๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 14 Ağustos 2011, 17:08:52



Konu Başlığı: Günlerden ve aylardan seçmesi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 14 Ağustos 2011, 17:08:52
9— Günlerden ve Aylardan Seçmesi:

 

Günleri ve ayları birbirine üstün kılması da Allah'ın seçim yaptığım gösteren bir delildir.

a) Allah katında en hayırlı gün kurban günü ( = kurban bayramının ilk günü)dür. Bu gün en büyük hac günüdür. Nitekim Sünen* de rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.): "Allah katında en faziletli gün kurban günüdür; sonra (kurbanın ikinci günü olan) yevmü'l-karr'dtr." bu-yurmuştur[67]. Arefe gününün ondan daha faziletli olduğu söylenmiştir ki, Şâfiîlerce tanınan görüş budur. Diyorlar ki: "Zira bu gün en büyük hac

günüdür. Bu günde tutulan oruç iki senelik günaha keffaret olur[68]. Al­lah, kullarını arefe gününde cehennemden âzâd ettiği kadar, başka hiçbir günde —o kadar çok— âzâd etmemiştir'[69]'. Çünkü o gün Allah kullarına yaklaşır, sonra meleklerine mevkıf ehli (Arafat'ta vakfe yapanlar) ile Övü­nür." Doğrusu birinci görüştür. Zira bunun delili olan hadisle çelişen ona karşı koyabilecek hiçbir hadis yoktur. Doğrusu şu âyetten dolayı en büyük hac günü, kurban günüdür. "En büyük hac günü, Allah ve Peygamber'! insanlara Allah ve Rasûlünün müşriklerden uzak olduğunu ilan eder-ler.[70]. Sahihayn'daki bir hadiste sabittir ki, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali —Allah onlardan razı olsun— bu ilanı arefe günü değil, kurban günü yap-tılar[71]. Ebu Davud'un Sünen'inde en sahih senedle rivayet edildiğine gö­re Allah Rasûlü (s.a.): "En büyük hac günü, kurban günüdür." buyur-muştur[72]. Ebu Hureyre ve bir gurup sahabî de aynı şeyi söylemişlerdir.

Arefe günü, kurban gününün öncesinde, onun bir mukaddimesi niteliğinde­dir. O gün Arafat'ta vakfe yapılır. Allah'a yalvarıp niyaz edilir, tevbe edi­lir, yakarılır, af dilenir. Ondan sonra gelen kurban günü ise huzura çıkılıp, ziyaret yapılır. Bundan dolayı o gün yapılan tavafa "ziyaret tavafı" adı verilmiştir. Çünkü hacılar, arefe günü günahlarından temizlenmiş oldukla­rından Rableri onlara kurban günü kendisini ziyaret ve evinde huzuruna çıkma izni vermiştir. Kurban kesimi, baş tıraşı, şeytan taşlama ve hac fiil­lerinin büyük bir bölümü bu sebeple o günde yapılır. Arefe günü yapılan­lar ise bu gün öncesinde yapılan temizlenme ve yıkanma gibidir.

b) Zilhicce ayının (ilk) on gününün diğer günlere üstün kılınması da böyledir. Zira bu günler Allah katında en faziletli günlerdir. Sahih-i Buha-rî'de İbn Abbas'tan —Allah ondan ve babasından razı olsun— rivayet edil­mektedir ki: "Allah Rasûlü (s.a.); Salih amelin Allah katında bu on gün­den daha sevimli olduğu günler yoktur, buyurdu. Allah yolunda cihad da mı? diye sordular. Evet, Allah yolunda cihad da. Ancak bir adam ki, canı­nı malını ortaya koyup cihada çıkıyor, sonra bunlardan hiçbir şeyle geri dönmüyor. İşte bu müstesna, karşılığını verdi."[73]. Allah'ın kitabında: "Tan yerinin ağarmasına ve on geceye and olsun. .."[74] diyerek adlarına yemin ettiği on gün işte bunlardır. Bu sebeple o günlerde bol bol tekbir getirmek "Lâ ilahe illallah" ve "Elhamdülillah" demek müstehabtır. Ni­tekim Hz. Peygamber (s.a.): "O günlerde bol bol tekbir getirin; Lâ ilahe illallah ve Elhamdülillah deyin." buyurmuştur.[75] Bu günlerin diğer gün­lere nisbeti, hac vazifesinin ifâ edildiği yerlerin diğer mevkilere nisbeti gibidir.

c) Ramazan ayının diğer aylara ve bu ayın son on gecesinin diğer gece­lere; kadir gecesinin bin geceye üstün kılınması da böyledir.

Soru: Hangi on gün —Zilhicce'nin (ilk) on günü mü, yoksa Rama-zan'ın son on günü mü— daha faziletlidir? Kadir gecesi mi yoksa İsrâ (ve Mİrac) gecesi mi, daha faziletlidir?

Cevap: Birinci soruyu-ele alalım. Bu konuda "Ramazan'm son on gecesi Zilhicce'nin (ilk) on gecesinden; Zilhicce'nin on günü, Ramazan'm on gününden daha faziletlidir." demek doğru olur. Bu açıklama sayesinde problem ortadan kalkar. Bunu gösteren delil de şudur: Ramazan'm on gecesi gecelerden biri olan Kadir gecesi itibariyle üstün kılınmıştır. Zilhic­ce'nin on günü ise günleri itibariyle üstün kılınmıştır. Çünkü kurban günü,

arefe günü ve tevriye günü[76] bu günler arasındadır.

İkinci soruya gelince; Şeyhülislâm İbn Teymiye'ye —Allah ona rah­met etsin— sordular: Adamın biri: "İsra gecesi, Kadir gecesinden daha faziletlidir" diyor, bir diğeri de: "Hayır, Kadir gecesi daha faziletlidir" diyor. Şimdi hangisi isabetlidir?

Cevaben dedi ki: Allah'a hamdoîsun. "İsra gecesi, Kadir gecesinden daha faziletlidir" diyen bu sözüyle Hz. Peygamber'ın (s.a.) isrâ buyurul­duğu (Allah tarafından bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya gö­türüldüğü) gece ve her sene bu güne rastlayan geceler Hz. Muhammed (s.a.) ümmeti için Kadir gecesinden daha faziletli olup bu yüzden bu gece­de kılınacak namaz ve yapılacak dua Kadir gecesindekinden daha faziletli­dir, demek istemişse bu bâtıldır, bunu hiçbir müslüman söylememiş ve bu­nun çürüklüğü İslâm dininde baştan beri yaygın ve muttasıl olarak bilin­mektedir. İsra gecesi muayyen olduğunda durum böyle. Oysa ne hangi ay­da, rie hangi on günde ne de belli hangi günde olduğunu gösterir bilinen bir delil vardır, ya bu durumda ne demeli?! Bu konuda aktarılan rivayetler (sened itibariyle) munkatı-kesik ve (metin itibariyle) çelişkilidir. Araların­da kesin olan bir rivayet yoktur. Hem —Kadir gecesinin aksine— İsrâ ge­cesi zannedilen geceyi namaz vs. ibadetlere ayırma müslümanlara meşru da kılınmış değildir. Oysa Sahihayn'da. var olan bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.): "Kadir gecesini Ramazan'ın son on gecesinde arayınız" buyurmuş-tur[77]. Yine Sahihayn'daki bir hadiste ise: "Kadir gecesini inanarak ve se­vabını Allah'tan umarak ibadetle geçiren kimsenin geçmiş günahları bağış­lanır. " buyurmuştur'[78]. Allah Teâlâ da Kur'an-ı Kerim'de Kadir gecesi­nin bin aydan daha hayırlı olduğunu ve Kur'an'ın o gece indirildiğini ha­ber vermiştir.

Şayet bu sözüyle, namaz ve ibadetle tahsis meşru sayılmaksızın Hz. Peygamber'ın (s.a.) isrâ buyurulduğu ve başka gecelerde eline geçmeyen şeylerin geçtiği belli gecenin (üstünlüğünü) kasdetmişse bu doğrudur. Allah, Peygamberine (s.a.) bir mekân yahut zamanda bir fazilet verdiği va­kit, bu zaman ve mekânın, bütün zaman ve mekânlardan faziletli olması gerekmez. Tabii, Allah Teâlâ'nm Peygamberine Isrâ gecesinde yaptığı ih­sanın, Kadir gecesinde Kur'an'ın indirilmesi gibi ona sunduğu nimetlerden daha muazzam olduğuna bir delil varsa!

Böyle konularda konuşmak için hem işlerin gerçek yüzlerim ve hem de vahiy olmadan kendileri hakkında bilgi edinilmeyecek nimetlerin mik­tarlarını bilmeye ihtiyaç vardır. Bu konularda hiç kimsenin ilimsiz konuş­ması caiz değildir. Ne müslümanlardan herhangi birinin, İsrâ gecesinin di­ğer gecelere, bilhassa Kadir gecesine bir üstünlüğü olduğunu söylediği, ne de sahabe ile onlara güzellikle uyan tabiînin tsrâ gecesini herhangi bir şeyle tahsise niyetlendikleri bilinmektedir. Hatta adını bile anmazlardı. Bu yüz­den her ne kadar İsrâ hâdisesi Hz. Peygamber'in (s.a.) en muazzam fazi­letlerinden ise de hangi gece olduğu bilinmemektedir. Maamafih, özellikle ne o zamanda, ne de o mekânda şer'î bir ibadette bulunmak meşru kılın­mıştır. Hatta vahyin ilk gelmeye başladığı ve Hz. Peygamber'in (s.a.) pey­gamberlikten önce vaktini geçirdiği Hirâ mağarasına —peygamberlikten sonra Mekke'de kaldığı süre içinde— ne kendisi, ne de ashabından biri teveccüh etmiş, ne de vahyin'geldiği günde bir ibadet vs. yapmayı belirle­miş ve ne de vahyin ilk gelmeye başladığı zaman ve mekânı bir şey yapma­ya tahsis etmiştir. Kim kendi kendine bu ve benzeri sebeplerden dolayı özel zaman ve mekânlarda ibadet etmeyi çıkarırsa, Hz. İsa'nın doğum gü­nü, çarmıha gerilme günü... gibi başına gelen çeşitli olayların geçtiği za­manları tören ve ibadet günü yapan Ehl-i Kitap (Hıristiyanlar) gibi olur. Hz. Ömer Îbnü'l-Hattâb —Allah ondan razı olsun— bir grup insanın bir yerde namaz kılmak için yarıştıklarını gördü ve "Bu nedir?'* diye sordu. "Allah Rasûlü'nün (s.a.) namaz kıldığı bir yerdir." cevabını alınca: ''Pey­gamberlerinizin bıraktığı eserleri mescid mi yapmak istiyorsunuz?! Sizden öncekiler ancak bu yüzden helak oldu. Namaz vakti kendisine burada eri­şen namazım kılsın, yoksa yoluna devam etsin." dedi[79].

Bazıları da diyorlar ki: tsrâ gecesi Hz. Peygamber (s.a.) hakkında Ka­dir gecesinden daha faziletlidir. Kadir gecesi, ümmete nisbetle İsrâ gecesin­den daha faziletlidir. O halde bu gece ümmet hakkında onlar için daha faziletli, îsrâ gecesi de Allah Rasülü (s.a.) hakkında kendisi için daha fazi­letlidir.

Soru: Cuma günü mü, yoksa arefe günü mü, hangisi daha faziletlidir? İbn Hibbân Sahih'inde Ebu Hureyre'den naklen Allah Rasûlü'nün (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Cuma gününden daha faziletli bir gün üzerine güneş ne doğar, ne balar.>[80]. Yine aynı kaynakta Evs b. Evs'ten rivayet edilen bir hadiste: "Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür." Duyurulmaktadır[81].                                                     

Cevap: Bazı âlimler bu hadisi delil göstererek, cuma gününün airefe gününden daha faziletli olduğu görüşünü savunmuşlardır. Kadı Ebu Ya'Iâ cuma gecesinin Kadir gecesinden daha faziletli olduğu yolunda İmam Ah-med b. Hanbel'den bir rivayet aktarmaktadır. Doğrusu, cuma günü hafta­nın en faziletli günü; arefe ve kurban günleri de senenin en faziletli günle­ridir. Kadir gecesi ve cuma gecesi de böyledir (yani Kadir gecesi senenin en faziletli gecesi, cuma gecesi de haftanın en faziletli gecesidir. -Ş.Ö.) Bu yüzden cumaya rastlayan arefe gününde yapılan vakfenin diğer günlere göre pek çok yönden bir üstünlüğü vardır:

1-  Günlerin en faziletlileri olan iki günün çakışması.

2-  Yapılan duanın muhakkak kabul edileceği saatin bulunduğu gün­dür. Çoğunlukta olan görüşe göre bu saat, ikindiden sonraki en son saat­tir[82]. O vakitte mevkıftakilerin hepsi dua ve tazarru için bekleşmekte, vak­fe yapmaktadırlar.                                                                 

3-  Allah Rasûlünün (s.a.) vakfe yaptığı güne rastlaması, 

4-  O gün yeryüzünün her yanında insanlar hutbe ve cuma namazı için toplanırlar. Bu da hacıların arefe günü Arafat'ta toplanmalarına rastlar. Böylece müslümanların camilerde ve mevkıfta toplanmalarından ortaya başka hiçbir günde görülmeyen dua ve yakarışlar çıkar.

5-  Cuma günü bayram günüdür. Arefe günü ise, Arafat'takilerin bay­ram günüdür. Bu yüzden Arafat'taki kimsenin oruç tutması mekruh sayıl­mıştır. Nesâî'nin rivayetine göre Ebu Hureyre diyor ki: "Allah Rasûlîi (s.a.) arefe günü Arafat'ta oruç tutmayı yasakladı.[83]. Bu hadisin isnadı biraz şüphelidir. Çünkü senedinde geçen Mehdî b. Harb el-Abedî'nin kimliği bi­linmiyor. Senedin eksenini de o teşkil ediyor. Ancak Sahih'de kaydedilen bir hadise göre insanlar arefe günü Ümmü'l-Fazl'm yanında Allah Rasû-lü'nün (s.a.) oruçlu olup olmadığını tartışırlar. Kimisi "Oruçludur" der, kimisi "Oruçlu değildir" der. Bunun üzerine Ümmü'I-Fazl, Hz. Peygam-ber'e (s.a.) bir bardak süt gönderir. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.), Ara­fat'ta devesi üzerinde vakfe yapmaktadır. Bardağı ahr, içer.[84]

Arefe günü Arafat'ta oruç tutmamanın müstehab oluşunun hikmeti konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş; el-Hırakî ve bir grup âlim duada güçlü olmak için derken, diğerleri de —Şeyhülislâm İbn Teymiye bunlar­dan- biridir— diyorlar ki: Bunun hikmeti, bu günün Arafat'takilerin bayra­mı olmasıdır. Bu sebeple o gün oruç tutmaları müstehap olmaz. Delili ise Sünen'de rivayet edilen şu hadistir: Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki: "Arefe günü, kurban günü ve Minâ günleri biz müslümanların bayra­mıdır.[85]

Üstadımız diyor ki: Arefe günü yalnızca Arafat'takiler için bayram olur. Çünkü orada toplanmaktadırlar. Diğer şehirlerde bulunanlar için du­rum farklıdır. Zira kurban günü toplanırlar. Dolayısıyla o gün onlar için bayram olur. Sözün özü, arefe günü cuma gününe rastlarsa iki bayram birleşmiş olur.

6-  Allah Teâlâ'nın, dinini mü'min kulları için ikmal ettiği ve onlara nimetlerini tamamladığı güne rastlamaktadır. Nitekim Sahih-i BuharFde Târik b. Şihâb'dan rivayet edildiğine göre: Bir yahudi Hz. Ömer İbnü'l-Hattâb'a geldi ve:  "Ey mü'minlerin emiri!  Kitabınızda okuduğunuz bir âyet var ki, biz yahudilere inmiş olsaydı ve âyetin indiği günü bilseydik o günü bayram yapardık." dedi. Hz. Ömer: "Hangi âyet?" diye sordu. Yahudi: "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamam­ladım ve din olarak sizin için İslâm'ı beğenip seçtim." âyetini[86] okudu. Bunun üzerine Hz. Ömer İbnü'l-Hattâb: "Doğrusu ben, bu âyetin hangi gün indiğini ve nerede indiğini kesinlikle biliyorum. Allah Rasûlüne (s.a.) cuma   günü   Arafat'ta,   biz  onunla  birlikte   Arafat'ta  vakfe   yaparken indi.[87]

7- Kıyametteki en büyük toplantı ve en muazzam beklenti gününe rast­lamaktadır. Çünkü kıyamet, cuma günü kopacaktır. Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyor ki:  "Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Hz. Âdem o gün yaratıldı. O gün cennete konuldu. O gün oradan çıkartıl­dı. Kıyamet o gün kopacaktır. O günde bir saat vardır ki, bir müslüman kul namaz kıldığı halde o saate rastlar da Allah'tan bir hayır dilerse mutla­ka Allah onun dileğini yerine getirir. "[88]

Bundan dolayı Aliah Teâlâ kullan için, toplanıp bir araya gelecekleri ve yaratılış, yeniden diriltiliş, cennet, cehennem konularından söz edecekle­ri bir günü meşrûlaştırmıştır. Aliah Teâlâ bu ümmet için cuma gününü saklamıştır. Çünkü yaratılış bu günde vuku bulmuş ve yeniden diriltiliş de bu günde vuku bulacaktır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.) cuma günü sabah namazında Hz. Âdem'in yaratılışı, ilk yaratılış ve yeniden diriliş, cennet ve cehenneme giriş gibi bu günde olmuş ve olacak olayları içerdikle­ri için Secde ve Dehr (= İnsan) sûrelerini okur[89], ümmete cuma günü, bu günde olmuş ve olacak olayları hatırlatırdı.

Aynı şekilde insan, dünyadaki bu en büyük bekleyiş yer ve zamanında —ki bu arefe günüdür— aynen Rab Teâlâ'nm huzurundaki en muazzam durak yerini ve cennetlikler yerlerine, cehennemlikler de kendi yerlerine yerleşinceye kadar adaletin tamamen yerini bulmuş olmayacağı günü dü­şünür.

8-  Müslümanlar cuma günü ve cuma gecesi diğer günlere oranla daha çok itaatkâr olurlar, daha çok ibadet ederler. Hatta günahlar içinde yüzen­lerin çoğunluğu cuma günü ve gecesine hürmet ederler ve bu günde Allah'a (c.c.) karşı günah işlemeye cüret edenleri, Allah'ın mühlet vermeden derhal cezalandıracağını düşünürler. Bu, onlarda yerleşmiş ve çeşitli deneyimlerle bildikleri birşey haline gelmiştir. Tabii ki bütün bunlar bu günün Allah katında yüce ve şerefli olmasının, Allah Teâlâ'nın onu diğer günler arasın­dan süzüp seçmesinin neticesidir. Şüphesiz o günde yapılan vakfenin diğer günlere oranla bir ayrıcalığı vardır.

9- Cennetteki mezîd gününe rastlamaktadır. Bu mezîd gününde cennet halkı geniş bir vadide toplanır, onlar için misk tepecikleri üzerine gümüş minberler, akın minberler, zeberced ve yakut minberler dikilir. Yüce Rab-lerine bakarlar. Rableri onlara tecelli eder, O'nu gözleriyle ayan beyan gö­rürler[90]. Onların işi en hızlı görüleni (cuma gününde) camiye en erken gidenleri olacaktır. Allah'a-en yakınları da imama en yakın namaz kılanla­rı olacaktır. Cennet halkı mezid gününe —o günde pek çok ihsanlara nail oldukları için— hasret ve sevgi doludurlar. Mezîd günü, cuma günüdür. Bir de arefe gününe rastlarsa o zaman başka günlerde bulunmayan fazlaca bir üstünlük, ayrıcalık ve fazilete sahip olur.

10- Yüce Rab, arefe günü akşamı mevkıfta bekleşenlere yaklaşır; son­ra onlarla meleklere övünür ve der ki: "Bunlar ne istiyor? Sizi şahit tutu­yorum, ben bunları bağışladım. [91] Allah Teâlâ'nın onlara yaklaşmasın-

dan, herhangi bir hayır İsteyenin dileğinin geri çevrilmeyeceği saat olan icabet saati hasıl olur. Bu saatte dua ve tazarru ile Allah'a yaklaşırlar; Allah Teâlâ da onlara iki türlü yaklaşır:

1. O saatte yapılacak duanın mutlaka kabul görüp gerçekleşmesi ya-ıkınlığı,

2. Allah'ın Arafat'ta vakfe yapanlara has yakınlaşması ve onlarla me­leklerine Övünmesi. îman ehli kişilerin kalbleri bu durumları farkeder, güç­lerine güç katılır; neşe, sevinç ve mutlulukları, Rablerinin ihsan ve keremi­ne olan ümitleri kat kat artar. Bunlar ve diğer bazı sebeplerden ötürü cu­ma günü yapılan vakfe diğer günlerde yapılanlardan faziletli kılınmıştır.

Halkın dilinde dolaşan "Bu (arefenin cumaya rastladığı zamanda ya­pılan hac -Ş.Ö.) yetmiş iki hacca bedeldir" sözü bâtıldır, aslı yoktur, ne Allah Rasûlünden (s.a.) ne de sahabe ve tabiînin herhangi birinden bu ko­nuda bir rivayet vardır. En iyi bilen Allah'tır.

Sözün özü, Allah Teâlâ yaratıkların her cinsinden, —başkasını değil— en hoş ve temiz olanını seçmiş, onu kendisine has kılmış ve ondan hoşnut olmuştur. Çünkü Allah Teâlâ, hoştur; ancak hoş olanı sever. Amelin, sö­zün ve sadakanın yalnız hoş ve temiz olanını kabul eder. O halde herşeyin hoş olanı Allah Teâlâ'nın seçtiği demektir.

Allah Teâlâ'nın yaratması ise her iki türü de kapsar. Kulun mutluluk yurduna mı, yoksa bedbahtlık yurduna mı gideceği bununla bilinir. Çünkü hoş ve temiz olan kişi, ancak hoş olana uyum sağlar. Ancak ondan hoşnut kalır, yalnız onda teskin olur ve kalbi yalnızca onunla tatmin olur. Öyle hoş ve güzel sözler söyler ki, zaten yalnız o sözler Allah Teâlâ'ya yükselir. Ve çok çirkin söz söylemekten; diline âdi çirkin ve kötü sözleri almaktan; yalan, dedikodu, koğuculuk, iftira, yalan yere şahitlik... ve her türlü pis sözlerden nefret eder.

Aynı şekilde davranış ve fiillerin de ancak en hoş olanlarına yatkın ve alışık olur. Bunlar ise güzellikleri konusunda temiz fıtratların peygam­berlere gelen şeriatlarla birlik sağladıkları, sağlam akılların övdüğüme gü-

zelliklerinde şeriatın, aklın ve fıtratın ittifak ettikleri fiil ve davranışlardır. Meselâ, kişinin yalnız tek Allah'a tapması, O'na hiçbir şeyi ortak tutma­ması, O'nun rızasını kendi heva ve arzusuna tercih etmesi, bütün olanca varlığı ile O'nu sevmeye çalışıp çabalaması, gücü yettiği kadarıyla O'nun yaratıklarına iyilik etmesi, kendisine ne yapmalarından, nasıl davranmala­rından hoşnut oluyorsa onlara da öylece davranması, kendisine yapmaları­nı istemediği şeyleri onlara da yapmaması, kendisine öğütlediği şeyleri on­lara da öğütlemesi; yine kendisine hükmedilmesini istediği gibi onlar hak­kında yargıda bulunması, onlardan gelecek eza ve cefaya tahammül göster­mesi, fakat kendisinin onlara eziyet etmemesi, onların ırzlarına, namusları­na dil uzatmaması, kendi şerefine karşı dil uzattıklarında ise aynı şekilde karşılık vermemesi, bir iyiliklerini görürse anlatıp yayması, kötülüklerini görürse gizlemesi; şerîati ibtal etmeyecek ve Allah'ın bir emir ve yasağı ile çatışmayacaksa mümkün olduğu kadarıyla özür ve kabahatlarını doğru anlama çekmeye çalışması böyledir.

Yine hoş ve temiz (yaratılışlı) kişi; hih'm (yumuşak huyluluk), vakar, ağırbaşlılık, merhamet, sabır, vefa, kolaylık göstermek, uysallık, doğru­luk; gönlün aldatma, düşmanlık, kin ve hasetten (çekememezlikten) pak olması; tevazu (alçakgönüllülük); iman ve izzet sahiplerine kanat germek, Allah'ın düşmanlarına sert davranmak, Allah'tan başkasına yüz suyu dök­mekten ve kendini alçaltmaktan kaçınmak, iffet, şecaat, cömertlik, insan­lık gibi, güzelliklerinde şeriatların, fıtratların ve akılların ittifak ettikleri bütün güzel huylara sahiptir.

Yiyeceklerin de ancak en hoş ve temiz olanlarını seçer. Bu yiyecekler ise, yenildiklerinde kişinin kötü sonuçlarla karşılaşması tehlikesinden uzak, beden ve ruhun en güzel biçimde gıdalarını almasını sağlayan helâl, leziz ve hazmı kolay faydalı yiyeceklerdir.

Yine aynı şekilde nikâhlanacağı zaman kadınların en hoş, en temiz olanlarını, koku sürüneceği zaman en hoş, en temiz kokuları; arkadaş ve dostların da hoş ve iyi karakterli olanlarım seçer. Ruhu hoş, bedeni hoş, huyu hoş, işi hoş, sözü hoş, yiyeceği hoş, içeceği hoş, giyeceği hoş, nikâh­lanacağı hanım hoş, girdiği yer hoş, çıktığı yer hoş, döndüğü yer hoş, kal­dığı yer hoş, hepsi hoş! İşte böyle olan kişi Allah Teâlâ'nın haklarında: "Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: 'Selâm size; yaptıkla­rınıza karşılık girin cennete, derler, [92] buyurduğu ve cennet bekçilerinin kendilerine:  "Selâm size, tertemiz ve hoşsunuz. Girin, temelli kalacağın bu yere.[93] dedikleri kimselerdendir. Bu ikinci âyette geçen ed ti nedensellik anlamını icabettirir. Buna göre âyet, tertemiz ve hoş olduğ nuzdan dolayı girin buraya, anlamına gelir. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Kö ü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara yakışırlar. İyi k r-dınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler, iyi kadınlara yakışırlar.[94] (Arapç^Ca dişilik alâmeti taşıyan kelimelerin cansız varlıklar ve soyut şeyler için:|< e kullanımı gözönüne alınarak -Ş.Ö.). Bu âyet kötü kelimeler kötü kişiler:, iyi kelimeler de iyi kişilere yaraşır, şeklinde tefsir edildiği gibi, iyi kadınl. ,r iyi erkeklere, kötü kadınlar kötü erkeklere yaraşır, şeklinde de tefsir ed I-miştir. Âyet hem bu anlamı, hem başka anlamları da kapsar. Şu hake iyi (hoş) kelimeler, davranışlar ve kadınlar kendilerine münasip olan iyîl :-re; kötü kelimeler, davranışlar ve kadınlar ise kendilerine münasip olan

kötülere yaraşırlar. Allah Teâlâ, bütün yönleriyle iyi (hoş ve temiz) olanı cennete; bütün yönleriyle kötü olanı da cehenneme koydu. Yurtlan ü}e ayırdı: 1) Yalnız iyi olanlara ait yurt. İyi olmayan kişilere bu yurt harari-dir. Her türlü güzellikleri bünyesinde toplamıştır. Bu yurt cennettir. 2) Yalnız kötü ve kötülüklere ayrılan yurt. Oraya sadece kötü olanlar girer. Bu yurt cehennemdir. 3) İyinin ve kötünün bir arada bulunduğu ve karıştığı yu O da bu dünyadır. Bundan dolayı bu karışıklık ve iyinin kötünün iç j bulunması sebebiyle imtihan ve deneme var olmuştur. Bu da ilâhî hikmetin icabıdır. İnsanların yeniden diriltiliş günü gelince Allah, iyiyi kötüden a'yı-racak, iyiyi ve iyilik sahiplerini bir yere koyacak, o yurda onlardan başkası karışmayacak; kötüyü ve kötülük sahiplerini bir yere koyacak oraya |<:a onlardan başkası karışmayacak. Neticede yalnızca iki yurt kalacak: 1) Cennet: İyilerin yurdu, 2) Cehennem: Kötülerin yurdu. Allah Teâlâ, her iki grubun yaptıkları fiil ve davranışlardan onların sevap ve azaplarını türetecek^ Ve bunların güzel sözlerini, amellerini ve ahlâklarım, faydalanacakları nimet ve lezzetleri aynı kılacak ve onlar için o şeylerinden dolayı en mükemmel konfor ve neşe sebeplerini yaratacak; diğerlerinin kötü sözlerini, amellerini ve ahlâklarını ise çarptırılacakları azap ve elemleri aynı kılacak ve onlar için bu şeylerlerden en büyük azap ve elem sebeplerini yaratacaktır. Tam yerinde hikmet, göz kamaştırıcı kahir izzet! Böylece Allah kullarına hem rubûbiyetinin kemalini; hem de hikmetinin, ilminin, adaletinin ve merha­metinin kemalini göstermiş olacak ve düşmanlarına, sadık ve vazifelerini hakkıyla yapan peygamberlerinin değil, kendilerinin asıl iftiracı ve yalancı­lar olduklarını onlara bildirecektir. Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Ölen kim­seyi Allah çürütmeyecektir, diyerek Allah 'a alabildiğine yemin ederler. Ama hiç de öyle değil. Ayrılığa düştükleri konuda onlara açıklama yapmayı ve inkarcıların asıl kendilerinin yalancı olduklarını bildirmeyi Allah gerçekten va'detmiştir. Fakat insanların çoğu bilmezler. "[95]

Sözün özü, Allah Teâlâ mutluluk ve bedbahtlığa (yani kişinin cennet­lik mi, cehennemlik mi olduğuna) bir alâmet koymuştur ki, onun sayesinde bu iki durum anlaşılır, iyi ve temiz karakterli olan mutlu kişiye ancak iyi yaraşır, o kişi ancak iyi olana gelir, ondan yalnız iyi şeyler sudur eder ve o kimse yalnız iyi olanla ilişki kurar. Kötü olan bedbaht kişiye ise ancak kötü yaraşır. O kişi ancak kötü olana gelir, ondan sırf kötü sudur eder. Şu halde kötü kişinin kalbinden, diline ve organlarına kötülük fışkırır; iyi kişinin kalbinden diline ve organlarına ise iyilik fışkırır. Bazan bir şahısta her iki madde de bulunabilir. Hangisi baskın gelirse o taraftan olur. Şayet Allah, ona bir iyilik dilerse, tamamen kötülükler onu kaplamadan kötü maddeden arındırır, kıyamet günü tertemiz yapar, artık cehennemle arındı­rılmasına gerek kalmaz. Allah kötülüklerden temizlemek için, onu samimi ve bir daha dönmemecesine yapılan tevbeye, günahları silen iyilikler yap­maya muvaffak kılar ve günahlarına keffaret olacak musibetler verir. Böy­lece o kişi Allah'a kavuştuğunda üzerinde hiçbir günah kalmamış olur. Allah diğerinden ise temizleme maddelerini engeller, O kişi kıyamet günü kötü ve iyi madde bir arada olarak Allah'a kavuşur. İlâhî hikmet bu, Al­lah kendi yurdunda hiç kimseye, o kişinin kötülükleri var oldukça yakın olmaz. Onu, temizlemesi, arındırması ve cürufunu süzüp yeni kalıba dök­mesi için cehenneme atar. İmanının külçesi kötülükten arınınca, artık Al­lah'a yakın olmaya ve Allah'ın iyi kulları ile bir arada oturmaya lâyık duru­ma gelir. Bu gruptaki insanların cehennemde bırakılma süreleri, bu kötü­lüklerin kendilerinden hızlı yahut yavaş ayrılmasına göredir. Daha çabuk temizlenen ve arınan kimse daha erken, daha geç temizlenen de daha sonra çıkacaktır. Herkese yaptığının tam karşılığı verilir. Rabbin kullara asla zul-medici değildir.

Müşriklerin (Allah'a ortak tutanın) maddesi ve özü pis olduğundan onun pisliğini cehennem de temizleyemez. Nash ki, köpek denize girse çık­sa temizlenemez, tıpkı bunun gibi o da cehennemden çıksa, olduğu gibi yine pis olarak döner. Bu sebepten Allah Teâlâ müşrike cenneti haramkılmıştır.

Hoş ve temiz olan mü'min de kötülük ve pisliklerden uzak; olduğu için cehennem de ona haramdır. Çünkü onun orada temizlenmesini icab ettirecek bir şeyi yoktur. Hikmeti akıllan ve zekâları hayran bırakan; kul­larının fıtrat ve akılları O'nun hakimler hakimi ve âlemlerin Rabbi olduğu­na, O'ndan başka tanrı bulunmadığına tanıklık eden yüce Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. [96]


[67] Ebu Davud, 1765; Ahmed, 4/350. Senedi sahihtir. Hâkim (4/221), sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona katılmıştır. Kurbanın ilk gününün en büyük hac günü diye isimlendirilmesi, hac fiillerinin büyük çoğunluğunun o gün yapılmasından kaynaklan­maktadır. Yevmii'l-karr, kurbanın ikinci günü olup Zilhicce ayının onbirinci günüdür, insanlar o günde Mina'da karar kıldıkları ve ifaza tavafı ile kurban kesmeyi bitirip istirahata çekildikleri

için bu adı almıştır.

[68] Müslim, 1162. Allah Rasûlü'ne (s.a.), arefe günü tutulan oruç soruldu; "Geçen seneye ve baki seneye keffaret olur" buyurdu.

[69] Müslim,  1348; Nesâî, 5/250; İbn Mâce, 3014.

[70] Tevbe, 9/3.

[71] Buharı, Tefsir, 65/2 (Tevbe); Müslim, 1347. Humeyd b. Abdurrahman, Ebu Hurey-re'nin şunları anlattığını rivayet eder: Hz. Ebu Bekir (r.a.) veda haccından önceki o haçta beni, İlan yapacak kişiler arasında gönderdi. Onları, kurban günü Mina'da insanlara: "Dikkat edin! Bu seneden sonra hiçbir müşrik hac yapmayacak ve hiç kim­se Beytullah'ı çıplak olarak tavaf edemeyecektir." diye ilan etmeleri için göndermişti. Humeyd diyor ki: Sonra Hz. Peygamber (s.a.) Ali b. Ebî Talib'i terkisine aldı ve ona Beraat (Tevbe) sûresini ilan etmesini emretti. Ebu Hureyre diyor ki: Hz. Ali, bizimle beraber kurban'ın ilk günü Mina'dakilere Beraat sûresini, bu seneden sonra hiçbir müşrikin haccedemeyeceğini ve hiç kimsenin çıplak olarak tavaf edemeyeceğini İlan etti.

[72] Ebu Davud, 1945; İbn Mâce, 3058. Senedi sahihtir. Ayrıca Buharı de muallak olarak vermiştir.

[73] Buharı (13/11), şu metinle rivayet ediyor: "Hz. Peygamber (s.a.): Diğer günlerde amel bu günlerde olduğu kadar faziletli değildir, buyurdu.  Cihan da mı? diye sordular. Evet, cihad da. Ancak bir adam ki canım, malını tehlikeye atarak cihada çıkıyor, hiçbir şey getirmiyor, işte bu müstesna, cevabını verdi." Yukarıda geçen metin şu kaynaklarda yer almaktadır: Ebu Davud, 2438; Tirmizi, 757; İbn Mâce, 1727. İsnadı sahihtir.

[74] Fecr, 89/1-2.

[75] Taberanî, Kebîr, 3/110/1. Hadisin tam metni şöyledir:  "Allah katında Zilhicce'-nin on gününden daha büyük ve amel işlemenin Allah'a daha sevimli olduğu günler yok­tur. Bu yüzden o günlerde bol bol "Sübhanallah ", "Elhamdülillah ", "Lâ ilahe illallah " deyin ve çokça tekbir getirin." Biri dışında hadisin râvileri sikadır. O râvinin, bu hadisin rivâyetindeki son cümlesine mutabaat edilmemiştir. Bununla birlikte Münzirî, et-Tergîb ve'l-Terhîb'de (2/24), isnadını ceyyid saymış ve Heysemî de Mecmau'z-Zevâid'de (4/17): "Râvileri sahih râvilerdir" demiştir.

[76] Tevriye günü: Zilhicce'nin sekizinci günü olup arefe gününden Önceki gündür. Hacılar o gün Mina'ya gitmeye niyet eder, orada bulunmadığı için kendilerini ve hayvanlarını gereği gibi suya kandırdıklarından bu adı almıştır. Yahut Hz. ibrahim (a.s.), oğlunu kurban etme rüyasını o gece gördü ve adı geçen günde gördüğü rüyayı düşünüp terev-vî (= tefekkür) etti.'Ertesi gün rüyanın rahmani olduğunu anladı. Onuncu gün oğlunu kesmeye kalkıştı.  Bkz. Asım Efendi, Kâmûs-ı Okyanus, 4/990, istanbul,  1305.

[77] Buharı, 32/3; Müslim,  1169.

[78] Buharî, 30/6; Müslim, 759.

[79] İbn EM Şeybe, Musannef, 2/84/1. Senedi sahihtir.

[80] İbn Hibbân, Sahih, 551. Senedi hasendir.

[81] Bu metni Müslim (854), Tirmizî (488) ve Nesâî (3/89, 90) Ebu Hureyre'den rivayet etmişlerdir. Evs. b. Evs'ten gelen rivayetin ibn Hibbân'daki (550) metni şöyledir: "Doğ­rusu cuma günü günlerinizin en faziletlilerindendir. Allah, Âdem'i o gün yarattı ve canını o gün aldı. tsrâfıt, Sûr'a o gün üfleyecektir. Bütün canlılar o gün ölecektir. O gün bana çokça salavat getirin. Zira sizin satavatlartmz bana arzedilir. Ashab: Sen çürüdüğün halde nasıl satavatlanmız sana arzohtnabilir? diye sordular. Allah fc.c.) yere bizim /yani peypamberlerin) cesedlerini yemeyi haram kıldı, karşılığını verdi." Hadisin senedi sahihtir. Ayrıca Ebu Davud (1047) ile Nesâî (3/91)de rivayet etmiştir.

[82] Ebu Davud, 1048; Nesâî, 3/99, 100. Cabir b. Abdullah'tan gelen bu hadiste Allah Rasûlü (s.a.) buyuruyor ki: "Cuma günü on ikidir —saati kastediyor— (o gün öyle bir saat vardırki) herhangi bir müslüman Allah'tan (c.c.) birşey isterse Allah (c.c.) mutlaka onun dileğini yerine getirir. O saati ikindiden sonraki en son saatte arayın." Senedi ceyyiddir. Hâkim sahih savmış (1/279), Zehebî de ona katılmıştır. Nevevî sahih olduğunu söylerken, Hafız tbn Hacer hasen olduğunu söylüyor. Aynca Tinnizî'nin (489) Enes b. Mâlik'den: "Cuma günü duanın mutlaka kabulü umulan saati, ikindi­den sonra güneş batımına kadar arayın" metniyle rivayet ettiği bir şahid hadis daha var ki, bu hadis de şahid hadisler sayesinde hasen derecesindedir.     

[83] Ebu Davud, 2440; îbn Mâce,  1732; Ahmed, 2/304, 446. Senedi zayıftır.

[84] Buhârî, 30/65; Müslim, İ123; Mâlik, Muvatta, 1/375. Tirmizî (751) rivayet eder ki: İbn Ömer'e, arefe günü oruç tutmayı sorduklarında, "Hz. Peygamber (s.a.) ile birlik­te haccettim, oruç tutmadı. Ebu Bekir ile birlikte yaptım oruç tutmadı. Ömer ile bir­likte yaptım, oruç tutmadı. Osman île birlikte yaptım oruç tutmadı. Ben de o gün oruç tutmam. Ancak ne emrederim, ne de yasaklarım." cevabını verdi. Bu hadisin râvileri sahih râvilerdir.

[85] Ahmed, 4/152; Ebu Davud, 2419; Tirmizî, 773. Hadisin metni şöyledir: "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri biz müslümanlann bayramıdır. O günler yeme, içme günleridir. " Tirmizî hadisin hasen-sahih olduğunu söylüyor. Hâkim (1/434) ise, sahih saymış ve Zehebi ona katılmıştır.                                                   

[86] Mâide, 3/5.

[87] Buharî, 2/33, 65/2' (Mâide sûresi tefsiri); Müslim, 3017.

[88] Müslim, 852, 854; Mâlik, Muvatta,  1/108; Ebu Davud, 1046; Tirmizî, 488.

[89] Buharî, 11/10; Müslim, 880; Nesâî, 2/159 Ebu Hureyre'den. Aynca Müslim, 889;| Tirmizî, 520; Ebu Davud,  1074; Nesâî, 2/159; Ahmed, 3/234, İbn Abbas'tan.

[90] Şâfıî, el-Ümm, 1/185. Zayıf senedle Enes b. Mâlik'den benzerini rivayet etmiştir. Ta-berî ise Câmiu'l-Beyân'da (26/175), yine zayıf senedle buradakinden daha geniş ola­rak rivayet etmiştir.

[91] Müslim (1348), Hz. Âişe'den son cümle dışındaki kısmı rivayet etmiştir. İbn Huzeyme (1/279/2), İbn Hibbân (1006) ve Begavî (Şerhu's-Sünne, 1931), Cabir'den rivayet ederler ki: Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurdu: "Arefe günü olunca Allah en yakın semaya iner ve Arafat'ta vakfe yapanlarla meleklerine övünür ve der ki: Bakın, kullarıma! Ta uzaklardan saçtan başlan dağınık, toz duman içinde kavurucu sıcaklarda bana geldiler. Sizi şahit tutuyorum, ben bunları bağışladım." Hadisin râvüeri sikadır. An­cak Ebu'z-Zübeyr'in tedlisi sözkonusudur. Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb'de (2/128) Enes b. Mâlik'den rivayet eder ki: "Hz. Peygamber fs.a.) güneş batacakken Arafat'ta vakfe yaptı. Ey Bilâl! İnsanlan sustur, beni dinlesinler, buyurdu. Bilâl ayağa kalktı ve: Susun! Allah Rasûlü'nü (s.a.) dinleyin, diyerek insanları susturdu. Hz. Peygamber (s.a.) bunun üzerine: Ey insanlar! Az önce Cebrail bana geldi, Rabbimden selâm getirdi. Allah, Arafat'takileri ve Meş'ar-i Haram 'dakii'eri bağışladı ve onların gelecekle­rini garanti altına aldı, buyurdu. Bu sözler üzerine Ömer İbnü'l-Hattâb ayağa kalkıp. Ey Allah'ın Rasûlü! Bu yalnızca bize mi mahsus? diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.): Sizin için ve sizden sonra kıyamet gününe kadar gelecekler için, cevabım verdi. Ömer İbnü'l-Hattâb: Allah'ın hayrı bol ve hoş, dedi." Hadisin isnadı sahihtir.

[92] Nahl,  16/32.           

[93] Zümer, 39/73.

[94] Nûr, 24/26.

[95] Nahl, 16/38-39.

[96] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/50-63.