๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 16 Haziran 2011, 11:10:41



Konu Başlığı: Müntefikoğulları heyetinin gelişi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 16 Haziran 2011, 11:10:41
33— Müntefikoğullan Heyetinin Gelişi:

 

İmam Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah, babasının Müsned'indeki ri­vayetinde dedi ki: İbrahim b. Hamza.b. Muhammed b. Hamza b. Mus'ab b. ez-Zübeyr ez-Zübeyrî bana bir yazı yazdı —ve orada dedi ki—: Sana şu hadisi yazdım. Ben onu sana yazdığım şekliyle —hocamdan— dinlemiş ve ona dinietmiştim. Sen de benden almış olarak başkalarına rivayet et: Abdur-rahman b. el-Muğîre el-Hızâmî, Abdurrahman b. Ayyaş es-Semaî el-Ensârî— Delhem b. Esved b. Abdillah b. Hâcib b. Âmir b. Müntefik el-Ukaylî— babası—amcası Lakiyt b.Âmir yoluyla ve yine Delhem, Ebu'î-Esved b. Ab­dillah ve Âsim b. Lakıyt yoluyla yaptığı rivayette şöyle demiştir: Lakiyt b. Amir temsilci olarak Rasûlullah'a (s.a.) gitmek üzere yola çıktı. Yanında da Nehîk b. Âsim b. Mâlik b. el-Müntefik adında bir arkadaşı vardı. Lakıyt dİ-yor ki: Ben ve arkadaşım yola çıktık ve Rasûlullah'a (s.a.) geldik. Sabah na­mazını yeni bitirmişken yanına vardık. O da ashabına hitap etmek için ayağa kalkmıştı, dedi ki: "Ey insanlar; dört günden beri sesimi çıkarmamıştım. Bu gün dinleyiniz. Hiç aranızda kavminin elçi olarak gönderdiği ve ona, (Rasû-lullah'ın (s.a.) dediklerini, bize bildir.' dediği kimse var mı? Orada birisi var, kendi kendine konuşması (veya arkadaşıyla konuşması)onu oyalıyor, ya da kaybolan bir şeyini düşünmek onu meşgul ediyor, ben o kayıptan mesulüm, tebliğ ettim mi? Dinleyiniz hayat bulunuz; oturunuz." Bu sözler üzerine her­kes oturdu. Ben ve arkadaşım kalktık, Rasûlullah (s.a.) kalbi ve gözüyle bize yönelince dedim ki: "Ya Rasûlallah! Gayb ilminden bir şey bilir misin?" Ra-sûlullah (s.a.) güldü. ALLAH'a yemin olsun ki, kaybettiğim şeyi aradığımı bil­di ve: "Rabbın, beş gaybin ilmini kendine alıkoydu, onları ALLAH'tan başka kimse bilmez." buyurdu. Bu esnada eliyle de işarette bulundu. "Onlar neler­dir, ya Rasûlallah?" diye sordum. Buyurdu ki: "1) Ölümün bilgisi. Sizden birinin ölümünün ne zaman olacağını O bilir, siz bilemezsiniz. 2) Ana rah­mindeki meninin bilgisi. Onu ALLAH bilir, siz bilemezsiniz. 3) Yarın olacak şeylerin bilgisi. ALLAH ne yiyeceğini (yani yarınki rızkını) bilir, sen bile­mezsin. 4) Yağmurun yağacağı günün bilgisi. ALLAH size bakar, siz korku ve susuzluk içindesinizdir. Yağmurunuzun yağmasının yakm olduğunu bilir ve halinize gülmeye devam eder.'* Lakıyt diyor ki: Bunun üzerine dedim ki: "Hay­ra gülen Rabdan ümidimizi kesmeyeceğiz." Hz. Peygamber (s.a.) devamla: "5) Kıyamet gününün bilgisi." dedi. "Ya Rasûlallah! Bildiğin ve insanlara öğrettiğin şeyleri bize de öğret. Biz, tasdik ettiğimizi kimsenin tasdik etmedi­ği bir topluluktanız. Ne bizden daha kalabalık olan Mezhıc, ne bize tâbi olan Has'amlılar, ne de bizim kendi aşiretimiz, hiçbiri bizi tasdik etmez." dedik. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: "Yaşadığınız kadar yaşayınız, sonra peygam­beriniz vefat eder, sonra yine bir müddet kalırsınız. Sonra kuvvetli bir ses gönderilir, Rabbına yemin olsun ki, yeryüzünde hiçbir şey bırakmaz. Rab-bmla beraber olan melekler de vefat eder. Ve Rabbın azze ve celle arzda do­laşır, bütün beldeler boşalır, yalnız Rabbın kalır. Rabbm, arşının katından gökyüzünü gönderir de gökyüzü durmadan yağmur yağdırır, ilâhına yemin olsun ki, yeryüzünde ne düştüğü yerde bir maktul (öldürülen kimse), ne de defnedildiği yerde bir meyyit bırakır, hepsinin kabirlerini yarar ve onları baş­larının bulunduğu yerde oturur vaziyete getirir. Bunun üzerine Rabbın: Meh-yem? (yani durumun nedir, işin nedir, nerede idin?) der. Kul da der ki: 'Ya Rabbi, dün-bugün. Kul bu sözüyle, dünya hayatıyla ve ailesiyle olan bera­berliğinin çok yakın olduğunu (yani ölmesiyle dirilmesi arasında çok kısa bir müddet geçtiğini) kasdeder. "Ya Rasûlallah! Bizi, çürüdükten, rüzgâr ve yırtıcılar parçaladıktan sonra (ALLAH) nasıl toparlayacak?" dedim. Hz. Peygamber (s.a.): "Bunun misâlini ALLAH'ın nimetlerinden yereyim: Yeryüzüne bakıyor­sun, çorak ve taşlık" dedi. "Artık orası asla hayat bulamaz." dedim. ALLAH Rasûlü (s.a.) devamla: "Sonra ALLAH oraya yağmur gönderiyor, birkaç gün sonra otlar bitmiş olarak görüyorsun. İlâhına yemin oJsun ki O, yeryüzünün bitkisini bir araya getiren sudan, sizlerin parçalarınızı bir araya getirmeye daha çok muktedirdir ve (siz O'nun kudretiyle) kabirlerinizden ve cesetlerinizin bulunduğu her yerden çıkarsınız ve O'na bakarsınız. O da size bakar." bu­yurdu. "Ya Rasûlallah! O tek varlık, biz ise bütün yeryüzünü dolduruyoruz, bu vaziyette nasıl olur da O bize, biz de O'na bakarız?" dedim. Hz. Peygam­ber (s.a.): "Bunun misâlini ALLAH'ın nimetlerinden vereyim: Güneş ve ay Al­lah'ın küçük bir âyeti (O'nun varlığının deliü)dir. Siz o ikisini de aynı zamanda görebiliyor ve onları görmekten dolayı bir zarara da uğramıyorsunuz. îlâhı-na yemin olsun ki O, güneşin ve ayın kendilerini göstermelerinden ve bunlar­dan dolayı da bir zarara uğramamanızdan, sizi görmeye ve sizin de O'nu gör­menize daha çok muktedirdir." buyurdu. "Ya Rasûlallah! Rabbımıza kavuş­tuğumuz zaman bize ne yapacak?" dedim. "Hiçbir sırrınız O'na kapalı kal­mamış olarak O'nun huzuruna çıkarılırsınız. Rabbın azze ve celle eliyle bir avuç su alacak ve sizin bulunduğunuz tarafa serpecek, İlâhına yemin olsun ki, o suyun hiçbir damlası hedefini şaşırmadan yüzlerine isabet edecek. Müs-lümanın yüzü bu suyla beyaz bir çarşaf gibi olacak. Kâfire gelince, onun da yüzüne su serpecek, onun yüzü de simsiyah kömür gibi olacak. Sonra Pey­gamberiniz oradan ayrılır ve sâlih kimseler O'nu takip ederler. Sonra ateşten bir köprüye doğru yürürler, sizden biriniz ateş parçasına basar ve acısından 'uff der. Rabbm azze ve celle: 'Evet.' der. Daha sonra peygamberinizin ha­vuzu başına, daha Önce hiç görmediğim bir şekilde susamış olarak gelirsiniz. İlâhına yemin olsun ki, sizden biriniz elini uzatır uzatmaz eline bir bardak düşer; onu, yorgunluk, idrar ve her türlü sıkıntıdan kurtarır. Güneş ve ay gizlenir, onlardan hiçbirini görmezsiniz." buyurdu. "Ya Rasûlallah! (Bütün bunları) ne ile göreceğiz?" dedim. "Şu andaki görüşünün bir benzeriyle; gü­neşin doğması yeryüzünü aydınlatıp, dağlara vurması esnasında gördüğün gi­bi." buyurdu. "Ya Rasûlallah! Kötülüklerimizin ve iyiliklerimizin karşılığı­nı ne ile göreceğiz?" dedim. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: "İyiliklerinizin kar­şılığım on katıyla göreceksiniz, kötülüklerinizin karşılığını da bir katıyla gö­receksiniz, bu arada ALLAH tamamını da affedebilir." Dedim ki: "Ya Rasû-lailah! Cennet ve Cehennem nedir?" Dedi ki: "İlâhına yemin olsun ki, Ce­hennemin yedi kapısı vardır, sadece iki kapısı arasındaki mesafeyi atlı bir kimse yetmiş yılda kateder. Cennetin sekiz kapısı vardır, onun da iki kapısı arasın­daki mesafeyi bir atlı yetmiş senede kateder." Dedim ki: "Ya Rasûlallah!

Çenette neler göreceğiz?" Dedi ki: "Süzülmüş baldan nehirler, başağrısına ve pişmanlığa sebep olmayan şaraptan ırmaklar, tadı bozulmamış sütten ve özellikleri değişmemiş sudan ırmaklar ve meyveler göreceksiniz. İlâhına ye­min olsun ki, burada bildiğiniz her şey ve onları benzerlerinden daha hayırlı her şeyi bulacaksınız, bunların yanı sıra tertemiz zevceler olacak." Dedim ki: "Ya Rasûlallah! Bize orada muslıha (ALLAH'ın rızasını kazanan) eşler mi ola­cak?" Dedi ki: "Saliha kadınlar sâlih olan erkeklere aittir." Bir diğer metin­de: "Saliha kadınlar sâlih olan erkeklere aittir, aynen dünyada olduğu gibi birbirinizden zevk duyarsınız, ancak orada doğum yoktur." Dedim ki: "Ya Rasûlallah! En çok ulaşacağımız ve en son varacağımız nokta neresidir?" Hz. Peygamber (s.a.) bu soruya cevap vermedi. Dedim ki: "Ya Rasûlallah! Sana ne üzerine bîat edeyim.?" Hz. Peygamber (s.a.), elini uzattı ve dedi ki: "Na­maz kılmak, zekât vermek, müşrikleri terketmek ve ALLAH'tan başkasını ilâh tanımamak ve O'na şirk koşmamak üzere." Dedim ki: "Ya Rasûlallah! Do­ğu ile batı arasındakiler bizimdir." Ben bu sözü söyleyince, bana veremeye­ceği bir şeyi şaft koşacağımı zannederek elini çekti, ben de sözüme devam ederek dedim ki: "Dilediğimiz yere konaklarız. Herkesin günahı kendi aley­hine işler." Bunun üzerine elini (tekrar) uzatıp: "Dilediğin yere konaklaya­bilirsin, senin aleyhine kendi nefsinden başkası günah işleyemez." Sonra Ra-sûlullah'ın (s.a.) yanından ayrıldık. Daha sonra Rasûlullah (s.a.), onun hak­kında dedi ki: VGüzel, güzel. îlâhına yemin olsun ki, dünya ve âhirette in­sanların en takvâhsı." Bekr b. Kilâboğullarından Kâ'b b. el-Hudriyye dedi ki: "Kim onlar yâ Rasûlallah!" Buyurdu ki: "Müntefikoğullan, Müntefiko-ğullan, Müntefikoğulîarı. Bunun ehli onlardır." Lakıyt diyor ki: "Döndük, sonra ben Rasûlullah'a (s.a.) yöneldim ve dedim ki: "Yâ Rasûlallah! Geçip gidenlerden herhangi birinin cahiliye devrinde hayrı var mıdır?" Kureyş aha­lisinden biri dedi ki: "Vallahi, baban el-Müntefık cehennemdedir." (Soruyu soran ve kendisine böyle cevap verilen adam) der ki: Herkesin içinde babama böyle söylemesinden dolayı sanki yüzümün eti ile derisi arasına bir ateş düş­tü ve hemen: Ya senin baban yâ Rasûlallah? demek istedim. Fakat başka türlü sormayı daha güzel gördüm ve dedim ki: "Ya Rasûlallah! Ya senin ailen?" Dedi ki: "ALLAH'a yemin olsun ki benim ailem de öyledir. İster Âmiri, ister Kureyşli olsun, hangi kabrin başına gelirsen de ki: Beni sana Muhammed gön­derdi. Seni üzen şeyi haber vereyim, yüzünün ve karnının üzerinde cehenne­me sürükleniyorsun." Dedim ki: "Ya Rasûlallah! Onları bu duruma düşü­ren sebep nedir? Onlar en iyisini yaptıklarını zannettikleri işler yapıyorlar ve kendilerini, ıslâh için çalışan kimseler sanıyorlardı." Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: "Bunun sebebi şudur: ALLAH, her yedi ümmetin (neslin) sonunda bir pey­gamber gönderir. Kim peygamberine isyan ederse sapıklığa düşenlerden olur;kim de peygamberine itaat ederse hidayete erenlerden olur."[323]

Bu, büyük ve azametli bir hadistir. Hadisin azameti, celâleti ve yüceliği, onun peygamberlik çerağından çıktığını göstermektedir. Abdurrahman b. Mu-ğîre b. Abdirrahman el-Medenî hadisinden başka yolla bilinmemektedir. On­dan İbrahim b. Hamza ez-Zübeyrî rivayet etmiştir. Bu şahısların her ikisi de Medine'deki âlimlerin büyüklerindendir ve Sahih'te hadisleriyle delil getiri­len sika râvilerden sayılmışlardır. Ehl-i hadisin imamı Mühammed b. İsmail el-Buharî, bu iki şahısla da delil getirmiştir. Ehl-i sünnet imamları bu hadisi kitaplarında rivayet etmişler, kabul edip teslimiyetle önünde boyun eğmişler ve hiçbiri, ne hadisi ne de hadisin râvilerinden harhangi bir şahsı ta'n (hadi­sin sıhhatma zarar veren kusur isnad) etmişlerdir.

Hadisi rivayet edenler şunlardır:

1— İmam (Ahmed b. Hanbel)in oğlu îmam Ebu Abdirrahman Abdillah b. Ahmed b. Hanbel babasının Müsnecf inde ve es-Sünne adlı kitabında bu hadisi zikretmiş ve şöyle demiştir: İbrahim b. Hamza b. Mühammed b. Hamza b. Mus'ab b. ez-Zübeyr ez-Zübeyrî bana şunu yazdı: "Sana bu hadisi yaz­dım. Ben onu arz (hocasına dinletme metodu) ve sema* (hocası okurken onu dinleme) yoluyla sana yazdığım gibi öğrendim, sen de onu benden rivayet et."

2— Büyük hadis hafızı Ebu Bekir Ahmed b. Amr b. Ebî Âsim en-Nebîl, es-Sünne adlı kitabında rivayet etmiştir.

3— Hadis hafızı Ebu Ahmed Mühammed b. Ahmed b. îbrahîm b. Sü­leyman el-Assâl, el-Ma'rife adlı kitabında.

4— Bulunduğu devrin hadis hafızı ve büyük muhaddisi Ebu'l-Kâsım Sü­leyman b. Ahmed b. Eyyûb et-Tebarânî birçok kitabında.

5— Hadis hafızı Ebu Mühammed b. Abdillah b. Mühammed b. Hay-yân Ebu'ş-Şeyh el-Isbehânî, es-Sünne adlı eserinde.

6— Babası da kendisi gibi hadis hafızı olan Ebu Abdillah Mühammed b. İshak b. Mühammed b. Yahya b. Mende —ki bu şahıs da Isfahan hafızıdır—.

7— Hadis hafızı Ebu Bekir Ahmed b. Musa Merdûyeh.

8— Yaşadığı asrın hadis hafızı Ebu Nuaym Ahmed b. Abdillah b. îshâk el-îsbehânî.

Bunlar dışında teker teker sayılmaları uzayıp gidecek birçok hadis hafızı bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Ibn Mende der ki: "Bu hadisi Mühammed b, İshâk es-San'anî, Abdul­lah b. Ahmed b. Hanbel ve diğerleri rivayet etmişlerdir. Irak'ta ilim ve takva erbabının huzurunda Ebu Zür'a er-Râzî, Ebu Hatim ve Ebu Abdillah Mu-hammed b. İsmail gibi imamlar topluluğu bu hadisi rivayet etmiş, orada bu­lunanlardan kimse karşı çıkmamış ve isnadına itiraz etmemiş; aksine sıhhati­ni kabul ederek onlar da rivayet etmişlerdir. Bu hadisi münkir veya cahil-ya da Kitap ve sünnet'e karşı olanlardan başkası inkâra kalkışmaz." Bu sözler Ebu Abdillah b. Mende'ye aittir.

Hadisin metninde geçen "yağmur yağdırmak" anlamındadır,"kabirler" demektir.—Râ harfi üsttin harekeyle okunursa— suyun toplandığı havuz demektir. Râ harfi sakin ve ondan son­raki de bâ yerine yâ olursa                  hanzala (Ebu Cehil karpuzu ) anla­mındadır. Bundan maksat şudur: "Su çoğalmıştır. Nereden istersen içersin." Râ harfinin sakin ve ondan sonraki harfin yâ olması halinde "yeryüzü yeşil­liği ve düzgünlüğü ile hanzalaya" benzetilmiştir.'[324]

lafzı, bir insanın farkına varmadan bir yerini yakması veya acıtması halinde söylediği bir kelimedir. Asmaî: "Aynen *Âh!* gibidir." der.

"Rabbın azze ve celle: diyor" sözündeki  lafzı hakında tbn Kuteybe iki görüş bulunduğunu söylemektedir: Birincisi nun (=Evet) mânasına gelmesidir. Diğeri: Haberinin hazfedilmiş-olmasıdır. Bu görüşe göre mânası: "Siz de böylesiniz." veya: "O dediği üzeJ redir." gibi olmaktadır."Büyük abdest" demektir. Hadiste"Herhangi biriniz büyük ve küçük abdesti sıkışmış olarak namaza durma sın." buyurulmuştur. "Sırat" anlamındadır. "Rabbın der." sözündeki  lafzı: "Durumun ve işin ne haldedir, nerede idin?*İ gibi mânalara gelir. sözündeki     lafzı, zâ harfij nin sakin okunmasıyla harekelenir ve güçlük, sıkıntı mânasına gelir. vezninde olursa —yani zâ harfi kesreli okunursa— mâna: "Sıkıntıya düşen odur" ve: "Ümidini kesecek kadar sıkıntıya düştü." şeklinde olur.

"ALLAH Teâlâ gülmeye devam eder." sözü ile, ALLAH Te-âiâ'nin fiillerinin sıfatlarından biri ifade edilmiştir ki O'na zâtı ile ilgili sıfat­larda olduğu gibi fiilleriyle ilgili olan bu sıfatlarda da yaratıklardan hiçbir şey benzemez. ALLAH'ın bu sıfatı birçok hadiste.geçmiştir, reddetmeye imkân yoktur. Tahrif etmek ve teşbihte bulunmak da imkânsızdır.

Aynı şekilde, "Rabbın yeryüzünde dolaşır" sözü ile de ALLAH'ın fiilî bir sıfatı ifade edilmiştir.

"Rabbın ve melekler geldi."[325]"Hâlâ kendilerine meleklerin gelmesi­ni veya Rabbinin gelmesini mi bekliyorlar?"[326] gibi âyet-i kerimelerde ve: "Rabbımiz her gece dünya semasına iner.", "Arafat gecesi yaklaşır, Ara­fat'ta vakfede duranlarla meleklere karşı övünür." gibi hadislerde aynı fiilî sıfatlar zikredilmiştir. Bütün bu âyetlerde ve hadislerde geçen sıfatlar için ge­çerli olacak bir tek doğru yol vardır, o da: "Hiçbir benzetmeye gitmeden bu sıfatları kabul etmek, tahrif ve ta'tîle (tevil yoluna giderek mahiyetlerini de­ğiştirmek ve hakiki mânalarını geçersiz kılmaya) kaçmadan tenzih etmektir.

"Ve Rabbımn yanındaki melekler." sözüne gelince; bu hadis ile Sûr ha­disi diye bilinen îsmail b. Râfi'in uzun hadisinin dışında, meleklerin ölümü­nü açıkça zikreden başka bir hadis bilmiyorum. Belki şu âyet-i kerime bu hu­susa delâlet edebilir: "Sûr'a üflenince ALLAH'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır."[327]

"İlâhının ömrüne yemin olsuriia"[328] sözü, Rab Teâ-lâ'nın hayatına yemin etmektir. Bu söz, ALLAH'ın sıfatlarına yemin etmenin caiz olduğunu ve böylece yapılacak bir yeminin geçerli sayıldığını göstermek­tedir. Yine bu söz, sıfatların kadîm olduğuna, mastarların ALLAH'a isnad edi­lebileceğine ve o isimlerle sıfatlanabileceğine de delâlet etmektedir. Bu du­rum, yalnızca isim olarak kullanılan kelimelere göre bir ziyadelik arzetmek-tedir. Esmâ-i hüsnâ (ALLAH'ın güzel isimleri) bu mastarlardan elde edilmiş ve onlara delâlet etmektedir.

"Sonra kuvvetli bir ses gönderilir." sözü, yeniden dirilmeye sebep ola­cak kuvvetli sese ve (Sûr'a) üfürmeye işaret etmektedir.

ifadesindeki sözü tâbirinden alınmıştır. Başı kesilen veya budanan bir fidan ya da bitkinin ye-| niden yeşermesi anlamındadır. Ölümden sonraki diriliş bu yeşermeye benze-i tilmiştir. Bitkinin kesildiği yerden sürgün vermesi gibi bu diriliş de ölünü bulunduğu yerden olacaktır.

"Oturur vaziyete getirir." sözü, yaratılış ve hayatın tam olarak gerçek-11 leşeceğini ifade etmektedir. Oturur vaziyete getirildikten sonra ayağa kalkar. Sonra kıyamet mahalline ya binekli ya da yaya olarak sevkedilir.

"Ya Rabbi! Dün-bugün, der." sözü, yeryüzünde kalış müddetinin azlı­ğını belirtir. Sanki o-, orada bir gün kalmış ve: "Dün" demiş, veya yarım gün kalmış ve: "Bugün" demiştir. Ve onun zannına göre, ailesiyle çok yakm.bir zamana kadar beraberdi de onlardan dün ya da bugün ayrıldı, demektir.

"Bizi, çürüdükten, rüzgâr ve yırtıcılar parçaladıktan sonra (ALLAH) nasıl toparlayacak?", sözü ve Rasûlullah'ın (s.a.) da bu sorunun sorulmasını ka­bul etmesi; ashabın ince meselelere ve hassas konulara dalmadığını, imanın hakikatlarım anlamadığını, bilâkis yalnızca ilmî konularla meşgul olduğunu, Kaderiye, Cebriye ve Cehmiye'den olan Mecûsî (ateşe tapan) ve Sâbİe (yıldı­za tapan) yavrularının ilmî konuları da onlardan çok bildiğini iddia edenle­rin bu iddialarını çürüten bir cevaptır.

Bu söz onların, birçok sorularını ve şüphelerini Rasûlullah'a (s.a.) ar-zettiklerinin, O'nun da soranların gönüllerini ferahlatacak cevaplar verdiği­nin delilidir. Hem ashabı hem de düşmanları Rasûlullah'a (s.a.) birçok soru sormuşlardır. Düşmanları O'nu zor durumda bırakmak için sorarlarken as­habı da anlamak, aydınlanmak ve sonunda imanlarının artması için soruyor­lardı. O da kıyametin ne zaman kopacağının sorulması gibi cevabı olmayan soruların dışındaki bütün sorulara cevap veriyordu. Yine bu sözde, ALLAH'ın, kulunu parça parça ettikten sonra tekrar bir araya toplayacağına, onu yeni­den türetip Kur'an-ı Kerim'inde iki yerde vasfettiği gibi yeni bir yaratılışla yaratacağına delil vardır. sözündeki lafzı­nın mânası, O'nun nimetleri ve kendisini kullarına tanıttığı işaretleri demektir.

Bu sözde, tevhid ve ahiret ile ilgili konuların delilleri arasında kıyasın da yer aldığına delil vardır. Kur'an bunun Örnekleriyle doludur.

Bu sözden anlaşıldığına göre bir şeyin hükmü onun benzerinin de hük­müdür. ALLAH Teâlâ bir şeyi yapmaya muktedirse, o şeyin benzerini yapmak­tan nasıl aciz olur? ALLAH Teâlâ Kur'an-ı Kerim'inde, âhiret âleminin delille­rini en güzel, en açık ve en beliğ bir üslûbla beyan etmiş, insan aklına ve fitti ratına yakınlaştırmiştır. Düşmanları olan münkirler O'nu tekzip ve taciz etfmek, hikmetlerini lekelemek-çabasıyla bu apaçık hakikatlan reddetmişlerdir. ALLAH, onların söyledikleri şeylerden çok çok yücedir.

Yeryüzüne bakıyorsun, çorak ve taşlık." sözü "Yeryüzünü ölümünden sonra O diriltir."[329] ve "Kupkuru gördüğün yeryüzünün, Biz ona su indir­diğimiz zaman harekete geçmesi, kabarması, ALLAH'ın âyetlerindendir. Ona can veren ALLAH, elbette ölüleri de diriltir. O, herşeye kadirdir."[330] âyetle-rindeki mânanın aynısını ifade etmektedir. Kur'an'da bu anlamda daha bir­çok âyet vardır.

"O'na bakarsınız, O da size bakar." sözü, ALLAH Teâlâ'nın bakma sıfa­tını ve âhirette de görüleceğini isbat etmektedir.

"O tek varlık, biz ise bütün yeryüzünü dolduruyoruz. Bu vaziyette nasıl olur da O bize bakar, biz de O'na bakarız?" sözü, bu hadiste geçmiştir. Bir başka hadiste: "ALLAH'tan daha kıskanç hiç bir şahıs yoktur."[331] buyurul-muştur. Bu sözün muhatapları, ne denilmek istendiğini bilen Araplardır. On­ların kalbine ALLAH'ı mahlûkata benzetmek gibi bir duygu gelmemiştir. Bilâ­kis onların akılları böyle bir benzetmeye yönelmekten daha üstün, zihinleri daha saf, kalbleri daha selimdir.

Rasüluliah (s.a.), âhirette ALLAH'ın alenen görülmesinin güneş ve ayın gö­rülmesi gibi hakikat olduğunu beyan etmiş ve bu hakikati mecazî mânaya çe­kenlerin vehmini çürütmüştür.

"Rabbın, eliyle bir avuç su alır ve sizin tarafınıza serper." sözünde, Al­lah'ın el sıfatının ve serpme fiilinin isbatı vardır."çarşaf" demektir. kelimesinin çoğulu­dur ve kömür anlamındadır.

"Sonra peygamberiniz döner, gider." sözüyle kıyamet mahallinden cen­nete dönüş ve gidiş kasdedilmiştir. (sözüyle, salih kimselerin O'nun (Hz. Peygamber'in) izini takib ederek gidecekleri anlatıl­mıştır.

"Peygamberinizin havuzunu görürsünüz." sözünde; havuzun, sırat köp­rüsünden sonra gelinen bir yerde olduğu açıktır. Sanki onlar bu köprüyügee^ meden ona ulaşamamaktadırlar. Bu ümmetin selefinin bu konuda iki değişik görüşü vardır. et-Tezkire adlı eserinde Kurtubî ile aynca Gazâlî bu iki görüşü de nakletmişler ve havuzun köprüden sonra olduğunu söyleyenlerin yanıl­dıklarını ifade etmişlerdir. Buharî, Ebu Hureyre'den Rasûlullah'ın (s.a.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben havuz başında dikilip durduğum sırada bir züm­re görürüm, nihayet onları tanıdığım zaman benimle onlar arasında bir adam (bir melek) ortaya çıktı ve onlara: Geliniz, dedi. Ben ona: Bunları nereye gö-türüyorsun? dedim. Melek: Vallahi cehenneme götürüyorum, dedi. Bunların hali, günahı nedir? dedim. Melek: Bunlar, Senin ardından kıçları üzerine dö­nüp (dinlerine) arka çevirerek irtidat ettiler! dedi. Ben bu havuza yaklaşıp da geriye çevrilenlerden hiç kimsenin cehennemden kurtulacağını sanmıyo­rum. Ancak çobansiz, yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar mi­sali bunlardan da (tek tük) cehennemden kurtulanlar olabilir."[332]

(Kurtubî) der ki: "Bu hadis hem sahih, hem de havuzun Sırât'tan önce olacağına en kuvvetli delildir. Çünkü Sırat, cehennem üzerinde bulunan bir köprüdür, kim onu geçerse cehennemden kurtulmuş demektir."

Ben derim ki: Raşûlullah'ın (s.a.) hadisleri arasında tenakuz, ihtilâf ve çelişki yoktur. Bütün hadisleri birbirini destekler. Hal böyle olunca, bu gö­rüşü savunanlar, havuzun görülebilmesi ve yanına ulaşılabilmesi için Sırât'ı geçmenin şart olduğunu kastediyorlarsa, Ebu Hureyre ve diğerlerinin hadis­leri, onların bu görüşünü geçersiz kılmaktadır. Bu sözleriyle mü'minlerin Sı-rât'ı geçmelerinden sonra havuzu göreceklerini ve oradan içeceklerini kaste­diyorlarsa, Lakıyt hadisi bu görüşe delâlet etmektedir. Bü durum, havuzun Sırât'tan önce olması imkânını çürütmez. Çünkü sözkonusu havuzun eninin ve boyunun birer aylık mesafe olduğunu söylemiştir. Eni ve boyu bu büyük­lükte olunca Sırât'tan önce başlayıp sonrasına kadar uzanmasını ve mü'min­lerin hem Sırât'tan önce, hem de sonra havuza gelmelerini imkânsız kılan şey nedir? Böyle olması imkân dahilinde bir hâdisedir. Şu kadar var ki, böyle olup olmadığını ancak Hz. Peygamber'ın (s.a.) haber vermesiyle bilebiliriz. En iyi ALLAH bilir.

sözündeki sözü, haddinden fazla susamış olarak suya gelen kimseleri ifade etmektedir. Tasavvur edilebilecek en şiddetli susuzluk haliyle havuza gelecekleri kastedilmiştir. Bu duruma gö­re havuzun, Sırât'tan sonra olması daha uygundur. Çünkü o, cehennem köp­rüsüdür. Herkes oradan yürür ve geçenlerin susuzluğu had safhaya varır da hemen kıyamet mahallinde nasıl Rasûlullah'ın (s.a.) havuzunun başına gel­dilerse yine oraya gelirler.                                                        

meleri mânasındadır.( bu anlamda sözü, güneşin ve ayın gizlenmeleri ve görünme­ ) "gizlenme, örtünme" demektir. Ebu Hureyre  ) "Ondan gizlendim." demiştir.

"Her iki kapı arasında yetmiş yıllık bir mesafe vardır."sözü ile iki ayrı kapı arasındaki mesafe kastedilmiş olabileceği gibi bir kapının iki ayrı kana­dı arasındaki mesafe de kastedilmiş olabilir. Bu haber bir başka rivayetteki: "kırk yıllık mesafe" bulunduğu haberiyle şu İki sebepten dolayı çelişmez: 1) Bu ikinci haberi rivayet eden, rivayetini Rasûlullah'a (s.a.)kadar iletmeyip: "Bize iki kanat arasında kırk yıllık bir mesafe bulunduğu zikredildi." şeklin­de yapmıştır. 2) Mesafe denen kavram, yürümenin süratine ve yavaşlığına bağlı olarak uzayıp kısalabilir. En iyi bilen ALLAH'tır.

"Baş ağrısına ve pişmanlığa sebep olmayan şaraptan ırmaklar." sözüy­le dünyadaki şaraba tarizde bulunulmuş, onun baş ağrısına sebep olduğu, hem aklı hem de malı gidererek pişmanlığa sebep olduğu, aklın izâlesinin tabii so­nucunun da şer olan herşeyin vukûbulması olduğu hususu vurgulanmak is­tenmiştir.

"Uzun müddet beklemek sonucu özellikleri değiş­meyen su" demektir.

Cennet ehlinin kadınları hakkında: "Ancak orada doğum yoktur." sö­zü üzerinde ihtilâf edilmiş ve onların doğurması konusunda iki görüş belirtil­miştir. Bir grup, orada hamilelik ve doğum olayının olmadığım söylemiş ve bu hadisi delil olarak göstermişlerdir. Bunun yanında Müsned'de olduğunu sandığım bir başka hadisi de delil getirmişlerdir. O hadiste: "Ancak orada meni ve Ölüm yoktur." ifadesi vardır.[333] Selef âlimlerinden bir grup ise, cen­nette doğum olayının olacağını söylemiş ve bu konuda Tirmizı'nin Gzm/'in-de Ebu's-Sıddîk en-Nâcî ve Ebu Saîd yoluyla rivayet ettiği bir hadisi delil olarak' zikretmişlerdir. O hadisde şöyle denilmektedir: "Rasûlullah (s.a.) dedi ki: Mü'-min, cennette çocuk istediği zaman, hamileliği, doğumu ve büyümesi mü'mi-nin istediği saatta oluverir." Tirmizî, bu hadis için "Hasen-garîb" hükmünü vermiştir. Hadisi İbn Mâce de rivayet etmiştir[334]

Birinci grup bu delile itiraz etmiş ve demiştir ki: Bu hadis cennette do­ğum olacağına delil sayılmaz, çünkü olay, "Şayet isterse" diye şarta bağlan­mıştır. Fakat mü'min böyle bir istek duymayacaktır. (Çünkü başka deliller doğum olmayacağım göstermekte, aradaki çelişki böyle bir te'ville önlenmek istenmiştir.) Bu te'vii, İshak b. Râhûyeh'indir. Buharı de ondan nakletmiş-tir. Bu görüşün sahipleri demişlerdir ki: "Cennet, dünyada işlenen salih amel­lerin mükâfat yeridir. Orada doğacak olanlar bu mükâfatı hak etmemişler­dir. Sonra cennet hayatı ebedîdir. Şayet oradakiler devamlı doğuracak olsa­lar cennete sığamaz olurlar. Dünyada ise ölüm sözkonusu olduğu için insan­lara yeterli olabilmektedir." Diğer grup, bütün bu delillere cevap vermiş ve demiştir ki: Hadisteki edatı, olması kesin olan olaylar için kullanılır. Bu edat kullanıldığ. zaman şüphe ortadan kalkar. Sahih rivayetlerde ALLAH'ın cennete, salih ame. işlemeden yerleştireceği kimseler yaratacağı haber verilmiştir. Mü'minlerin ço­cukları da (bulûğa ermeden ölenler) bu sınıftandır. Cennetin dar gelmesi ko­nusuna gelince: Cennettekilerden her birinin on bin çocuğu olsa yine de dar­lık sözkonusu olmaz. Çünkü cennette derecesi en düşük olan mü'mine ikram edilecek mülkün Ölçüsü iki bin yıllık yürüyüşle ifade edilmiştir.

"Ya Rasûlallah! En çok ulaşacağımız ve en son varacağımız nokta nere­sidir?" sözüne Hz. Peygamber cevap vermemiştir. Çünkü soruyu soran bu­nunla, dünyanın ömrünü ve sonunun ne zaman olacağını sormuştur. Bunun . cevabını ALLAH'tan başkası bilemez. Bu soruyla: Biz cennet ve cehenneme gir­dikten sonra nereye varacağız, demek istemişse, hiçbir nefis burada en son varacağı hususu bilemez. Bilinen şey, varılacak sonun cennet ya da cehen­nem olduğudur. Bu sebepten dolayı Hz. Peygamber (s.a.) bu soruyu cevap­sız bırakmıştır.

Bîat esnasında sözüyle, müşrikleri terketmeyi ve onları düşman kabul etmeyi ifade etmiştir. Müşriklere komşu olmaz, onları dost edin­mez. Siinen'deki bir hadiste: buyurulmuştur. Yani müslü-manlarla müşriklerin ahlâkları birbirine benzemez. (Haklarındaki hükümler de farklıdır. Bu yüzden ALLAH onların evlerini birbirlerinin ateşlerinin duma­nını görmeyecek şekilde ayırmıştır.)[335]

"Nerede bir kâfirin kabrine uğrarsan, 'Beni sana Muhammed gönder­di.' de!" sözündeki gönderme, azarlamak içindir; yoksa bir emir ya da nehiy tebliğ etmek için değil. Bu sözde kabir ehlinin dünyadakilerin sözlerini duy­duklarına ve müşrik olarak ölenlerin cehennemde olduklarına delil vardır. Şayet Hz. Peygamber (s.a.) efendimizin peygamberliğinden önce öldülerse, bunla­rın müşrik olmaları; Hz. İbrahim'in (a.s.) dini olan Hamfliği değiştirip onun yerine şirki koydukları ve bu konuda ALLAH'tan kendilerine hiçbir delil veril­mediği içindir. Şirkin çirkin bir şey olduğu, cezasının cehennem olacağı ilk peygamberlerden son peygambere kadar bütün peygamberlerin dininde bili­niyordu. ALLAH'ın müşrikleri nasıl cezalandırdığının haberleri nesilden nesile anlatılıyordu. ALLAH Teâlâ'nm her zaman müşriklere karşı öne süreceği çok kuvvetli delilleri vardır. Her ne kadar ALLAH sadece fıtratın icabına göre ku­luna azab etmese de kullarım, ilâhlığmı birlemeyi gerektiren Rablığım birle­me fıtratı üzerine yaratması, bunun sonucunda da selim bir fıtratın ve aklın O'nunla beraber başka bir ilâhın bulunmasını imkânsız görmesi delil olarak kâfidir. Bunun yanısıra peygamberlerin devamlı olarak yeryüzünde ALLAH'ı bir tanımaya davet ettikleri de malumdur. Müşriklerin azaba çarptırılması, bu daveti reddetmeleri sebebiyle olacaktır. En iyi bilen ALLAH'tır. [336]

[323] Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah, 'Zevâidu'l-Müsnecfde (4/13, i4) rivayet etmiştir. Se­nedinde bulunan Abdurrahman b. Ayyaş es-Semî' ve Delhem b. el-Esved'in meçhul ol­maları sebebiyle isnadı zayıftır. Meçhulleri sika kabul etmek gibi bir âdeti olan tbn Hib-bân'dan başkası bu şahısları sika kabul etmemiştir. Bu hadisi Heysemî de Mecmau'z-Zevâid'de (10/338) rivayet etmiş ve hadisin nisbetini Taberanî'ye ulaştırmıştır. Müellif ve diğer bazı âlimlere şaşmamak elde değil, nasıl olur da böyle bir hadisi sahih kabul ederler. Çünkü bu hususta söylenecek çok şey vardır.

[324] Yeryüzünün yeşerdiği ve bu yeşilliğin, Ebu Cehil karpuzuna benzediği İfade edilrçlek tenmiştir.                                                                                                              

[325] Fecr, 89/22.

[326] En'âm, 6/168.

[327] Zümer, 39/68.

[328] Hadiste "İlâhına yemin olsun ki" şeklindeki tercümeler bu anlamdadır.

[329] Rûm, 30/19.

[330] Fussilet, 41/39.

[331] Müslim'de (1499), Sa'd b. Ubâde hadisinden rivayet edilmiştir.

[332] Buharî, 81/53.

[333] Müellifin Hâdi'l-Ervâh adlı eserinde (s. 179), Taberânî'nin Ebu Ümâme'den rivayet et­tiği şu hadis naklediliyor: Rasûlulah'a (s.a.): "Cennet halkı cima eder mi?" diye sorul­duğunda: "Tabii tabii, fakat meni (yani inzal) ve Ölüm yoktur." buyurdu. Bu hadisin senedinde Hâlid b. Yezid b. Abdurrahman b. Ebî Mâlik vardır, zayıf bir râvidir. Yahya b. Maîn, onu itham etmiştir. Aynı hadisi Hasan b. Süfyan, Miisned'ınde yine Ebu Umâ-me'den rivayet etmiştir. Senedinde Ali b. Yezîd el-Elhânî vardır ve zayıf bir râvidir.

[334] Tirmizî, 2566; İbn Mâce, 4338; Ahmed, Müsned, 3/9; Dârimî, 2/337. Senedi ceyyiddir. îbn Hİbbân (2636), sahih olduğunu söylemiştir.

[335] Ebu Davud, 2645; Tirmizî, 1604; Nesâî, 8/36, Cerîr b. Abdillah'tan Rasûlulah'm (s.a.)j şöyle dediği nakledilir: "Ben kâfirler arasında ikâmet eden her müslümandan beriyim." "Niçin yâ Rasûlallah?" diye sordular. "Birbirlerinin ateşini göremezler." buyurdu. (Not: Yukarıdaki açıklama Bezlü'l-Mechûd'dan nakledilmiştir. Bk. 12/155.) Senedi hasendir. Ahmed b. Hanbei'in Müsned'inde (4/365), Nesâî ve Beyhakî'de (9/13), başka bir yol-j dan ve sahih bir isnadla rivayet edilmiş ve: "Müşriklerden uzak durursun." lafzı zikredilmiştir.

[336] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 4/214-226.