Konu Başlığı: Hulû dan dönüş Gönderen: Safiye Gül üzerinde 31 Mayıs 2011, 15:51:13 5- Hulû'dan Dönüş ve Huiû'da İddet Bekleme Süresi:
Yüce Allah'ın hulû için "fidye" tabirini kullanmasında, hulûun bir nevi bedelli akitlerden sayıldığına delil vardır. Bu itibarla her iki tarafın da rızası aranır. Acaba hulûdan karşılıklı rıza ile vazgeçerek (ikâle), koca karısından aldığını iade etse ve henüz iddet içerisinde iken ona rücû etse, bunu yapabilirler mi? Dört imam ve daha başkaları bunu mümkün görmemişler ve: "Kadın bizzat hulû ile ayrılmış olur (iddetle değil)." demişlerdir. Abdürrezzâk, Ma'mer—Katâde—Saîd b. el-Müseyyeb senediyle ondan şunu nakleder: "Hulû yapan erkek karısına rücû etmek isterse, ondan hulû bedeli olarak aldığı şeyi kendisine iddet içerisinde iade etsin ve ric'atine şahit tutsun." Ma'mer: "Zührî de (İbnü'I-Müseyyeb'in dediği gibi) böyle söylerdi." demiştir.[767] Katâde diyor ki: "Hasan 'ona, ancak yeni bir aday gibi talip olabilir.' derdi."[768] Saîd b. el-Müseyyeb ile Zührî'nin sözlerinde, fıkhı bir incelik, güzel bir yaklaşım vardır ve fıkıh kaide ve usûlüne vurulduğunda kabul görür, yadırganacak bir taraf da yoktur. Ne var ki öteden beri gelen uygulama onun hilâ-fmadır. Onların görüşü uygundur. Çünkü kadın îddet içerisinde olduğu sürece, kocanın hapsi altındadır, demektir ve bir grup ulemaya göre bu süre içerisinde verdiği şarta bağlı olmayan sarih talâkı (müneccez sarih talâk) yerini bulur. Dolayısı ile karşılıklı rıza ile huîûu bozarlar ve daha önceki hallerine dönerlerse; şer'î kaideler buna engel olmaz. Ama bu, iddet sonrasında olursa iş değişir. Çünkü o takdirde kadın, tamamen yabancı biri haline gelmiştir. Dolayısıyla koca, artık taliplerden bir tanesidir. Hulû yaptığı kadınla iddeti içerisinde kendisinin evlenme hakkı olmasına karşı başkalarının olmaması da buna delildir. Hz. Peygamber'in (s.a.) hulû yapan kadına, bir hayız görünceye kadar îddet beklemesini emretmesinde iki hükme delâlet bulunmaktadır: 1— Hulû yapan kadın, üç hayız müddeti beklemesi gerekmez. Bir hayız görmesi yeterlidir. Bu, sünnetin sarih ifadesi olduğu gibi, mü'minlerin emîri Hz. Osman (r.a.), Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb, Rübeyyi' bt. Muavviz ve ileri gelen sahabelerden birisi olan amcasının da görüşleridir. Ashabtan bunlara muhalif birisinin olduğu da bilinmemektedir. Nitekim Leys b. Sa'd, İbn Ömer'in âzadlısı Nâfi'den nakleder: Nâfi', Rubeyyi' bt. Muavviz b. Afrâ'ı, Abdullah b. Ömer'e başından geçenleri anlatırken işitmiştir. Buna göre Rübeyyi', Hz. Osman (r.a.) zamanında kocası ile hulû yapmıştır. Rubeyyi'in amcası, Hz. Osman'a gelmiş ve ona: "Muavviz'in kızı bugün kocası ile hulû yaptı. (Baba evine) intikal edebilir mi?" diye sordu. Osman (r.a.) ona: "İntikal etsin. Aralarında miras durumu yoktur. İddet de gerekmez. Şu kadar var ki, hamile olup olmadığı endişesi ile bir hayız görünceye kadar başkası ile evle-nemez." dedi. Abdullah b. ömer: "Osman (r.a.), bizim en hayırlımız ve en bilginimizdir." dedi.[769] İshak.i). Râhûyeh, bir rivayette Ahmed de bu görüşe kail olmuşlardır. Şeyhülislâm İbn Teymiyye'nin tercihi de budur. Bu görüş taraftarları onun, şer'î kaidelerin bir gereği olduğunu söylüyorlar. Çünkü iddet; ric'at zamanı uzun olsun ve böylece koca iyice düşünsün ve iddet içerisinde rücû imkânı olsun diye üç hayız süresi kılınmıştır. Eğer kadına rücû etme durumu yoksa ve maksat sadece hamilelikten emin olunması ise, bunun için istibrada olduğu gibi tek bir hayız görmesi yeterlidir. Bunlar şunu da ilâve ediyorlar: Bizim bu izahımız üç talâk ile boşanan kadının da üç hayız boyunca iddet bekleme zorunda olması hükmü ile nakzedilmiş olmaz. Zira talâk bahsinde, ister bâin olsun ister ric'î, ayırım yapılmamış ve iddet hükmü hep aynı tutulmuştur. Bunlar devamla şöyle diyorlar: Bu, hulûun talâk değil, fesih olduğuna delildir. Hulûun fesih oluşu, İbn Abbas, Osman, İbn Ömer, Rubeyyi' ve amcası gibi sahabîlerin görüşüdür. Hiçbir sahabîden hulûun talâk kabul edildiği asla varid değildir. îmam Ahmed, Yahya b. Saîd—Süfyân—Amr—Tâvûs senedi ile İbn Abbas'ın: "Hulû tefriktir (fesihtir), talâk değildir." dediğini rivayet etmiştir.[770] Abdürrezzâk, Süfyân—Amr—Tâvûs senediyle rivayet eder: İbrahim b. Sa'd b. Ebî Vakkâs, İbn Abbas'a: "Bir adam karısını iki talâkla boşasa, sonra kadın ondan hulû yolu ile ayrılsa, onu nikahlayabilir mi?" diye sordu. İbn Abbas: "Evet, Allah talâkı âyetin başı ile sonunda, hulûu da bu ikisi arasında zikretmiştir." dedi.[771] Soru: "Zikrettiğiniz sahabîlere muhalif yoktur." diye nasıl söyleyebili-yorsunuz? Halbuki Hammâd b. Seleme, Hişâm b. Urve—babası—Cümhân yoluyla şunu rivayet etmektedir: Eslemlilerden Ümmü Bekre, Abdullah b. Useyd'in nikâhı altında idi. Ondan hulû yoluyla ayrıldı. Abdullah pişman oldu. Hz. Osman'a mahkemelik oldular. Hz. Osman buna icazet verdi ve: "O bir (talâk)tır. Ancak sen (hulû sırasında) bir şey söylemişsen, (iki talâk, üç talâk gibi) o zaman söylediğin şey olur." dedi.[772] İbn Ebî Şeybe de, Ali b. Hâşim—İbn Ebî Leylâ—Talha b. Musarrif— İbrahim en-Nehaî—Alkame senediyle İbn Mes'ûd'dan: "Bâin talâk sadece fidye (hulû) ve îlâda olur." dediğini rivayet eder. Ali b. Ebî Tâlib'den (r.a.) de rivayet edilir. Bunlar, kadri yüce sahabîlerden üç tanesidir. (Bu durumda "muhalif yoktur." sözünün bir mânası kalmaz.) Cevap: Bu üç sahabîden böyle bîr görüş sahih olarak varid değildir. Hz. Osman'la ilgili haberi îmam Ahmed ve Beyhakî ve daha başkaları tenkit etmişlerdir. Üstadımız, (îbn Teymiye) şöyle der: "Bu, Hz. Osman'dan nasıl sahih olarak varid olabilir? O hulu konusunda iddetin gerekmediği görüşündedir. Sadece bir hayız görmesi ile istibrâda bulunmasından yanadır. Eğer Hz. Osman, hulûun talâk olduğu görüşünde olsaydı, o zaman iddeti de vacip kılardı. Bu hikâyeyi Hz. Osman'dan (r.a.) rivayet eden Cümhân hakkında, Eslemliler'in âzadlısı olduğundan başka hiçbir bilgimiz yoktur." Ali b. Ebî Tâlib'den gelen habere gelince, bu konuda İbn Hazm şöyle der: "Bunu Hz. Ali'den (r.a.) sahih olmayan bir yolla rivayet ettik." Rivayetler içerisinde en ceyyid olanı, îbn Ebî Leylâ'nın hafızasının iyi olmamasına rağmen naklettiği İbn Mes'ûd'un haberidir. Sonra bu haber —eğer mahfuz ise— nihayet, hulûda verilen talâkın bâin olarak vuku bulduğuna delâlet eder, yoksa hulûun bâin talâk olduğuna delâlet etmez. İkisi arasında ise açık fark vardır. Hulûun talâk olmadığına şu husus delâlet etmektedir: Zifafdan sonra vukûbulan ve üç sayısına ulaşmayan talâk üzerine Yüce Allah üç hüküm bina etmiştir ki, üçü de hulûda sözkonusu değildir: Birincisi, talâkta koca rücû hakkına sahiptir. İkincisi, verilen her talâk üç haktan düşülür. Talâk hakkı tam kullanıldıktan sonra şer'î tahlil (hülle) olmadıkça artık kadın kendisine helâl olmaz. Üçüncüsü de; talâkta iddet üç hayız (ya da tuhur)dur. Bunların hiçbirisi hulûda yoktur. Nass ve icmâ ile sabit olmuştur ki hulûda rücû hakkı yoktur. Sünnet ve sahabe kavilleri ile sabit olmuştur ki, hulûda iddet sadece tek bir hayızdır. Nassla iki talâktan sonra hulûun vukuu ve ondan sonra da üçüncü talâkın verilebilmesi sabittir. Bu, hulûun talâk olmadığı hususunda gerçekten çok açıktır. Zira Allah Teâlâ: "Boşama iki defadır. Ya iyilikle tutmak (geri almak), ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden (boşanma esnasında) bir şey geri almanız size helâl değildir. Şayet erkek ve kadın, Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından (evlilik haklarım tam tatbik edememekten) korkarlarsa başka. Ey Mü'minler! Siz de karı ile kocanın, Allah'ın sınırlarını, hakkıyla muhafaza etmelerinden kuşkuya düşerseniz o zaman kadının, (ayrılmak—hulü— için erkeğe) fidye vermesinde her iki taraf için de bir günah yoktur."[773] buyurmaktadır. Bu âyet, iki talâkla boşanmış kadına has değilse, hem onu hem de başkalarını içine alır. Zamirin zikri geçmeyene râci olması ve zikri geçeni ise içine almaması caiz olmaz. Aksine ya zikri geçene has olacaktır, ya da hem onu hem de onun dışındakiler! de içine alacaktır. Allah sonra şöyle buyuruyor: "Eğer erkek, kadını üçüncü defa boşarsa, artık bundan sonra kadın, başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz."[774] Bu âyet, hulûdan (fidye) ve iki talâktan sonra boşanan kadını kesinlikle içine alır. Çünkü zikri geçen onlardır. Dolayısıyla, lafzın kapsamı içine girmesi zaruridir. Nitekim "Tercümânü'l-Kur'ân" diye anılan ve Hz. Peygamberin, "Allah'ım! Ona Kur'an'ın tevilini öğret." şeklindeki müstecab duasına mazhar olan (İbn Abbas) da âyeti böyle anlamıştır. Fidye (hulû) ahkâmı, talâk ahkâmından farklı olunca, bu durum, onun talâk cinsinden olmadığını gösterir. Nassın, kıyasın ve sahabî kavillerinin gereği budur. Sonra akitlerin hakikat ve maksatlarına itibar edip lafızlara takılıp kalmayan kimseler hulûu, hangi lafızla olursa olsun hatta "talâk" lafzı ile de olsa fesih kabul ederler. Bu, Hanbelî âlimlerinin, imamlarına nisbet ettikleri iki görüşten biridir. Üstadımızın (îbn Teymiye) tercihi de budur. O şöyle der: "Bu îmam Ahmed'in, îbn Abbas ve arkadaşlarının sözlerinden zahiren anlaşılandır." îbn Cüreyc şöyle der: "Amr b. Dînâr bana haber verdi: İbn Abbas'm âzadlısı İkrime'yi işittim: Malın onayladığı şey (ayrılık) talâk değildir, diyordu." Abdullah b. Ahmed: "Babamın İbn Abbas'ın görüşünü benimsiyor olduğunu gördüm." demiştir. Amr, Tâvûs'tan İbn Abbas'ın; "Hulû tefriktir, talâk değildir." dediğini nakleder. îbn Cüreyc, İbn Tâvûs'tan: "Babam (Tâvûs), fidyenin (hulû) talâk olmadığı görüşünde idi ve kocayı muhayyer bırakırdı." dediğini nakleder. Akitlerde lafızlara itibar edenler ve onlara takılıp kalanlar ise, talâk lafzı ile olan hulûu talâk saymışlardır. Halbuki fıkhî kaideler ve asıllar, akitlerde muteber olanın, hakikat ve mânaları olduğuna, şekil ve lafızlara itibar edilmediğine şehadet eder. Tevfik ancak Allah'tandır. Buna delâlet eden hususlardan biride şudur: Hz. Peygamber (s.a.) Sabit b. Kays'a, kansını hulû yolu ile bir talâk boşamasını emretmiştir. Buna rağmen kadına, bir hayız görene kadar iddet beklemesini emretmiştir. Bu durum, hulûun fesih olduğunda gayet açıktır. İsterse "talâk" lafzı ile olsun, durum değişmez. Yine Yüce Allah, hulû üzerine, fidye olması sebebiyle fidye ahkâmını bağlamıştır. Malumdur ki fidye, ille belli bir lafızla olmaz. Allah Teâlâ fidye için belli bir lafız belirlememiştir. Fidye talâkı, kayıtlı bir talâktır. Dolayısıyla mutlak olan talâk ahkâmı kapsamına girmez. Nitekim sabit sünnetle hulû (fidye), ric'atın sübûtu ve üç hayız müddeti bekleme konularında talâk ahkâmı içerisine girmemektedir. Muvaffakiyet Allah'tandır. [775] [767] Musannef, 11797. [768] Musannef, 11795. [769] İbn Hazm, Muhal/â, 10/37, Râvileri sikadır. Aynca bk. İbn Kesîr, 1/276; Musannef, 11858. [770] İsnadı sahihtir. İbn Hazm, Muhallâ (10/237)'da zikretmiştir. [771] Musannef, 11771. Senedi sahihtir. [772] Mâlik, Şafiî ve Beyhakî tahric etmişlerdir. Kitabın alıntısı hatalıdır. Beyhakî'nin rivayetini esas alarak tercüme ettik. Bk. 7/316. [773] Bakara, 2/229. [774] Bakara, 2/230. [775] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/296-300. |