๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2011, 13:48:54



Konu Başlığı: Hz Peygamber in hutbelerinin özellikleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2011, 13:48:54
5— Hz. Peygamber'in (s.a.) Hutbelerinin Özellikleri:

 

Hz. Peygamber (s.a.) hutbelerinde, inanç esasları olan Allah'a, melek­lerine, kitablanna, peygamberlerine, Allah'a kavuşmaya imandan cennet ve cehennemden; Allah'ın dostları ve buyruğuna uyanlar için hazırladığı mükâfatlar ile düşmanları ve kendisine isyan edenlere hazırladığı cezalar­dan bahsederken aynı üslubla bunları zihinlere yerleştirirdi. Onun hutbe­sinden kalbler iman ve tevhidle, marifetulleh (Allah'ı tanıma, Allah bilgisi) ve Allah'ın günlerinin bilgisiyle dolup taşardı. Başkalarının hutbeleri gibi yalnızca bütün canlılar arasında ortak olan -geçen hayata ağlayıp sızlan­ma, ölümle korkutma gibi- hususları ihtiva etmezdi. Çünkü böyle hutbeler kalbde Allah'a iman, tevhid, Allah'a özgü bilgi, O'nun günlerini hatırlama hasıl etmez; nefisleri Allah sevgisine, O'na kavuşma arzusuna sürüklemez. Dinleyiciler, öleceklerini, mallarının paylaştırılacağını, toprağın cesedlerini çürüteceğini öğrenmekten başka hiçbir fayda elde etmeden çıkıp giderler.

Keşke böyle bir hutbeyle hangi iman, hangi tevhid, hangi marifet, hangi faydalı ilim hasıl olur, bir bilebilsem?!

Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabının hutbelerini düşünen kişi görür ki, bu hutbeler hidayet ve tevhidi açıklamaya; Allah'ın (c.c.) sıfatlarını ve te­mel iman esaslarını anlatmaya; Allah'a davet etmeye, Allah'ı kullarına sev­diren nimetleri ile O'nun gazabından korkutan günlerini anlatmaya; onlara kendisini sevdiren Allah'ı anma ve O'na şükretme emri vermeye yeterliydi­ler. Allah'ı kullara sevdiren isimlerini, sıfatlarını ve O'nun azametini zikre­derler; kullan Allah'a sevdiren ibadet, şükür ve zikir gibi hususları emre­derlerdi. Dinleyenler O'nu sevmiş, O da onları sevmiş olarak dönerlerdi. Sonra uzun zaman geçti. Nübüvvet nuru gizlendi. Şer'î kanunlar ve emir­ler, hakikatleri ve maksatları gözetilmeksizin yapılan merasimler halini al­dı. Bu şer'î kanun ve emirlere merasim şeklini verdiler, onları nelerle isti­yorlarsa bunları da o şeylerle süsler oldular. Ardından bu merasim ve tö­renleri terkedilmez âdetler haline getirdiler; asıl terkedilmemesi gereken mak­satları terkettiler. Hutbeleri kafiyeli sözlerle, şiirlerle, nüktelerle ve edebi­yatın süsleme sanatlarıyla süsler oldular. Böylece kalblerin hutbede alacak­ları nasib noksanlaştı, hatta yok oldu. Hutbenin maksadı yitirildi.

Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbelerinden muhafaza edilenlere bakılacak olursa, hutbesinden daha çok Kur'an ve bilhassa Kâf sûresini okuduğu görülür. Haris b. Nu'man'ın kızı Ümmü Hişâm diyor ki: "Ben Kâf sûresi­ni ezberlediysem, yalnızca Hz. Peygamber (s.a.) minber üzerinde hutbe söy­lerken O'nun mübarek ağızlarından ezberlemişimdir."[1028]

Alî b. Zeyd b. Ced'ân'ın rivayet ettiği zayıf bir senedle nakledilen, Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbelerinden bize kadar intikal eden bir hutbesi şöyledir:

"Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a (c.c.) tevbe ediniz. Meşgul olma­dan Önce hayır ameller işlemeye hız veriniz. Rabbinizle aranızdaki bağlan O'nu çok zikretmek, gizli-aşikâr sadaka vermek suretiyle güçlendiriniz. Hem böylece mükâfat alır, övülür, rızıklandınlırsınız.

Bilesiniz ki, Allah (c.c), şu makamımda, şu ayımda, şu yılımda kıya­mete kadar cuma. namazını üzerinize farz kılmıştır. Bir kimse, başında adil veya zalim bir devlet başkam olduğu halde cumayı kılmaya imkân bulup

da inkâr ettiğinden yahut hafife aldığından dolayı ben hayattayken yahut ölümümden sonra terkeder kılmazsa, Allah iki yakasını bir araya getirme­sin, işinde bereket vermesin. Dikkat ediniz! Tevbe edinceye kadar böyle bir kimsenin kıldığı namaz namaz değil, aldığı abdest abdest değil, tuttuğu oruç oruç değil, verdiği zekât zekât değil, yaptığı hac hac değil! O'na bereket de yoktur. Şayet tevbe ederse Allah tevbesini kabul buyurur. Dikkat ediniz! Kadın erkeğe, a'rabî muhacire, serkeş kimse mü'mine imamlık etmesin! An­cak sultan, otoritesiyle onu bu işe zorlar ve sultanı nkıhcından, kırbacından korkması hali müstesna."[1029]                                                             

Diğer bir hutbesi de şöyledir:                                                      '

"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlama bekleriz. Nefislerimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz; saptırdığını da hiç kimse doğru yola erdire­mez. Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka tapılacak yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Yine tanıklık ederim ki, Muhammed (s.a.) şüphesiz O'nun kulu ve elçisidir. Kıyamet saati önünde onu müjdeleyici ve uyarıcı olarak hakla göndermiştir. Allah ve Rasûiüne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Allah'a hiçbir zarar ve­remez." Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.[1030] İnşaallah, Hz. Peygam­ber'in (s.a.) hac esnasında yaptığı hitabeler ileride (hac bahsinde) gelecek­tir. [1031]   


[1028] Müslim, 872; Ebu Davud,  1102 ve 1103; Nesâî, 2/157.

[1029] İbn Mâce, 1082. Hadis zayıftır. Ayrıca Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb adlı eserinde bu hutbeyi kaydetmiş ve Taberânî'nin Evsat'ta rivayet ettiğini belirtmiştir.

[1030] Ebu Davud, 1097. Hadis zayıftır. Ayrıca metinde geçen "Onlara isyan edense" sö­zünü Hz. Peygamber'in (s.a.) hoş karşılamadığı sahih yolla rivayet edilmiştir. Müs­lim (870), Ebu Davud (1099), Nesâî (6/90) ve Ahmed b. HanbePin (4/256, 379) Adiy b. Hâtim'den rivayetlerine göre bir adam Hz. Peygamber'in (s.a.) huzurunda hitabede bulundu ve şöyle dedi: "Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse muhakkak doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense şüphesiz azıtıp sapılmıştır". Bunun üze­rine Allah Rasûlü (s.a.): "Sen ne kötü hatipsin! Allah'a ve Rasûlü'ne isyan edense, şeklinde de" diyerek adamı uyardı. Âlimler diyorlar ki: Hz. Peygamber (s.a.) hatibi, kendisini zamirle Allah'a eş tuttuğu için uyarmış, onu bundan engellemiş ve Allah Teâlâ'ya tazim olsun diye O'nun ismini öne almasını emretmiştir. Nitekim bir diğer hadiste şöyle buyurulmuştur: "Herhangi biriniz, Allah dilerse ve filan dilerse, deme­sin; Allah dilerse sonra filan dilerse desin." Sindî'nin, Nesâî haşiyesinde kaydettiği­ne göre, üstad İzzeddin b. Abdüsselâm diyor ki: Hz. Peygamber'in (s.a.) özellikle­rinden biri de O'nun kendisi İle Rabbini (c.c.) bir zamirde bir araya getirmesinin caiz olmasıdır.  Bu durum başkaları için caiz değildir. O'dan başkası için bunun caiz olmaması şundandır. Başka biri bir arada zikrederse onun söylemesi eşit kılma

vehmi verir. Oysa Hz. Peygamber için böyle bir durum sözkonusu değildir. Böyle bir vehim uyandırma, onun makamına yol bulamaz.

[1031] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/395-397.