๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 31 Mayıs 2011, 13:18:35



Konu Başlığı: Haram talakı geçerli saymayanların delilleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 31 Mayıs 2011, 13:18:35
1. Haram Talâkı Geçerli Saymayanların Delilleri:

 

Kesin olan nikâh, ancak kendisi gibi kesin olan Kitab'tan veya sünnet'-ten ya da icmâ'dan bir delille ortadan kalkar. Eğer siz bu üç şeyden bize bir delil ortaya koyabilirseniz, biz de ona dayanarak nikâhın hükmünü kaldırı­rız. Başka türlü kaldırılmasına imkân yoktur. Nasıl olabilir ki, pek çok delil, haram talâkın vuku bulmayacağına delâlet etmektedir. Yüce Allah asla böy­le bir talâkı meşru kılmamış, ona izin vermemiştir. Öyleyse onun şeriatından değildir. Nasıl olur da, bu durumda onun nafiz ve sahih olduğundan söz edi­lebilir?!                                                     

Aslen haram olan talâktan, ancak Allah Teâlâ'nın boşayan kimseye yet­ki verdiği şekil ve sayıdaki gerçekleşebilir. Meselâ dördüncü talâk vuku bul­maz. Çünkü böyle bir yetkiyi ona vermemiştir. Malumdur ki Allah Teâlâ, kişiye haram olan talâkı îka yetkisini vermemiş, bu konuda onu mezun kıl-mamıştır. Dolayısıyla sahih olmaz, vuku bulmaz.

Şayet kişi bir kimseye karısını caiz talâkla boşamak üzere vekâlet verse, o da haram talâkla boşasa bu geçerli olmaz. Çünkü bu konuda yetkili değil­dir. Talâkın îkaının sıhhatinde mahlukun izni dikkate alınıyor da, yaratıcı­nın izni itibara alınmıyor. Ne kadar saçma! Malumdur ki, mükellef ancak izinle tasarrufta bulunabilir. Allah ve Rasûlü'nün (s.a.) izin vermediği bir ko­nuda kişinin asla tasarruf yetkisi olamaz.

Sâri', koca üzerine; karısını hayızlı iken cima yaptığı temizlik süresi içe­risinde iken boşamamak üzere kısıtlılık (hacr) koymuştur. Eğer bu halde iken talâkı geçerli olacaksa, Şâri'in koyduğu hacrin bir anlamı kalmaz ve kadının tasarruftan men ettiği kimse üzerine koyduğu hacri Sâri' Teâlâ'nın hacrın-dan daha güçlü olmuş olur. Zira kadı koyduğu hacr ile yapılan tasarrufu ip­tal edebilmektedir.

Bu noktadan hareketledir ki, .uma günü ezan vaktinde yapılan alış-verişi iptal ediyoruz. Zira bu, Sâri' tarafından satıcı üzerine hacr konulmuş bir sa­tıştır. Onu yürürlüğe koymak ve sahih kabul etmek caiz değildir.

Bu talâk, haram ve hakkında yasak olan bir talâktır. Yasak, yasaklanan şeyin fesadını gerektirir. Şayet biz yasaklanan şeyi de sahih kabul edersek, sıhhat ve fesat açısından yasaklanan şeylerle, izin verilen şeyler arasında bir fark kalmaz.

Allah Teâlâ bu talâk şeklini buğzettiği, vukuunu sevmediği için yasakla­mış, haram kılmıştır. Buğzettiği, sevmediği şeyin meydana gelmemesi için ha­ram kılmıştır. Onu sahih kabul edip, yürürlüğe koymak bu maksada ters düş­mektedir.

Yasaktan ötürü, hakkında yasak bulunan nikâh çeşidi sahih olmuyor da, aralarında ne fark vardır ki, yasak olduğu halde talâk vâki oluyor. Allah'ın yasakladığı nikâh çeşitlerini iptal ediyorsunuz, fakat Allah'ın haram kıldığı ve yasakladığı talâk çeşidini sahih kabul ediyorsunuz. Bu nasıl oluyor?! Ya­sak her iki konuda da yasaklanan şeyin butlanını gerektirmez mi?

Bu konuda, emrine muhalif olan bir şeyin reddi, iptali ve ilgası için, Hz. Peygamber'in (s.a.) tahsis görmeyen genel hükmü yeterlidir. Buharî'de Hz. Âişe hadisinde Hz. Peygamber (s.a.): "Üzerinde emrimiz bulunmayan her iş merduddur."; diğer bir metinde ise: "Kim üzeıinde emrimiz bulunmayan bir iş işlerse o merduttur."[824]buyurmuştur. Bu, Hz. Peygamber'in emri da­hilinde olmayan haram talâkın merdûd ve bâtıl olduğunda gayet açıktır. Bu durumda nasıl olur da "O bağlayıcı ve nafizdir." denebilir? Reddine hük­metmek nerde, bu nerde?

Haram talâk, asla Allah'ın meşru kılmadığı bir talâktır. Dolayısıyla yabancı kadını boşamak gibi merdûd ve bâtıl olur. "Yabancı kadın talâka mahal değil­dir. Zevce ise mahaldir." şeklindeki bir fark size delil olamaz. Çünkü zevce, haram talâka mahal değildir ve Şâri'in kendi yetkisine verdiği bir husus değildir.

Allah Teâlâ kadınları (boşanmak istenildiğinde) ancak güzellikle salıver­meyi emretmiştir. Allah ve Rasûlü'nün haram kıldığı şekilde salıvermekten daha kötü ne olabilir? Nikâh akdinin gereği iki şeydir: Ya iyilikle tutmak ve­ya güzellikle salıvermek. Haram yollu salıvermek üçüncü bir şıktır, nikâh ak­dinin gereğine girmez. Dolayısıyla da asla dikkate alınmaz.

Allah Teâlâ: "Ey Peygamber! Kadınlarınızı boşamak istediğinizde on­ları iddetleri içinde boşayınız." buyurmuştur.[825]' Yüce Allah'ın kelâmından ne kasdettiğini açıklama durumunda olan Hz. Peygamber, meşru ve mezun olunan talâkın sadece cima vaki olmayan temizlik süresi içinde veya hamile olduğu belli olduktan sonra verilen talâk olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla bunların dışında kalan diğer (haram) talâklar, kendileri ile zifaf gerçeklemiş hanımlar hakkında, Allah'ın emrine uygun olarak iddetleri içinde verilmiş talâk olmazlar. Sonuç itibarıyla da talâk sayılmaz; kadın bununla nasıl haram olur?

Allah Teâlâ: "Talâk iki defadır..." buyurmuştur."[826] Malumdur ki, Al­lah Teâlâ sadece izin verilen talâkı kasdetmiştir ki, o da iddetleri içinde veri­len talâktır. Zira Allah, ric'at mümkün olar., izin verilmiş meşru talâkı iki defaya hasretmiştir. Bunun dışında kalanlar talâk olmaz. Bu yüzden ashab (r.anhum) haram talâk hakkında fetva vermek için kendilerinin takati bu­lunmadığını söylüyorlardı. Nitekim, İbn Vehb—Cerîr b. Hâzim—A'meş sil­silesi ile İbn Mes'ûd şöyle demektedir: "Kim Allah'ın emrettiği gibi boşarsa, Allah ona açıklamıştır. Kim muhalefet ederse, biz hilâfına güç yetiremeyiz." Şayet muhalefet edenin talâkı vâki olsaydı, onunla fetva vermek takatlerini aşan bir iş olmazdı. Eğer her iki tür de vâkî ve geçerli olacaksa, bunların ara­sını ayırmanın bir mânası olmayacaktır.

Yine İbn Mes'ûd şöyle demiştir: "Kim işi şekli üzere yaparsa, şüphesiz ki Allah ona açıklamıştır. Aksi takdirde,-Allah'a yemin ederim ki, onların ihdas ettikleri her şey (hakkında fetva vermeye) bizim takatimiz yoktur."

Kendisine üç talâkın birden verilmesi sorulan sahabeden biri: "Kim em­rettiği gibi boşarsa, (hüküm) kendisine açıklanmıştır. Kim de halt ederseP onu yaptığı haltı ile başbaşa bırakırız." demiştir.

Bütün bunların yanında, Ebu Davud'un sahih sabit bir senedle rivayet ettiği hadis delil olarak yeterlidir. Hadis, Ahmed b. Salih—Abdürrezzâk— İbn Cüreyc—Ebu'z-Zübeyr—Urve'nin azadlısı Abdurrahman b. Eymen se­nediyle rivayet edilmiştir: Ebu'z-Zübeyr; Urve'nin azadlısı Abdurrahman b.Eymen, İbn Ömer'e soruyordu. Ben de dinliyordum. Karısını hayız halinde iken boşayan kimse hakkında ne düşünüyorsun? dedi. O, İbn Ömer (kendi­sini kasdediyor) Hz. Peygamber zamanında karısını hayızlı iken boşamıştı. Hz. Ömer bu konuyu Hz. Peygamber'e (s.a.) sordu ve "Şüphesiz Abdullah b. Ömer, karısını hayız halinde iken boşadı." dedi. Abdullah şöyle der: (Hz. Peygamber) onu bana geri çevirdi ve bunu talâk saymadı ve: "Hayızdan te­mizlendiği zaman ister boşasın, ister tutsun." buyurdu. İbn Ömer şöyle der: Rasûlullah "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde (âdetten temiz oldukları sırada) boşayın."(15) âyetini okudu.[827] Bu ha­disin isnadının son derece sahih olduğunu söylemişlerdir. Zira Ebu'z-Zübeyr'in hıfzında ve sikalığında şüphe yoktur. Sadece tedlis yapabileceğinden korku-Iabilir. veya gibi semâa delâlet eden ifadeleri kullandığı za­man tedlis mahzuru ortadan kalkar ve hadis hakkında akla gelebilecek bu illet kaybolur. Hadis imamlarının çoğu, onun semâa delâlet eden ifade kul-lanmaksızın sadece ile naklettiği hadislerle ihticac etmektedirler. Meselâ Müslim, onun bu şekildeki hadisini sahih kabul etmektedir. Semâa delâlet eden kelimeleri kullandığında ise, hiçbir problem kalmayacak ve hadis sahih olacak, hüccet olarak kullanılabilecektir.

Bu Ebu'z-Zübeyr hadisinde, onun reddini gerektirecek hiçbir şey göre­miyoruz. Bu hadisi reddedenler, sadece onun sahih hadislere muhalif oldu­ğuna itikat etmeleri neticesinde reddetmişlerdir. Biz bu hadisi reddedenlerin sözlerini nakledecek ve hadisin reddini gerektirecek bir hususun bulunmadı­ğını ortaya koyacağız.

Ebu Davud: dır." der.

'Hadislerin tamamı Ebu'z-Zübeyr'in söylediğinin hilafına-

Şâfiî: "İbn Ömer'den rivayette Nâfi', Ebu'z-Zübeyr'den daha sağlam­dır (esbet). Tearuz durumunda daha güçlü olan râvinin hadisini almak daha uygundur." der.

Hattâbî: "Yûnus b. Cübeyr hadisi bundan daha sağlamdır." der. Yû­nus hadisinden, "Ona emret, karısına dönün." sözü ile, "Ne dersin! Âciz veya ahmak olsa da (vuku bulan talâk gider mi)" sözünü kasdediyor.

İbn Abdilber: "Bunu t£bu'z-Zübeyr'den başka hiçbir kimse ondan nak-letmemiştir. İbn Ömer'den değerli bir cemaat nakilde bulunmuş, ama içle­rinden hiçbir kimse bunu söylememiştir. Ebu'z-Zübeyr kendisi gibi birinin muhalefeti halinde hüccet olmaktan çıkar. Ya kendinden daha sağlam; lerin muhalefetinde durum ne olur?" der.                                           

Bir muhaddis de: "Ebu'z-Zübeyr bu hadisten daha münker bir riva1! bulunmamıştır." diyor.

Ebu'z-Zübeyr hadisi hakkında söylenen sözler bunlar. Dikkatlice^ rinde durulduğunda .onun reddini ve ne de batıllığını gerektirmeyeceği görülür

Ebu Davud'un, "Hadislerin tamamı onun hilâfınadır." sözünü ele ala­lım. Acaba Ebu Davud'u taklit etmekten başka elinizde bir şey var mıdır? Madem ki siz (taklide) razı değilsiniz ve hüccetin kendi tarafınızda olduğunu zannediyorsunuz, öyle ise taklidi bırakınız ve sahih hadislerde Ebu'z-Zübeyr hadisine muhalif olan şeyler nerdeymiş gösteriniz. Acaba Hz. Peygamber'in (s.a.) bu talâkı hesaba kattığına, onun itibara alınmasını emrettiğine dair tek bir hadis var mıdır? Eğer varsa o zaman evet vallahi, bu Ebu'z-Zübeyr hadi­sine apaçık bir muhalefet olur. Fakat buna asla yol bulamıyorsunuz. Niha­yet elinizde sarıldığınız: " -Ona emret, karısına ricat etsin." ifadesi vardır ve "ricat" talâkın vukuunu gerektirir diyorsunuz. İbn Ömer'­in, kendisine "Bu boşama ile iddet bekler mi?" diye sorulduğunda söylediği: "Sen ne dersin, acz gösterip ahmaklık etse de (hiç vuku bulan talâk gider) mi?", Nâfi' ya da ondan önceki râviye ait: "O ve (kadının) talâkından sayıl­dı." sözü. Evet bunların dışında, bu talâkın vuku bulduğuna ve bununla id­det beklemenin gerekliliğine delâlet edecek tek bir harf yoktur. Bu lafızların sıhhati kuşkusuzdur. Onlarda herhangi bir tenkit edilecek unsur da yoktur. Bütün mesele bu sözlerin İbn Ömer hadisindeki: " = Onu bana geri çevirdi ve bunu (boşamayı) bir şey görmedi (talâk sayma­dı)." sözüne muarız olması ve onun önüne geçirilmesi, daha önce serdetmiş bulunduğumuz delillere -nuarız olmasında'dır. Bunları karşılaştırdığımız za­man aradaki farklılık ortaya çıkacak ve mukavemet gücü olmadığı gözüke­cektir. Biz bunları kelime kelime ele alıp irdeleyeceğiz:

" = Ona emret ricat etsin." sözünden başlayalım: "Müracaat" kelimesi Allah ve Rasûlü'nün kelâmında üç mânada kullanıl­mıştır:

1) Nikâh başlangıcı: "Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz. Eğer (ikinci koca da) onu bo­şarsa, Allah'ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı-kocanın birbir­lerine dönmelerine (müracaat) bir engel yoktur."[828]

Kur ân'ı bilen hiçbir kimse, burada sözkonusu edilen boşayan kimsenin ikinci koca, birbirlerine (müracaat) dönmenin de kadınla birindi kocası ara­sında olduğunda ihtilâf etmemiştir. Bu ise yeni baştan kıyılan Ibir nikâhtır.

2) Bir şeyi daha önce üzerinde bulunduğu hale çevirmek manasmdadir. Ebu'n-Numan b. Beşîr, oğulları arasında ayırım yaparak sadece birine bîr hizmetçi (köle) hediye etmişti. Hz, Peygamber (s.a.) ona: "Onu geri çevir." buyurmuştu. Bu, Allah Rasûlü (s.a.) tarafından "zulüm" diye nitelenen, uy­gun olmadığı, adaletle bağdaşmayacağı bildirilen —ilerde gelecektir— caiz hibenin sahih olmayacağı bir davranışın reddİdir.

Hz. Peygamberdin, (s.a.) satış sırasında cariyesi ile cariyenin çocuğu arasını ayıran bir kimseye bu davranışını yasaklayarak "satışı geri çevirmesi" ile il­gili sözü de bu türdendir. Bu geri çevirmek (red) satış akdinin sıhhatini ge­rektirmez. Çünkü böyle bir akit bâtıldır. Aksine buradaki red (geri çevirme), iki şeyi daha önce oldukları gibi birlikte olma haline çevirmek manasını ifade etmektedir. İbn Ömer'e karısına ric'atte (müracaat) bulunma emri de aynı şekildedir ve onları talâktan önceki birlik hallerine döndürmek anlamında­dır. Bu mânada da, hayız halinde iken talâkın vukuunu gerektirecek bir şey bulunmamaktadır.

İbn Ömer'in: " = Sen ne dersin? Acz gösterip ah­maklık etse de (hiç vuku bulan talâk gider) mi?" sözüne gelince; fesübhanal-lah! Bu lafızda, bu talâkın Hz. Peygamber {s.a.) tarafından hesap edildiğine dair beyan nerededir? Hükümler bu tür lafızlardan alınamaz. Şayet Hz. Pey­gamber (s.a.) bu talâkı İbn Ömer aleyhine saysa ve itibara alınsaydı, cevap verirken Hz. Peygamber'in (s.a.) fiilini ve koyduğu şer'î hükmü söylemek du­rurken; " = Sen ne dersin?" şeklinde bir cevaba gitmezdi. Oysa ki, İbn Ömer'in en çok hoşlanmadığı şey, şeklindeki şahsî görüş bildi­ren ifadelerdir. Bu durumda apaçık sünnet varken; sebebi, kişinin Allah'ın kendisine izin verdiği şekilde talâkı gerçekleştirmekten acizliği ve ahmaklığı olan bir nevi reye delâlet eden lafzı ile başlayan bir cevaba nasıl dö­nebilirdi? Vasfı bu şekilde olan hususlarda daha uygunu, o şeyin itibara alın­maması ve işleyenin fiilinden sakıt olmasıdır. Çünkü Allah'ın dininde, sebe­bi emre yapışmaktan acizlik ve ahmaklık olan hiçbir geçerli hüküm yoktur. Ancak geri çevrilmesi mümkün olmayan bir fiil olması bundan müstesnadır. Onları, haram kılınan şekil üzere akdedenlerin aciz ve ahmak oldukları ha­ram akitleri ise bunun hilâfınadır. O zaman şöyle denilir: Bu, sıhhat ve lü­zumdan çok, ondan (sâdır olan tasarrufun) reddine delâlet eder. Zira Allah ve Rasûlü'nün emri hilâfına ortaya konulmuş bir aciz ve ahmak tasarrufu­dur. Dolayısıyla merdûd ve bâtıl olur. Bu rey ve kıyas, âciz ve ahmak olan birinin talâkının bâtıllığına, onun sıhhat ve itibarına olduğundan dah; delâlet eder.

"Onun talâkından sayıldı." sözüne gelince: Bu meçhul bir fiildir ve fail­den bahsedilmemiştir. Eğer faili belirtilseydi, o zaman onun saymasında bir hüccet olup olmadığı ortaya çıkardı. Meçhul birinin saymasında elbetteki delil olmaz. "Onun talâkından sayıldı." sözünün İbn Ömer veya Nâfi' veya baş­ka bir râvi tarafından söylenmiş olması bir şeyi değiştirmez. Bu sözde hesap eden kimsenin bizzat Hz. Peygamber (s.a.) olduğuna dair bir beyan yoktur ki bağlayıcı bir hüccet olsun, ona muhalefet haram olsun. Böylece diğer ha­dislerin Ebu'z-Zübeyr hadisine muhalif olmadıkları açıklık kazanmış oldu. Hem sonra Ebu'z-Zübeyr hadisi Hz. Peygamberin bu talâkı saymadığında gayet açıkken, diğer hadisler mücmellik arzetmekte, bir beyan taşımamakta­dırlar. [829]


[824] Buharı, 53/5; Müslim, 1718.

[825] Talâk, 65/1.

[826] Bakara, 2/269.

[827] Ebu Davud, 2185.

[828] Bakara, 2/230.

[829] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/323-329.