Konu Başlığı: Hz Peygamberin nesebi Gönderen: Safiye Gül üzerinde 13 Ağustos 2011, 12:58:00 İKİNCİ BÖLÜM ÖRNEK İNSAN HZ. PEYGAMBER (S.A.) A) HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) NESEBİ Hz. Peygamber (s.a.) kayıtsız-şartsız yeryüzü halkının neseb yönünden en hayırhsıdır. Nesebinin şerefi en yüksek doruk noktasındadır. Buna düşmanları bile şahitlik ederlerdi. Bu yüzden o zamanlar düşmanı olan Ebu Süfyân, Bizans hükümdarınının huzurunda bu şekilde tanıklıkta bulunmuştu.[98]. En şerefli kavim onun kavmi, en şerefli kabile onun kabilesi ve en şerefli aile onun ailesidir Soy kütüğü şöyledir: Muhammed-Abdullah-Abdülmuttalib-Hâşim-Abdümenâf-Kusay, Kilâb-Mürra-Kâ'b-Lüey-Gâlib-Fihr-Mâlik-en-Nadr, Kinâne-Huzeyme-Müdrike-İlyâs-Mudar, Nizâr-Mead-Adnan [99]Buraya kadar olan kısmı doğru olarak bilinmekte ve bu konuda neseb uzmanları arasında görüşbirliği sağlanmışolup asla ihtilaf bulunmamaktadır. Adnan'dan yukarısında ihtilaf edilmiştir. Ama Adnan'ın İsmail (a.s.) soyundan geldiğinde neseb uzmanları arasında ihtilaf yoktur. Sahabe, tâbi-ûn ve onlardan sonraki neslin âlimlerince doğru kabul edilen görüşe göre (babası Hz. İbrahim tarafından Allah yolunda -Ş.Ö.) kurban edilmek istenen Hz. İsmail'dir. Kurban edilmek istenen Hz. İshak'tı görüşü ise yirmiyi aşkın sebepten ötürü asılsızdır. Şeyhülislâm İbn Teymiye'nin —Allah ruhunu mukaddeseylesin— şöyle dediğini işittim: Bu görüş Ehl-i Kitap'tan devşirilmiştir. Oysa onların kendi kitaplarının açık ifadesine göre de asılsızdır. Zira orada; "Allah, İbrahim'e bekâr —bir metine göre biricik— oğlunu kurban etmesini emretti." deniyor. Müslümanlarla birlikte Ehl-i Kitap da İsmail'in onun bekâr evladı olduğunda şüphe etmezler. Bu görüş sahiplerini aldatan, ellerindeki Tevrat'ta geçen "Oğlun İshak'ı kurban et." ifadesidir. Bu ilâve onların tahrif ve yalanlanndandir. Çünkü: "Bekâr ve biricik oğlunu kurban et" sözüyle çelişmektedir. Ancak yahudiler îsmailoğullarımn bu şerefini çekemedikleri için ve bu şerefin araplara değil kendilerine ait olmasını istediklerinden kendilerine çekmeyi ve üzerine konmayı arzu ettiler. Oysa Allah ihsanını ancak lâyık olana verir. Allah Teâla annesine Hz.İshak'ı ve onun oğlu Yakub'u müjdelediği halde "Kurban edilen İshak'tır." demek nasıl mümkün olabilir? Allah Teâlâ müjdeyi getirmek için Hz. İbrahim'e gelen meleklerin ona: "Korkma. Biz Lût kavmine gönderildik." dediklerini aktarır ve hemen ardından şöyle buyurur: "Bu sırada onun (ibrahim'in) hanımı ayakta idi, güldü. Biz, ona îshak'ı ve İshak'm arkasından (torunu) Yakub'u müjdeledik.[100] Şu halde Allah'ın ona bir çocuğu olacağını müjdeleyip sonra arkasından kurban edilmesini emretmesi olmayacak bir şeydir. Şüphe yok" ki, Yakub (a.s.) müjdeye dahildir. Söz içinde müjdenin İshak ve Yakub'u içerisi birdir. Sözün dış görünüşü ve akışı budur. Soru: Sizin dediğiniz gibi olsaydı âyette geçen "Yakub" kelimesi "İshak" üzerine atfedildiğinden mecrur olurdu. Bu durumda kıraat, Yakub kelimesinin (gayri munsarıf olduğu için) fethah okunması suretiyle gerçekleşirdi ki, anlam "...ve Yakub'u tshak'in arkasından müjdeledik." şeklinde olurdu. Cevap: Merfû olması Yakub'un müjdelenmiş olmasına engel değildir. Zira müjdeleme, mahsus bir sözdür ve aynı zamanda doğru ve sevindirici bir haberin evvelidir, "...ve îshak'm arkasından Yakub'u" kısmı ise bu kayıtlan taşıyan bir cümle olduğundan müjde demektir. Hatta gerçek müjde haber cümlesidir. Müjdeleme bir söz olup bu cümlenin irabdan mahalli, mekûl-i kavi olmak üzere nasb olunca anlam sanki şöyle oldu: "O kadına İshak'ın arkasından Yakub'u vereceğimizi söyledik." Bir kimse: "Filanca şahsa kardeşinin ve onun peşinden de misafirinin geleceğini müjdeledim." sözünü söylediği zaman bu sözden ancak her iki şeyle de müjdelediği anlaşılır. Anlayış sahibi hiç kimse bunda asla şüphe etmez. Sonra hem kelimenin mecrur olmasını bir başka şey daha zayıflatır: sözünün zayıflığı. Çünkü atıf edatı (bağlaç) cer harfi yerine geçer. Bu yüzden cer harfi ile mecruru arasını ayırmak olmayacağı gibi atıf edatı ile mecruru arasını ayırmak da olmaz. Bunu gösteren bir başka delil de şudur: Allah Teâlâ, Saffât sûresinde Hz. İbrahim ile kurban edilen oğlunun kıssasını: "İbrahim ve oğlu Allah'a teslim olup, (İbrahim) onu alnı üzere yere yıkınca Biz ona: Ey İbrahim! Rü'yana sadakat gösterdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız, diye seslendik. Gerçekten bu, apaçık (samimiyeti ortaya koyan) bir imtihandı. Ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik. Sonra gelenler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık. Selâm İbrahim'e! İyileri işte böyle mükâfatlandırırız. O gerçekten inanmış kulla-nmızdandı." şeklinde anlattıktan sonra hemen arkasından: "Ona salihler-den bir peygamber olarak İshak'ı müjdeledik." buyuruyor[101]'. Görüldüğü üzere bu, emre karşı sabrettiği için Allah Teâlâ'nın ona yaptığı işin karşılığını verme müjdesidir. Müjdelenenin birinciden başka olduğu konusunda gerçekten açık (zahir) bir ifadedir; hatta bu konuda nas gibidir. Denilirse ki: İkinci müjde onun peygamberliğinin müjdesidir. Bin diğer ifade ile baba emre karşı sabredip evlat da Allah'ın emrine teslim olunca buna karşılık Allah, peygamberlik vererek onu mükâfatlandırdı. Cevap: Müjde hepsinin zatının, varlığının ve peygamber olmasının müjdesidir. Bu yüzden"Peygamber olarak" kelimesi mukadder bir hal olmak üzere nasb olmuştur. O zaman anlam "Peygamberliği mukadder olarak İshak'ı müjdeledik." şeklinde olur. Müjdelemenin esas olan için yapılmasını bir yana bırakıp fazlalık gibi olan ilinti bir hale bağlanması imkânı yoktur. Böyle bir söz olamaz. Aksine peygamber olacağı müjdesi veriliyorsa onun var olacağı müjdesinin verilmesi daha uygun ve daha lâyıktır. Hem şüphe yok ki, kurban edilen çocuk Mekke'de idi. Bu sebeple İsmail ve annesinin başlarından geçenleri hatırlatması ve Allah'ın zikrini gerçekleştirmesi için nasıl ki Safa ve Merve tepeleri arasında koşma (sa'y),şeytan taşlama Mekke'de icra edilecek ibadetlerden kilınmışsa, aynen bu şekilde kurban bayramında kurban kesimi de orada yapılacak ibadetlerden kılınmıştır. Malumdur ki, Mekke'de bulunanlar İshak ile annesi değil, İsmail ile annesi idi. Bu nedenle kurban kesim yeri ve zamanı, yapımına İbrahim ile İsmail'in iştirak ettikleri Beytullah'a bitişiktir. Mekke'deki kurban kesimi, zaman ve mekân itibariyle yapımı İbrahim ve oğlu İsmail'in elinde gerçekleşen Beytullah'm ziyaretini tamamlayıcı niteliktedir. Şayet çocuğun kurban edilmesi teşebbüsü Ehl-i Kitab'ın ve onlardan tahsil görenlerin iddia ettikleri gibi Şam'da olsaydı, kurban ve kurban kesimi Mekke'de değil Şam'da olurdu. Bir diğer husus, Allah Teâlâ kurban edilen çocuğu halım (yumuşak huylu) diye adlandırdı. Çünkü, Rabbine itaat için teslimiyetle kendisinin kurban edilmesine rıza gösterenden daha yumuşak huylu bulunmaz. Oysa İshak'ı andığında onu alîm ( = çok bilgi sahibi) diye adlandırdı. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onun yanma girdikleri vakit: Selâm, demişlerdi de o da: Selâm, (içinden de bunlar) tanınmamış bir grup (kim olabilir?) demişti... (Misafirler): Korkma dediler ve onu çok bilgin bir oğulla müjdelediler.[102]. İşte bu oğul şüphesiz İshak'tır. Çünkü hanımından olmadır ve kendisine evlat müjdelenen de hanımıdır. İsmail ise cariyeden olmadır. Hem İbrahim ve hanımı yaşlanmışlar ve artık çocuk sahibi olmalarından ümit kesilmiş olmalarına rağmen çocukla müjdelenmişlerdi. İsmail'de durum bunun aksinedir. Çünkü o, anne ve babası bu duruma gelmeden önce doğmuştu. Bir başka husus, Allah Teâlâ'nın insanlığa koyduğu bir âdet vardır. Çocukların bekâr olanlarının sevgileri anne ve babalan katında, bekâr olmayanlardan daha fazladır. İbrahim (a.s.) Rabbinden çocuk isteyip Allah da ona çocuk bağışlayınca İbrahim'in (a.s.) kalbinden bir parça o çocuğun sevgisine takılı kaldı. Oysa Allah Teâlâ onu dost edinmişti. Dostluk ise mahbubun sevgide birlenmesini ve o konuda onunla başkası arasında ortaklık kurulmamasını icabettiren bir makamdır. Çocuk babanın kalbinin bir bölümünü tutup işgal edince, dostun kalbinden onu söküp atması kıskançlığı geldi; mahbubun kurban edilmesini emretti. Bu emir üzerine onu kurban etmeye kalkışınca da Allah sevgisi onun katında çocuk sevgisinden daha büyük oldu. Bu durumda dostluk, ortaklık şaibelerinden kurtuldu ve artık kurban etmede bir fayda kalmadı. Çünkü fayda ancak ona azmetmekte ve bu işte nefsin karar kılmasındadır. İstenen hasıl olunca, emir yürürlükten kaldırıldı ve kurban edilecek çocuğa bedel fidye verildi. Dost rüyaya sadakat gösterdi, Rabbin muradı hasıl oldu. Malumdur ki, bu imtihan ve denetleme sırf ilk çocukta oldu. Zaten birincide olmayıp sonraki çocukta olacak değil ya! Hem sonraki çocukta, kurban edilmesini emretmeyi gerektirecek bir dostluk rekabeti de sözkonu-su değildi. Bu apaçıktır. Hem dost İbrahim'in (a.s.) hanımı Sâre, Hâcer'i ve oğlunu en katı bir tavırla kıskandı. Çünkü o bir cariye idi. İsmail'i doğurup da babası onu sevince Sâre'nin kıskançlığı arttı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sâre'nin kıskançlık harareti yatışsın diye, Hâcer ile oğlunu uzaklara götürüp Mekke arazisinde yerleştirmesini Hz. İbrahim'e emretti. Bu, Allah Teâlâ'nın şefkat ve merhametindendir. Durum böyleyken Allah Teâlâ nasıl onun oğlunun kurban edilip de cariyenin oğlunun oîduğu hal üzere bırakılmasını emretmiş olabilir? Allah'ın ona merhameti, ondan zararı uzaklaştırması ve ona iyilikte bulunması yanında artık bundan sonra cariyenin oğlunu bırakıp nasıl onun oğlunu kurban etmeyi emreder? Aksine O'nun yerinde hikmeti, cariyenin çocuğunun kurban edilmesini buyurmayı icabettirmiştir. İşte o zaman o cariye ve çocuğuna karşı hanımefendinin yüreği sızlar ve kıskançlıktan doğan katılık merhamete dönüşür; bu cariye ile çocuğunun bereketi ona görünür ve Allah'ın cariye ile çocuğunu azıksız bırakmadığını görür. Hem böylece Allah kullarına, daraltmanın ardından yaptığı iyiliği, zorluğun ardından verdiği lütfü ve Hâcer ile oğlunun uzaklık, yalnızlık, gurbet, çocuğunu kurban edecek kadar teslimiyet konularındaki sabırlarının neticesinin; onların bıraktığı izlerin ve ayaklarının çiğnediği yerlerin inanan kullar için kıyamet gününe kadar nasıl hac ve ibadet yerleri haline getirildiğim göstermiş olur. İşte bu Allah Teâlâ'nın; ezildikten, zillete uğratıldıktan ve kırıldıktan sonra, kendisine iyilikte bulunmak suretiyle yaratıklarından dilediği kişiyi yükseltme konusundaki kanunudur. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilenlere iyilikte bulunalım, onları liderler ve varisler yapalım.[103] Bu Allah'ın bir îütfudur, dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. [104] [98] Buharî'de (1/6) bir zamanlar Peygamber düşmanı olan Ebu Süfyan'dan rivayet edilen uzunca bir hadiste deniyor ki: "Hirakl bana ilk olarak; İçinizde nesebi nasıldır? diye sordu; ben de: O, aramızda soylu birisidir, cevabını verdim," [99] Bu isimler silsilesi arasında "oğlu" anlamına gelen "bin" kelimesi vardı. Gerek duymadığımız için onu yazmazdık. Bu silsiledeki her önceki isim, bir sonrakinin oğlunun ismidir. [100] Hûd, 11/70. Kıraat imamları "Ya'kûb" kelimesinin son harfinin harekesi ne olacağı konusunda ihtilaf etmişler ve İbn Kesîr, Nâfı, Ebu Amr, Kisâî, Âsım'ın râvisi Ebu Bekir "Ya'kûbu" şeklinde ref ile; İbn Âmir, Hamza, Âsım'ın râvisi Hafs "Ya'kûbe" şeklinde nasb ile okumuşlardır. Zeccâc diyor ki: Ya'kub'un ref inde İki vecih vardır: 1- Muahhar mübteda olmak üzere, anlamı başta imiş gibi verilir. O zaman anlam şöyle olur: "İshak'm arkasından o kadının Ya'kûb (adlı oğlu) dünyaya geldi." 2-"İshak'ın arkasından o kadının Ya'kûb (adlı oğlu) sabit oldu" Nasb üe okuyan manaya yüklemiştir. Mana: O kadına İshak'ı bağışladık ve yine o kadına Ya'kûb'u bağışladık. [101] Saffât: 37/103-112. [102] Zâriyât, 51/24-25,28. [103] Kasas, 28/5. [104] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/69-73. |