Konu Başlığı: İnsanların bir araya geldikleri gün Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2011, 13:50:05 33. insanların Bir Araya Geldiği Gün:
O gün insanların bir araya geldiği ve kendilerine, varlık sahasına çıkış ve yeniden dirilişin hatırlatıldığı bir gündür. Allah (c.c), her ümmet için ibadetle uğraşacakları, varlık sahasına çıkışı ve yemden dirilişi anmak için toplanacakları ve âlemlerin Rabbi Allah önünde ayakta durup en büyük toplantıyı yapacakları günü hatırlayacakları, hafta içinde bir gün tayin etmiştir. Bu gözetilen maksada en uygun gün de Allah'ın yaratıkları bir arada toplayacağı gün olan cuma günüdür. Allah o günü şeref ve üstünlüğe sahip bu ümmet için saklamıştır. Kendisine itaat için bugünde toplanmayı meşru kılmış ve lütfuna ulaşmak için bu ümmetin diğer ümmetlerle o günde buluşmalarını takdir buyurmuştur. Öyleyse o gün dünyada şer'an, ahi-rette ise takdiren toplantı günüdür. Gün yarılanınca, hutbe ve namaz vakti boyunca cennet ve cehennem halkı yerlerinde bulunurlar. Nitekim birçok yönden gelen rivayete göre Ibn Mes'ûd: "Kıyamet günü, gün yarılanınca cennet halkı konaklarına cehennem halkı yerlerine çekilir, öğle uykusuna yatarlar." demiş: "O gün, cennetliklerin kalacakları yer çok iyi, öğle uykusuna yatıp dinlenecekleri yer çok güzeldir."[1022] ve "Sonra gerçekten öğleyin dinlenecekleri yer cehennemdir. "[1023] âyetlerini okumuştur. Onun kıraatinde âyet aynen bu şekildedir. Bu yüzden günlerin yedi olduğunu, sadece kendilerine kitap gönderilen milletler bilebilir. Kitapları bulunmayan milletler bunu bilemezler; ama bunlar arasından, peygamberlerin ümmetlerinden bilgi alan kimseler bilebilirler. Çünkü burada günlerin yedi olduğunu gösteren ve duyularla algılanabilen bir alâmet yoktur; ay, sene ve mevsimleri gösteren alâmetler vardır. Allah gökleri, yeri ve bunlar arasındaki varlıkları altı günde yaratıp peygamberleri ve elçileri aracılığıyla kullarına bunu tanıtınca kullar için hafta içerisinde bunları, yaratılma hikmetini ve niçin yaratıldıklarını, kâinatın müddetini, gökler ve yerin katlanmasını, işin tıpkı Allah'ın yarattığı ilk zamana geri döneceğini ve bütün bunların gerçek bir vaad ve doğru bir söz olduğunu hatırlatıcı bir gün tayin edip meşrulaştırdı. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.) cuma günü sabah namazında Secde ve Dehr sûrelerini okurdu. Çünkü bu iki sûre yaratılış, diriliş, yaratıkların haşri, kabirlerinden çıkartılıp cennet yahut cehenneme gönderilmeleri gibi olmuş ve olacak hâdiseleri ihtiva etmektedir. İlmi ve bilgisi kıt bazı kimselerin zannettikleri gibi Hz. Peygamber (s.a.), bu sûreyi içinde secde âyeti geçtiği için okumamıştır. Bu kimseler bu yanlış düşüncelerinden dolayı başka bir sûreden secde âyeti okuyor, cuma sabah namazının secde âyeti okumakla üstün tutulduğuna inanıyor ve bunu yapmayana da hoşgörüyle bakmıyorlar. Hz. Peygamber (s.a.) bayramlar ve diğer günlerdeki büyük toplantılarda aynen böyle tevhidden, yaratılış ve yeniden dirilişten, peygamberlerin ümmetleriyle geçirdikleri hâdiselerden, peygamberleri yalanlayan ve onlara küfredenleri Allah'ın nasıl helak edip bedbaht eylediğinden, inanan ve onları tasdik edenleri ise nasıl kurtarıp sağlık ve selâmete ulaştırdığından bahseden bir sûre okurdu. Nitekim bayram namazlarında Kâf ve Kamer sûrelerini[1024]; bazan da A'lâ ile Gâşiye sûrelerini okurdu.[1025] Cuma namazında bazan Cuma sûresini okurdu.[1026] Çünkü bu sûre cuma namazını kılma, ona koşma ve namaza engel her türlü işi terketme emri ile iki cihanda kurtuluşa ermek için Allah'ı çokça anma emrini ihtiva etmektedir. Zira Allah'ı (c.c.) anmayı unutmak iki cihanda da perişanlığa ve helâka sebep olur. ikinci rekâtta Münâfikûn sûresini okurdu. Böylece ümmeti koyu münafıklıktan sakındırdığı gibi mallarının ve çocuklarının onları cuma namazından ve Allah'ı anmaktan alıkoymasından da sakındırmış ve böyle yaparlarsa kesinlikle perişan olacaklarım bildirmiş, kurtuluşlarının en büyük sebeplerinden biri olan sadaka verme fiiline teşvik etmiş; ölüm zamanı gelip çattığında ecelin ertelenmesini ister, yeniden dünyaya dönüşü temenni eder, fakat istek ve temennilerine kulak asılmaz bir duruma düşmemeleri için uyarıda bulunmuş olurdu. Hz. Peygamber (s.a.) huzuruna bir heyet çıktığında onlara Kur'an dinletmek isterse işte böyle yapardı. Bu yüzden açıktan okunan namazlarda kıraati uzatırdı. Nitekim akşam namazını hem A'râf (iki rekâta paylaştırmak suretiyle) hem de Tûr ve Kâf süreleriyle kıldırmıştır. Sabah namazını yüz kadar âyet okuyarak kıldırırdı. [1027] [1022] Furkân, 25/24. [1023] Saffât, 37/68. İkinci âyetteki "makîl = öğleyin dinlenecekleri yer" kısmı mütevâtir kıraatlerde "merci* = dönecekleri yer" şeklindedir. Bu kıraat müellifin de belirttiği üzere İbn Mes'ûd'un kendi kıraati olup onun tefsiri mahiyetindedir. [1024] Ahmed, Müsned, 5/217, 218; Müslim, 891; Tirmizî, 534; Ebu Davud, 1154; Nesâî, 3/İ83, 184. [1025] Müslim, 878; Tirmizî, 533; Nesâî, 3/183; İbn Mâce, 1281. [1026] Müslim, 877; Ebu Davud, 1124. [1027] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/393-395 |