, yine zînet maksadıyla gözlerine herhangi bir türden sürme çekemez; ancak gözü rahatsız olursa sürme kullanabilir.

Abdürrezzak —Süfyan es-Sevrî —Ubeydullah b. Ömer —Nâfi' senetli sahih rivayete göre, îbn Ömer demiştir ki: Kocası ölen kadın güzel koku sürünemez, kına yakmamaz, gözlerine sürme çekinemez, boyalı elbise giyemez. Ancak asb denilen çizgili Yemen kumaşından gömlek giyinebilir.[411]

Sahih rivayete göre Ümmü Atiyye demiştir ki: Yas :utan kadın, asb dışında boyalı elbise giyinemez, güzel koku sürünemez. Ancak kust denilen Hindistan buhurundan ve tırnak buhurundan en asgarî sevtyede sürünebilir, zînet olarak gözlerine sürme çekemez.

îbn Abbas'm (r.a.): "Kocası ölen kadın,' güzel koku ve zînetten sakınır." dediği sahihtir.

Sahih rivayete göre Ümmü Seleme (r.a.) demiştir ki: Herhangi bir boyalı elbise giyemez, gözlerine sürme çekemez, süs eşyası takmamaz, kına yakmamaz, güzel koku sürünemez.

Mü'minlerin annesi Hz. Âişe (r.a.) diyor ki: Aspurla.boyanmış elbise giyemez, güzel koku sürünemez, gözlerine sürme çekinemez, süs eşyası takmamaz, isterse asb kumaşından mamul elbise giyebilir.

Peçeye gelince; el-Hırakî, Muhtasafmâa: "Kocası ölen kadın güzel koku, zînet, evinden başka bir yerde geceleme, sürme taşıyla gözüne sürme çekme ve yüzüne peçe takmaktan kaçınır." diyor. İmam Ahmed'den böyle açık bir ifade bulamadım.

Oysa İshak b. Hanî, Mesailinde diyor ki: Ebu Abdillah'a kadının iddeti içinde yüzüne peçe tutunmasının, yahut: iddeti içinde yağlanmasının hükmünü sordum. "Sakıncası yok. Yalnızca kocası ölen kadının süslenmesi mekruhtur." cevabını verdi. Lâkin Ebu Davud Mesailinde (Ahmed b. Hanbel'den naklen) kocası ölen, üç talâkla boşanan ve ihramlı olan kadınlar hakkında: "Güzel koku ve zînetten kaçınırlar." diyerek kaçınacağı şeyler konusunda, kocası ölen kadmı ihramlı kadınla bir tutmuştur. Bu söz dış görünüşü itibarıyla yas tutan kadının peçe tutunmaktan da kaçınmasını icabettirir. A.lah daha iyi bilir ya, her halde Ebu'l-Kâsım İmam Ahmed'in bu ifadesinden çıkarmıştır. Ebu Muhammed de el-Muğnî'de bu şekilde illetlendirmistir: Diyor ki: Bölüm üç: Yas tutan kadının kaçınması gereken şeyler: Peçe ve o anlamı taşıyan bürgü vs. Çünkü, iddet bekleyen kadın, ihramı kadına benzer. İhramlı ise bundan kaçınır. Yüzünü örtme ihtiyacı duyarsa, ihramlı kadının yaptığı gibi yüzü üzerine sarkıtır.

Soru: Peki, eğilmiş ipi boyanan sonra ondan dokunan kumaştan mamul elbise hakkında ne diyorsunuz? Onu giyinebilir mi?

Cevap: Bunda iki yön vardır. İkisi de el-Mv.ğni'de verilen ihtimallerdir: 1- Giymek haramdır. Çünkü çok güzel, çok pahalı olup güzellik için boyanmıştır. Bu yüzden dokunduktan^ sonra boyanan kumaşa benzemiştir. 2- Ümmü Seleme (r.a.) hadisindeki Allah Rasûlü'nün (s.a.): "Ancak asb kumaşından mamul elbise giyilebilir." sözünden dolayı haram değildir. Çünkü kadının zikrettiğine göre bu asb kumaşının önce eğilmiş ipi boyanır sonra dokunur. Usta d "Birincisi daha doğrudur." demiştir. Asb ise, doğru olan görüşe göre, kendisiyle kumaş boyanan bir tür bitkidir. Süheylî diyor ki: Vers (ala çehre, yahut Yemen safranı denen bitki) ve asb yalnız Yemen'de yetişen iki bitkidir. Hz. Peygamber (s.a.), yas tutan kadının asb ile boyanmış elbise giymesine izin vermiştir. Çünkü kırmızı ve sarı gibi güzelleştirme gayesi dışında boyanmış anlamındadır. Şu halde dokunduktan sonra boyanan kumaşta zînet meydana geldiği gibi, önce eğilmiş ipi boyananla da zînet ortaya çıktığı halde onun giyilmesini caiz görmenin bir anlamı yoktur. En iyi bilen Allah'tır. [412]


[396] Deve tezeği atmakla ne kasdedildiğinde ihtilâf edilmiş, kimileri böyle yapmakla kadm, iddeti deve tezeği gibi attım, demek istiyor demişler; kimileri, kadm, bekleyişinin ve bu bekleme sırasında basma gelen belanın attığı o deve tezeği mesabesinde olduğunu söylemek ister ve böylece bu işi değersiz gördüğünü ve kocasının hakkına saygı gösterdiğini ifade eder demişler ve kimileri de böyle bir şeye bir daha dönmeme^ İçin uğur getirsin diye tezek attığını söylemişlerdir. Bk. Şevkâni, Neylul-Evtâr, 6/330.,

[397] Mâlik, Muvatta, 2/596, 598 ; Buhâri, 68/46 : Müslim, 1486, 1487, 1488, 1489.   274

[398] Buhâri, 68/47, 76/18; Müslim, 1488.

[399] Buhâri, 68/48, 49, 6/12 ; Müslim, 938 (2/1127).

[400] Ebu Davud, 2304 ; Nesâî, 6/203, 204. Senedi sahihtir.

[401] Ebu Davud, 2305 ; Nesâî, 6/204. Senidendeki Muğîre b. Dahhâk'ı ibn Hibbân'dan başkası sika saymamıştır. Ümmü Hakîm ile onun annesinin hali bilinmemektedir. Abdulhak el-tşbilî el-Ahkâm adlı eserinde Ebu Davud'dan aktarmış ve: "Bu haddisin maruf bir senedi yoktur." demiştir.

[402] Hadisin râvüeri   sikadır.  Ancak  mürseldir.   Çünkü  Abdullah b.   Şeddâd  Allah Rasûlü'nden (s.a.) hiçbir şey işitmemiştir.

[403] Haccâc b. Ertât, çok hata ve tedlîs yapan biri olarak   tanınır ve burada da mu'an'an rivayette bulunmuştur.

[404] Buhâri, 72/12 ; Müslim, 2075.

[405] Müslim, 2597.

[406] Müslim, 2537.

[407] Mâlik, 2/599. Senedi sahihtir.

[408] Şafiî, el-Omm, 5/232.

[409] Aynı yer; küçük değişikliklerle.

[410] Tehzibu'l-kemâl, 57, 58.

[411] Abdürrezzak, 12115; Beyhaki, 7/440.

[412] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/272-288.