Konu Başlığı: İbadeti belirlemeden ihrama girenler Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Temmuz 2011, 16:18:09 e) Hangi İbadet İçin Olduğunu Belirlemeden İhrama Girdi Diyenler:
Hz. Peygamber (s.a.) mutlak ihrama girdi, herhangi bir hac türünü belirlemedi; daha sonra Safa-Merve arasında iken kendisine hüküm bildiren âyet geldiği vakit yaptığı haccın türünü belirledi, diyenlere gelince: İmam Şafiî'nin (r.h.) görüşlerinden biri de budur. Şafiî, ihtilâfu'l-Hadis adlı kitabında buna parmak basmış ve demiştir ki: Sabit bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.) hükmü beklemek için çıktı. Safa-Merve arasında iken kendisine hüküm indi. Bunun üzerine ashabına, yanında kurbanlık bulunmadığı halde ihrama girenlerin bu ihramlarını umreye saymalarını emretti... Hz. Peygamber'in (s.a.) hükmü bekleyiş özelliğindendir ki, hac ve umre konusunda Allah'ın tanıdığı kolaylığı tercih etmek isteyerek haccı farz kılan âyetin inmesinden (hemen) sonra Medine'den hac yapmak için çıkmadı. Böylesi daha garantili olmalıdır. Çünkü kendisine mülâanede bulunan iki kişi getirildiği zaman da hükmü bekledi. Aynı şekilde hac konusunda da hükmü beklediği bilinmektedir. Bu görüş sahiplerinin gerekçeleri: Sahihayn'dâ rivayet edildiğine göre Hz. Âişe (r.a.) diyor ki: "Allah Rasûlü (s.a.) ile beraber yola çıktık; hac ve umrenin sözünü etmiyorduk." Bu metinde ise şöyle diyor: "Hz. Peygamber (s.a.) telbiye getiriyordu. Ne haccı, ne umreyi söylüyordu...".Ondan gelen bir rivayette de şöyle diyor: "Hacdan başka bir niyetimiz olmaksızın Allah Rasûlü'nün beraberinde yola çıktık. Mekke'ye yaklaştığımız vakit Allah Rasûlü (s.a.) yanında kurbanlık bulunmayanların Beytullah'ı tavaf edip, Safa-Merve arasında sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıkmalarını emretti."[377] Tavas diyor ki: Allah Rasûlü (s.a.) hükmü bekler bir halde hac ve umrenin adım anmaksızm Medine'den yola çıktı. Safa-Merve arasında iken O'na hüküm indi. Bunun üzerine ashabına, yanında kurbanlık bulunmadığı halde hacca niyetlenip ihrama girenlerin haclarını umreye çevirmelerini emretti... Hz. Peygamber'in (s.a.) haccını anlattığı uzunca bir hadiste Câbir diyor ki: ...Allah Rasûlü (s.a.) mescidde namazı kıldı. Sonra devesi Kasvâ'ya bindi. Devesi O'nu Beydâ tepesine çıkarınca gözüm alabildiğince uzaklara baktım, Peygamberimizin önü süvari-yaya insan kaynıyordu. Bir o kadar sağında, bir o kadar solunda ve bir o kadar da arkasında kalabalık vardı. Allah Rasûlü (s.a.) ise ortamızda idi. O'na Kur'an âyetleri iniyor ve kendisi yorumunu biliyordu. O ne yaparsa biz de onu yapıyorduk. O şöylece tevhidle telbiyede bulundu: "Buyur, Allah'ım, buyur! Buyur, Senin hiç bir ortağın yok, buyur! Hamd Senin, nimet Senin, mülk Senin. Ortağın yok Senin." İnsanlar da bu şekilde telbiye getirdiler. Allah RasûTü (s.a.) telbiye getirmeyi sürdürdü. [378]Görüldüğü gibi Câbir, Hz. Peygaber'in (s.a.) bu telbiyeye bir ilâvede bulunmadığım haber vermiş ve getirdiği telbiyeyi ne hacca, ne umreye ve ne de kırana izafe ettiğini söylemiştir. Bu gerekçelerden hiçbirinde, Hz. Peygamber'in (s.a.) başlangıçta hac-cın türünü belirleyerek ihrama girdiğini ve kıran yaptığını ifade eden hadislerle çelişen bir taraf yoktur. Tavus hadisi mürseldir, bununla müsned olan temel hadislere muhalefet edilemez. Bu hadisin sahih veya hasen yolla muttasıl olarak rivayet edildiği bilinmemektedir. Sahih olsa bile Hz. Peygamber'in (s.a.) hükmü beklemesi mîkata varıncaya kadar geçen zaman zarfındadır. O vadide iken kendisine hüküm geldi. Rabbinden bir elçi gelip: "Bu mübarek vadide namaz kıl ve: Hac içinde umreye niyetlendim, de." demiştir. İşte beklediği bu hüküm kendisine ihramdan önce gelmiş ve kıran yapmasını belirlemiştir. Tâvus'un: "Safa-Merve arasında iken O'na hüküm indi." sözünde geçen hüküm, ihramı konusunda inen hükmün dışında bir başka hükümdür. Zira yukarıdaki hüküm Akîk vadisinde inmişti. Hz. Peygamber (s.a.) Safa-Merve arasında iken inen hüküm ise sahabeye, haccı umreye çevirmelerini emrettiği hükümdür. İşte o vakit yanında kurbanlık hayvanı bulunmayanlara haclarını umreye çevirmelerini emretmiş ve: "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım kurbanlık sevketmez, haccı umreye çevirirdim." demişti. Bu vahiyle gelen kesin emirdir. Zira sahabîler bu konuda çekimser davranınca "Size emrettiğimi yapmaya bakın." diye buyurdu. Hz. Âişe'nin: "Biz yola çıktığımızda hac ve umrenin sözünü etmiyorduk." sözünü, şayet ondan sağlam bir şekilde aktarılmışsa ihramdan önceye yüklemek vacip olur. Aksi halde ondan gelen ve sahabîîerin kimilerinin mîkatta hacca, kimilerinin umreye niyetlenip ihrama girerek telbiye getirdiklerini ve kendisinin de umreye niyetlenip ihrama girenlerden olduğunu ifade eden diğer sahih rivayetlerle çatışır. "Telbiye getiriyor; ne haccı, ne umreyi söylüyorduk." sözüne geiince; bu durum ihramın başında idi. Hz. Âişe, kendilerinin Mekke'ye kadar bu şekilde devam ettiklerini söylememiştir. Bu kesinlikle asılsızdır. Zira Allah Rasûlü'nün (s.a.) ihrama girişini ve ne şekil telbiye getirdiğini işitenler buna şahitlik etmişler ve böylece haber vermişlerdir. Onların rivayetlerini reddetmeye yol yoktur. Bu, Hz. Âi-şe'den (s.a.) sahih yolla aktanlsa bile neticede Hz. Âişe, mîkatta sahabîîerin getirdikleri telbiyeyi hafızasında iyi tutamamış ve böyle bir şeyin olmadığını söylemiş; onun dışındaki sahabîler ise hafızalarında iyi tutmuş ve böyle bir şeyin varlığını söylemiş olurlar. Erkekler bunu kadınlardan daha iyi bilirler. Câbir'in (r.a.); "Allah Rasûlü (s.a.) tevhidle telbiyede bulundu." sözünde ise yalnızca Hz. Peygamber'in (s.a.) ne şekil telbiye getirdiği haber verilmiştir. Hem bu sözde Hz, Peygamber'in (s.a.) hiçbir şekilde ve herha-lükârda ihrama girdiği hac ibadetinin türünü belirlemediğini ifade eden bir şey de yoktur. Bu hadisler hac türünün belirlenmediği konusunda açık olsalar bile belirlendiğini söyleyenlerin rivayet ettikleri hadisleri almak daha uygundur. Çünkü bu hadisler çoktur, sahihtir, muttasıldır ve de belirlenmediğini söyleyenlere gizli kalan fazla bir bilgiyi içermekte, ortaya koymakta ve ispat etmektedirler. Bu, Allah'a hamdolsun apaçıktır. Başarı yalnız Allah'tandnv[379] [377] Yukarıda geçti. [378] Müslim, 1218. [379] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 2/174-177. |