๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2011, 15:03:59



Konu Başlığı: Nafakanın para ile takdiri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2011, 15:03:59
c) Nafakanın Para İle Takdiri:

 

Nafakanın para (dirhem) ile takdiri konusuna gelince, bu konuda ne Allah'ın kitabında, ne Hz. Peygamber'in sünnetinde, ne sahabîlerden ne de tabiîn ve tebe-i tabiînden hiçbir kimseden bir dayanak, bir asıl bulunmamaktadır. Mezheb imamlarından ve diğer İslâm müctehidlerinden hiçbirisinden konu ile ilgili bir beyan da yoktur. İşte önceki nesillerin haberlerini nakleden kitaplar, sünenler, mezhep imamlarının sözleri hep önümüzdedir. Bunlardan herhangi birisinin nafakayı para ile takdir ettiğini bize gösteriniz. Yüce Allah akraba, zevce ve köle nafakalarını "maruf şekilde olacaktır" diye vacip Mlmıştır. Para ile takdirine gitmek maruf değildir. Şeriat sahibinin beyan etmiş olduğu marufun ölçüsü, kişinin yediğinden ona da yedirmesi, giydiğinden ona da giydirmesidir; bunun ötesinde maruf bir şey yoktur. İnfakta bulunacak kimse üzerine para takdirinde bulunmak maruf değil, münkerdir; para, ne vâcibdir ne de onun bedelidir. Takarrür etmemiş ve mâlik olunmayan bir şey karşılığında bedel almak caiz değildir. Çünkü akraba ve zevce nafakası gün be gün vacib olmaktadır. Eğer takarrür etmiş olsaydı, bu durumda nafaka karşılığında, nafaka yükümlüsü olan kocanın ve akrabanın rızası olmadan muâvazaya gitmek sahih olmayacaktı. Çünkü para aslî vâcibden bedel kılınacaktır. Aslî vâcib ise İmam Şafiî'ye göre buğday, çoğunluk ulemaya göre de mutad olan yiyecek maddesidir. Bu durumda yükümlünün rızası olmadan, bunun karşılığında para ile ödemede bulunmasına onu icbar etmek nasıl doğru olabilir?! Bu konuda Sâri* Teâlâ'dan gelen bir icbar bulunmamaktadır. Bu, şer'î kaidelere, imamlann beyanlarına, halkın çıkarlanna muhaliftir. Ancak nafaka yükümlüsü ile alacaklısının karşılıklı anlaşmaları durumunda, bu caiz olabilir. Kaldı ki, zevcenin vacib olan nafaka karşılığında bedel almasının cevazı konusunda Şafiî mezhebiyle diğerleri arasında bilinen görüş ayrılığı bulunmaktadır. Buna göre: "Kadın nafakası karşılığında bedel alamaz. Çünkü kadının nafakası, kocanın zimmetinde bedel olarak sabit olan yiyecektir; dolayısıyla selem akdindeki akit mevzuunda da olduğu gibi, kabzetmeden önce onun karşılığında bedel alması mümkün değildir. Buna göre, nafaka karşılığında ne para ne elbise ne de bir başka şeyle asla bedel alma mümkün olmaz. Bazılan da ekmek ve un haricinde başka şeylerle bedel alma yoluna gidilebileceğini, un ve ekmekle bedel almaya gitmenin ise riba olacağını söylemişlerdir. Tabiî, bu durum, geçmiş günlerin nafakası karşılığında bedel almayla ilgilidir. Eğer sözkonusu olan gelecek günlerin nafakası karşılığında bedel alma yoluna gitmek ise, bu durumda onlara göre tek görüş olarak bu sahih değildir. Çünkü gelecek günlerin nafakası, her. an düşebilir ve takarrür edip etmeyeceği bilinemez. [93]

 
d) Hz. Peygamberin (s.a.) Kocanın NafakaYükümlülüğünü Yerine Getirememesi Durumunda, Kadının Kocasından Ayrılmasına İmkân Veren Hükmü île Ügili Rivayetler:

 

Buhârî, Salih'inde Ebu Hureyre hadisinde nakleder: Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: "En üstün sadaka, zenginlik bırakan — başka bir lâfızda— varlıklı iken yapılan sadakadır. Veren el, alan elden daha hayırlıdır. Bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla!" buyurmuştur. Karın sana: "Ya beni doyurursun, ya da boşarsın!" der. Kölen: "Beni doyur ve çalıştır!" der. Oğlun: "Beni doyur! Beni kime terkediyorsun!" der. Ebu Hureyre'ye etrafındakiler: "Bu (sonraki) sözleri Hz. I'eygamberden mi işittin?" diye sorarlar. O: "Hayır! Bunlar, Ebu Hureyre'nin dağarcığın-dandır." diye cevap verir.[94]'

Nesâî, bu hadisi kitabına almıştır. Orada Hz. Peygamber (s.a.): "Bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla!" buyumr. Birisi: "Kime bakmakla yükümlüyüm, Yâ Rasûlallah!" diye sorar, Hz. Peygamber de: Karın sana: "Beni doyur! Yoksa boşa!" der. Kölen: "Beni doyur ve çalıştır!" der. Oğlun: "Beni doyur! Beni kime terkediyorsun!" der. buyurur. Nesâî'nin kitabının bütün nüshalarında bu böyledir ve hadisin senedi: Saîd b. Eyyûb — Muhammed b. Aclân — Zeyd b. Eşlem — Ebu Salih — Ebu Hureyre şeklindedir. Saîd ve Muhammed, her ikisi de sikadırlar.'[95]

Dârakutnî, Ebu Bekir eş-Şâfiî — Muhammed b. Bişr b. Matar — Şeybân b. Ferrûh — Hammâd b. Seleme — Asım — Ebu Salih — Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamberin (s.a.): "Kan kocasına: "Beni doyur! Yoksa boşa!" der... (Hadisin devamını zikreder) buyurduğunu rivayet eder.'[96]'

Yine Dârakutnî, Osman b. Ahmed b. es-Semmâk ve Abdulbâkî b. Kani' ve İsmail b. Ali — Ahmed b. Ali el-Hazzâz — İshâk b. İbrahim el-Bârudî — İshâk b. Mansûr — Hammâd b. Seleme — Yahya b. Saîd senediyle, Saîd b. Müseyyeb'den, karısının nafakasını temin edecek durumda olmayan adam hakkında: "Araları ayrılır." dediğini rivayet eder.[97] Yine o, Hammâd b. Seleme'ye kadar aynı senedle, ondan sonra da sırasıyla Asım b, Behdele — Ebu Salih — Ebu Hureyre (r.a.) vasıtasıyla aynısını Hz. Peygamber'den rivayette bulunmuşturP[98]

Saîd b. Mansûr, Sünen'inde (Süfyân — Ebu'z-Zinâd ) vasıtasıyla Ebu'z-Zinâd'm şöyle dediğini nakleder: Said b. Müseyyeb'e, nafaka temininden aciz bir adamın karısından ayrılıp ayrılmayacağını sordum. O: "Evet!" dedi. Ben: "Sünnet mi?" dedim. O: "Sünnet." dedi. Onun bu ifadesi, Rasûlullah'ın sünnetine yorulur. Hiç olmazsa bu, İbnu'l-Müseyyeb'in mürsellerinden birisi kabul edilir.

Fukaha bu meselenin hükmü hakkında ihtilâf etmişlerdir:

1  — Koca nafakasını temin etmek ya da boşamak üzere icbar edilir. Süfyân b. Yahya b. Saîd el-Ensârî, Îbnü'l-Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder: "Kişi, karısına infak edecek bir şey bulamadığında, onu boşaması için icbar edilir."

2— Kadını koca aleyhine hâkim boşar. Bu görüş İmam Mâlik'e aittir. Ancak o şöyle der: Hâkim, nafakanın temin edilememesi durumunda bir ay kadar tecil eder. Müddet dolduğunda, kadın hayız halinde ise, temizleninceye kadar geciktirilir. Mehir konusunda ise iki yıl mühlet verilir; sonra hâkim kadını, koca aleyhine olmak üzere ricl talakla boşar. Eğer iddet içerisinde, kocanın maddî durumu düzelirse, karısına rücû etme hakkı bulunmaktadır.

Bu hususta İmam Şafiî'nin iki görüşü vardır:

1— Zevce muhayyer bırakılır;  eğer dilerse, kocasıyla kalır ve veremediği nafaka, kadın lehine kocanın zimmetinde borç olarak sabit olur. İmam Şafiî'nin tabileri ise: "Bu durum, zevcenin kendisini kocasına teslim etmesi durumunda sözkonusudur. Eğer kendisini kocasına teslim etmiyorsa, bu durumda nafaka düşer; eğer kadın dilerse nikâhı fesheder." demişlerdir.

2— Zevcenin nikâhı fesih hakkı yoktur. Ancak koca, hayatını kazanabilmesi için karısının üzerinden elini çeker, onu serbest bırakır. Mezheb görüşü, zevcenin fesih hakkına sahip olması şeklindedir.

Acaba bu aynlık, bir talâk mıdır, yoksa fesih midir? Bu konuda iki vecih bulunmaktadır:

Birincisi: Bu ayrılık talâktır. Kocanın mecburî olarak boşaması veya nafakasını temin etmesi için, mutlaka hâkime müracaat etmesi gerekmektedir. Eğer koca kaçınacak olursa, hâkim, koca aleyhine karısını ric'î bir talâkla boşar. Eğer koca rücûda bulunursa, hâkim ikinci defa boşar. Üçüncü defa rücûda bulunursa üçüncü kez boşar.

İkincisi: Bu ayrılık bir fesihtir. Kocanın nafaka teminine kadir olmadığının isbatı için, mutlaka mahkemeye baş vurulması gerekir. Sonra kadm bizzat kendisi fesheder. Eğer önce kocasıyla kalmayı tercih eder, daha sonra feshetme arzusunda bulunursa, bu hakkı mevcuttur. Çünkü nafakanın vücûbu gün be gün yenilenir.

Acaba kadın, fesih hakkını hemen mi kullanır, yoksa üç gün geçmesi mi gerekir? Konu ile ilgili iki görüş vardır ve onlara göre sahih olan, ikincisidir. Şöyle demişlerdir: Şayet üçüncü gün nafakasını bulsa ve dördüncü günün nafakasın bulma imkânı olmasa, bu durumda, verilen mühlet yeniden mi başlar? Bu konuda da iki vecih vardır: Hammâd b. Ebî Süleyman: "İnnîne (iktidarsız) kıyas edilerek, kendisine bir sene mühlet verilir, sonra feshedilir." demiştir. Ömer b. Abdülaziz de:" Ona bir ya da iki ay mühlet verilir." demiştir. İmam Mâlik de: "Bir ay kadar süre verilir." der.

İmam Ahmed'den iki rivayet bulunmaktadır:

Birincisi ki, zahir mezhebi bu olmaktadır, kadın kocasıyla kalmak ve fesih hakkını kullanmak arasında muhayyer bırakılır. Eğer fesih hakkını kullanacaksa, durumu hâkime iletir. Hâkim, kocayı nikâhın ya aleyhinde feshe gidilmesi ya kendisinin icbârî olarak talâk vermesi, ya da zevcesine fesih için izin vermesi arasında muhayyer bırakır. Eğer koca fesheder veya feshe izin verirse, bu bir fesih olur, talâk olmaz; iddet içerisinde maddî durumu düzelse bile rücû hakkı bulunmaz. Eğer hâkim onu talâka icbar eder ve koca ricl talâk ile boşarsa, bu durumda rücû hakkı bulunur. Eğer maddî durumu iyi olmadığı halde rücûda bulunursa veya ona infaktan imtina ederse, bu takdirde zevcenin fesih talebinde bulunması durumunda, hâkim koca aleyhine ikinci ve üçüncü kez fesihte bulunur. Eğer kadm, maddî imkânsızlıklarına rağmen, kocasıyla birlikte kalmaya razı olur ve daha .sonra fesih talebinde bulunma gereği ortaya çıkarsa, veya maddî imkânsızlıklarını bile bile onunla evlenmişse, buna rağmen daha sonra fesih talebinde bulunabilir.

Kadı (İsmail) şöyle der: İmam Ahmed'in kelâmının zahirine göre, kadının her iki durumda da fesih hakkı bulunmamakta ve tercih hakkı ortadan kalkmaktadır. Bu aynı zamanda İmam Mâlik*in de görüşü olmaktadır. Çünkü kadın onun bu kusuruna razı olmuş ve akid altına bunu bilerek girmiştir. Doıayısıyla fesih hakkı yoktur. Nitekim, bir kimsenin innîn (iktidarsız) olduğunu bile bile onunla evlenmesi ve akitten sonra ben onun innîn olmasına razıyım demesi durumunda da durum aynıdır. Bunlar, Kadı'nin söyledikleridir. Mezheb ve hüccetin gereği de budur.

"Onunla beraberliğe razı olsa bile, fesih hakkı vardır." görüşündekiler şöyle demektedirler: Kadının hakkı her gün yenilenmektedir. Dolayısıyla hakkının yenilenmesiyle birlikte, fesih imkânı da yenilenir. Kadının koca ile birlikte kalmaya nza göstermesi, henüz o anda vacib olmamış bir konudaki hakkını düşürmek mânasını içerir, dolayısıyla satış akdinden önce şuf a hakkının düşürülmesi örneğinde de olduğu gibi, bu hakkı düşmez. Bunlar şöyle devam ediyorlar: Zevce, aynı şekilde gelecek zamanın nafakasını düşürecek olsa düşmez. Yine kadın, akitten önce, nafakayı tamamen düşürse ve nafakasızlığa razı olsa, yine nafaka hakkı düşmez. Aynı şekilde, akitten önce mehri düşürecek olsa, mehir düşmez. Nafakanın vücûbu düşmediğine göre, onun vacib olması sebebiyle sabit olan fesih hakkı da düşmez.

Fesih hakkının düşeceği görüşünde olanlar buna şöyle cevap vermişlerdir: Kadının cima hakkı da yenilenmektedir. Buna rağmen, kadm innînlikten (iktidarsızlıktan) kaynaklanan fesih hakkını düşürdüğü zaman, bu hakkı düşmekte ve bir daha rücû imkânı kalmamaktadır.

Sizin nafakanın düşeceğine dair yaptığınız bu kıyas, üzerinde ittifak olmayan ve delille sabit bulunmayan bir asıla kıyas olmaktadır. Aksine, şuf a konusunda delil, şuf adarın hakkını satış akdinden önce düşürmesiyle düşeceği doğrultusundadır. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduğu sabit olmuştur: "Kişinin ortağına haber vermedikçe, (ortak maldaki hissesini) satması helâl olmaz. Eğer satar ve ortağına haber vermezse, ortağı satışa daha çok hak sahibidir."[99] Bu hadis, satıştan önce şufadarın hakkını düşürmesi durumunda, hakkının düşeceği ve ondan sonra bir daha şuf a hakkını talepte bulunamayacağı konusunda sarihtir. Bu takdirde hadis, kadının nafakasını düşürmesi durumunda, nafakanın düşeceği konusuna bir asıl kabul edilir ve şöyle deriz: Bu zarann def edilmesi için konulmuş bir muhayyerliktir; dolayısıyla, sübutundan önce düşürmesi durumunda, şuf ada olduğu gibi, düşer. Sonra bu (sizin teziniz), kiralanan eşyada bir ayıbın ortaya çıkması hükmü ile nakz edilmektedir. Çünkü, kiracı, kiralık yere girer veya ayıbı bilir ve sonra fesih muhayyerliğini kullanmazsa, artık daha sonrası için fesih hakkı kalmaz. Onun kiralık eşyadan faydalanma hakkının her an yenilenmesiyle zevcenin nafaka hakkının yenilenmesi aynıdır ve aralarında bir fark yoktur. "Nafakayı veya mehri nikâhtan Önce düşürecek olsa, bunlar düşmezler." sözüne gelince, buna karşı şöyle denebilir: Sebebin tam anlamıyla in'ikâd etmediği bir anda hakkın düşürülmesi, sebebin in'ikâdından sonra düşürülmesi gibi değildir. Bu, mesele hakkında icmâ bulunduğu zaman böyledir. Eğer mesele hakkında ihtilâf varsa, bu durumda iki düşürme arasında fark yoktur ve iki hüküm arasını eşit kılarız. Eğer aralarında fark varsa, bu durumda da kıyas mümkün olmayacaktır.

İmam Ahmed'den gelen bir diğer rivayete göre de, kadının fesih hakkı yoktur. Bu da Ebu Hanife ve onun iki talebesinin görüşleri olmaktadır. Bu görüşe göre, kadına kocasının kendisinden istifadede bulunmasına imkân vermesi gerekmez. Çünkü, koca istifade bedelini ona teslim etmemiştir. Dolayısıyla, kadının kendisini teslim etmesi gerekmez. Nitekim, müşterinin mebînin (aldığı malın) bedelini verememesi durumunda, onun kendisine teslimi gerekmemektedir. Bu durumda, kocanın hayatını kazanabilmesi ve kendi nafakasını çıkarabilmesi için karısına yol vermesi gerekmektedir. Zira kadını nafakasız olarak evinde tutması, kadına zarar vermek olur.

Soru: Şayet kadın varlıklı olsa, bu durumda koca onu evinde tutabilir mi? Buna da aynı şekilde, kadını evinde tutamayacağı şeklinde cevap vermişlerdir. Çünkü, koca kadını, ancak nafakasını karşıladığı ve onu yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarından müstağni kılabildiği zaman, ondan şer'an istifade edebilmesi amacıyla kendi evinde tutabilir. Bu şartlar bulunmadığı zaman, koca karısını kendi evinde tutma hakkına sahip değildir. Bu görüş selef ve haleften bir grup ulemaya aittir.

Abdürrezzak, İbn Cüreyc'den nakleder: O şöyle der: "Atâ'ya, karısına nafaka için uygun bir şey bulamayan kimse hakkında sordum." O: "Kadın için ancak bulduğu vardır. Kadının kendisini boşama hakkı yoktur." dedi. Hammâd b. Seleme, bir grup vasıtasıyla karısının nafakasını teminden aciz olan bir adam hakkında Hasan el-Basrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Kadın ona yardımcı olur, Allah'tan korkar ve sabreder; kocası de elinden geldiğince ona infakta bulunur. " Abdürrezzak, Ma'mer'den nakleder: "Zührî'ye, karısının nafakasını temin etmekten aciz olan bir adam hakkında, aralan ayrılır im? " diye sordum. O:"Kadın teenniyle hareket eder ve aralan aynlmaz. " dedi ve: "Allah kimseye verdiği rızkın üzerinde bir yük yüklemez. Allah güçlükten sonra kolaylık verir."[100]' âyetini okudu. Ma'mer: "Ömer b. Abdulaziz'in de aynen Zührî'nin dediği gibi "öylediği bana ulaşmıştır." demiştir. Abdürrezzak, kocası tarafından nafakası karşılanamayan kadın hakkında Süfyân es-Sevrî'nin: "O imtihan edilen bir kadındır, sabretsin ve "aralan ayrılır" diyen âlimlerin görüşüne sarılmasın." dediğini nakletmişür.

Ben derim ki: Bu konuda Ömer b. Abdülazizden üç rivayet bulunmaktadır ve birincisi budur.

İkincisi: İbn Vehb, Abdurrahman b. Ebi'z-Zinâd — babası tarikiyle rivayet eder: O [babası) şöyle der: Ömer b. Abdülaziz'i, karısı tarafından şikâyet olunan ve nafakasını temin etmediği belirtilen bir koca hakkında: "Ona bir veya iki ay bir mühlet verin. Eğer o vakite kadar nafakasını temin etmezse aralarını ayırın." derken işittim.

Üçüncüsü: îbn Vehb, İbn Lehîa — Muhammed b. Abdurrahman vasıtasıyla nakleder. Muhammed şöyle anlatır: Bir adam kızını birisine nikahladığını, fakat onun kızının nafakasını temin etmediğini ifadeyle, Ömer b. Abdülaziz'e şikâyetçi olur. Ömer b. Abdülaziz kocayı çağırtır, adam gelir ve: "O, benim bir şeyim bulunmadığını bildiği halde kızını bana nikahladı." der. Ömer b. Abdülaziz: "Sen onu tanıdığın halde nikahladın, öyle mi? " diye sorar. Adam: "Evet!" der. Ömer: "Bu durumda ben ne yapayım? Aileni al, götür!" der.

Bu durumda eşlerin aralannın ayrılmaması görüşü, tüm Zahirîlerin mezhebi olmaktadır. Bu konuda İmam Mâlik ve diğerleri onlara karşı çıkmıştır. İmam Mâlik: "Öncekilere yetiştim. Onlar: Erkek, karısının nafakasını temin etmediği zaman araları aynlır, diyorlardı." demiştir. Kendisine: "Ashab, fakr u zaruret içerisinde idiler, (bununla birlikte eşler arası bu yüzden aynlmıyordu)." diye sordular. İmam Mâlik: "Bugün insanlar artık onlar gibi değillerdir. Kadın, sadece ondan bir şeyler umduğu için, onunla evlenmiştir." diye cevap vermiştir.

Onun sözünün anlamı şudur: Sahabe kadınları, Allah rızasını ve ahiret yurdunu istiyorlardı, onlann amaçlan dünyalık elde etmek değildi. Dolayısıyla onlar, kocalannm yoksul olmasına aldırmıyorlardı. Çünkü kocaları da kendileri gibi idiler. Günümüz kadınlarına gelince, onlar isadece kocalannm dünyalıklarından yararlanmak, nafaka ve giyim ikuşama kavuşmak için evlenmektedirler. Bugünün kadını, sadece dünya ;umudu ile evlenmektedir. Dolayısıyla, bugün artık örf haline gelen bu ışart, sanki akit içerisinde sarih olarak zikredilmiş gibi olmuştur. Sahabe |ve onlann telakkileri de, akit içinde şart koşulmuş gibi içli. İmam Mâlik'in mezhebine göre, bir şart örf (maruf) haline geldiğinde, o sanki akitte zikredilmiş gibi kabul edilir. İmam Mâlik'in sözünden ne kasdettiğini ve onun amacını anlayamayanlar, onun bu sözünü tepkiyle karşılamışlardır.

Mesele hakkında bir görüş daha vardır: Buna göre, koca zor durumda (yoksul) bulunur ve nafakayı temin edemezse, onun nafakasını buluncaya kadar hapsedilir. Bu görüşü, İbn Hazm ile İbn Kudâme ve daha başkaları, Basra kadısı Ubeydullah b. Hasan el-Anberî'den nakletmişlerdir. Allah! Allah! Şaşmamak kabil değil! Bu adam niçin hapsediliyor ve hem hapis, hem yoksulluk, hem de ailesinden ayrı düşürülmek işkencesine neden maruz bırakılıyor?! Sübhânallah! Bu din aleyhine büyük bir iftiradır. İlmin kokusunu almış bir kimsenin bile bu görüşe kail olacağını zannetmiyorum.

Konuyla ilgili bir başka görüş de şudur: Kocanın fakir olup kendi nafakasını temin edememesi durumunda, onun nafakasını kansı temin eder. Bu Ebu Muhammed b. Hazm'm görüşü olmaktadır,. Hiç şüphesiz bu görüş, el-Anberî'nin görüşünden daha iyidir. İbn Hazin, el-Muhallâ'da. şöyle demektedir: Eğer koca, kendi nafakasını temin etmekten aciz olursa ve kansı da zengin bulunursa, kocasının nafakasını temin etmekle yükümlü tutulur ve daha sonra kocanın durumu düzeldiğinde de harcadıklarını geri alamaz. Bunun delili şu âyet-i kerîmedir: " Anaların yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak, çocuk kendisinin olan babaya borçtur. Herkese ancak gücü nisbetinde teklifte bulunulur. Ana çocuğundan, çocuk kendisinin olan baba da çocuğundan dolayı zarara sokulmasın. Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur."[101]' Zevce de vâristir. Öyleyse bizzat Kur'an nassıyla onun üzerine de nafaka vâcibtir.

İbn Hazm'a şaşmamak elde değil! Eğer âyetin akışı üzerinde düşünecek olsaydı, bu anladığının aksini anlayacaktı. Çünkü Yüce Allah:"Yiyecek ve giyeceklerini uygun bir şekilde sağlamak, çocuk kendisinin olan babaya borçtur." buyurmuştur. Şüphesiz âyette geçen zamirler zevcelere aittir. Sonra da: " Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur." buyurmuştur. Dolayısıyla Yüce Allah annelerin nafaka ve giyecekleriyle ilgili yükümlülüğün benzerini, aynen varis olunan (yani baba) üzerine yüklediği gibi, babanın veya çocuğun varisleri üzerine de yüklemiştir. Bu itibarla, âyette zevcelerin dışındaki kimseler için nafaka yükümlülüğü sözkonusu mudur ki, âyetin umûmu onun kail olduğu görüş üzerine hamledilsin!

Yoksulluk sebebiyle, nikâhın feshe dilemeyeceği görüşünde olanlar şu âyeti delil olarak kullanmaktadırlar: "Varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin; rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse, Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah kimseye verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez. Allah, güçlükten sonra kolaylık verir."[102] Bunlar şöyle diyorlar: Yüce Allah, koca üzerine bu durumda iken nafaka yükümlülüğü getirmediğine göre, bu haliyle koca, üzerine vacib olmayan bir şeyi terketmiş olmaktadır ve bundan dolayı da günahkar değildir. Dolayısıyla yoksulluk sebebiyle nafaka teminine kadir olamamak, kişiyle sevgilisi, huzur ve sükun bulduğu eşi arasını ayırma ve böylece ona işkence etme sebebi olamaz. Müslim, Salih'inde Ebu'z-2;übeyr hadisinde şöyle rivayette bulunur: Câbir anlatır: Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in (s.a.) huzuruna girdiler. Hz. Peygamberi, etrafında kadınları olduğu halde kederli kederli, susmuş bir halde otururken buldular. Bunun üzerine Ebu Bekir: Tâ Rasûlallah! Hârice'nin kızını bir görseydin! Benden nafaka istedi. Ben de kalktım onun boğazım sıktım." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) güldü ve: 'BunJar da etrafımda gördüğün gibi, benden nafaka istiyorlar." buyurdu. Derken Hz. Ebu Bekir Hz. Âişe'nin boğazım, Hz. Ömer de Hz. Hafsa'nın boğazım sıkmağa kalkmışlardı. İkisi de: "Siz Resulullah'tan onda olmayan bir şeyi istiyorsunuz ha!" diyorlardı. Hz. Âişe ve Hz. Hafsa: "Vallahi Rasûlullah'da (s.a.) olmayan bir şeyi asla istemeyeceğiz!" demişlerdi. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) onlardan bir ay uzaklaşmıştı..."'[103]

İşte Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer bizzat Hz. Peygamber'in (s. a.) huzurunda kızlarını dövmüşlerdir. Çünkü onlar Hz. Peygamber'in bulamayacağı bir nafaka istemişlerdi. Onların, haklarını talepte bulunan kimseleri dövmeleri ve Hz. Peygamber'in de bunu tasvip buyurmaları düşünülemez, bu mümkün değildir. Dolayısıyla bu, yoksulluk durumunda onların talepte bulundukları konuda hakları bulunmadığına delâlet etmektedir. Onların bu talepleri batıl olduğuna göre, bu durumda kadına, isteme hakkı bulunmayan, kendisine helâl olmayan bir şeyin yokluğundan dolayı nikâhı feshetme yetkisi nasıl verilebilir? Yüce Allah, alacaklı olan kimsenin, borçlu olan kimseye, sıkıntı içerisinde olması durumunda, fırsat buluncaya kadar alacağım ertelemesini emretmiştir. Nafaka da nihayet bir borç telakki edilebilir; bizzat Kur'an nassı zevceye, kocasına yoksulluktan kurtuluncaya kadar mühlet vermesini emretmektedir. Tabiî bu izah nafakanın kocanın zimmetinde sabit olması esası üzerine mebnidir. Eğer zamanın geçmesiyle nafaka düşer, denilecek olursa, bu durumda kadının fesih yetkisinin bulunması son derece uzak olmaktadır.

Bunlar şöyle devam etmektedirler: Yüce Allah, alacaklı olan kimseye, borçlunun elinin dar olması du.rumunda kendisine mühlet vermesini vacib kılmış ve onu hakkını terketmek suretiyle tasaddukta bulunmaya davet etmiştir. Bu iki işin ötesinde yapılacak başka bir .ıjamele zulüm olacaktır ve Allah onu alacaklı için mubah kiralamıştır. İşte biz bu kadma tam harfi harfine Allah'ın buyruğu ile hükmediyor ve ona diyoruz ki: Ya kocana yoksulluktan kurtuluncaya kadar mühlet verirsin, ya da ona tasaddukta bulunursun, bu iki şıktan başka senin için başka bir hak bulunmamaktadır.

Sahabe içerisinde, varlıklı olanlar da yoksul olanlar da vardı. Yoksul olanları varlıklı olanlardan kat kat fazla bulunuyordu. Buna rağmen, Hz. Peygamber (s.a.) hiçbir kadına kocasının yoksulluğu sebebiyle nikâhı feshetme imkânı asla vermemiş ve yine hiçbir kadına eğer dilerse sabredeceği veya dilerse bu sebeple nikâhı feshedebileceği yetkisinin bulunduğunu bildirdiği de vâki değildir. Hz. Peygamber (s.a.) hükümleri Allah'tan aldığı emirlerle koyar. Haydi farzedelim ki, zevceler haklarını terkettiler; bunların içlerinde bir kadın dahi mi hakkını talepte bulunmamıştı?! İşte hanımları, kadınların en hayırlıları oluyorlardı, buna rağmen O'ndan nafaka talebinde bulunuyor, hatta O'nu kızdırıyorlardı ve Hz. Peygamber (s.a.) de onlara karşı aşırı öfkesinden dolayı bir ay süreyle yanlarına uğramayacağına dair yemin ediyordu. Eğer O'nun şeriatında yer eden hüküm, kocaların nafaka temininden aciz kalmaları durumunda zevcelerin nikâhı feshedebilecekleri şeklinde olsaydı, tek bir kadından da olsa bu konuda kendilerine şikâyet intikal ederdi. Nitekim Hz. Peygamber'e (s.a.), nikâhın ortadan kaldırılması konusunda, nafakanın bulunmaması zaruretinden daha aşağı mertebede olan zaruretten dolayı davalar intikal etmiştir. Rifâa'nm (boşanan) kansı kendisine gelerek şöyle anlatmıştır: "Ben Rifâa'dan sonra Abdurrahman b. Zübeyr ile evlendim. Onda bulunan, elbisenin saçağı gibi bir şey." demişti. Kadın, yeni kocasıyla kendisini ayırmasını istiyordu. Malumdur ki, bu gibi durumlar, onların içinde bulundukları yoksulluk durumlarına göre son derecede azdı. Buna rağmen hiçbir kadın çıkıp da, yoksulluktan dolayı kendisiyle kocası arasının ayrılması talebinde bulunmamıştı.

Yüce Allah zenginliği de fakirliği de insanlar için yaratmıştır. Kişi zaman olur fakirliğe düşer, zaman olur zenginliğe kavuşur. Eğer her fakir düşen kimsenin zevcesi nikâhı feshedecek olsaydı, bü;/ük bir belâ her tarafı sarar, şer alır başını yürür ve dünyadaki evliliklerin yandan çoğu feshedilir, aynlık çoğu kez kadınların eline tevdi edilmiş olurdu. Dünyada darlığa düşmeyen, ara sıra da olsa nafaka temini konusunda sıkıntı çekmeyen kim var ki?

Şayet zevce müzmin bir hastalığa yakalansa ve bu sebepten dolayı koca onun kadınlığından istifade edemese, bu sebepten dolayı kocanın nikâhı feshetme yetkisi yoktur. Hatta onunla cimada bulunma imkânı olmamasına rağmen, koca üzerine kadının tam nafakasını vacib kılmaktadırlar. Hal böyle iken, nihayet zevcenin kadınlığından istifade bedeli olarak telakki edilebilecek nafakanın temin edilememesi durumunda, ona nikâhı feshetme imkânı nasıl verilebilir?!

Ebu Hureyre hadisine gelince, bizzat Ebu Hureyre'nin kendisi,"Nafakamı temin et, yoksa boşa!..." sözünün kendi dağarcığından olduğunu, Hz. Peygamber'in sözünden bulunmadığım ifade etmiştir. Sahihte bu böyledir. Aynı hadisi Saîd b. Ebî Saîd de ondan rivayet etmiş ve: Ebu Hureyre bu hadisi rivayet ettikten sonra şöyle derdi: "Karın şöyle der:....w diyerek Ebu Hureyre'nin hadise ziyade ettiği kısmı zikretmiştir.

Hammad b. Seleme — Âsim b. Behdele — Ebu Salih — Ebu Hureyre senediyle Hz. Peygamber'den benzeri rivayet edilen ve Yahya b. Saîd aracılığıyla, Saîd b. Müseyyeb'in, zevcesine infakta bulunacak bir şey bulamayan adam hakkında "Aralan aynlır." dediğine işarette bulunulan hadise gelince, o münker bir hadistir, Hz. Peygamber'den (s.a.) sadır olması ihtimali yoktur. En iyimser ihtimalle o, Ebu Hureyre'nin kendi sözü olabilir. Anlaşılan odur ki, hadis mâna yolu ile rivayet edilmiştir ve râvi Ebu Hureyre'nin:"Karın: Beni doyur, yoksa boşa! der." sözünü kasdetmiştir. Yoksa Ebu Hureyre'nin bilgisi dahilinde, Hz. Peygamber'e (s.a.) kansmın nafakasını temin imkânından mahrum olan birisinin durumunun sorulduğu ve O'nun da "Aralan ayrılır." diye buyurduğu şeklinde anlaşılmasına gelince, Allah'a yeminle belirtiriz ki, bunu ne Hz. Peygamber söylemiş, ne Ebu Hureyre O'ndan işitmiş ve ne de onu rivayette bulunmuştur. Nasıl olabilir ki, Bizzat Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'den (s.a.): Kann: "Beni doyur, yoksa boşa!" der diye rivayet edilmesini caiz görmüyor ve bu ifadenin Hz. Peygamber'e nisbeti gibi yanlış bir anlayışa düşülmemesi için, bunun bizzat kendi dağarcığından olduğunu ifade ediyor.

Bu konuda şer'î kaide ve asıllann gereği odur ki, eğer adam kendisinin varlıklı olduğu şeklinde kadını kandınr ve bu şekilde onunla evlenirse, sonra yoksul olduğu ortaya çıkarsa, veya varlık sahibi olur, fakat kansmın nafakasını vermezse; bu durumda kadın da kocasının malından, kendiliğinden veya hâkim aracılığıyla yeterli miktarda nafaka alamıyorsa, nikâhı feshetme yetkisi vardır. Ama kocanın yoksulluğunu bile bile evlenmişse, veya adam varlıklı olmasına rağmen bir musibetle malı telef olmuş ve yoksul düşmüşse, bu durumda kadının fesih hakkı yoktur. İnsanlara her an bolluktan sonra yoksulluk musibeti anz olagelmiştir. Onlann (selef) eşleri, bu sebepten dolayı aralarını ayırmak üzere kocalan aleyhine dava açmamışlardır. Tevfik ancak Allah'tandır.

Çoğunluk fukaha:"Kocanın mehri verememesi durumunda, kadının nikâhı fesih hakkı yoktur." demişlerdir. Bu görüş İmam Ebu Hanife ve tâbilertne aittir. İmam Ahmed'in mezhebinde sahih olan görüş de bu olmaktadır. Bütün öğrencilertnin tercihleri de bu doğrultudadır. Şafiî mezhebi fakihlerinden pek çoğunun görüşü de böyledir. Şeyh Ebu İshâk ve Ebu Ali b, Ebî Hureyre, tafsile giderek: "Eğer zifaftan önce ise, bu sebepten dolayı nikâhı fesih hakkı sabit olur; zifaftan sonra ise sabit olmaz." demişlerdir. Bu görüş, İmam Ahmed'in mezhebinde bulunan vecihlerden birisini oluşturmaktadır. Mehir tam bir bedel olarak telakki edilmesine ve nassın da delâlet ettiği gibi satış akdindeki mebiin bedelinin ödenmesinden daha gerekli olmasına rağmen hükmü böyledir. Mehrin ödenememesi durumunda nikâhın feshedilemeyeceği ve benzeri hükümler, aynısıyla nafakanın ödenememesi durumunda da hatta öncelikli olarak sözkonusu olur.

Soru: Burada, kocanın nafaka temininden âciz kalması durumunda kadına ulaşacak zarar, mehri ödemekten âciz kalması durumunda sözkonusu olacak zarardan daha büyüktür. Çünkü bünye, mehirsiz de hayatiyetini devam ettirebilir, fakat nafakasız yapamaz; denilebilir.

Cevap: Bünye, kocanın nafakası olmadan da hayatiyetini idame ettirebilir. Meselâ kadın kendi malından ihtiyaçlarını karşılayabilir veya nafakasını kendi yakınları karşılayabilir veya yün eğirmek gibi kendi el emeğiyle geçinebilir. Kısaca, kadın iddet zamanında neyle yaşıyorsa onunla hayatiyetini idame ettirebilir. Kocanın nafaka temininden âciz kaldığı zamanlar, sanki kadının iddet zamanı imiş gibi kabul edilir.

Sonra kadının fesih hakkının bulunduğunu kabul edenler şöyle diyorlar: "Kadının kantarlarla altın ve gümüşü de olsa, kocasının nafakasını teminden âciz kalması durumunda nikâhı feshetme hakkı vardır." Bu görüşün tam karşısında ise Batı'nm mancınığı olan Ebu Muhammed b. Hazm'm: "Bu durumda kadının kocasının nafakasını karşılamışı vacip olur; malını ona verir ve kendisini ona teslim eder." şeklindeki görüşü bulunmaktadır. Şaşılacak bir görüş olarak da, Anberfnin "Koca hapsedilir." şeklindeki ifadesi bulunmaktadır.

Şeriatın asılları ve kaideleri, bunların içerdikleri maslahatlar ve zararların defi gibi hususlar, iki zarardan daha ağır olanını, hafifini göğüslemek suretiyle bertaraf etme, daha büyük maslahatı elde etmek amacıyla daha küçük maslahatı göz ardı etme prensibi üzerinde durduğumuzda, bu zikrettiğimiz görüşler arasında hangisinin daha uygun olduğu ortaya çıkacaktır. Tevfîk ancak Allah'tandır. [104]


[93] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/105-106.

[94] Buhârî (Fethu'l-Bârî), 9/439, 440.

[95] İsnadı hasendir. Hadisi tahrici için bkz. Ahmed, 9611,7727; Dârakutnî, 3/295, 296.

[96] Dârakutnî, 3/297. Senedi hasendir.

[97] Dârakutnî, 3/297.

[98] Dârakutnî, 3/297.

[99] Müslim, 1608(134).

[100] Talâk, 65/ 7.

[101] Bakara, 2/233.

[102] Talâk, 65/7.

[103] Müslim, 1478.                                                                                                 

[104] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/106-116.