๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 13 Haziran 2011, 11:40:31



Konu Başlığı: Musibet ve üzüntünün tedavisi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 13 Haziran 2011, 11:40:31
8— Musibet ve Üzüntünün Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) musibet ateşi ve üzüntüsünü tedavisindeki t tumu şöyledir:

Yüce Allah şöyle buyurur: "Sabredenleri müjdele. Onlara bir musib* geldiğinde 'Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz.' derler. Rablerinin rah­meti ve mağfireti onlaradır. O'nun yolunda olanlar da onlardır. "[696] Müs-ned'de, Hz. Peygamber'in (s:a.) şöyle buyurduğu nakledilir: "Bir musibete uğrayıp, 'Biz Allah'ınız ve O'na döneceğiz. Allah'ım; musibetim konusunda bana ecir ver ve ondan daha iyilisini ver.' derse, Allah da ona musibetinde ecir verir ve daha iyisini bedel kılar. "[697]

Bu sözler, musibete uğrayan için en Özlü, dünya ve âhireti konusunda en yararlı ilaçtır. Çünkü iki önemli esası içermektedir ki kul bunları gerçek­ten tanırsa musibetinden kurtulur:

Birincisi: Kulun kendisi, ailesi ve malı gerçekte yüce Allah'a aittir. Al­lah bunu kendisine emanet olarak vermiştir. Çekip aldığı takdirde, malı emanet edilenden geri alan emanet verici gibidir. Ayrıca kul iki yokluk arasındadır: Kendinden önceki yokluk, kendinden sonraki yokluk. Kulun mülkü, kısa bir süre için emanet bir maldır. Bunun yanisıra, kul bu malı yoktan var etmiş değildir ki mülkü gerçekten ona ait olsun. Var olduktan sonra onu âfetler­den koruyacak da, varlığım ilelebet sürdürecek de değildir. Malında hiçbir rolü yoktur, gerçek bir mülkü de yoktur. Ayrıca kul, malında mülkünde, gerçek mal sahibi gibi değil, verilen emir ve yasaklar çerçevesinde hareket eden biri­dir. Bu yüzden malında, ancak gerçek sahibinin onayladığı tasarruflarına İzin verilir.

İkincisi: Kulun dönüşü gerçek mevlâsı olan Allah'adır. Dünyayı hiç şüp­hesiz ardında bırakacak ve ilk yaratılışta olduğu gibi âilesiz, malsız ve akra-basiz bir şekilde Rabbine gelecektir. Kulun başlangıcı, hayatı ve sonu böyle

olduğuna göre, bir varlık dolayısıyla nasıl sevinebilir veya bir kayıp dolayı­sıyla nasıl üzülebilir. Başlangıcı ve sonu hakkında düşünmesi, bu hastalığın en Önemli üaçlarındandır. İlaçlarından başka biri de, basma gelecek musibe­tin ondan şaşmayacağım, başına gelmeyenin de gelmeyeceğini yakînen bil-mesidir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Yüryüzüne ve sizin başınıza gelen her­hangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'ta bulunma­sın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah kendini beğenip öğünen, hiç kimseyi sevmez. "[698]

Musibetin ilaçlarından birisi de, kulun başına gelen musibete bakması­dır. Bu takdirde Rabbi'nin, benzerini veya daha üstününü kaldırdığını, — şayet sabreder ve razı olursa— bu musibetin kaldırılmasından kat kat büyü­ğünü rezerv ettiğini şayet dilerse, musibetinden daha büyüğünü yaratacağını görebilir.

Başjca bir ilacı ise, musibetinin ateşini, başka musibete uğrayanların du­rumuna bakarak gönlünü soğutmasıdır. Bilsin ki beterin beteri vardır[699] sa­ğına baksın sıkıntıdan başkasını görebilir mi? Soluna baksın, pişmanlıktan başkasını görebilir mi?[700] Dünyaya şöyle bir baktığında, bir sevdiğini kay­betmekten veya kötü bir şey olmasından dolayı belâya uğrayanları, dünya­daki kötülüklerin birer rüya ve kaybolan gölge olduğunu, biraz güldürürse çokça ağlattığım, bir gün sevindirirse sürekli üzdüğünü, pek az faydalandı-rırsa uzun süre engellediğini, iyilik doldurduğu evi gözyaşına boğduğunu, bir gün sevindirdiyse bir üzüntü gününü sakladığını görür. Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) şöyle diyor: "Her gülüşten sonra bir ağlayış vardır."

Hind bt. en-Nu'man ise şöyle demiştir: "Kendimizi insanların, en üstü­nü ve zengini görmüştüm. Sonra güneş batar batmaz bizi en fakir olarak gör­düm. Gerçekten de, iyilik doldurduğu evi gözyaşına boğması Allah'a aittir."

Adamın biri, durumun açıklamasını isteyince şöyle cevaplamış: "Bir sa­bah, Arapların her biri bizim durumumuzu arzuluyordu. Akşamleyin ise, Araplar bize sadece acıyordu."

Bir gün kızkardeşi Hurka bt. en-Nu'man, en iyi durumdayken ağladı. "Seni ağlatan nedir? Belki biri sana acı veriyor." denilince şunu söyledi: "Hayır. Ailemde, rahat bir hayat gördüm, her sevinç dolan ev, üzüntü dolan"[701]'                                                                                                                 

İshak b. Talha şöyle anlatıyor: Bir gün onun yanına girdim ve şöyle de­dim: "Hükümdarların gözyaşları için ne dersin?" Şu cevabi verdi: "Bugün­kü durumumuz, dünkünden daha iyi. Kitaplarda okuduğumuz kadarıyla, her iyilik içinde yaşayan aile, daha sonra gözyaşı da görecektir. Zaman bir top­luluğa sevecekleri bir gün gösterirse, hoşlanmayacakları bir gün de gösterir." Sonra şu şiiri söyledi:

"Bir zaman insanları yönetiyor, iktidarı elimizde tutuyoruz, Bir de ne görelim ki günün birinde saray hizmetkârı olmuşuz,

Nimetleri devam etmeyen şu dünyaya yuh olsun,    ,. Bazan bize gülüyor, bazan da bizden kaçıyor."[702].

Musibetin bir başka ilacı, sabırsızlığın onu kaldırmayıp kat kat arttırdı ğını bilmektir. Gerçekte sabırsızlık, hastalığı arttırıcı bir unsurdur.

Başka bir ilaç ise, sabrın, teslimiyetin —ki bu namaz, rahmet ve Allah'­ın sabrın garantisi kıldığı hidayettir —ve Allah'a ait olup, O'na dönüşü ka­bullenme sevabının yok edilmesinin, gerçekte musibetten daha önemli oldu­ğunu bilmektir.

Musibetin başka bir ilacı, sabırsızlığın düşmanı sevindirip dostu üzdü­ğünü, Rabbini kızdırıp şeytanı sevindirdiğini, ecrini boşa çıkardığını ve ken­disini zayıflattığım bilmektir. Sabreder ve ölçülü giderse şeytanı çatlatır, onu eli boş döndürür. Rabbini hoşnut eder, dostunu sevindirir, düşmanını üzer, dostlarının yükünü azaltır ve kendisini teselli etmelerinden önce onları teselli eder. Sebat ve büyük olgunluk işte böylesidir; yoksa yanakları yolmak, elbi­seleri parçalamak, beddua ve ağıtlar, kadere öfkelenmek değil.

Başka bir ilaç, sabrın ve işi Allah'a havale etmenin ortaya çıkardığı tat ve sevincin, şayet devam ederse, başına gelen musibetin devam etmesiyle or­taya çıkandan kat kat fazla olduğunu bilmektir. Bu konuda kendisine, Rab-

mtaâ   bine hamdetmesi ve işi O'na havale etmesi dolayısıyla cennetde inşa edilecek hamd köşkü yeter. Şimdi dönüp düşünsün: Hangi musibet daha büyük? Dünya musibeti mi, yoksa ebedî cennetteki hamd köşkünün kaybedilmesi musibeti mi? Tirmizî'de merfû olarak şu hadis vardır: "Kıyamet gününde insanlar, musibet ehlinin gördükleri karşılık için derilerinin dünyada önünç verilmiş olmasını ister. "[703]

Seleften biri şöyle diyor: "Dünya musibetleri olmasaydı, kıyamete müf­lis olarak gelirdik."

Musibetin bir çaresi de, Allah'dan daha iyisinin geleceğini umarak kal­bini rahatlatmaktır. Allah dışında herşeyin bir bedeli vardır, ama Allah'ın bedeli yoktur. Nitekim bir beyitte şöyle denir:

"Kaybettiğin taktirde, herşeyin yerini tutacak biri vardır, Ama Allah'ı kaybedersen onun yerini tutacak asla yoktur.'*

Musibetin başka bir çaresi, musibetten payının sadece bu kadar olduğu­nu bilmektir. Kim hoşnutluk gösterirse hoşnutluk kazanır, kim hoşnutsuz­luk gösterirse hoşnutsuzluk kazanır. Musibetten payın senin kabullendiğin kadardır. Payının ister iyisini, istersen kötüsünü seç. Şayet musibet kişide öfke ve küfür doğurursa helak olanlar güruhuna, bir vacibi yapmayarak veya bir haramı işleyerek sabırsızlık ve aşırılık doğurursa aşırılar güruhuna yazılır. Şi­kâyet ve sabır göstermeme doğurursa aldanmışlar güruhuna yazılır. Şayet Al­lah'a itiraz ve hikmetini tenkit etme durumu doğurursa, zındıklık kapısını çal­mış veya oraya girmiş olur. Allah için sabır ve sebat gösterirse sabredenler bölümüne, Allah'ın rızasını kazanırsa rıza kazananlar kısmına, hamd ve şük­rederse şükredenler arasına yazılır ve hamdedenlerle birlikte hamd sancağı­nın altında olur. Şayet Rabbine sevgi ve kavuşma sevinci doğurursa, halis âşık­lar arasına yazılır.

İmam Ahmed'in MüsnecT'mde ve Tirmizî'de, Mahmud b. Lebîd'den mer­fû olarak şu hadis rivayet edilir: "Allah bir topluluğu sevdiğinde onlara belâ ve sıkıntı verir. Rıza gösteren O'nun rızasını, öfkelenen de hoşnutsuzluğunu kazanır." Ahmed b. Hanbel, şunu da ilâve eder: "Sabırsızlık gösteren de sahırsızlık görür."[704]

Musibetin çarelerinden biri, ne kadar sabırsızlık gösterilirse gösterilsin, işin sonunda mecburî bir sabır (sabru'l-ıztırâr) olduğunu bilmektir. Böylesi de övgüye ve müıtâfata değer değildir. Bilgelerden biri şöyle diyor: "Akıllı kişi, bilgisizin günler sonra yaptığını, musibetin daha ilk gününde yapar. Bü­yükler gibi sabır göstermeyen, hayvanlar gibi teselli bulup avunur." Buharî'-de merfû olarak şu hadis vardır: "Sabır, musibetin ilk ânında gösterilen-dir."[705] el-Eş'as b. Kays şöyle diyor: "İnanarak ve karşılığını Allah'tan uma­rak sabret, aksi halde hayvanlar gibi teselli bulursun."

Musibetin bir çaresi de, musibete uğrayanın en yararlı ilacının, sevdiği ve hoşnutluk gösterdiğinde Rabbine ve ilâhına teslimiyet olduğunu, sevginin özellik ve sırrının sevgiliye teslimiyet olduğunu bilmesidir. Birini sevdiğini öne sürüp, sonra onun hoşlandığını reddeden ve hoşlanmadığını seven, kendisi aleyhine tanıklık yapmış ve sevgilisini öfkelendirmiş olur.

Ebu'd-Derdâ şöyle diyor: "Allah bir şeyi yarattığında, onunla hoşnut olmak ister." İmran b. Husayn, hastayken şöyle diyordu: "Bana en sevimli olan, O'na en sevimli olandır." Ebu'I-ÂIiye de böyle derdi.

Bu, yalnızca sevenlerle birlikte kullanılabilen bir çare ve ilaçtır. Herke­sin bu ilacı kullanması mümkün değildir.

Musibetin başka bir çaresi, iki büyük ve sürekli tat ve yarar arasında mu­kayese yapmaktır: Musibetle yararlanma tadı ve Allah'ın verdiği mükâfatla yararlanma tadı. Şayet tercih edebileceği bir durum çıkarsa, üstün olanı ter-j cih eder, başarı ihsan etmesinden dolayı da Allah'a hamdetsin. Her yönde, alt mertebede olanı tercih ederse, aklındaki, kalbindeki ve dinindeki musibe tin dünyasındaki musibetten daha büyük olduğunu bilsin.

Musibetin bir başka ilacı, bu belâyı verenin hâkimlerin hâkimi ve mer­hametlilerin en merhametlisi olduğunu, yüce Allah'ın belâyı, yoketmek, azai etmek ve süründürmek için göndermediğini bilmektir. Ondan bir nimeti al­ması; sabrını, hoşnutluğunu ve imanını sınamak, kalbi kırık bir halde huzurunda O'na sığınarak şikâyetini O'na anlatarak tazarru ve niyazda bulundu­ğunu işitmek ve kapısına geldiğini görmek içindir.

Şeyh Abdülkadir şöyle diyor: "Oğlum! Musibet seni yoketmek için gel­memiş, yalnızca sabrım ve imanını sınamak için gelmiştir. Oğlum! Kader, pen­çeli bir hayvan gibidir. Pençeli hayvan İeş yemez."

Kısacası, musibet, ortaya çıkanı şekillendiren örs gibidir. Ya kırmızı al­tın çıkarır veya büsbütün pislik ve moloz çıkarır. Nitekim bir beyitte şöyle denir:

"Onu döktük, sanıyoruz ki gümüştür, Örs demirin molozunu ortaya çıkardı."

Bu örs ona dünyada fayda vermezse, önünde en büyük örs var. Kul, dünya örsüne ve kalıbına sokulmasının bu örs ve kalıptan daha İyi olduğunu ve iki örsten birinin zorunlu bulunduğunu bilirse, Allah'ın dünya örsüyle ilgili ni­metinin kadrini bilmelidir.

Musibetin bir çaresi de, kulun, şayet dünya sıkıntıları ve musibetler ol­masaydı, kibir, kendini beğenme, firavunluk ve kalp sıkıntısı gibi hem dün­yayı, hem de anketini yoketme sebeplerinin geleceğini bilmesidir. Bazen çe­şitli musibetlerle nimetleri kaybettirmesi, merhametlilerin en merhametlisi Yüce Allah'ın, bu hastalıklardan koruyan, kulluğun dosdoğru sürdürülmesini sağ­layan, yokedici, habis ve bozuk maddelerden arınmasını ortaya çıkaran bir rahmetidir. Musibet dolayısıyla merhamet eden ve nimetlerle sınayan Allah, her noksandan uzaktır. Nitekim bir beyitte şöyle denir:

"Allah bazan —büyük de olsa— belâyla nimet verir, Allah kimi toplulukları nimetlerle sınar."

Yüce Allah kullarını sıkıntı ve belâ hastalıklarıyla tedavi etmeseydi, azar­lar, isyan ederler ve haddi aşarlardı. Yüce Allah bir kuluna iyilik dilediğinde, durumuna göre yokedici hastalıklardan arındıran belâ ve sıkıntı verir, bu be­lâ ve sıkıntı onu terbiye eder, temizler ve arındırırsa, dünya mertebelerinin en üstünü olan kulluğa ve ahiret sevabının en yücesi olan Allah'ı görme ve O'na yakın olma derecesine yükseltir.

Dünyadaki acının âhiretteki tatlının, dünyadaki tatlının âhiretteki acı­nın ta kendisi olduğunu, Allah'ın birini öbürüyle değiştirdiğini bilmek de musibetin bir çaresidir. Geçici bir acıdan sürekli bir tatlılığa geçmek, bunun ter­si bir durumdan daha iyidir. Bunu tam anlayamadıysan, Rasûlullah'ın şu sö­züne bakıver: "Cennet nefse hoş gelmeyen şeylerle, cehennem nefsin şehvet-leriyle kuşatılmıştır. "[706]

Bu noktada, insanların akılları farklı şeyler anlar, insanların gerçeği or­taya çıkar. Çoğunluğu geçici tatlılığı, yok olmayan sürekli tatlılığa tercih eder, ebedî tatlılık için geçici acıya, ebedî izzet için geçici zillete, afiyet için geçici sıkıntıya katlanmaz. Çünkü önündekini hemen görür, sonrakini ise göremez. İman zayıftır, şehvetin otoritesi ise onu etkisi altında tutmaktadır. İşte bun­dan da dünyanın tercihi, ahiretin reddedilmesi durumu ortaya çıkar. Böyle bir bakış açısı, işin dış yanına, ilk ve önceki durumlarına bakmaktan ibaret­tir. Dünya perdesini yırtan ve işin önüne ve sonuna geçebilen etkili bakış açı­sının farklı bir durumu vardır.

Nefsini; Allah'ın dostları ve itaatkâr kullan için hazırladığı sürekli ni­met, ebedî mutluluk ve büyük kurtuluş ile tembel ve kaybeden kulları için hazırladığı utançlık, ceza ve sürekli pişmanlıklara çağırıver. Sonra kendine lâyık olanı seç. Herkes kapasitesine göre hareket eder. Herkes kendine uy­gun olanı ve yakışanı arzular. Bu ilacı daha fazla uzatmayayım. Doktor ve hastanın bu şiddetli ihtiyacı, genişçe yazmayı gerektirdi. Başarı Allah'tandır.

Hz. Peygamber'in (s.a.) keder, üzüntü, gam ve hüznün tedavisi konu­sundaki tutumları şöyledir;

Sahîhayn'da, îbn Abbas'tan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.) üzün­tülü durumunda şöyle derdi:

"Yüce ve hilim sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur. Yüce Arş'm Rabbi Allah'tan başka ilâh yoktur. Yedi kat göklerin, yeryüzünün ve yüce Arş'ın Rabbi Allah'tan başka ilâh yoktur. "[707]

Tirrriizî'nin Cc/m'inde Enes'ten rivayete göre, bir durum Hz. Peygam^ ber'e (s.a.) güç geldiğinde şöyle derdi:

"Yâ hayy, yâ kayyûm! Rahmetinle yardım istiyorum."[708]

Yine Tirmizî'de Ebu Hureyre'den rivayete göre, bir durum Hz. Peygam-ber'i üzdüğünde yüzünü göğe kaldırır ve: "SübhanelIahî'İ Azım= Ey büyük Allah'ım; sen her noksandan uzaksın." derdi. Kendisini duaya verince: "Yâ hayy, yâ kayyûm." derdi.[709]

Ebu Davud'un Sünen'inde Ebu Bekre'den rivayete göre, Hz. Peygam­ber (s.a.) şöyle buyurdu: "Üzüntü duası şudur:

Allah'ım! Rahmetini umarım. Beni bir an bile nefsime teslim etme. Be­nim bütün durumumu düzelt. Senden başka ilâh yoktur."[710]

Yine Ebu Davud'un Sünen'inde, Esma bt. Umeys'ten rivayet edildiğine göre, Rasûluîlah (s.a.) ona şöyle buyurmuştur:

Üzüntülü durumda söyleyeceğin sözleri sana öğreteyim:

lah Rabbim'dir. O'na hiçbir şeyi ortak koşmam."[711] Bir rivayete gö­re bu, yedi defa söylenir.[712]

Nâsıruddîn el-Elbânî, el'Kelimu't-Tayyib'e (s.73) yazdığı dipnotta, Ömer b. Abdilaziz'in mevlası Hilâl b. Ebu Tu'me'ye, kütüb-i sitte râviîerinin biyografilerini yazan Tehzîb, Takrib ve Hulâsa gibi kitaplarda, her birinin künyeler kısmında bulunmasına rağmen, biyografi­ler arasında yer verilmediğini sanmıştır. Oysa Tehzib'de aynen şunlar yazılıdır: Ebu Tu'­me el-Umevî, Ömer b. Abdilaziz'in mevlâsıdır, adı Hilâl'dir. Şam'hdır, Mısır'da oturmuştur. Ömer b. Abdilaziz'den ve Abdullah b. Ömer'den hadis rivayet etmiştir. Ondan da Abdu-. laziz b. Ömer b. Abdilaziz, Abdurrahman b. Yezid b. Câbir ve Abdullah b. Lehî'a riva­yette bulunmuştur. Ebu Hatim şöyle diyor: Ebu Tu'me, Mısır kurrasındandır. Ondan Ye­zid b. Câbir'in iki oğlu rivayette bulunmuştur. îbn Yûnus şöyle diyor: Hilâl, Ömer b. Ab­dilaziz'in mevlâsıdır, künyesi Ebu Tûme'dİr. Mısır'da kurra idi. İbn Ammâr el-Mavsılî şunu söylüyor: Ebu Tu'me, sikadır.

İmam Ahmed'in Müsned'inde, İbn Mes'ûd'dan rivayete göre Rasûluî­lah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Birinde hüzün veya keder olunca şunu söylesin:

'Allah'ım! Ben senin kulunum, senin kulunun oğluyum, ümmetinden bi­riyim. Kaderim senin elinde. Benim hakımda senin hükmün geçerli, takdir ettiğin adalettir. Kendine verdiğin, kitabında indirdiğin, yaratıklardan birine öğrettiğin veya gayb bilgisinde kendi tercih ettiğin isminle Senden dilekte bu­lunuyorum! Yüce Kur'an'ı kalbimin baharı, gönlümün nuru ve üzüntümün cilası kıl. Üzüntümü gider.'

Bunu söyleyenden Allah üzüntü ve kederi giderir, yerine sevinç ge-tirir."[713]

Tirmizî'de Sa'd b. Ebî Vakkas'tan rivayete göre, Rasûluîlah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Yunus peygamber, balığın karnındayken Rabbına şu duayı yapmıştır

'Senden başka ilâh yoktur. Sen her kusurdan uzaksın. Ben zalimlerden biri oldum.'

Müslüman biri bu duayı yaptığında duası mutlaka kabul olunur."[714]

Başka bir rivayette şöyledir: "Ben bir söz biliyorum ki, üzüntüye düşen onu söylerse Allah bu üzüntüsünü giderir: Kardeşim Yunus'un sözü."

Ebu Davud'un Sünen'ınde Ebu Saîd el-Hudrî'den şu hadis rivayet edi­lir: Bir gün Rasûluîlah (s.a.) camiye girdi. Ensar'dan Ebu Ümâme adındaki biri camide idi. Rasûlullah ona: "Ey Ebu Ümâme! Hayrola, namaz vakti ol­madığı halde camide misin?" diye'sordu. Ebu Ümâme: "Üzüntü ve borçlar beni bırakmıyor, ey Allah'ın elçisi!" cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlul­lah (s.a.) şöyle buyurdu: "Sana söylediğin takdirde Yüce Allah'ın üzüntünü kaldıracağı ve borcunu ödeme imkânı vereceği bir söz öğreteyim mi?" Ebu Ümâme: "Evet, öğret ey Allah'ın elçisi!" deyince, Hz. Peygamber şöyle bu­yurdu: Sabah ve akşam şunu söyle:              ;

"Allah'ım! Üzüntü ve kederden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve cimrilikten, borca batmaktan ve insanların kahrından Sana sığınırım."

Ebu Ümâme şöyle diyor: "Bunu yaptım.: Yüce Allah da üzüntümü gi­derdi, borcumu ödeme imkânı verdi."[715]     

Ebu Davud'un Sünen'inde İbn Abbas'tan rivayete göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Allah, devamlı istiğfar edenin her üzüntüsünü sevince dönüştürür, her zorluktan çıkış yolu verir, ummadığı yerden onu rızıklan-dmr."[716]

Müsned'dt, bir iş kendisini üzdüğünde Rasûluilah'm (s.a.), namaz kıl­mağa sığındığı rivayet edilir.[717]

Yüce Allah şöyle buyurur: "Sabır ve namazla yardım isteyiniz."[718]

Sünen'de şu hadis vardır: "Cihad yapınız. Çünkü o, cennet kapıların­dan biridir. Allah onunla nefislerden gam ve kederi uzaklaştırır. "[719]

Ibn Abbas'tan Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Üzüntü ve kederi artan bol bol Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (güç ve kudret yalnızca Allah'tandır.) desin."

Sahîhayn'da. şu rivayet sabittir: "(Bu söz) cennet hazinelerinden bi­ridir."[720]

Tirmizî'de ise şöyledir: "(Bu söz) cennet kapılarından biridir."[721]

Bunlar on beş ilaç türünü içerir. Şayet bu dualarla üzüntü, gam ve keder giderilemezse, bu hastalık iyice yerleşmiş, sebepleri kökleşmiş ve büsbütünr bir arınmaya ihtiyaç var demektir.                       

1)  Allah'ın rubûbiyet tevhidi,                       

2)  İlâhlık tevhîdi,                                         

3)  İtikadî-ümî tevhid,                                   

4)  Yüce Allah'ın kuluna zulmetmekten ve onu .sebepsiz yere ÜJHIlılu tutmaktan uzak oluşu, '

5)  Kulun bizzat kendisinin zâlim olduğunu itiraf edişi,

6)  Yüce Rabbimize en sevdiği şeylerle, O'nun isim ve sıfatlarıyla! bunların da en kapsamlısı, Hayy ve Kayyûm'dur— dua ediş,

7)  Yalnızca O'ndan yardım isteyiş,

8)  Kulun O'ndan ümit bekleyişini ikrar,

9)  O'na güvenme, işi O'na havale etme ve kaderinin O'nun elinde Olu­şunu, dilediği gibi yaratacağını ve hakkında Allah'ın hükmünün ge­çerli, bu takdirinin de adalet oluşunu itiraf,

10)  Kalbini Kur'an bahçelerinde besleyiş, Kur'an'ı kalbi için bahara dön­dürüş, şüphe ve şehvet karanlıklarına karşı ondan ışık bekleyiş, her kaybettiğine onunla teselli buluş, her musibete karşı onunla gıdalan-ma, gönül hastalıklarına onunla şifa arama, üzüntüsünün cilası, gam ve kederinin şifası oluşu,

11)  İstiğfar, af dileyiş,

12)  Tevbe,

13)  Cihad,

14)  Namaz,

15)  Güç ve kudretin yalnızca Allah'a ait oluşu.

Sözkönusu bu ilaçların bu hastalıklara etki yönü şöyledir:

"Yüce Allah âdemoğlunu ve organlarını yaratmış, her birine kaybettiği zaman üzüntü duyacağı kemâl durumunu vermiş; onların hükümdarı olan kalbe kaybettiği zaman yerini hastalık ve gam, keder, hüzün gibi acıların cağı'bir mükemmellik vermiştir.

Göz yaratılmış olduğu görme özelliğini, kulak yaratılmış olduğu işitme özelliğini ve dil yaratılmış olduğu konuşma özelliğini kaybederse, mükemmel­liğini kaybetmiş olur.

Kalb; yaratıcısını bilmek, sevmek, tek olarak tanımak, O'nunla sevin­mek, sevgisiyle coşmak, O'ndan hoşnut olmak, O'na güvenmek, O'nun için sevmek, O'nun için düşmanlık etmek, sürekli O'nu anmak, O diğer bütün şeylerden kendisine daha sevgili olmak, her şeyden daha çok O'ndan ümid etmek, kalbinde herşeyden çok O'na yer vermek, nimet, sevinç ve lezzetin, hatta hayatın ancak böylece olduğunu gönlüne yerleştirmek için yaratılmış­tır. Bu, onun için gıda, sağlık ve hayat yerindedir. Bunları kaybedince, üzün­tü, gam ve keder her yandan hızla onu sarar, sürekli teslim alır.

Kalbin en önemli hastalıkları, şirk, günah, gaflet, Allah'ın sevdiklerini ve hoşnutluk gösterdiklerini önemsemeyiş, işi O'na havale etmeme, O'na az güvenme, O'ndan başkasına meyil gösterme, takdirine öfkelenme ve verdiği sözde ve tehditte şüpheye düşmedir.

Kalbin hastakkiarıru düşünürsen, başkasını değil, yalnızca bunları ve ben­zerlerini sebep olarak görürsün. Başka bir ilacı olmayan çaresi, bu hastalık­ların panzehiri olan nebevi ilaçlardır. Çünkü hastalık panzehiriyle giderilir, sağlık benzeriyle korunur. Kalbin sağlığı bu nevebî emirlerle korunur, hasta­lıkları bu panzehirlerle giderilir.

Tevhid, kula hayır, sevinç, tat, ferahlık ve neşe kapılarını açar. Tevbe, kalbi hasta eden bozuk karışım ve maddelerin arındırılması ve karışmaktan korunmasıdır. O, kalbe sevinç, kötülük kapılarını kapatır, tevhid sayesinde mutluluk ve iyilik kapılarını açar, tevbe ve istiğfarla kötülük kapılarını kapatır.

Tıp otoritelerinden olan eski bir âlim şöyle diyor: "Vücudunun afiyette olmasını isteyen az yesin ve içsin. Kalbinin afiyetini isteyen, günahlarını ter-ketsin." Sabit b. Kurrâ şöyle diyor: "Vücudun rahatı az yemekte, ruhun ra­hatı az günahta, dilin rahatı da az konuşmaktadır."

Kalb için günah, zehir yerindedir; onu yok etmese de, hiç şüphesiz za­yıflatır. Gücü zayıflayınca hastalıklara güç yetiremez. Gönül doktoru Abdullah b. Mübarek bir şiirinde şöyle diyor:

'Günahların kalpleri öldürdüğünü gördüm. Kalpteki perişanlığı sürekli günah işlemek yaratır,

Günahları terketmenin kalpleri dirilttiğini gördüm, Senin için iyi olan, günahlara isyandır."

Heves ve arzular, kalbin en büyük hastalıklarından, heves ve arzuya ay­kırı davranış ise en önemli ilaçlarındandır. Nefis, aslında cahil ve zalim ola­rak yaratılmıştır. Cehaletinden dolayı nefis, şifasının heveslerine uymakta olduğunu sanır. Halbuki bu, telef ve ölmesidir. Zalim oluşu dolayısıyla ne­fis, dürüst doktorun dediğini kabul etmez bilakis hastalığı ilaç yerine koyar ve ona güvenir, ilacı hastalık sanır, ondan kaçar. Böylece, hastalığı tercih edip ilacından kaçınması sonucu, doktorları âciz bırakan ve bunlarla beraber şi­fası imkânsızlaşan hastalık ve illetler doğar. En büyük musibet bunu kadere yüklemesi, nefsini temize çıkarması, durumuyla sürekli olarak Rabbini kına­ması, sonunda açıktan açığa bu kınamasını diliyle sürdürmesidir.

Hasta bu duruma gelince; onun iyileşmesi, sadece Rabbından bir rah­met gelip yeni bir hayat vermesi ve övgüye değer bir yolu benimsetmesi duru­munda beklenebilir. Bu yüzden, İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadis, Hâhlık ve Rablık tevhidini içermiş, Yüce Rabbı, azamet ve hilimle nitelemiştir. Bu iki sıfat da, en yüce kudret ve rahmeti, iyilik ve bolluğu, ulvî ve süflî âlem ile yaratıkların en üst sının olan Arş için Rabhğın mükemmelliğini gerektirir. Tam Rablık; tevhid, ibadet, sevgi, korku, ümit, ululama ve İtaatin yalnızca O'na ait olmasını gerektirir. O'nun mutlak azameti, O'nda her mükemmelli­ğin varlığını, her noksan ve benzerliğin bulunmayışını gerektirir. O'nun hil-mi, yaratıklarına en yüce rahmet ve iyiliği gerektirir.

Kalbin bunu bilmesi ve tanıması Yüce Allah'ı sevmeyi, ululamayı ve tev­hidi gerektirir. Neşe, lezzet ve sevinçten, üzüntü, keder ve gam acısını gidere­cek olan durum doğar. Hastayı sevindiren, ferahlatan ve güçlendiren bir du­rum olunca, tabiatın bedenî hastalığa karşı nasıl güç kazandığını görürsün. Kalp için bu şifanın ortaya çıkması daha uygun ve iyidir.

Ayrıca, üzüntünün sıkıntısı ile üzüntü duasının içerdiği bu niteliklerin genişliğini karşılaştırırsan, bu sıkıntıdan kurtarmak ve kalbin, sevinç ve ne­şeye boğmak için son derece uygun olduğunu görürsün. Bunu yalnızca kal­binde nurları doğan ve kalbi gerçekleri arayanlar kabul eder.

"Yâ hayy, yâ kayyûm, rahmetinle imdat diliyorum." sözünün, bu has­talığı giderme konusundaki etkisi son derece anlaşılır durumdadır. Çünkü "bayat" sıfatı, Allah'ın bütün kemâl sıfatlarım içerir ve gerektirir. "Kayyûm" sıfatı ise, bütün fiilî sıfatlan içerir. Bunun için, Allah'ın dua edilince kabul edilen ve istenince verilen en yüce ismi hayy ve kayyûm olmuştur. Tam ha­yat, bütün hastalık ve acıların zıddıdır. Bu yüzden cennet hayatı mükemmel

olduğundan, cennettekilere üzüntü, gam, keder ve herhangi bir âfet gelmez. Hayatın noksanlığı, fiillere zarar verir, kayyûm sıfatına aykın düşer. Kay-yûm sıfatının tamlığı, hayat sıfatının mükemmelliği içindir. Mutlak ve tam hayat sıfatıyla diri olanın, mutlaka kemâl sıfatı da vardır. Kayyûm olana müm­kün olanı yapmak asla imkânsız değildir. Hayat ve kayyûm sıfatlarıyla Al­lah'tan dilekte bulunmanın, hayata aykırı düşen ve fiillere zarar veren duru­mun giderilmesinde etkisi vardır.

Bunun bir benzeri, hidayete erdirmesi için Hz. Peygamber'in (s.a.) Rab-bine, "Cebrail, Mikâil ve İsrafil'in Rabbı" diyerek dilekte bulunmasıdır. Çün­kü kalbin hayatı, hidayetledir. Yüce Allah, hayatı bu üç meleğe havale et­miştir. Cebrail, kalblerin hayatı olan vahiy meleğidir. Mikâil, beden ve ruh­ların hayatı olan tabiatı yöneten melektir. İsrafil, dünyanın hayatı ve ruhla­rın cesetlere dönüşünün sebebi olan nefhayı üflemekle görevlidir. Yüce Al­lah'tan, hayatın havale edildiği büyük ruhlann Rabbi diyerek dilekte bulun­manın, isteğin elde edilmesinde etkisi vardır.

Kısacası, hayy ve kayyûm isimlerinin, duaların kabulünde ve üzüntüle­rin giderilmesine özel bir etkisi vardır.

Sünen*dc ve Ebu Hâtim'in Sahih'inde merfû olarak şu hadis rivayet edi­lir: "Allah'ın en yüce ismi, şu iki âyettedir: 'Tanrınız bir tek.tanndır, O mer­hamet eden, merhametli olandan başka tanrı yoktur.'[722] 'Elif, lâm, mîm. Al­lah; O'ndan başka tanrı olmayan, diri (hayy) ve her an yarattıklarını gözetip durandır. (Kayyûm)."[723] Tirmizî, "Bu sahih bir hadistir." diyor.[724]

Sünen ve İbn Hibbân'ın SahWm.de Enes'ten rivayete göre bir adam şöyle dua etti: "Allah'ım! Senden yalnızca Sana hamd ederek istiyorum. Senden başka tanrı yoktur. Sen ihsan sahibisin, gökleri ve yeri en iyi şekilde yaratan­sın. Celâl ve ikram sahibisin. Yâ hayy, yâ kayyûm." Bunun üzerine Rasûlul-lah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kendileriyle dua edilince duayı kabul ettiği, iste­yince verdiği Allah'ın en büyük ismiyle dua etti."[725]

Bu yüzden Rasûlullah (s.a.) kendini duaya verince, "Yâ hayy, yâ kayyûm" derdi. ■

"Allah'ım! Rahmetini umuyorum. Beni bir an bile nefsime bırakma. Bü­tün işimi düzelt. Senden başka ilâh yoktur.'* hadisi, ümidin tüm hayır kendi­sinde olana ait bulunduğunu, yalnızca O'na güvenUdiğini, işin O'na havale edildiğini ve O'na niyaz yapıldığını, işini düzeltmesini, nefsine bırakmaması­nı ve bu hastalığı gidermekte güçlü bir etkisi bulunan tekliğini belirtmek için­dir. "Allah, Rabbimdir. O'na hiçbir şeyi ortak koşmam." hadisi de böyledir.

İbn Mes'ûd'un, "Allah'ım! Ben senin kulunun oğlu bir kulunum." ha­disinde ise, ilâhî bilgiler ve kitabımızın boyutunu aşan kulluk sırları vardır. Çünkü bu söz, kendisini, atalarının ve ninelerinin kulluğunu itirafı, kaderi­nin Allah'ın elinde olup dilediği gibi belirlediğini içermektedir. Kul, Allah ol­maksızın bir fayda veya yarar elde edemez; ölüm, hayat ve dirilişe sahip de­ğildir. Çünkü kaderi başkasının elinde bulunan kişinin elinde hiçbir şey bu­lunmaz, bilâkis kaderin sahibi elinde esir ve tartışmasız iktidarının emrinde olur.

"Benim hakkımda senin hükmün geçerli olur. Benimle ilgili takdirin ada­lettir." sözü, tevhidin dayandığı iki önemli temeli içerir:

1) Kaderin ve yüce Rabbin kulu hakkındaki hükümlerinin geçerli oldu­ğunun, bundan kurtuluşun ve ona karşı hile yapmanın imkânsız olduğunun ispatı yer alır.

2) Yüce Allah bu hükümlerinde adaletlidir, kuluna haksızlık yapmaz, bi­lâkis bu hükümlerde adalet ve iyiliğin gereğinden dışarı çıkmaz. Çünkü zul­mün sebebi, ya zâlimin ihtiyacı, ya bilgisizliği veya akılsızlığıdır. Herşeyi bi­len, hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşeyin kendisine muhtaç olduğu, hâ­kimlerin hâkimi birinden böyle bir şey gerçekleşemez. Hiçbir şey O'nun hik­met ve tıamdi dışında olmadığı gibi, herşey O'nun kudret ve dilemesindedir. O'nun hikmeti, dileme ve kudretinin etkili olduğu her yerde etkilidir. Bunun için Allah'ın Peygamberi Hûd (a.s.), kavmi kendisini ilanlarıyla korkutunca şöyle demiştir: "Doğrusu ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahid olun ki, ben O'nu bırakıp koştuğunuz ortaklardan uzağım. Hepiniz bana tuzak ku­run, sonra da ertelemeyin. Ben, ancak benim de, sizin de Rabbiniz olan Al­lah'a güvenirim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. Rab-bim elbette doğru yo]dadır."[726] Yani, her ne kadar yüce Allah, mahlukatın kaderini elinde tutuyor ve dilediği gibi hareket ediyorsa da, O doğru yoldadır; onlar hakkında yalnızca adalet ve hikmetle, iyilik ve rahmetle tasarrufta bulunmaktadır. "Benim hakkımda senin hükmün geçerlidir." sözünün kar­şılığı âyetin "Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun" kıs­mına; "Benim hakkımdaki takdirin adalettir" sözü ise âyetin "Şüphesiz Rab-bim doğru yoldadır." kısmına uygunluk gösterir. Sonra, yüce Rabbine kul­ların bildiği ve bilmediği —ki gayb âleminde tercih ettikleri bunlardandır, melek ve peygamberler dahi bunları bilmez— isimleriyle dua etmiştir. Bu en önem­li; Allah'ın sevdiği ve isteğin elde edilmesine en yakın dua çeşididir.

Sonra, Kur'an'i, kalbi için hayvanların beslendiği bahar kılmasını iste­miştir. Kur'an gerçekten de kalbin damarıdır. Yine Kur'an'ı, gam ve kederi­ne şifa kılıp, hastalığı kökünden söken, bedeni sıhhat ve normal durumuna döndüren ilaç yerinde olmasını, Kur'an'ın hüznünü cilalamasını istemiştir. Hasta doğru bir şekilde kullanırsa, bu ilaç ondaki hastalığı gidermeye, ona tam şifa, sağlık ve afiyet vermeye adaydır. Başarıya ulaştıran Allah'tır.

Yunus peygamberin duasına gelince; onda, Yüce Allah'ı en yüksek sevi­yede tek ve noksandan uzak tanıma, kulun kendi zulüm ve gühanını itiraf gibi üzüntü, gam ve keder ilaçlarının ve ihtiyaçların giderilmesinde Yüce Al­lah için kullanılacak isimlerin en etkilisi vardır. Çünkü, tevhid ve tenzih; Al­lah için her kemâli kabul etmeyi, her türlü noksanı, kusuru ve benzeri red­detmeyi içerir. Zulmün itirafı; kulun şeriate, sevap ve cezaya inancını içerir, üzüntüsünü ve Allah'a sığınmayı, hatasını söylemeyi, kulluğunu kabullenmeyi ve Allah'a ihtiyaç duymayı gerektirir. Burada vesile edinilen tam dört durum vardır: Tevhid, tenzih, kulluk ve itiraf.

"Allah'ım! Üzüntü ve kederden Sana sığınırım." şeklindeki Ebu Ümâ-me hadisi, her çifti birbirinin yakını ve eşi olan sekiz şeyden sığınmayı içerir. Keder ve hüzün kardeştir, acizlik ve tembellik kardeştir, korkaklık ve cimri­lik kardeştir, borca batmak ve insanların zorbalığı kardeştir. Çünkü, kalbe hoşlanılmayan ve acı veren şeyler geldiğinde, bunun sebebi, ya geçmişteki bir durumchır ki onu kedere boğar, şayet gelecekte olması beklenirse, onu üzer ve kulu çıkarlarından alıkoyar ve engeller; yahut acizlik demek olan kudret­sizliktir veya tembellik, iyiliği ve yaran kendisine ve diğer insanlara verdir­memek demek olan isteksizliktir; veyahut da yaran, korkaklık demek olan bedeniyle veya cimrilik demek olan malıyla engellemesidir. İnsanlann ona kahır yapması, ya haklı gerekçeye dayanır ki bu borca dalmaktır, ya da haksızdır ki bu da insanlann ona zorbalık yapmasıdır. Hadis, her kötülükten sığınma­yı içermiştir. İstiğfarın gam, keder ve sıkıntıyı defetmedeki etkisi, din âlimle­rinin ve her ümmetin akıllı kişilerinin günah ve bozgunculuğunun üzüntü ve kederi, korku ve hüznü, gönül sıkıntısını ve kalp hastalıklarını gerektirdiğini bilme konusunda aynı görüşte birleşmesinden dolayıdır. Hatta günah işleyenler, arzularını yerine getirdiklerinde ve nefisleri usandığında, bunu kalplerindeki sıkıntı, gam ve keder dolayısıyla işlerler. Nitekim ahlâksızlıkların piri şiirin­de şöyle diyor:

"Bir kadehi zevkle içtim, Diğeriyle onu tedaviye çalıştım. "[727]

Günahlann ve suçların kalbteki sonucu bu olduğun^ göre, onujı tevbe ve istiğfardır.                                                   

Namaza gelince; namazda kalbi ferahlatan ve güçlendiren, onu açan, neşe ve zevke boğan bir özellik vardır. Namazda, kalp ve ruh Allah ile ilişki ku­rar, O'na yakm olur. O'nu zikrederek ferahlar, O'na yakararak neşe dolar-, huzurunda durur, O'na ibadette bedenin tümünü, güçlerim ve organlarını kul­lanır, her organa bundan payını verir, mahlukatla ilgilenmek, karışmak ve konuşmaktan alıkoyar, kalbinin ve organlarının güçlerini Rabbine ve yaratı­cısına yöneltir, ancak sağlam kalblerde yer eden en önemli ilaçlardan, ferah­latıcılardan ve gıdalardan olduğu sürece namaz durumunda düşmanından emin olur. Hasta kalpler ise, ancak üstün gıdalar uygun düşen bedenler gibidir.

Namaz, dünya ve âhiret iyiliklerinin elde edilmesinde, kötülüklerin de-fedilmesinde en önemli yardımcılardandır. Namaz, günahtan alıkoyar, kalp hastalıklanm defeder, hastalığı vücuttan atar, kalbi aydınlatır, yüzü ağartır, organlara ve nefse dinçlik verir, rızık getirir, zulmü defeder, mazluma yar­dım eder, şehvet pisliklerini defeder, nimeti korur, belâyı defeder, rahmet in­dirir, karanlığı aydınlatır, karın ağrılarının pek çoğuna yarar sağlar. İbn Mâ-ce,-Sünen'inde Mücâhid—Ebu Hureyre senediyle şunu rivayet eder: Ebu Hu-reyre der ki: Rasûlullah (s.a.) beni, yatarken kann ağrısından şikâyet ettiğim halde gördü. Bana şöyle dedi: "Ey Ebu Hureyre! Karnında bir derdin mi var?" "Evet, ey Allah'ın elçisi!" dedim. Bunun üzerine Rasûlullah: "Kalk, namaz kıl. Çünkü namazda şifa vardır." buyurdu.[728] Bu hadis Ebu Hureyre'den mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Hadisi, Mücâhid'e doğrudan Ebu Hureyre söylemiştir ki öyleye benziyor.

Şayet zındık bir doktor, namazın ilaç olduğunu kabul etmiyorsa, om tıp diliyle hitap edilir ve: "Namaz, ruh ve bedenin birlikte yaptıkları bir spordur." denilir. Çünkü namazda ayakta durmak, eğilmek, oturmak, intikal vb. yapıldığı sırada çoğu mafsalların hareket ettiği, mide, bağırsak ve diğer sin­dirim organları gibi iç organların çoğunun eğilip büküldüğü hareketler ve va­ziyet alışlar vardır. Bu hareketlerde, maddeleri güçlendirme ve nüfuz etme olduğu inkâr edilemez. Özellikle nefis kuvveti ve onun namazda inşirah bul­masıyla tabiat güçlenip, acı defolur. Ama zındığın hastalığı, peygamberlerin getirdiğinden yüzçevirmesi ve onun yerine ilhadı geçirmesi, yalancı ve yüzçe-viren mutsuzların gireceği kızgın ateşten başka bir ilacı olmayan hastalıktır.

Cihadın üzüntü ve kederi defetmedeki etkisi, vicdanen bilinen bir du­rumdur. Çünkü nefis, bâtıl saldırganı, saldırısını ve istilasını kendi başına bı­rakınca üzüntü ve kederi, hüzün ve korkusu artar. Ama onunla Allah için mücadele ederse, Allah onun hüznünü, gam ve kederini dinçlik, ferahlık ve kuvvetle değiştirir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Onlarla savaşın ki Allah si­zin elinizle onları azaplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de mü'minle-rin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki Öfkeyi gidersin."[729] Kalbin sı­kıntı, hüzün, keder ve üzüntüsünü cihaddan daha hızlı giderecek bir şey yok­tur. Yardım yalnızca Allah'tan istenir.

"Lâ havle velâ kuvvete illâ billah"ın hastalığı defetmedeki etkisine ge­lince; bu sözde, güç ve kudretin yalnızca Allah'a ait olduğu, işin bütünüyle O'na bırakıldığı, O*ndan gelecek hiçbir şeye karşı çıkılamayacağı, ulvî ve süflî âlemde her dönüşümün bu çerçevenin dışına çıkamayacağı, bu dönüşüm kuv­vetinin ve bütün bunlann hepsinin yalnızca Allah'a ait olduğu yer alır. Bazı eserlerde şöyle denir: "Gökten inen ve oraya yükselen bir melek, bunu ancak 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billah*\\t gerçekleştirir." Şeytanı kovmada bu sö­zün şaşılacak bir etkisi vardır. Yardım yalnızca Allah'tan istenir. [730]


[696] Bakara, 2/155-157.

[697] Ahmed, 4/27. Ümmü Seleme—Ebu Seleme yoluyla. Müslim'de (918/4)'de yer alır!

[698] Hadîd, 57/22.

[699] Azbat b. Kuray'ın, "Her vad.de Sa'doğulları vardır." deyişinden alınmıştır.

[700] Bedîuzzaman el-Hemezânî'nin, akrabalarından bir kısmı Ölen Ebu Âmir ed-Dabbî'ye ta'-ziyet için yazdığı mektuptan alınmıştır. Bk. er-Resâ'il, s, 93. (el-Cevâib baskısı).

[701] Metinde "gadiîra" geçiyor. Rahat hayat demektir. İbn Abdurrabbih, ei-Ikdu'l-Ferîd'de şöyle diyor: "Dünya sadece bol budaklı ağaç gibidir, bir tarafı yeşerirse, öbür tarafı kurur."

[702] İki beyit, şu eserlerde yer alır: el-Mu 'telef ve 'l-Muhtelef, 145; el-Hamâse, 1203 (Merzukî1-nin şerhiyle); Hızânetu'l-Edeb 3/178.

[703] Tirmizî, 2404. Abdurrahman b. Mi'zâ—A'meş—Ebu'z—Ziibeyr—Câbir senediyle. Ab-durrahman zayıftır, A'meş'ttı rivayet ettiği hadisler münker kabul edilmiştir, sika râvi-lerden onlara benzer rivayet yoktur. Ayrıca A'meş ile Ebu'z-Zübeyr'İn muan'an rivayet­leri söz konusudur.

[704]  Sahih bir hadistir. Ahmed (5/427, 429), iki ayrı senedle ve şu sözlerle verir: "Allah, bii topluluğu sevdiğinde onlara sıkıntı verir, Sabredenler sabır, sabırsızlık gösterenler sabır-l sizlik kazanır." Tirmizî (2398) ve tbn Mâce'de (4031) ise Enes'ten şu sözlerle naklediliri "Karşılığın büyüklüğü, sıkıntıya göredir. Allah bir topluluğu sevdiğinde onlara sıkıntı ve-j rir. Hoşnutluk gösteren hoşnutluk, hoşnutsuzluk gösteren de hoşnutsuzluk kazanır." Se-j nedi hasendir.

[705] Buharı, 3/138; Müslim, 926.

[706] Müslim, 2822.

[707] Buharı, 11/122, 123; Müslim, 2730.

[708] Tirmızî, 3522. Senedinde Yezîd b. Ebân er-Rukkâşî vardır, zayıftır.

[709] Tirmizî, 3432. Senedinde ibrahim b. el-Fadl el-Mahzûmî vardır, metruktür.

[710] Ebu Davud, 5090. Ayrıca bk. Ahmed, 5/42; Buharı, el-Edebü'l-Müfred, 701. Senedi ha-sendir. İbn Hibbân (2370) bu hadisi sahih görmüştür. Yazarımız İbn Kayyim, bu hadisi Hz. Ebu Bekr'in Müsned'inden sanmıştır.

[711] Ebu Davud, 1525. İbn Mâce (3882), Ömer b. Abdilazîz'in mevlası Hilâl b. Ebî Tu'me— Ömer b. Abdİlaziz—Abdullah b. Cafer—Esma bt. Umeys yoluyla rivayet eder ve İbn Hib-ban'daki (2369) Hz. Âişe hadisi bunun şahididir.

[712] Bu rivayeti bulamadık. Taberanı, Dua'da üç defa söylendiğini zikreder.

[713] Ahmed, 1/394, 452. Senedi sahihtir. İbn Hibbân (2372) da sahih görmüştür. Daha önce de geçti.

[714] Tirmizî, 3500. Ayrıca bk. Ahmed, 1/170. Hâkim (1/505) bu hadisi sahih görmüş, Zehebî de ona katılmıştır. Hadis onların dediği gibidir. İkinci rivayeti İbnu's-Sünnî, (s. 111) kay­detmiştir, senedinde zaaf vardır.

[715] Ebu Davud, 1555. Senedinde Gassân b. Avf el-Basrî vardır, leyyinu'l-hadis bir râvidir.

[716] Ebu Davud, 1518. Ayrıca bk. Ahmed, 2234; Ibn Mâce, 3189. Senedinde eİ-Hakem b. Mus'-ab vardır, meçhul bir râvidir.

[717] Ahmed, 5/388. Senedinde Muhammed b. Abdilİah ed-Duelî ve Abdulaziz b. Ebî Huzeyfe vardır. Ibn Hibbân'dan başkası onları sika kabul etmez

[718] Bakara, 2/45.

[719] Taberânî'nin el-Mu'eemu'I-Evsaf ta Ebu Ümâme'den rivayetle kaydettiği sahih bir hadis-.      tir. Ayrıca Ahmed (5/314, 316, 326 ve 330) Ubâde b. Sâmif ten rivayet eder. Hâkim (2/74, 75) bu hadisi sahih görmüş, Zehebî de ona katılmıştır

[720] Buharı, 11/180; Müslim, 2704, Ebu Musa'dan.

[721] Tirmizi, 3576, Sa'd b.Ubâde'den îsnâdt hasendir.

[722] Bakara, 2/163.

[723] Âl-tmrân, 3/1-2.

[724] Tirmizî, 3472; İbn Mâce, 3855; Ebu Davud, 1496; Ahmed, 6/461; Dârimî, 2/450. Ubey-duliah b. Ebî Ziyâd—Şehr b. Havşeb—Esma bt. Yezîd yoluyla. Ubeydullah kuvvetli bir râvi değildir. Şehr b. Havşeb için birçokları çeşitli sözler söylemiştir. Ancak Ebu Ümâ-me'den merfû olarak onu güçlendiren bir şahidi vardır: "Dua edildiğinde Allah'ın kabul edeceği en büyük ismi üç sûrede, Bakara, Âlî îmrân ve Tahâ sûrelerindedir." Bu hadisi İbn Mâce, (3856), Tahavî, (Muşkitu'l-Âsâr,' 1/63) ve Hâkim, (1/506), rivayet etmişler­dir, senedi hasendir.

[725] Ebu Davud, 1495; Nesâî, 3/52; İbn Mâce, 3858. İsnadı sahihtir. İbn Hibbân (2382) ve Hâkim (İ/503, 504) bu hadisi sahih görmüş, Zehebî de ona katılmıştır.

[726] Hûd, U/55-56.

[727] Bu A'şa, Meymûn b. Kays'tır. Şiir, Divan'mda (s.121) yer almaktadır. Ebu Nuvas da şu beytinde onu izlemiştir: "Beni kınamayı bırak, kınama özendirmedir. Beni hastalıkla tedavi et."

[728] İbn Mâce, 3458. İsnadı zayıftır.

[729] Tevbe, 9/34-15.

[730] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/401-418.


Konu Başlığı: Ynt: Musibet ve üzüntünün tedavisi
Gönderen: Rüveyha üzerinde 28 Aralık 2014, 01:45:43
Esselamu Aleykum ve rahmetullah.
Musibetin bir çaresi de, Allah'dan daha iyisinin geleceğini umarak kal­bini rahatlatmaktır. Allah dışında herşeyin bir bedeli vardır, ama Allah'ın bedeli yoktur. Nitekim bir beyitte şöyle denir:
"Kaybettiğin taktirde, herşeyin yerini tutacak biri vardır, Ama Allah'ı kaybedersen onun yerini tutacak asla yoktur.'

Ne güzel açıklanmış.Mevlam musibetlere sabrı cemille mukabele etmeyi nasip eylesin İnşaAllah.Mevlam razı olsun kardeşim.


Konu Başlığı: Ynt: Musibet ve üzüntünün tedavisi
Gönderen: Pelinay üzerinde 28 Aralık 2014, 03:00:05
Ve aleykumusselam ve rahmetullahi;
sıkıntılar,dertler  biliyoruz ki imtihan ..ama başa gelince sabretmek o kadar zor geliyor ki nefse.bir nebze de olsa tedavisini ğrendik,,inşallah sabredip ecrine muvaffak oluruz..
Allah razı olsun..konu çok güzel açıklanmış..özellikle şu beyit her şeyi o kadar güzel anlatıyor ki;


 Kaybettiğin taktirde, herşeyin yerini tutacak biri vardır, Ama Allah'ı kaybedersen onun yerini tutacak asla yoktur.'*



Konu Başlığı: Ynt: Musibet ve üzüntünün tedavisi
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 28 Aralık 2014, 11:08:31
Ve aleykumusselam ve rahmetullahi. Musibet olumlu bir şeklilde bakmak kişiyi rahatlatıyor tedavi ediyor. Belalara sabretmek ilaçtır inş. Rabbim razı olsun güzel bir paylaşım.