๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 27 Mayıs 2011, 12:53:37



Konu Başlığı: Liânda çocuğun durumu
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 27 Mayıs 2011, 12:53:37
5— Lİânda Çocuğun Durumu:

 

Kocanın liânda bulunmasıyla, kadının karnındaki çocuğun nesebi redde­dilmiş olur. "Karnındaki bu çocuk benden değildir" demesine gerek yoktur. "(Zina sonrası) ona dokunmadım." demesine de ihtiyaç duyulmaz.

Bu İbn Hanbel'in tâbilerinden Ebu Bekir Abdülaziz'in görüşüdür. Bazı Mâlikî imamlanyla Zahirîlerin görüşü de bu şekildedir. îmam Şafiî ise: "Erkek için çocuğun zikredilmesine ihtiyaç vardır. Kadın için ise yoktur." demiştir. el-Hırakî ve başkaları ise: "Her ikisi de zikretmek durumundadırlar." demiş­lerdir. el-Kadı: "Erkeğin: 'Bu çocuk zinadandır, benden değildir.' demesi şart­tır." diyor ki bu Şafiî'nin görüşü olmaktadır. Ebu Bekir'in görüşü, en doğru görüştür, sabit sünnet de ona delâlet etmektedir.

Soru: Mâlik, Nâfi' ve Ibn Ömer aracılığıyla Hz. Peygamber'in (s.a.), bir adamla karısı arasında Mân uyguladığını, çocuğu redle aralarını ayırdığını ve çocuğun nesebini anasına kattığım nakleder[1033]

Sehl b. Sa'd hadisinde de: "Kadın hamile idi, adam hamlini (çocuğun kendisinden olduğunu) inkâr etti."[1034]ifadesi vardır.

Halbuki Hz. Peygamber (s.a.): "Çocuğun yatağa ait olduğuna" hükmetmisti. [1035]Bu kadın, hamile olduğu sirajfijl kocanın yatağı idi. Dolayısıyla çocuk onundur, kocanın açıkça reddi olnmdan, çocuğun nesebi babadan koparılamaz.

Cevap: Bu konuda mutlaka tafsilat gereklidir. Hamilelik eğer kocanın zina isnadından önce sabitse ve koca kendisinden hamile olduğu halde zina ettiğim biHyorsa, çocuk kesinh'kle kendisine aittir. Liânda bulunmasıyla redde­dilmiş olmaz. Liânda, "bu çocuk benden değildir" diye tasrih ederek redde kalkışması da kendisine helâl olmaz. Çünkü kadın gebe kaldığında kocanın meşru yatağı idi ve rahme düşen çocuğun nesebi kendisine aitti. Kadının daha sonraki zinası hamlin kocaya ait oluşunu izale etmez. İsnadda bulunduğu zinası sırasında, kadının kendisinden hamile olup olmadığını bilmiyorsa, bu durumda bakılır: Eğer isnadda bulunduğu zina tarihinden başlamak üzere altı aydan daha az bir süre içinde doğurursa, çocuk kendisinindir, Hânı ile reddedilmiş olmaz. Eğer altı aydan daha fazla bîr süre içerisinde doğurursa bakılır: Zina­sından sonra ona ya dokunmuştur, ya da dokunmamıştır (istibrâ). Eğer dokun-mamışsa, sadece liânda bulunmasıyla çocuk reddedilmiş olur, İster kendisi açıkça reddetsin, ister reddetmesin, durum değişmez. Bu durumda çocuğun zikrini şart koşanlara göre mutlaka kocanın çocuktan Hân sırasında bahset­mesi gerekir. Eğer istibrada bulunmamışsa (zina sonrası ona dokunmuşsa), bu durumda çocuk kendisinden de olabilir, zina yaptığı adamdan da. Dola­yısıyla Hân sırasında çocuğu reddederse eder, aksi takdirde çocuğun nesebi kendisinden sabit olur. Çünkü onun kendisinden olması mümkündür, red de etmemiştir.

Soru: Hz. Peygamber liân ve çocuğun nesebinin reddi sonrasında hüküm­de bulunarak: "Eğer çocuk yatak sahibi kocaya benzer bir tipte doğarsa, o onundur; eğer zina isnadında bulunduğu kimseye benzer bir tipte doğarsa bu kez de onundur." demiştir. Bu durumda şöyle bir olay hakkında ne dersi­niz? Koca, karısı ile liânda bulundu ve çocuğunu da reddetti. Sonra çocuk kendisine benzer bir tipte doğdu. Bu durumda "kâiflik" sanatı[1036] ile amel ederek benzeriikten. hareketle çocuğun nesebini ona katar mısınız? Yoksa Hânı­nın hükmü gereğince nesebinin ondan kesildiğine mi hükmedersiniz?

Cevap: Bu çok zor ve dar bir geçittir. Dizginleri, bir taraftan nesebin kesilmesini, çocuğun reddini ve babasının değil de annesinin ismi ile çağrıl­masını gerektiren Hân hükmü; öbür taraftan da, nesebin kocadan olduğuna, onun oğlu olduğuna açıkça delâlet eden benzerlik, hem de Hz. Peygamber'-in: "Eğer kocaya benzer doğurursa çocuk onundur, koca kadın aleyhinde yalan söylemiştir." şeklindeki şehadetiyle birlikte çekmektedir. Bu dar ve zor yoldan ancak ileri görüşlü, şçr'î delilleri ve hikmet-i teşrîî görebilen, ittifak ve ayrılık noktalarından haberdar olan, sahip oiduğu yüksek himmetle ta hükümlerin kaynaklarına ulaşan, helâl ve haramın oradan öğrenildiği ilahî vahiy pence­resine kafa ve gönlünü açabilen kimseler geçip kurtulabilir.

Allah'tan yardım dileyerek ve O'na dayanarak diyoruz ki, burada zâhii olan şudur: Liân hükmü benzerlik hükmünü kesmiştir, biri güçlü biri zayıf iki delil durumuna düşmüşlerdir ve güçlü olan liân hükmü öbürünü kaldır­mıştır. Liân hükmünün icrasından sonra, artık onu değiştirme konusunda benzerliğe herhangi bir iltifatta bulunulmaz. Hz. Peygamber (s.a.) çocuğun durumundan ve benzerliğinden bununla liân hükmünü değiştirmek için haber vermemiştir. Sadece hangisinin doğru, hangisinin de Iânet ya da gazabı hak eden yalancı olduğu ortaya çıksın diye bunu bildirmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in bu sözü, kader ve yaratılışla ilgili dini hükmün yerleşmesinden sonra kendisiyle doğrunun yalancıdan ayrılacağı bir ihbardır ve bununla, Yüce Allah'ın hangisinin doğru olduğuna dair çocuk üzerinde bir delil kılacağını haber vermiştir. Bunu, (liân hükmü gereğince) çocuğun reddinden sonra söyle­yerek: "Eğer şöyle şöyle bir çocuk doğurursa, sanıyorum ki koca mutlaka onun hakkında doğru söylemiştir. Eğer şöyle şöyle bir çocuk doğurursa, öyle sanıyorum ki, koca mutlaka onun aleyhinde yalan söylemiştir." şeklinde ifade buyurması, sonunda kadının hoşlanılmadık tarzda (zina mahsulü) çocuğunu doğurması, Hz. Peygamber'in böylece kocanın doğru olduğunu yakînen bilme­si, buna rağmen liân hükmünü feshe giderek kadın hakkında zina hükmünü uygulamaması, tezimizin doğruluğunu gösterir. Yine aynı şekilde şayet kadın kocasına benzer bir çocuk doğuracak olsaydı bu kez de kocanın kadın aley­hine yalan söylediği ortaya çıkacaktı, ama bu liân hükmünü bozmayacak ve kocaya iftira haddi vurularak, çocuk kendisine katılmayacaktı. Hz. Peygam­ber'in, "Eğer şöyle şöyle bir çocuk doğurursa, o Hilâl b. Ümeyye'ye aittir." sözü, hükümde çocuğun nesebini ona ilhak etmek için söylenmemiştir. Nasıl söyleyebilir ki, liân hükmü gereğince çocuğu reddetmiş ve nesebi kocadan kesil­miştir. "Eğer şöyle şöyle bir çocuk doğurursa, o zina isnadında bulunduğu kimseye aittir." sözü de aynı şekilde çocuğu onun nesebine katmak ve onu oğlu kabul etmek için söylenmiş değildir. Bu sadece vakıayı haber vermekten ibarettir. Bu durum şu örneklere benzer: Devlet başkanı kasâme yeminleri­nin gereği ile hükmetse, sorira Allah yeminde bulunanların yalancı oldukları­nı gösterecek bir delil ortaya çıkarsa, bu delil sebebiyle kasâme hükmü bozul­maz. Yine hâkim davadan berâetine yeminle hükümde bulunsa, sonra Allah onun yalan yemin olduğunu bir vesileyle ortaya çıkarsa, bununla verilen hüküm bozulmaz.                                                                                       

Erkek karısına; isim vererek, falanca İle zina ettin diye isnadda bulunsa, sonra da liân yapsa, hem karısı hem de falanca için sözkonusu olacak iftira hadleri üzerinden düşer. Bunun için de Hân esnasında adamın adını anma mecburiyeti yoktur. Eğer isnaddan sonta erkek Hâna yanaşmazsa, o zaman üzerine iki iftira cezası gerekir. Bu konuda ihtilâf vardır: Ebu Hanife ve Mâlik: "Zevce için Iiânda bulunur, adam için de had vurulur." demişlerdir. İmam Şafiî, iki kavlinden birinde: "Üzerine sadece bir had gerekir, liân yapması ile o da düşer." demiştir. Bu aynı zamanda İmam Ahmed'in de görüşüdür. Şafiî'nin ikinci kavli ise şöyledir: Her biri için ayrı bir had vurulur. Eğer Hân­da zina isnadında bulunduğu erkeğin adını zikrederse, o zaman had düşer. Eğer ismini zikretmezse o takdirde iki görüş vardır: a) Liâna yeniden başlar ve adını zikreder. Eğer zikretmezse o adam için üzerine had vurulur, b) Zevce için olan had Hânla düştüğü gibi, öbürü de düşer.

İmam AhmedMn bazı tabileri: "Zina isnadı sadece zevceyedir. Ondan başkası için mutalebe (cezalandırma) hakkı ve had söz konusu olmaz." demiş­lerdir. İmam Şafiî'nin bazı tabileri şöyle demişlerdir: Had her ikisi için de vacip olur. Ancak acaba bir had mi, yoksa iki had mi gerekir? İki vecih vardır: Bazı Şafiî âlimleri: İttifakla tek bir had gerekir. Liânda bulunur ve adamın adım da anarsa haddin düşeceği konusunda Şafiî'nin tabileri arasında ihtilâf yoktur. Eğer adını zikretmezse, o takdirde iki görüş vardır. Onlarca sahih olanı haddin düşmeyeceği şeklindedir.

Liân ile yabancıya yapılan zina isnadının hükmünü (yani haddi) düşü­renlerin delilleri, gerçekten açık ve güçlüdür. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) kocaya, karısına birlikte zina isnadında bulunduğu Şerik b. Sehma'dan dolayı had vurmamıştır. Diğerleri buna iki şekilde cevap vermişlerdir: a) Şerik yahudi idi, kâfire iftiradan dolayı had gerekmez, b) Şerik, had talebinde bulunma­mıştı. İftira cezası ancak had talebinde bulunulduktan sonra uygulanır.

Haddin düşeceği görüşünde olanlar bunlara şu şekilde karşı cevapta bulun­muşlardır:

a) Şerik'İn yahudi olduğu iddiası asılsızdır. Çünkü o Şerik b. Abede'dir. Anası Sehma'dır. O Ensar'ın müttefikidir, Berâ b. Malik'in anne bir karde­şidir. Abdülaziz b. Bezîze,[1037] Abdülhak'ın el-Ahkâm\ üzerine yaptığı şerhte: "Âlimler, zina isnadında bulunan Şerik b. Sehma hakkında ihtilâf etmiş­lerdir. Kimileri onun yahudî olduğunu söylemiştir ki asılsızdır. Doğrusu, o Ensar'ın müttefiki olan Şerik b. Abede'dir. O Berâ b. Mâlik'in anne bir karde­şidir." demektedir.

b) İkinci cevaba gelince; o sizin aleyhinize bir delil olur. Çünkü onun iftira cezası talebinde bulunma hakkı olmadığını gördüğü için, talepte bulun­mamış, üzerine eğilmemiştir. Aksi takdirde, namusuna uzanan bu lekeyi, iftira cezasını tatbik ettirerek ortadan kaldırma imkânı varken, üstelik içinde bulun­duğu toplum da bu hususta son derece hassas ve hamiyet duygularına sahip­ken, kendisinin böyle bir isnaddan uzak olduğunu söylemeyip sükut etmesi makul değildir. Daha önce liânın ihtiyaçtan dolayı beyyine yerine geçtiği ve dört şahidden bedel sayıldığı geçmişti. Bu yüzdendir ki sahih olan görüşe göre, bu vasıfta olan liân, kadının nükûlü durumunda üzerine haddi gerektiriyor­du. Liân iki taraftan biri için beyyine yerine geçince, diğer taraf hakkında da beyyine yerine geçmiş olur. Nükûlu durumunda kadının Hânla had cezası­na çarptırılması, sonra da sözünün doğruluğuna beyyine ikame ettiği halde (yabancıya yaptığı zina isnadından dolayı) isnadda bulunan koca üzerine iftira cezası uygulanması mümkün değildir. Kocanın Hânım beyyine değil de yemin olarak kabul etsek de durum aynı olur. Çünkü Hân yeminleri, zevce tarafın­dan gelecek haddi koca üzerinden düşürdüğü gibi isnadda bulunulan üçüncü kişi lehine doğacak haddi de düşürür. Aralarında bir fark yoktur. Çünkü koca, kendi yatağını (harîm-i ismetini) ifsad ettiği için ona zina isnadında bulun­maya ihtiyaç duyabilir. îsnadda bulunanın doğru olup olmadığının ortaya çıkması için, doğacak çocuğun benzerliğiyle bir neticeye varmaya çalışmak üzere isim zikrine ihtiyaç hasıl olabilir. Nitekim Hz. Peygamber, HilâPin doğru­luğuna, çocuğun Şerik b. Sehma'ya benzerliğiyle istidlalde bulunmuştur. Dola­yısıyla kadına olan isnadın hükmünü düşüren şeyin (Hânın), yabancıya olan isnadın hükmünü de düşürmesi gerekir. Nitekim Hz. Peygamber kocaya: "Beyyine, yoksa sırtına had" buyurmuş, "yoksa sırtına iki had" buyurma-mıştır. Sonra, burada kadın iftira haddi talebinde de bulunmamıştı. Çünkü mutalebe, haddin gerekliliğinde (vücubunda) değil, uygulanması için şarttır. Bu da "Şerik had, talebinde bulunmamıştı." sözlerine karşı başka bir cevap olur. Zira kadın da talepde bulunmamıştı. Bununla beraber Hz. peygamber kendisine: "Beyyine, yoksa sırtına had" buyurmuştu.

Soru: Yabancı bir kadına ismini verdiği bir adamla zina isnadında bulunsa ve: "Falanca seninle zina etti" veya "Sen falanca İle zina ettin" dese hükmü ne olur?

Cevap: Burada isnadda bulunan kimse üzerine iki had gerekir. Çünkü her ikisine de isnadda bulunmuştur. İsnadın gereğini (had) düşürecek bir şey de (beyyine = dört şahit) getirememiştir. Dolayısıyla üzerine hükmü gerekir. Zira burada birisine nisbetle beyyine ya da beyyine yerine geçecek bir şey (liân) bulunmamaktadır. [1038]


[1033] Muvatta, 2/567; Buharı, 68/35; Müslim, 1494.

[1034] Buharî, 65/24. Konu başında geçmişti.

[1035] Müttefekun aleyh bir hadistir. Hz. Âişe'den rivayet edilmiştir.

[1036] Kâiflİk: İnsanın yüzünden ve dış görünüşünden, iç vasıflarına, iç hayatına, kimin nesebi­nin kimden olduğuna vb. dair ahkâm çıkarma bilgisidir.

[1037] Bu zat, Abdülaziz b. İbrahim b. Ahmed el-Kureşî et-Temîmî et-Tûnisî'dir. İbn Bezîze diye bilinir. H. 662 yılında ölmüştür. Abdülhak İse, İbn Abdurrahman el-İşbilî'dİr. Hadis, dil ve zühd konularında değerli eserleri bulunan büylük bir âlimdir. Ahkâm'a dair eserinin büyük ve küçük olmak üzere iki nüshası vardır. İbn Bezîze, küçük olan nüshasını şerhet-miştir. Ölümü, H. 582 yılındadır. Bk. Neylü'l-îbtihâc, 178; Tezkiretü'l-Huffâz, s.1350-1352.

[1038] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/466-471.