๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2011, 13:36:11



Konu Başlığı: Peygamberimizin hutbe esnasındaki tavırları
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2011, 13:36:11
6— Hz.  Peygamber'in (s.a.) Hutbe Esnasındaki Tavırları:

 

Hutbeye çıktığı zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artar; sanki heyecanlı heyecanlı: "Düşman üstünüze sabah-akşam saldırmak üzeredir" diye haber vererek bir orduyu uyanyormuşçasma bir hal alır, ardından: "Benim peygamber olarak.gönderilmemle kıyamet arasındaki müddet şu ikisi gibidir." buyurur, işaret ve orta parmaklarını birbirine yanaştırır ve derdi ki: "Şüphesiz sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. En iyi yol Mu-hammed'in yoludur, işlerin en fenası uydurulup dine katılan bid'atlerdir. Her bid'at sapıklıktır." Sonra da şöyle buyururlardı: "Ben, her mümine kendi canından daha yakın, daha lâyıkım. Kim vefat eder, geride bir mal bırakırsa ailesine kalır. Kim de bir borç yahut çoluk çocuk bırakırsa borcu­nu ben öder, çoluk çocuğuna ben bakarım." Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.[1032]

Müslim'in aynı hadisi başka lafızlarla naklettiği diğer bir rivayette "Hz. Peygamber (s.a.) cuma hutbesinde Allah'a hamdeder, O'na övgüler söyler; sonra bunun peşinden yüksek sesle konuşmayabaşlardi..." deniliyor ve ha­disin geri kalan kısmı zikrediliyor.

Hadisin diğer bir rivayet şekli de şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.) Al­lah'a hamdeder, O'na lâyık olduğu şekilde övgüler söyler, sonra: "Allah kimi doğru yola iletirse, onu hiç kimse sapıtamaz. Sapıttığını da hiç kimse doğru yola iletemez. Sözlerin en iyisi Allah'ın Kitabıdır."

Nesâî'nin naklettiği diğer bir lafız ise şöyledir: "Her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık cehennemdedir."

Hamd, övgü ve şehadetten sonra hutbelerinde "Eramâ ba'du" der­di.[1033]

Hutbeyi kısa tutar, namazı uzatır, çokça zikreder ve az sözle çok ma­na ifade eden kelimeler seçerdi. "Doğrusu kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhını ( = ince anlayış sahibi olduğunu) gösterir." buyururdu.'[1034]

Hutbede, ashabına İslâm'ın prensiplerini ve şer'î kanunları öğretir; hutbe söylerken içeri giren sahabîye iki rekât namaz kılmasını emretmesinde[1035] olduğu gibi, şayet hutbe esnasında emredilmesi yahut yasaklanması gere­ken bir durum ortaya çıkarsa onlara yapmalarını yahut yapmamalarını em­rederdi.

İnsanların omuzlarına basa basa ileri geçmeye çalışan kimseyi menede-rek oturmasını emretmiştir.[1036]

O esnada ortaya çıkan bir ihtiyaçtan dolayı yahut ashabından birisinin soru sorması üzerine hutbeyi keser, ona cevap verir, sonra kaldığı yerden hutbesine devam eder, tamamlardı.

Bazan gerek duyarsa minberden iner sonra geri dönerek hutbesini ta­mamladığı da olurdu. Nitekim bir keresinde torunları Hasan ile Hüseyin'i (r.anhümâ) almak için minberden inmiş, onları kucaklayıp minbere çıkart­mış ve hutbesini tamamlamıştır.[1037]

Hutbe esnasında bir adama: "Ey falan, buraya gel! Ey falan, otur! Ey falan, namaz kıl!" diye seslendiği olurdu.

Duruma göre ashabına hutbede emirler verirdi. Aralarında sıkıntı için­de, ihtiyaç sahibi birini görünce onlara, o kişiye sadaka vermelerini emre­der ve buna teşvikte bulunurdu.[1038]

Hutbe esnasında Allah Teâlâ'yı anarken ve O'na dua ederken işareti parmağı ile işaret ederdi.[1039]                                                                     

Yağmur yağmadığı için kuraklık başgösterince hutbede ashabı için yağ-' mur duası ederdi."[1040]

İnsanların toplanması için biraz zaman tanırdı. Halk toplandığında tek başına onların yanına çıkardı. Böyle anlarda Önünde tellallık yapacak bir çavuşu yoktu, ne başına ne omuzlarına şal atardı, ne de siyah giyerdi. Camiye girince, orada bulunanlara selâm verirdi. Minbere çıktığında yüzü­nü halka çevirir, selâm verirdi. Kıbleye yönelik dua etmezdi. Sonra oturur, Bilâl ezana başlardı. Ezan bitince Hz. Peygamber (s.a.) ayağa kalkar; bir haber vermek gibi herhangi bir şeyle ezan ile hutbe arasını ayırmaksızın hutbeye başlardı.

Eline ne bir kılıç alırdı ne de başka bir şey. Minber yapılmadan önceler!

bir yay'a yahut bastona dayanırdı. Savaş halinde yay'a, cumada ise basto­na dayanırdı.[1041] Kılıca dayandığına dair herhangi bir nakil yoktur. Bazı cahillerin, Hz. Peygamber (s.a.) daima kılıca dayanırdı, bunun sebebi ise dinin kılıçla ayakta durduğunu göstermektir, şeklindeki zanları aşırı ceha-letlerindendir. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.) minber yapıldıktan sonra kılıç, yay gibi herhangi bir şeyle, minber yapılmadan önce de elinde kılıç minbere çıktığına dair hiçbir nakil yoktur. O yalnız ve yalnız bir bastona yahut yaya dayanarak hutbe okurdu.

"Minberi üç basamaklıydı. Minber yapılmazdan önce bir hurma kütü­ğüne dayanarak hutbe okurdu. Minbere geçince hurma kütüğü acı acı inle­di, bütün camide bulunanlar işitti. Hz. Peygamber (s.a.) minberden inip onu kucakladı.[1042] Enes diyor ki: "Hurma kütüğü, daha önce dinler ol­duğu vahyi dinleyemez olduğundan ve Hz. Peygamber'in (s.a.) yakınlığım kaybettiğinden acı acı inlemiştir."                                             

Minber mescidin ortasına konmadı, batı tarafına duvara yakın bir ye­re yerleştirildi. Minberle duvar arasında bir koyun geçecek kadar boşluk bırakılmıştı.[1043]                                                                           

Hz. Peygamber (s.a.) cuma dışında onun üzerine oturduğunda yahut cumada ayakta hutbe okurken, ashabı yüzlerini O'na doğru çevirirlerdi, Hz. Peygamberin'in (s.a.) mübarek yüzü hutbe esnasında onların kıblesi olurdu.                                                                                                       

Ayağa kalkar, hutbe okur; sonra birazcık oturur, tekrar ayağa kalkar ikinci hutbeyi okurdu. İkinci hutbe bitince Bilâl kamet getirmeye başlardı. Halka, kendisine yaklaşmalarını ve susup dinlemelerini emrederdi. Bir adam yamndakine "sus" derse boş konuşmuş olacağım bildirir[1044]: "Boş konu­şan cuma sevabından mahrum kalır" b uçururlar di.[1045] Yine buyururlardı ki: "Cuma günü imam hutbe okurken konuşan, kitap taşıyan merkep gibij-dir. Yanmdakine, sus diyene cuma sevabı yoktur." Bu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir.[1046]

Übey b. Kâ'b anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) Cuma günü ayakta Tebâ-reke sûresini okudu. Bize, Allah'ın günlerini hatırlattı. Ebu'd-Derdâ yahut Ebu Zer bana kaş göz edip duruyor "Şu sûre ne zaman indirildi? Şimdiye kadar işitmemiştim" diyordu. Übey, kendisine soru soran zata sus diye işaret etti. Namazdan dağılınca o zat, Übeyy'e "Sana, şu sûre ne zaman indirildi diye sordum, söylemedin!" dedi. Bunun üzerine Übey: "Bugün, namazından hiçbir sevap elde edemedin, boş sözden başka." diye karşılık verdi. O zat, Hz. Peygamber'e (s.a.) gitti, durumu anlattı ve Übeyy'in kendisine söylediği sözleri de nakletti. Allah Rasûlü (s.a.): "Übeyy doğru söylemiş." buyurdular[1047] Bu hadisi İbn Mâce ve Saîd b. Mansûr naklet-mişlerdir, aslı Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde mevcuttur.

Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyorlar ki: "Cumaya üç kısım insan gelir: 1) Cumaya gelir boş yere konuşur. İşte onun cumadan nasibi budur. 2) Biri de gelir dua eder. İşte bu, Allah'tan (c.c.) bir şey istemiş bir kimsedir. Allah dilerse isteğini verir, dilerse vermeyiverir. 3) Diğer biri de gelir sükût eder dinler; hiçbir müslümanın üzerinden atlayıp ileri geçmez, kimseyi in­citmez, sıkıntı vermez. İşte bu davranışlar o cuma ile peşinden gelen cuma­ya ve ondan sonraki üç güne kadar işlenen (küçük) günahlara keffarettir. Çünkü Allah Teâlâ 'Kim bir iyilik yaparsa kendisine on katı verilir.[1048] buyurmaktadır."[1049] Bu hadisi Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davud rivayet etmişlerdir. [1050]


[1032] Müslim, 867; Nesâî, 3/188,  189.

[1033] Buharı, 11/29. Emmâ ba'du: Sözlük anlamıyla "Şimdi, bundan sonra" demek olan bu söz, "Şimdi asıl maksada gelelim" anlamında kullanılmaktadır.

[1034] Ahmed, Müsned, 4/263; Müslim, 869. Müslim'in rivayetinde şu ilâve vardır: "Namazı uzatın, hutbeyi kısa tutun. Şüphesiz öyle anlatımlar var ki büyüleyicidirler."

[1035] Buharı, U/33; Müslim, 875; Ebu Davud, 1115; Nesâî, 3/103; îbn Mâce, 1162. Câ-bir b. Abdullah'ın rivayet ettiği bu hadiste deniyor ki: Cuma günü Hz. Peygamber (s.a.) hutbe okurken içeri bir adam girdi. Hz. Peygamber (s.a.) ona sordu: "Namaz kıldın mı?" Adam; "Hayır" cevabını verince: "O halde iki rekât kıl." buyurdu.

[1036] Ebu Davud, 1118; Nesâî, 3/103. Ebu'z-Zâhiriyye Hudeyr b. Küreyb anlatıyor: Bir cuma günü Hz. Peygamber'in (s.a.) ashabından Abdullah b, Büsr'ün yanında idik. İnsanların omuzlarına basa basa bir adam geldi. Bunun üzerine Abdullah b. Büsr dedi ki: Cuma günü Hz. Peygamber (s.a.) hutbe okurken adamın biri insanların omuzlarına basa basa (öne) geldi. Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Otur, sıkıntı verdin" buyurdu. Rivayetin isnadı hasendir.

[1037] Tirmizî, 3776; Ebu Davud, 1109; Nesâî, 3/108; tbn Mâce,  1600. tsnâdı hasendir.

[1038] Müslim, 1017. Cerîr b. Abdullah el-Becelî anlatıyor: Günün evvelinde Allah Rasûlü (s.a.) ile birlikteydik. Kaplan derisi gibi benekli yün elbiseleri yahut abaları yırtık, kılıçlarını kuşanmış, yalın ayak, çıplak ve çoğunluğu hatta hepsi Mudar kabilesin­den olan bir topluluk Hz. Peygamber'in (s.a.) yanma geldi. Onlarda gördüğü yok­sulluktan dolayı Allah Rasûlü'nün (s.a.) yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine içeri girdi, sonra çıktı. Bilâl'e emretti, Bilâl ezan okuyup kamet getirdi. Hz. Peygamber (s.a.) namaz kıldırıp: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan Rabbinİzden kor­kun... Allah üzerinizde gözcüdür." (Nisa, 4/1) ve Haşr süresindeki: "Ey iman edenler Allah'tan korkun. Herkes yarın için önden ve gönderdiğine baksın." (Haşr, 59/18) âyetlerini okudu ve şöyle buyurdu: "Allah'tan korkun. Herkes dinar, dir­hem, elbise, bir sa' buğday, bir sa' hurma... yarım hurma da olsa sadaka olarak versin." Ensâr'dan bir adam avucunun zor aldığı, hatta avucuna sığmayan bir kese getirdi bıraktı. Sonra insanlar birbirini takip etti. Öyle ki yiyecek ve giyecekten olu­şan iki yığın oluştuğunu gördüm. Allah Rasûlü'nün (s.a.) sevinçten yü2ünün parıl parıl gümüş gibi parladığmi gördüm. Allah Rasûlü (s.a.) bunun üzerine şöyle buyur­du: "İslâm'da kim güzel bir çığır açarsa o kimseye hem açtığı bu çığırın mükâfat!, hem de ondan sonra o çığırı takip edenlerin mükâfatı -onların mükâfatlarından bir-şey eksiltilmeksizîn- verilir. Kim de İslâm'da kötü bir çığır açarsa o kimseye hem açtığı bu çığırın günahı, hem de ondan sonra o çığırı takip edenlerin günahı -onların günahlarından birşey eksiltilmeksizin- verilir."

[1039] Müslim, 874; Ebu Davud, 1104; Nesâî, 3/108: Umâre b. Ruaybe, Bişr b. Mervân'-ın minberde ellerini kaldırdığını görünce: "Allah, şu elleri fena yapsın. Allah Rasü-lü'nü (s.a.) gördüm; eliyle şöyle yapmaktan fazla birşey yapmazdı" diyerek parma­ğıyla işaret parmağını gösterdi.

[1040] Buharı, H/35; Müslim, 897; Enes b. Mâlik anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.) devrin­de insanlar arasında kıtlık başgösterdi. Hz. Peygamber (s.a.) cuma günü hutbe okurken bir a'râbî ayağa kalkıp: "Ey Allah'ın Rasûlü! Mallar helak oldu, çoluk-çocuk aç kaldı. Allah'a bizim için dua et." dedi. Bu istek üzerine Hz. Peygamber (s.a.) elleri­ni göğe kaldırdı. Gökte bir parça bulut bile göremiyorduk. Canım elinde olan Al­lah'a yemin ederim ki, Hz.

Peygamber (s.a.) ellerini indirir indirmez dağ gibi bulut­lar gözüktü. Daha o minberden inmeden sakalından yağmur aktığını gördüm. O gün, ertesi gün, daha sonraki gün... ve ta ertesi cumaya kadar yağmur yağdı. O a'râbî (yahut başka biri) kalkıp: "Ey Allah'ın Rasûlü! Binalar yıkıldı, mallar suya gömüldü. Bizim için Allah'a dua et." dedi. Hz. Peygamber (s.a.) ellerini kaldırıp: "Allah'ım! Üzerimize değil, etrafımıza yağdır." diye dua etti. Eliyle bulutun neresi­ne işaret ederse o taraf mutlaka açılıyordu. Mediue ova gibi oldu. Bir ay boyunca vadi su kanalı gibi aktı.  Nereden bir kimse gelse sağnak yağışından sözetti.

[1041] Ebu Davud, 1096, 1145. Hafız ibn Hacer'in Telhîs'de (2/65) söylediği üzere hadisiâ senedi hasendir. İbn Huzeyme ise sahih saymıştır.                                                \

[1042] Buharı, 61/25; Tirmizî, 505; Nesâî, 3/102; İbn Mâce, 1417 ve 1415; Tirmizî, I416İ 1414, 3631. Bu hadis şu sahabîlerden rivayet edilmiştir: İbn Ömer, Câbir, Enesİ Sehl ve Übey b. Kâ'b. Bk. İbn Kesîr, Şemâilu'r-Rasûl, s. 239, 251.                 

[1043] Buharî, 8/91; Müslim, 509; Ebu Davud,  1082.                                 

[1044] Buharı,  11/36; Müslim, 851; Ebu Davud,  1112; Nesâî, 3/104;  İbn Mace 1110

[1045] Yukarıda geçti. Bk. dipnot: 23.

[1046] Ahmed, 3/203, İbn Abbas'tan. Senedi zayıftır. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid'de (2/184) kaydetmiş ve ilâve olarak Bezzâr ile'Taberânî'nin (Evsat'ta) rivayet ettiklerini söyle­miştir.

[1047] Ahmed, Müsned, 5/143; îbn Mâce, 1111. İsnadı hasendir. Ayrıca benzeri bir hadisi de îbn Hibbân (577) rivayet etmiştir. Bk. Mecmau'z-Zevâid, 2/184.

[1048] En'âm, 6/160

[1049] Ahmed, Müsned, 2/214; Ebu Davud,  1113. İsnadı hasendir.

[1050] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/398-402.