๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 22 Mayıs 2011, 11:52:13



Konu Başlığı: Hayızdan kesilen kadının iddeti
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 22 Mayıs 2011, 11:52:13
6 — Hayızdan Kesilen ve Henüz Hayız Görmemiş Kaçlının İddeti:

 

Hayızdan kesilmiş ve daha henüz hayız görmemiş kadınların iddetini Allah Teâlâ kitabında şöylece açıklamıştır: "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenler ile daha henüz hayız görmemiş olanların iddeti hususunda şüphe içindeyseniz, onların iddeti üç aydır. [334]'

Âlimler hayızdan kesilme yaşını sınırlamada muazzam bir görüş ayrılığı içine düşmüşlerdir. Kimileri elli yaşla sınırlandırmış ve "Kadın ellisinden sonra hayız olmaz." demişlerdir. Bu görüş, İshâk'm görüşüdür ve Ahmed'den (r.a.) gelen bir rivayettir. Bu görüş sahipleri delil olarak Hz, Âişe'nin (r.a.): "Kadın elli yaşına ulaşınca, hayız gören kadınlar sınırından çıkar." sözünü ileri sürmüşlerdir.

Bir grup ise altmış yaşı ile sınırlandırmış ve: "Kadın altmışından sonra hayız olmaz." demişlerdir. Bu, Ahmed'den gelen ikinci rivayettir. Ondan gelen bir üçüncü rivayete göre, Arap kadınları ile başka kadınlar arasında fark vardır: Hayızdan kesilme sının Arap kadınlarında altmış, Arap olmayan kadınlarda ellidir. Kendisinden gelen dördüncü bir rivayete göre ise, elli-altmış arasında görülen kan, şüpheli kandır; kadın orucunu tutar, namazını kılar ve farz orucu kaza eder, el-Hırakî'nin tercihi budur. Yine Ahmed'den gelen beşinci bir rivayete göre de, kan elli yaşından sonra âdet halini alır ve tekrar ederse hayız kanıdır, etmezse değildir.             '''

Hayızdan kesilmenin süresi konusunda Şafiî'nin {r.a.) açık ve net ifadesi bulunmamaktadır. Ona ait iki görüş vardır:

1- Kadının yakınlarının hayızdan kesilme yaşıyla bilinir. . 

2- Bütün kadınların hayızdan kesilme yaşı gözönüne alınır.

Birinci görüşe göre, gözönüne alınacak olan bütün yakınları mı yoksa asabesi olan kadınlar mı, yoksa hassaten kendi bulunduğu şehirdeki kadınlar mıdır? Bu konuda üç ayrı bakış açısı vardır. Sonra yakınlar gözönüne alınır dendiğinde, onların âdetleri ayn ayrı olursa, âdet süresi en az olana mı, yahut en çok olana mı, yoksa dünyada âdet süresi en az olan kadına -mı itibar olunur? Bu hususta da, üç ayrı bakış

açısı vardır.

İkinci görüş yani bütün kadınlar gözönünde bulundurulur görüşü ŞâfiTye (r.a.) aittir. Sonra Şafiî'nin arkadaşları bunun bir sınırı bulunup bulunmadığı hususunda iki ayn görüş ileri sürmüşlerdir:

1- Sının yoktur: Şafiî'nin ifadesinden anlaşılan budur.

2-  Sının vardır. Sonra bu ikinci görüş sahipleri iki ayn görüş ileri sürmüşlerdir:

a- Sınır altmış yaştır. Bunu Ebu'l-Abbas b. Kâs ile Üstad Ebu Hâmid söylemiştir

b- Sınır altmış ikidir: Bunu da el-Mühezzeb'de Üstad Ebu tshak ile eş-ŞâmÜ'de Îbnu's-Sabbâğ söylemiştir.

İmam Mâlik'in (r.a.) arkadaşlan, hayızdan kesilme yaşı için herhangi bir sınır koymamışlardır.

Aralarında Şeyhülislâm İbn Teymiye'nin de bulunduğu daha başkalan ise diyorlar ki: Hayızdan kesilme yaşı, kadına göre değişir. Bu yaşın, bütün kadmlann birleştiği bir sının yoktur. Âyette kastedilen her kadının kendisinin hayız görmekten ümidini kesmesidir. Çünkü âyette "hayızdan kesilme" anlamına gelen "ye's" kelimesi, ümitvar olmanın zıttıdır. Kadın hayızdan ümidini kesmiş ve artık hayız görmeyi ümit etmiyorsa, yaşı kırk veya bu civarda da olsa âyise (=hayızdan kesilmiş) demektir. Başkası, elli yaşında da olsa hayızdan kesilmeyebilir.

Zübeyr b. Bekkâr kaydetmiştir ki, bazıları: "Elli yaşında ancak Arap kadın doğurur. Altmış yaşında ise yalnızca Kureyşli kadın doğurur." demişlerdir. Zübeyr b. Bekkâr diyor ki: Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Rabîa'nın kızı Hind, Musa b. Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebu Tâlib'i — Allah ondan razı olsun— altmış yaşında iken doğurmuştur. Hz. Ömer'den sahih senedle rivayet edildiğine göre boşanan ve bir yahut iki hayız gören, sonra hayız hali ortadan kalkan ve kalkmasının sebebini bilmeyen bir kadın dokuz ay bekler, hamile olduğu anlaşılırsa (doğuma kadar) ne âlâ, aksi takdirde üç ay iddet bekler. Aralarında Mâlik, Ahmed ve kadîm görüşünde Şafiî'nin de bulunduğu çoğunluk, bu konuda Hz. Ömer'e muvafakat etmiştir. Diyorlar ki: Kadın, hamilelik müddetinin çoğunluğunu bekler, sonra da hayızdan kesilmiş kadının iddetini bekler ve sonra otuz veya kırk yaşında bile olsa başkalanyla evlenmesi helal olur. Bundan çıkarılacak sonuç, Hz. Ömer ile ona uyan selef ve halef ulemasına göre, kadın elli yaşından önce, kırk yaşından önce hayızdan kesilebilir ve onlara göre kadınların hayızdan kesilmelerinin sınırlı bir vakti yoktur; aksine böyle birisi otuz yaşında hayızdan kesilebileceği gibi, başkası elli yaşma ulaşsa da hayızdan kesilmeyebilir.

Hayız hali ortadan kalkan, ama bunun sebebini bilmeyen kadını dokuz ay geçtikten sonra hayızdan kesilmiş saydıklanna göre, ya alındığı takdirde kadının bir daha hayız göremeyeceği bir ilaç kullanmış olması, ya da ailesi ve akrabası kadınlar arasında yerleşik bir âdet olması yollanndan biriyle hayzınm kesilmesinin sebebini bilen kadının elli yaşma ulaşmamış bile olsa hayızdan kesilmiş sayılması daha münasiptir. Ama hayız hali hastalık, süt emzirme yahut hamilelik gibi bir sebeple ortadan kalkarsa, durum böyle değildir. Zira bu kadın hayızdan kesilmiş sayılmaz. Çünkü bu gibi haller ortadan kalkar.

Şu halde üç basamak vardır: Birisi: Kadının bir yıl arayla hayızdan kesilmesi ve bu halin peşi peşine bir kaç yıl devam etmesi suretiyle katî bilinen bir hayızdan kesilmeden ötürü hayız halinin ortadan kalkması, sonra bunun ardından erkeğin kadını boşaması. İşte bu durumdaki kadın ister kırk yaşında, ister daha küçük, isterse daha büyük olsun, Kur'an'ın ifadesine göre üç ay idet bekler.

Bu kadın üç ay beklemeye, sahabe ve âlimler çoğunluğunun dokuz ay beklemesinden sonra bunun ardından üç ay daha beklemesine hükmettiği kadmdan daha layıktır. Zira o kadın hayız oluyordu ve hayızlı iken boşanmıştı; boşanmayı müteakip hayız hali ortadan kalktı, ama hangi sebeple kalktığını bilmiyordu. İşte böyle bir kadına hamileliğin çoğunlukla sona erdiği sürenin bitiminden sonra hayızdan kesilmiş kadın hükmü verildiğine göre, ya şu durumdaki kadına ne demeli? İşte bu sebeple Kadı İsmail, Ahkâmu'l-Kur'ân adlı eserinde diyor ki: Allah Teâlâ hayızdan kesilme meselesini şüpheyle birlikte zikrederek: "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenlerin iddetleri hususunda şüphe ederseniz, onların iddetleri üç aydır.-Hol) buyurmuştur. Sonra Hz. Ömer'den (r.a.) Kur'an'ın açık ifadesine uygun bir söz nakledilmiştir. Zira o demiştir ki: "Boşanan herhangi bir kadın bir-iki hayız görür, sonra hayız hali ortadan kalkar ve ne sebeple hayzınm kesildiğini bilmezse dokuz ay bekler. Sonra üç ay iddet bekler." Hayız halini ortadan kaldıran sebebi bilmediğine göre, şüpheli bir durum sözkonusudur. İşte bu sebepten ötürü Hz. Ömer burada bu hükmü vermiştir. Buna uymak "Bir kimse, bir yahut iki talâkla kansını boşadıktan sonra kadının hayız hali ortadan kalksa ve kadın genç yaşta olsa, otuz sene iddet bekler, İki yıl geçtikten sonra bir çocuk dünyaya getirse adamı bağlamaz." diyenin görüşünden daha bağlayıcı ve daha münasiptir. Bu zat, geçmiş müslümanlarm icmâ'ma muhalefet etmiştir. Zira onlar, kadın iddet içinde bulunduğu sürece doğan çocuğun, babanın nesebine katılacağı konusunda icmâ etmişlerdir. Şu halde herhangi bir kimsenin: "Bir adam İcansını bir yahut iki talâkla boşar ve kadın iddet içinde bulunduğu sürece aralarında birbirine mirasçı olma vs. gibi karı-kocalık hükümleri yürürlükte bulunur, ama kadın bir çocuk dünyaya getirirse doğan çocuğun nesebi adama bağlanmaz." demesi nasıl caiz olur? Oysa boşanma iddetinden anlaşılan o ki, bu iddet çocuğun kendisinden meydana geldiği zifaf olarak görülmüştür. Öyleyse dünyaya gelen çocuk adamı bağlamazken, kadın nasıl iddette olabilir?

Ben derim ki: Bu Kadı İsmail'in Ebu Hanife'ye yönelttiği susturucu itirazıdır. Çünkü Ebu Hanife'ye göre en kısa hamildik müddeti iki senedir[335]; iddeti sırasında şüphe içinde olan kadın, hayızdan kesilme yaşma kadar iddette kalır ve böylece iddetini tamamlamış olur. Kadı İsmail, aynı şekilde sonraki görüşüne göre de Şafiî'ye susturucu itiraz yöneltmektedir. Ancak Şafiî'ye göre hamilelik müddeti dert senedir; kadın bu süreden sonra bir çocuk dünyaya getirecek olursa boşandığı adamdan iddet beklemekte olduğu halde, çocuğun nesebi adama bağlanmaz.

Kadı İsmail diyor ki: Ümit kesmenin oranı birbirinden farklı olur. Ümitsizliğe düşmek, ümit etmek ve zannetmek kavramları da böyledir. Böyle olanlarda söz genişler. Bu ifadelerden biri kullanıldığı vakit meydanda olan mâna derecesine indirilir, öylece anlaşılır. Meselâ, insan, kendisine göre çoğunluk ihtimal hastanın iy il eşmeyeceği yönünde olunca: "Hastamdan ümidimi kestim." ve yine kendisine göre çoğunluk ihtimal gelmeyeceği yönünde olunca da: "Kayıp adamımdan ümidimi kestim." der. Oysa kayıp şahıs, yahut hastası ölse de: "Ben ondan ümidimi kestim." deseydi, insanlara göre söz yerli yerinde söylenmiş olmazdı. Ancak söylediği sözde kastettiği mânanın anlaşılması durumu müstesna. Mesalâ: "Hastalığında ölecek korkusuyla endişe içindeydim. Ölünce ümitsizlik yerini buldu." demiş olması gibi. Söz işte bu ve benzeri anlamlara yorumlanır. Ancak ümit kesme ifadesi kullanıldığında çoğunlukla ümit kesmede baskın taraf o şeyin olmayacağı yönünde olur. Ne ümidini kesen, ne de ümitvar olan kimse o şeyin olacağını yahut olmayacağını kesinlikle bilir. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süslerini açığa çıkarmamak şartıyla dış elbiselerini çıkarmalarından ötürü bir günah yoktur."[336]' Ümit etme (recâ), ümidi kesmenin (ye's) zıttıdır. İhtiyarlayıp oturmuş kadının bazen evlenmesi mümkündür. Ancak halk nazarında baskın olan taraf, erkeklerin onlara rağbet etmeyecekleri yönündedir. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Ümitsizliğe düşmelerinin ardından yağmuru yağdıran O*dur,"[337]Âyette geçen kunût (ümitsizliğe düşme) kelimesi, ye's gibidir. Yağmurun yağmayacağını kesin olarak bilmiyorlardı;. ancak yağması uzun süre gecikince kalplerine ümitsizlik düştü. Allah Teâlâ buyuruyor kl: "Peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanlandıklarını sandıklan bir sırada, onlara yardımımız yetişmiştir."[338] ümitsizliğe düşenlerin peygamberler olduğunu zikrettiğine göre bu, tam kanaat getirdikleri bir kesinlik olmaksızın kalplerine bir ümitsizlik düştüğüne delildir. Çünkü bu konuda kesin bilgi onlara ancak Allah katından gelir. Nitekim Hz. Nuh kıssasında: "Nuh'a: 'Senin milletinden inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların yap agel diki erine üzülme.' diye vahyolun-du."[339] buyurmakta; Hz. Yusuf kıssasında ise Allah Teâlâ: "Ondan ümitlerini kesince, aralarında konuşmak üzere bir kenara çekildiler."[340]' buyurmaktadır. Buradan açık bir şekilde anlaşılan onların ümitlerini kesmelerinin kesin bir bilgi olmadığıdır.

İbn Ebî Üveys — Mâlik — Hişam b. Urve — babası (Urve b. Zübeyr) senediyle bize rivayet olunduğuna göre, Hz. Ömer (r.a.J verdiği hutbede: "Ey insanlar! Biliniz ki, tamahkâr olup ümit beslemek fakirliktir. Ümit kesmek, zenginliktir. Kişi bir şeyden ümidini kesince, ondan müstağni kalır." derdi. Görüldüğü üzere Hz. Ömer ümit kesmeyi (ye's), ümitvar olma ve tamahkârlık etme (tama') karşılığı olarak kullanmıştır. Ahmed b. Muaddil'in, eski bir şâire ait bir dişi deveyi tasvir eden şu; şiiri okuduğunu işittim

"Sapsarı... Abbasoğülları mirasından,

Onu, koruluk içinde gizlendiği yataktaki,

Bir ceylan gibi eyledim.

Sağıldığı anda 'Bis! Bis!' sesini işitince,

Boşaltıverir memelerindeki sütü.

Artık nefsim ümit (tama1) ve ye's arasında..."

Burada şâir tama' kelimesini ye's mukabili kullanmıştır.

Süleyman b. Harb — Cerîr b. Hâzim — A'meş — Sellâm b. Şurahbil senediyle bize rivayet edildiğine göre, Habbe b. Halid ile Sevâ b. Hâlid, Hz. Peygamber'e (s.a.) gelip: "Bize bir şey öğret." dediler. Sonra Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Başlarınız kımıldadığı sürece, hayırdan ümit kesmeyin. Çünkü her bir kul, kızıl olarak doğar, üzerinde bedenini örtecek incecik bir elbise bulunmaz. Sonra Allah onu rızıklandınr ve ona verir."[341]

Ali b. Abdullah'ın bize İbn Uyeyne'den rivayetine göre Hişâm b. Abdulmelik, Ebu Hâzim'e: "Ey Ebû Hâzim! Ne malın var?" diye sordu. O da: "En hayırlı mal, Allah'a güvenim ve insanların ellerindeki varlıklardan ümidimi kesmemdir." dedi. Kadı İsmail diyor ki: Bu sayılamayacak kadar çoktur. (Kadı İsmail'in sözleri) bitti.

Üstadımız diyor ki: Bu konuda kadınların süregelen bir âdetleri yoktur. Öyle ki, kimileri ergenlik yaşma girse de aybaşı, görmez; kimileri çok kısa aybaşı görür ve hayız halleri arasındaki zaman uzar ve hatta senede bir defa hayız olur. Bu yüzden âlimler iki hayız arasındaki temizliğin bir sınırı bulunmadığında görüş birliğine varmışlardır. Kadınların çoğunluğu her ay bir kere hayız olur, hayız halleri çeyrek ay sürer ve temizlik zamanları ise bir ayın dörtte üçünü kapsar. Kimi kadınlar nem oranlarının düşüklüğünden dolayı, birkaç ayı hayızdan temiz olarak geçirir; kimi kadınlara kuruluk çabuk sirayet eder ve böylece hayızı kesilir, elli yaşından hatta kırk yaşından küçük olsa da hayızdan-nifastan tamamen kesilebilir; kimi kadınlara da kuruluk çabuk sirayet etmez ve dolayısıyla elli yaşını da geçse hayız görebilir... Üstad devamla diyor ki: Ne Kur'an'da, ne de hadislerde hayızdan kesilmenin yaşı sınırlandırılmıştır. Şayet (âyette geçen) hayızdan kesilenler ifadesiyle elli, altmış yahut daha başka bir yaşta olanlar kasdedilmiş olsaydı "şu şu yaşa ulaşanlar" denirdi, "hayızdan kesilenler" denmezdi. Hem yukarıda da geçtiği üzere sahabe —Allah onlardan razı olsun— bundan Önce hayız hali ortadan kalkan kadını hayızdan kesilmiş saymışlardır. Hayızdan kesilmelerinin vaktinde de (bu halin) varlığı ihtilaflıdır, ittifaklı değildir. Hem Allah Teâlâ: "Hayızdan kesilenler" buyurmuştur. Şayet bunun belli bir vakti olsaydı, gerek kadın, gerekse başkaları kadınların hayızdan kesilmelerini bilmede eşit konumda olurlardı. Oysa Allar;; Teâlâ "kadınlar" ifadesini hayızdan kesilenler olmakla tahsis etmiştir. Nitekim bu ifadeyi "daha henüz hayız görmemiş olanlar" diyerek de tahsis etmiştir. Şu halde hayız görmüş olan, hayız görmekten ümidini kesebilir. Bu ise şüphe içinde olmaktan farklı bir durumdur. Zira Allah Teâlâ: "siz (erkekler) şüphe ederseniz" buyurmuş, "onlar (kadınlar) şüphe ederlerse" buyurmamıştır. Yani siz onlann günleri konusunda şüphe eder kuşkuya düşerseniz, işte hükmü budur, tefsircüer cemaatinin söyledikleri değildir. Nitekim İbn Ebî Hâtim'in tefsirinde Cerîr ve Musa b. A'yen (hadisin metni bu şahsa aittir) — Mutarrif b. Tarif — Amr b. Salim senediyle rivayetine göre Übey b. Ka'b anlatıyor: "Ey Allah'ın Rasûlü! Medinede bir takım insanlar, küçük, yaşlı ve hamile kadınların iddetleri konusunda Allah'ın Kur'an'da zikretmediği şeyleri söylüyorlar." dedim. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu sûredeki şu âyetleri indirdi: "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenler ile daha henüz hayız görmemiş olanların icldeti hususunda şüphe içindeyseniz, onların iddeti üç aydır. Gebe olanların iddeti doğum yapmalarıyîa tamamlanır. "([342] Hâmile bir kadınının iddeti doğum yapıncaya kadardır. Doğum yapınca iddeti sona erer.[343] Cerîr'in rivayet ettiği metne göre Übey b. Ka'b şöyle anlatıyor: "Ey .Allah'ın Rasûlü! Medine halkından bazı kimseler kadınların iddetleri hakkında gelen Bakara süresindeki âyet inince: 'Kadınların iddetleri konusunda Kur'an'da bazı hususlar zikredilmedi. Küçük kadınların, hayızdan kesilen yaşlı kadınların ve hamile olanların iddetleri açıklanmadı.' dediler."dedim. Bunun üzerine hayızdan kalan kadınlar hakkında: "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenlerin iddetleri konusunda şüphe ederseniz..."[344] âyeti  indi.   Sonra   İbn  Ebî  Hatim:   "Kadınlarınız  içinde   hayızdan kesilenler..." âyetini Saîd b. Cübeyr'in:"Yani hayızdan kesilme yaşma girmiş olup hayız görmeyen yaşlı yahut hayızdan kalmış ve arük hiç hayız görmeyen kadınlar..." diye tefsir ettiğini; âyetteki "şüphe ederseniz" kısmını ise "Kuşkuya düşerseniz,  onların iddetleri üç aydır." diye yorumladığını rivayet eder. Mücâhid'in de "şüphe ederseniz" kısmını "Hayızdan kalmış olan, yahut henüz hayız görmemiş bulunan kadının iddetini bilmiyorsanız, onların iddetleri üç aydır." diye tefsir ettiğini nakletmiştir. Şu halde Allah Teâlâ'nın "şüphe ederseniz" sözünden maksadı şudur: Onların hükümlerini soruyor, hükümlerini bilmiyor ve bu konuda kuşku duyuyorsanız, size bunu açıkladık. İşte bu kalbinde şüphe ve tereddüt kalksın diye kulun açıklanmasını talep ettiği, Allah'ın ona olan nimetini beyandır. Ama ilim talebinden yüz çeviren kimse için bu sözkonusu değildir. Hem kadınlar hayızm başlangıç yaşında da birbirlerine eşit değillerdir. Kimisi on, kimisi on iki, kimisi on beş , kimisi de daha ileri yaşta hayız görmeye başlar. Aynı şekilde hayızdan kesilme yaşı olan "hayız yaşının sonu" hususunda da birbirlerine eşit değilerdir. Hadiseler buna şahittir. Hem ayrıca âlimler ergenlik yassına girdiği halde hayız görmeyen kadının, üç ay mı, yoksa hayız hali orts.dan kalkan ama sebebini bilmeyen kadın gibi bir sene mi iddet bekleyeceği konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir, Bu konuda İmam Ahmed'in iki rivayeti vardır. Ben derim ki: Âlimlerin çoğunluğu üç ay iddet bekleyeceğini söylemişler ve üç ay iddet beklemeyi icabettiren küçüklük için bir sınır koymamışlardır. Aynı şekilde üç ay iddet beklemeyi gerektiren yaşlılık için de bir sınırın olmaması gerekir. Bu açıktır. Allah'a hamdolsun. [345]


[334] Talâk, 65/4.         

[335] Metinde bu şekildedir ve yanlıştır. Çünkü Ebu Hanife'ye göre en uzun hamilelik sûresi İki yıldır. Bk. Hidâye, 2/36.

[336] Nur, 24/60.

[337] Şûra, 42/28.

[338] Yusuf, 12/110.

[339] Hûd, 11/36.

[340] Yusuf, 12/18.

[341] Ahmed, 3/469 ; ibn Mâce, 4165. Senedde geçen Sellâm b. Şurahbil'i İbn Hibbân'dan başkası sika saymamıştır. Diğer râvüeri sikadır.

[342] Talâk, 65/4.

[343] İbn Kesir, 4/308. Senedi mürseldir. Bk. Câmiul-Beyân, 28/141.

[344] Talâk, 65/4.

[345] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/240-247.