๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Mayıs 2011, 18:40:14



Konu Başlığı: İstibrânın genel hükümleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Mayıs 2011, 18:40:14
12 — Hz. Peygamberin (s.a.) istlbra konusundaki Hükümleri: a) İstibrânın genel hükümleri:                    

 

Müslim'in Sahîh'inde Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet edilen bir hadise göre, Allah Rasûlü (s.a.) Huneyn savaşı sırasında IMâs'a bir ordu gönderdi. Bu ordu düşmanla karşılaştı. Yapılan savaşta onları yendi. Pek çok kadın esir ele geçirdiler. Allah Rasûlü'nün (s.a.) ashabından bazı kimseler bu kadınların müşrik kocaları bulunmasından ötürü onlarla cinsî İlişkiye girmeyi günah sayıp bu işten geri durdular. Allah Teâlâ bu konuda: "Mâliki bulunduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı." âyetini[413]' indirdi ve böylece "iddetlerinin bitiminde o kadınlar size helâldir." demek istedi. [414]'

Yine Müslim'in Sahih'inde Ebu'd-Derdâ'dan rivayet edilen bir hadise göre ise, Hz. Peygamber (s.a.) bir kıl çadırın kapısı önünde doğum yapma vakti yaklaşmış bir kadına rastladı ve:"Herhalde sahibi onunla cinsî ilişki kurmak istiyor." buyurdu. Yanındakiler: "Evet." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber [s.a.):"İçimden kurdum ki, o adama bir lanet edeyim, o lanetle kabrine girsin! Helal olmadığı halde o anne kanundaki çocuğu nasıl mirasçı yapabilir? Helâl olmadığı halde onu kendisine nasıl hizmetçi yapabilir?" buyurdu. [415]

Tirmizî'de Irbâz b. Sâriye'den aktarılan bir rivayete göre Hz. Peygamber

 (s.a.}, kannlarındakini doğuruncaya kadar esir kadınlarla cinsî ilişki kurmayı haram kılmıştır, [416]

Müsned'de ve Ebu Davud'un Sünen'inde Ebu Saîd el-Hudrî'den (r.a.) rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.). Evtâs savaşında ele geçirilen kadın esirler hakkında: "Hamile olanlar doğuruncaya kadar, hamile olmayanlar da bir aybaşı hali geçirinceye kadar cinsî ilişki kurulmaz." buyurdu, [417]

Tirmizî de Rüveyfi' b. Sâbit'ten (r.a.) rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.): "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kimse, kendi suyunu başkasının çocuğuna içirmesin." buyurmuştur.[418] Tirmizî: "Bu hadis hasendir." diyor.

Ebu Davud'un aynı sahâbîden rivayetine göre ise, Hz. Peygamber (s.a.): "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimsenin, istibrâsı tamalarancaya kadar esir kadınlardan herhangi birisiyle cinsî ilişkiye girmesi helâl olmaz." buyurdu.

Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadiste ise: "Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse esir alınan dul kadınlardan biliyle kadın hayız görünceye kadar cinsî ilişki kurmasın." buyrulmuştur.

Buhârî'nin Sahih'inde rivayetine göre, îbn Ömer diyor ki: Kendisiyle cinsî ilişki kurulan cariye hibe edildiğinde yahut satıldığında veyahut da âzad edildiğinde bir hayız müddetince istibrâsı beklensin. Bakirenin istibrâsı beklenilmez.'[419]

Abdürrezzak'm, Ma'mer — Amr b. Müslim — Tâvûs senediyle rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.) gazâlanndan birinde: "Hiç kimse herhangi bir hamileye ve bir hayız geçirinceye kadar herhangi gebe olmayan bir kadına ilişmesin." diye ilan etmesi için bir tellâl gönderdi.[420]

Süfyan es-Sevrî — Zekeriyyâ — Şa*bî senediyle yine Abdürrezzak'm rivayetine göre Evtâs savaşında müslümanlar kadın esirler ele geçirdiler. Allah Rasûlü (s.a.), onlara doğum yapıncaya kadar herhangi bir hamileye ve bir hayız geçirinceye kadar herhangi bir gebe olmayan kadına ilişmemelerini emretti.[421]

Bu hadisler pek çok hüküm İçermektedirler:

Birinci hüküm: Rahminde çocuk bulunmadığı bilininceye kadar esir kadınla cinsî ilişkiye girmek caiz değildir. Eğer hamile ise doğuma kadar, değilse bir hayız geçinceye kadar kendisiyle cinsi ilişkiye girilmez. Şayet aybaşı olmayan kadınlardan ise, bu konuda bir nass bulunmamaktadır. Gerek böyle durumdaki kadın gerek bakire ve gerekse: İ) Satıcısının yanında iken hayız olup sonra satıcısı, hayızı müteakip mülkiyetinden çıkarmadan önce kendisiyle cinsî ilişkiye girmemiş iken satmış olması, 2) Yahut korunaklı bir kadının yanında bulunup ondan bir adama intikal etmesi yollarından biriyle rahminde çocuk bulunmadığı bilinen kadın hakkında ihtilâf edilmiş; Şafiî, Ebu Hanife ve Ahmed, hadislerin umûmi ifadelerini esas alarak, rahmin boş olduğu bilinmekle birlikte iddetin vacip olmasını gözönünde bulundurarak ve sahabe * tatbikatını delil göstererek bütün bunlar hakkında, istibrâyı vacip görmüşlerdir. Nitekim Abdürrezzâk'ın İbn Cüreyc'tan rivayetine göre Atâ anlatıyor: Bir cariye (satılmak suretiyle) üç tüccarın elinden geçti ve bir çocuk dünyaya getirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer kailleri çağırttı,[422]' Onlar da cariyenin çocuğunu, adamlardan birinin nesebine kattılar. Sonra Hz. Ömer şöyle dedi: Kim hayız görme yaşma ulaşmış bir cariye satın alırsa, hayız oluncaya kadar ona ilişmeden beklesin. Şayet hayız olmazsa kırk beş gece beklesin. [423]

Diyorlar ki: Allah, gerek hayızdan kesilmiş ve gerekse hayız görme yaşma ulaşmamış kadınlara iddet beklemelerini vacip kılmış ve bu müddeti de üç ayla sınırlamıştır. İstibrâ, cariyenin iddetidir; hem hayızdan kesilmiş olana ve hem de hayız görme yaşma ulaşmamış olana vaciptir.

Diğerleri diyorlar ki: îstibrâda gözetilen amaç, rahmin boş olduğunun bilinmesidir. Bu yüzden cariye sahibi, rahminin boş olduğunu kesin olarak bilirse onunla cinsî ilişki kurabilir, istibrâda bulunması vacip değildir. Nitekim Abdürrezzak'm, Ma'mer — Eyyub — Nail* senediyle rivayetine göre tbn Ömer (r.a.): "Cariye, bakire olursa, sahibi isterse istibrâda bulunmayabilir." demiştir. Buhârî de Sahih'inde îbn Ömer'in bu sözünü kendisinden rivayet etmiştir, [424]'

Hammad b. Seleme'nin, Ali b. Zeyd — Eyyub b. Abdullah el-Lahmî senediyle rivayetine göre îbn Ömer anlatıyor: Celûlâ savaşında payıma bir cariye düştü. Boynu sanki gümüş ibrik gibiydi. Kendimi tutamadım. İnsanların gözleri önünde onu öpmeye başladım.[425]

İmam Mâlik'in görüşü de bu yoldadır. Şimdi burada onun benimsediği kaide ve bu kaideden çıkan fıkhî hükümleri vereceğiz: Ebu Abdillah el-Mâzerî, (v. 536/1141) istibrâ konusunda bir kaide ortaya koymuştur ki, o kaidenin metnini aynen sunuyoruz:

"Bu konuda prensip şudur: Gebe olmadığından emin olunan her cariyede istibrâ lâzım değildir. Büyük ihtimalle gebe olduğu sanılan, yahut gebeliğinde şüphe ya da tereddüt edilen cariyede istibrâ lâzımdır. Büyük ihtimalle rahminin boş olduğu sanılan, ancak büyük ihtimal yanında rahminde çocuk bulunması ihtimali de mevcut olan cariye konusunda (Mâliki) mezhebinde istibrânm gerekliliği yahut düşeceği hususunda iki görüş bulunmaktadır."

Sonra el-Mâzerî, bu prensibi esas alarak cinsî İlişkiye dayanıklı küçük cariyenin ve hayızdan kesilmiş cariyenin istibrâsı gibi, bir takım fıkhî hükümler çıkarmıştır. Bu konuda İmam Mâlik'den iki rivayet vardır, el- Cevahir sahibi diyor ki: Onüç yahut ondört gibi gebe kalma yaşma yaklaşmış bulunan küçük cariyede istibrâ vaciptir. Dokuz- on yaşındakiler gibi, cinsî ilişkiye dayanıklı olup ancak emsalleri gebe kalmayan küçük cariyenin istibrâsı hususunda iki rivayet vardır. Mâlik, îbn Kâsım'ın rivayetine göre istibrâyı gerekli görmüş, îbn Abdilhakem'in rivayetine göre ise gerekli görmemiştir. Şayet cariye cinsî ilişkiye dayanıklı olmayanlardan ise istibrâ gerekmez. Diyor ki: Kırk-elli yaşındakilerde olduğu gibi hayız görme yaşını geçmiş, ama hayızdan kesilme yaşına ulaşmamış cariyede istibrâ vacipdir. Hayızdan kesilmiş ve artık hayız görme ihtimali kalmamış bulunan cariyede istibrlnın vacip olup olmadığında İbn Kasım ve İbn Abdilhakem'den iki rivayet aktarılmıştır. el-Mâzerî diyor ki: Cinsî ilişkiye dayanıklı küçük cariyenin ve hayızdan kesilmiş cariyenin istibrâsmın sebebi şudur: Bunlarda nadiren de olsa gebe kalma imkânı vardır; yahut imkân bulunan yerlerde imkân yoktur diye iddiada bulunulması için gediği tıkamak sebebi.

el-Mâzerî diyor ki: Şu hususlarda istibrâ, bu sebeple gerekil görülmüştür:

1- Zina etmiş olması korkusuyla cariyenin istibrâsı. Bu tür istibrâya sû-i zandan dolayı istibrâ denilmektedir. Bu konuda iki görüş vardır. Istibrânın gerekmediği görüşü Eşheb'e aittir.

2-  Kötü huylu cariyenin istibrâsı. Bunda iki görüş vardır. Baskın olan görüş:  Her ne kadar nadiren olursa da, böyle bir durumda sahiplerinin onlarla cinsî ilişkiye girmemeleri gerekir.

3- Hayaları kesik bir adamın, yahut bir kadının, yahut da mahrem birinin satmış olduğu cariyenin istibrâsı. Vacip olup olmadığı konusunda îmam Mâlikten iki rivayet vardır.

4- Tasarrufta bulunmuş, sonra acziyete düşmüş ve efendisine geri dönmüş bulunan mükâtebe (efendisine belli miktar para getirmek suretiyle hürriyetini elde etme) sözleşmesi yapmış cariyenin istibrâsı. îbn Kasım istibrânın gerekliliğini, Eşheb ise gereksizliğini savunmaktadır.

5-   Bakirenin istibrâsı.  Ebu'l-Hasan el-Lahmî:  "İhtiyat  olarak müstahaptır,  vacip  değildir."   diyor.   İmam  Mâlik'in  daha  başka müntesipleri ise vaciptir diyorlar.

6-  Satıcı, cariyenin istibrâsını gerçekleştirir ve müşteri de onun bu yaptığını bilirse satıcının istibrâsı, müşterinin istibrâsı yerine geçer.

7-  Sahibi, cariyeyi müşteri yanına emanet koymuş olsa ve cariye emanet bırakıldığı şahsın yanında bir aybaşı hali geçir&e, sonra o kimse cariyenin istibrâsını gerçekleştirse, ikinci bir istibrâya ihtiyaç duymaz, o geçirdiği aybaşı hali cariyenin istibrâsı yerine geçer. Bu ise cariyenin dışarı çıkmaması ve efendisinin onun yanına girmemiş olması şartıyla geçerlidir.

8-  Bir kimse cariyeyi, kendi hanımından yahut ailesi içindeki kendi küçük çocuğundan satın alsa ve cariye satıcmm yanında aybaşı hali geçirse: îbn Kâsım'a göre şayet cariye dışarı çıkmamışsa, bu istibrâ için yeterlidir; Eşheb'e göre ise, eğer satıcı müşteriyle birlikte bir evde duruyor ve müşteri (koca veya baba) o cariyeyi kolluyor, müdafaa ediyor olsun veya olmasın bu durum istibrâ için yeterlidir.

9-  Şayet cariyenin efendisi uzaklarda olur ve dönüp geldiğinde bir adam, cariye dışan çıkmadan önce kendisinden onu satın alırsa, yahut cariye hayızlı halde dışan çıkmış olup da temizlenmeden önce satın alırsa istibrâda bulunması gerekmez.

10- Cariye, hayız halinin başında iken satılırsa İmam Mâlik'ten gelen meşhur görüşe göre, bu onun için bir istibrâ sayılır. Yeni bir hayız görmesine gerek kalmaz.

11-  Cariyeye bir başkasıyla ortaklaşa sahip olan kimse, ortağından cariyenin diğer payını da satın alsa ve cariye satın alanın emri altında olup onun yanında iken aybaşı olmuş olsa,  o kimsenin istibrâda bulunması gerekmez.

îmam Mâlik'in mezhebindeki bütün bu fıkhı hükümler, onun istibrâ konusundaki prensibini sana bildirmektedir: Yani rahmin boş olduğu bilinmedikçe, yahut zannedilmedikçe istibrâ vacip olur, rahmin boş olduğu bilinir yahut zannedilirse istibrâ vacip olmaz. Ebu'l-Abbas îbn Süreye ve Ebu'l-Abbas İbn Teymiye, îbn Ömer'den Er.a.J de sahih olarak nakledildiği gibi, bakirenin istibrâsı vacip değildir demişlerdir. Onların görüşüne biz de katılıyoruz. Cariyenin mülkiyetinin her el değiştirmesinde, ne olursa olsun istibrânın vacip olduğu yolunda Hz. Peygamber'den (s.a.) umûmî bir nass aktanlmamıştır. Yalnızca Hz. Peygamber (s.a.) esir alınan kadınlarla, hamile olanlar doğum yapıncaya ve olmayanlar ise aybaşı görünceye kadar cinsî ilişki kurulmasını yasaklamıştır.

Soru: Hadisin genel ifadesi dullarla cinsî ilişki kurmanın yasak olması gibi, isübrâdan önce bakirelerle de cinsî ilişki kurmar m haram olmasını gerektirir.

Cevap: Evet, öyle. Neticede hadis umûmî yahut mutlaktır, ondan maksadın ne olduğu da anlaşılmıştır. Şu halde istibrâyı gerektiren durumun bulunması halinde, tahsis görür yahut şaıta bağlanır. Hz. Peygamber'in (s.a.) şu hadisinin mefhumuyla da tahsis edilir: "Allah'a va âhiret gününe inanan kimse esir alınan dul kadınlardan biriyle kadın hayız görünceye kadar cinsî ilişki kurmasın." Aynca sahâbi görüşüyle de hadis tahsis görür. Bu sahâbîye aykırı görüş beyan eden bir kimse bilinmemektedir.

Buhârî'nin Safttfı'indeki bir hadiste Büreyde anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.), humusu alması için Hz. Ali'yi Yemen'e Hâlid'in yanına gönderdi. Hz. Ali onların içinden kendisi için bir esir kadın seçip aldı. Sabah oldu gusletti. Hâlid'e: "Şunu görüyor musun?" dedim. —Bir rivayete göre Hâlid, Büreyde'ye: "Şunun yaptığını görüyor musun?" eledi.— Büreyde anlatmaya devam ediyor: Hz. Ali'ye (r.a.) buğzederdim. Hz. Peygamber'in (s.a.) yanma gelince durumu kendisine anlattım. Bana: "Ey Büreyde! Ali'ye buğz mu ediyorsun?" diye sordu. "Evet." dedim. "Ona buğzetme. Humusta onun bundan daha çok hakkı vardır," buyurdu.[426] Bu cariye ya bakire idi, Hz. Ali bundan dolayı istibrâsını gerekli görmedi. Ya da aybaşı halinin son deminde idi. Bu yüzden ona sahip olmadan önceki hayızla yetindi. Her ne olursa olsun, istibrâya gerek duyulmayacak şekilde cariyenin rahminin boşluğu anlaşılmış olmalıdır.

Hz. Peygamber'in (s.a.) sözünü gereği gibi inceden inceye düşünürsen: "Hamile olanla doğuruncaya kadar, hamile olmayanla da aybaşı hali geçirinceye kadar cinsî ilişki kurulmaz." sözünü görür ve bundan şunu anlarsın: Hamile olmayan demek, hamile olması da, olmaması da mümkün olan demektir. Bu yüzden hamile olması korkusuyla kendisiyle cinsi ilişkiye girilmez. Bu kişi onun rahminin durumunu bilmemektedir, îşte Hz. Peygamber (s.a.), esir kadınlar hakkındaki bu sözü, esir alanlar onların durumlarını bilmedikleri için söylemiştir.

Buna göre bir cariyeye sahip olan ve mülk edinmeden Önce onun halini, hamile olup olmadığını bilmeyen herkes, cariye bir hayız geçirmek suretiyle istibrâda bulununcaya kadar onunla cinsî ilişkiye giremez. Bu akılla anlaşılabilir bir husustur; ne kastedildiği anlaşılmayan sırf taabbudî bir husus degidir. Bakirenin, emsalleri hamile kalmayan küçüğün, kişinin kendi karısından satın aldığı kendi evinde bulunan ve asla dışarı çıkmayan cariyenin ve bunlar gibi rahminde çocuk bulunmadığı bilinen cariyenin istibrâsının bir anlamı volttur. Aynı şekilde kadın zina edip de evlenmek istediğinde, onunla evlenecek şahıs, kadın bir hayız geçirinceye kadar bekler, istibrâda bulunur, sonra evlenir. Yine aynı şekilde kadın evli iken zina etse, bir hayız geçinceye kadar kocası ondan geri durur. Yine aynı şekilde efendisi öldüğünde ümmü veled bir hayız geçirinceye kadar iddet bekler.

Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah diyor ki: Babama: "Efendisi öldüğünde, yahut efendisi kendisini âzad ettiğinde ümmü veîed ne kadar iddet bekler?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: îddeti bir hayızdır. O, her halükârda cariyedir. Bir cinayet işlerse, işlediği cinayetin kıymetini efendisi öder. Şayet kendisine karşı bir cinayet işlenirse, cinayeti işleyen kimse onun eksilen kıymetini öder. Vefat ederse, geride bıraktığı her şey efendisinin olur. Eğer bir haddi gerektirecek bir suç islerse, kendisine cariyelere uygulanan had cezası tatbik edilir. Şayet efendisi onunla evlenirse, doğurduğu çocuklar kendisinin durumunda olur; onun âzad olmasıyla âzad, köle olmasıyla köle olurlar. [427]


[413] Nisa, 4/24.

[414] Müslim, 1456.

[415] Müslim, 1441. Nevevî diyor ki: "Helâl olmadığı halde onu nasıl mirasçı yapabilir? Helâl olmadığı halde onu kendisine nasıl hizmetçi yapabilir?" sözünün anlamı şudur: Kadının doğumu bazen altı ay gecikebilir. Bu durumda çocuğun, esir   alan  bu kimsenin olması da, ondan önceki kimseden olması da muhtemel olur. Esir alan kimseden olması durumunda, çocuk onun olur ve birbirlerine mirasçı olurlar. Ondan başkasından  olması  durumunda ise,   aralarında akrabalık bulunmadığı için birbirlerine mirasçı olamazlar, hatta cariyenin sahibi olan şahıh o çocuğu kendisine hizmet ettirebilir. Çünkü kölesidir. Şu halde hadisin anlamı şöyle oluyor:   İhtimâl ki, cariyeyi alan kimse çocuk kendisinden olmadığı için onu rrj-irasçı kılması helâl olmadığı halde, onu kendisine oğul edinip mirasçı kılmaktadır. Oysa, çocuğun diğer mirasçılarla birlikte mirasçı olması ve onların haklarını daraltması helâl olmaz. Yine ihtimal ki, çocuk kendisinden olduğu için köle olarak kullanması helâl olmadığı halde onu mülk ediniyor, köle gibi kullamyordur. Tabiî bu ihtimaller,: cariye gerek şimdiki efendisinden, gerekse   öncekinden  olması  muhtemel  bir  müddet  içinde  çocuk doğurduğunda söz konusu olur. Böyle bir durumda, bu sakıncadan korkarak kişinin o cariye ile cinsî ilişkiye girmekten kaçınması farzdır. Bk. Şerhu Müslim, 10/15.

[416] Tirmizî, 1564 ; Ahmed, 4/127. Senedi, şahitlerle birlikte düşünüldüğünde hasendir.

[417] Ahmed, 3/62, 87; Ebu Davud, 2157 ; Dârimi, 2/171. Senedi hasendir. Hâkim (2/195) sahih olduğunu söylemiştir.

[418] Tirmizî, 1131 ; Ebu Davud, 2158 ; Ahmed, 4/108. Senedi sahihtir.

[419] Buhâri, 34/111 ; tbn Ebî Şeybe, Abdullah —Nâfi' — Ibn Ömer senediyle mevsül olarak rivayet etmiştir. "Bakirenin istibrâsı beklenilmez."   cümlesini Abdürrezzak (12906), Eyyub — Nafl' — Ibn Ömer senediyle mevsûl olarak rivayet etmiştir.

[420] Abdürrezzak, 12903.

[421] Abdürrezzak, 12904.

[422] Kâif: Kıyafet masdanndan türetilmiş isimdir. Kıyafetin anlamı şudur: Bir kadın, bir çocuk dünyaya getirip de bir kaç erkeğin o çocuğun kendisinden olduğunu iddia etmesi durumunda, uzuvlardaki ortak özellikler ve benzerliklere, huy bakımından birbirine yakın hususiyetlere vs. hallere bakarak çocuğun kendisine en yakın özellikler gösteren adamın olduğuna hükmetme bilgi ve tecrübesine denir. Bu işte bilgi ve tecrübesi olan adama da "kâif' denir. Geniş bilgi için bk. Dr. Enver Mahmud Debûr, Isbâtu'n-neseb bi tarîki'1-kıyâfe fi'1-fıkhı'1-îslâmî, Kahire 1985.. Not: Bu eserin c.3, s. 183-184 de "ebe" diye tercüme ettiğimiz kelime, "kâiT olacaktır, düzeltiriz.

[423] Abdürrezzak, 12884, 12896.

[424] Yukanda geçti.

[425] Senettaki Ali B. Zeyd b. Ced'ân zayıftır, Eyyub b. Abdullah el-Lahrnî meçhuldür.

[426] Buhârî, 64/61 ; Ahmed, 5/259.

[427] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/288-294.