๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 31 Mayıs 2011, 16:58:10



Konu Başlığı: Eşlerde ortaya çıkan hususlar
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 31 Mayıs 2011, 16:58:10
G) EŞLERDE ORTAYA ÇIKAN HUSUSLAR, EV HİZMETLERİ, GEÇİMSİZLİK, HAKEM VE HULÛ


1— Hz. Peygamber (s.a.) ve Râşid Halifelerin Hastalıklı ve Özürlü Eşler   Hakkında Verdiği Hükümler:


 

Hz. Peygamber (s.a.) ve Râşid Halifelerin, eşlerden birinde baras (alaca hastalığı), cinnet (delilik), cüzzam bulunması veya kocanın iktidarsız olması durumunda verdikleri hükümler:

İmam Ahmed, Müsned'inde Yezîd b. Kâ'b b. Ucre'den rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.), Gıfâroğullarmdan bir kadınla evlenmişti. Yanına girdi. El­bisesini çıkarıp yatağa girdiğinde, kadının böğründe alaca (baras) hastalığı gördü. Hemen yataktan uzaklaştı ve sonra: "Elbiseni üzerine al." buyurdu (ve onu salıverdi.) Ona mehir olarak verdiğinden hiçbir şey almadı.[728]

Muvatta'da Hz. Ömer (r.a.) şöyle der: "Herhangi bir kadm bir erkeği aldatır, kendisinde cinnet, cüzzam veya alaca hastalığı olduğu halde (söyle­mez ve) evlenirse adamın kendisinden istifadesi karşılığında mehre hak kaza­nır. Erkeğin ödediği, kendisini aldatana gerekir."[729]

Başka bir rivayette: Hz. Ömer (r.a.), alacalı, cüzzamh ve cinnetli (deli) kadın hakkında, eğer zifaf olmuşsa aralarının ayrılmasına, kendisine doku­nulması karşılığında mehre hak kazanmasına ve bu mehrin de adam yerine, kadının velisi tarafından ödenmesine hükmetti." şeklindedir.[730]

Sünen-iEbîDavutf da İkrime, İbn Abbas'tan nakleder: Abdu Yezîd Ebu Rükâne, karısı Ümmü Rükâne'yi boşadı ve Müzeyneliler'den bir kadınla evlendi. Kadın, Hz. Peygamer'e (s.a.) geldi ve başından bir saç teli alarak: "Onun bana faydası, ancak şu saç teli nin faydası gibidir. Aramızı ayır!1' dedi. Bu­nun üzerine Hz. Peygamberi bir hamiyettir aldı. Râvi hadisi zikretti. Hadiste Hz. Peygamber'in (s.a.) ona: "Onu boşa!" buyurduğu ve onun da boşadığı nakledilmiştir. Sonra Hz. Peygamber ona: "Karın Ümmü Rükâne'ye tekrar dön." buyurdu. O: "Ben, onu üç talâkla boşadım, ya Rasûlallah!" dediyse de, Hz. Peygamber (s.a.): "Tamam, biliyorum. Ona tekrar dön!" buyurdu ve: "Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri için de boşaym..."[731] âyetini okudu.[732]

Bu hadisin, İbn Cüreyc'in Ebu kâfi' oğullarından birinden rivayet et­miş olmasından başka bir kusuru yoktur. Ebu Râfî'in oğlu meçhul bir râvi-dir. Kim olduğu belli değildir, ancak o tâbiîndendir. îbn Cüreyc, büyük ha­dis imamlarından âdil güvenilir bir zattır. Âdil râvinin başkasından rivayeti —hakkında bir cerh yoksa— onu ta'dîl sayılır. (Onu âdil bulduğunu göste­rir). Sonra tabiîn arasında, özellikle de Medineliler ve bunların içinde de Hz. Peygamber'in âzadlılan arasında yalan yaygın değildi. Herkesin ihtiyaç duy­duğu böyle bir sünneti, İbn Cüreyc'in yalancı birinden veya kendince sika bulmadığı ve halini açıklamadığı bir râviden rivayeti mümkün değildir.

İktidarsızlık sebebi ile eşler arasını ayırma hükmü; Hz. Ömer, Osman, Abdullah b. Mes'ûd, Semüre b. Cündeb, Muâviye b. Ebî Süfyan, Haris b. Abdullah b. Ebî Rebîa, Mugîre b. Şu'be gibi sahabîlerden gelmiştir. Ancak Hz. Ömer, İbn Mes'ûd ve Muğîre bir sene mühlet vermişlerdir. Hz. Osman, Muâviye ve Semüre, mühlet vermeden hemen ayırmışlardır Haris b. Abdul­lah ise on aylık bir süre tanımıştır.[733]

Saîd b. Mansur; Hüşeym—Abdullah b. Avf—İbn Şîrîn yoluyla rivayet eder: Hz. Ömer; bazı şeyleri haber vermesi için bir adam göndermişti. O adam bir kadınla evlendi ve kendisi de kısırdı. Hz. Ömer ona: "Kısır olduğunu ka­dına bildirdin mi?" diye sordu. O: "Hayır!" dedi. Hz. Ömer (r.a.): "Git ve ona bildir. Sonra da onu muhayyer bırak." dedi.[734]

Deliye bir sene mühlet vermiştir. Bu süre içerisinde ifakat bulursa ne âlâ; aksi takdirde karısı ile arasını ayırmıştır.

Fukaha bu konuda ihtilâf etmişlerdir: Davud (ez-Zahirî), îbn Hazm ve onlara katılanlar: "Nikâh, hiçbir surette kusurdan dolayı feshedilemez." de­mişlerdir. Ebu Hanife: "Sadece âletin kesik olması ve iktidarsızlık hallerinde feshedilir." demiştir.

İmam Şâfıî ve Mâlik: "Sadece delilik, alaca hastalığı, cüzzam, karan (ka­dının fercinde ilişkiye mâni bir yumrunun bulunması), âletin kesikliği ve ikti­darsızlık sebepleri ile feshedilir." demişlerdir. İmam Ahmed bu kusurlara, kadının ön ve arka deliğinin bitişik olması (fetkâ) durumunu da eklemiştir. Hanbelî âlimleri ise fere ve ağız kokması, fere içerisinde meni ve sidik yolla­rının yırtılmış birbirine karışmış olması, fere içinde akıcı yaraların bulunma­sı, basur» nasır, istihaza (özür kanı görmesi), sidik ve pislik tutamama, ta-şakların kesik, yumurtaların çıkarılmış veya ezilmiş olması, ikisinden birinin hünsay-ı müşkil (erkek mi kadın mı olduğu belli olmayan) olması gibi ayıpla­rı da eklemişlerdir. Yedi ayıptan birinin aynısı diğer eşte de bulunursa veya akitten sonra bu ayıplardan biri meydana gelirse, bu hususta iki görüş vardır:

Bazı Şafiî âlimleri: "Satış akdinde cariye hangi kusurlarla geri iade edi­liyorsa, nikâhta da kadın o kusurlarla reddedilir." demişlerdir. Çokları ne bu görüşü, ne bulunduğu yeri, ne de kim tarafından söylendiğini bilmemek­tedirler. Ebu Âsim el-Abadânî Tabakâî-ı Ashabı'ş-ŞâfıVde bu görüşü nakle­denler arasındadır. Kıyasa uygun olan da ya bu görüştür, ya da îbn Hazm ve ona katılanların görüşüdür.

Fesh hakkını sadece iki veya altı veya sekiz ayıba inhisar ettirmek, bu ayıplara eşit veya daha üstünde olan diğer ayıplara iltifat etmemek anlamsız­dır. Örneğin körlük, ahreslik (sağır ve dilsizlik), sağırlık, kadının ya da erke­ğin iki elinin, iki ayağının birden kesik olması veya bunlardan birinin kesik bulunması en büyük nefret uyandırıcı ayıplardandır. Evlenirken bunları söy­lememek, büyük bir hıyanet ve aldatmadır ki dîn buna imkân vermez. Mut­laktık (bunlardan sözedilmeyişi) kusursuzluğu gerektirir. Budurum, örfen sözlü olarak şart koşulmuş gibidir. Nitekim mü'minlerin emiri Hz. Ömer (r.a.). ço­cuğu olmayan birisi evlendiğinde ona: "Kısır olduğunu karına haber ver, onu muhayyer bırak." demiştir. Acaba Hz. Ömer (r.a.), kısırlığın nisbeten onlar yanında bir noksanlık değil, kemal sayılan "bu zikrettiğimiz kusurlar hakkın­da ne derdi?!

Kıyas; eşlerden birinin diğerinden nefretini gerektiren, nikâhtan amaç­lanan birbirlerine karşı muhabbet ve sevgi duymayı, acıma hislerini uyandır­mayı engelleyen her ayıbın muhayyerlik hakkı doğurması şeklinde olmalıdır. Nikâh, satıştan daha önemlidir. Nikâhta ileri sürülen şartlara^ riayet etmek de, satış akdindeki şartlara riayetten evlâdır. Ne Allah, ne de Peygamber'i (s.a.), kişiyi aldatıldığı, dolandırıldığı şeyle ilzam (mecbur) etmemişlerdir. Âyet ve hadislerde ortaya konan şer'î maksatlar ile, ilâhi adalet ve hikmet üzerin­de düşünenler ve şeriatın ihtiva ettiği maslahatlar üzerinde kafa yoranlar bu görüşün üstünlüğünü ve şer'î kaidelere yakınlığım açıkça göreceklerdir.

Yahya b. Saîd el-Ensarî,*İbnüM-Müseyyeb'den, o da Hz. Ömer'den şöy­le dediğini nakleder: "Bir kadın, kendisinde cinnet veya cüzzam ya da alaca hastalığı bulunduğu halde, (kusuru saklanarak) evlendirilir ve kocası onunla zifafa girerse, sonra da duruma muttali olursa, kendisine dokunulması sebe­bi ile kadına mehir gerekir ve bunu kocayı aldatması, kusurunu saklaması sebebi ile kadının velisi öder."

Bu haberin, "İbn Müseyyeb Hz. Ömer'den işitmemiştir" gerekçesiyle reddi, hadis ehlinin icmâ'ına kesin olarak muhalif olan tam bir hezeyandır. İmam Ahmed: "Saîd b. el-Müseyyeb'in Hz. Ömer'den rivayeti kabul edil­meyecekse, kimden kabul edilecektir. Büyük din imamları ve çoğunluk ule­ma Saîd b. el-Müseyyeb'in "Allah Rasûlü şöyle diyor" şeklindeki sözlerini delil olarak kullanıyorlar. Hal bu iken, Hz. Ömer'den rivayeti hakkında ne denebilir? Abdullah b. Ömer, Saîd'e adam gönderir ve Hz. Ömer'in hüküm­lerini sordurur, aldığı cevaplarla fetva verirdi. Onu, kendi asrında yaşayan hiçbir kimse tenkit etmemişti. Ondan sonra gelen ve İslâmî sahalarda söz sa­hibi olan hiçbir âlim, Saîd b. el-Müseyyeb'in Hz. Ömer'den rivayeti husu­sunda ileri geri söz etmemiştir. Söz onların sözüdür, başkaları kale alınmaz." der.

eş-Şa'bî, Hz. Ali'den (r.a.) şunu nakleder: "Bir kadın nikahlanır ve ken­dinde de alaca hastalığı, delilik, cüzzam veya cinsel organında ilişkiye mâni yumrunun bulunması gibi bir durum bulunursa; koca, dokunmadığı sürece muhayyerdir. İsterse tutar, isterse boşar. Eğer ona dokunmuşsa, onun ka­dınlığından istifadede bulunmuş olması sebebiyle kadına mehir vermesi ge-rekir."[735]

Vekî, Süfyân es-Sevrî—Yahya b. Saîd—Saîd b. el-Müseyyeb yoluyla Hz. Ömer'den şunu nakleder: "Kişi onunla, alaca hastalıklı veya kör olduğu hal­de (bilmeden) evlenmiş ve zifafa da girmişse, kadın mehrine hak kazanır. Koca, verdiği mehri kendisini aldatandan geri alır."[736] Hz. Ömer'in bu sözü, zikri geçen bu ayıplan, "Başkası değil, sadece bunlar" anlamında ihtisas yollu zik­retmediğine delâlet eder. Nitekim ilmi, dini, hükmü ile darb-ı mesel olan İslâm kadısı, Şüreyh de böyle hükmetmiştir: Abdürrezzak, Ma'mer—Eyyûb—

İbn Sîrin senediyle şu rivayette bulunur: Bir adam Şurayh'a davacı oldu ve: "Şunlar bana: Seni'. ısanlann en güzeli ile evlendireceğiz, dediler; sonra ba­na, gözleri akan ve az gören bir kadın getirdiler." dedi. Şüreyh: "Eğer sen­den bir ayıp saklanmışsa, bu caiz değildir." dedi.[737] Bu hükmü düşün. "Eğer senden bir ayıp saklanmışsa, bu caiz değildir." sözü nasıl bir teşmille, evli­lik sırasında kadında bulunan ve saklanan her kusur yüzünden koca için onu reddedebilme hakkının bulunduğunu gerektirmektedir. Zührî de: "Her türlü ağır dertten dolayı nikâh reddedilebilir." demiştir.

Sahabe ve selef âlimlerinin fetvalarını inceleyen kimse, onların fesih mu­hayyerliğini, belli bir ayıba tahsis etmediklerini anlayacaktır. Sadece Hz. Ömer'den, "Kadınlar ancak şu dört ayıptan dolayı reddedilebilirler: Delilik, cüzzam, alaca hastalığı ve fercde bulunan dert." şeklinde tahsis bildiren bir rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetin Asbağ—İbn Vehb—Ömer ve Ali'den baş­ka bir isnadı daha olduğunu bilmiyoruz. Bu, muttasıl bir senedle İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Rivayet zinciri, Süfyan—Amr b. Dînâr—İbn Abbas şek­lindedir. Bütün bunlar, kocanın şart ileri sürmemesi halindedir. Eğer kusur­suz veya güzel olmasını şart koşar da, çirkin olduğu ortaya çıkarsa veya genç ve henüz taze olmasını ^art koşar, saçı başı ağarmış yaşlı bir kadın olduğu anlaşılırsa, veya beyaz olmasını şart koşar fakat siyah çıkarsa, veya bakire olmasını şart koşar fakat dul çıkarsa bütün bu durumlarda kocamn fesih hakkı vardır.

Eğer fesih zifaftan önce olmuşsa, kadına mehir yoktur. Eğer zifaftan sonra olmuşsa kadın mehrini alır. Ancak veli adamı aldatmışsa, ödenen mehri taz­min eder. Eğer aldatan veli değil de kadın ise mehri düşer veya eğer ödemişse kadından tekrar geri alır. İki rivayetten birinde İmam Ahmed, hükmün böy­le olduğunu açıkça ifade etmiştir. Şartı koşan tarafın koca olması durumun­da, İmam Ahmed'in usûlüne daha uyguîı olan, kıyasa daha muvafık düşen bu rivayet olmaktadır.

Hanbelî âlimleri ise şöyle demişlerdir: Kadın, erkekte bir vasıf şart koş-sa ve vasfın bulunmadığı ortaya çıksa, kadın için fesih muhayyerliği yoktur. Ancak hür olmasını şart koşar da, adamın köle olduğu ortaya çıkarsa kadı­nın muhayyerlik hakkı vardır. Neseb şartı ileri sürdüğünde, aksi çıkması du­rumunda ise iki görüş vardır. İmam Ahmed'in mezheb ve usûlünün gereğine bakarsak, şartı ileri sürenin erkek ya da kadın olması arasında fark olmama­lıdır. Aksine, ileri sürdüğü şartın bulunmaması durumunda kadına fesih muh-hayyerliği tanımak daha evlâdır. Zira onun talâk yoluyla ayrılma imkânı yok.

tur. Kocanın, elinde talâkla da ayrılma imkânı varken fesih muhayyerliğine sahip olması caiz olunca, böyle bir imkânı olmayan kadın için fesih hakkının bulunması evleviyetle caiz olur. Zevce için, kocasının adi bir zenaat sahibi olduğu ortaya çıkması durumunda fesih muhayyerliği sözkonusu oluyor. Hal­buki bu durum onun ne dinine ne de namusuna bir leke getirmemekte, sade­ce lezzet ve istifadesinin kemaline engel olmaktadır. Öbür taraftan kadın, ko­canın genç, yakışıklı ve sağlam yapılı olmasını şart koşuyor, fakat yaşlı, çir­kin, kör, sağır, dilsiz, siyah biri çıkıyor. Bu durumda kadın nasıl olur da ona mecbur edilir ve nikâhı feshetme hakkına sahip olmaz? Bu son derece im­kânsız ve tam bir tenakuzdur. Kıyastan ve şer'î kaidelerden tamamı ile uzak­tır. Muvaffakiyet Allah'tandır.

Eşlerden biri mercimek büyüklüğündeki bir alacalık yüzünden nikâhı fes­hedebiliyor, fakat iyice yerleşmiş onulmaz uyuzluk, azıcık bir alacalıktan da­ha büyük bir dert olduğu halde, bundan dolayı fesih hakkı tanınmıyor. Bu nasıl oluyor?! Diğer ağır dertler için de durum aynıdır.'

Hz. Peygamber (s.a.), satıcıya sattığı malın kusurunu gizlemesini haram kılıyor, onu bilenin müşteriye söylememesini yasaklıyor. Durum satışta böy­le olunca, nikâhta ayıblar hakkında nasıl olur? Nitekim kendisi (s.a.), Muâ-viye ya da Ebu'l-Cehm'le evlenmesi konusunda görüşüne başvurduğunda Fâ-tıma bt. Kays'a: "Muâviye fakirin biridir. Malı yoktur. Ebu Cehm'e gelince, o, sopasım omuzundan indirmez." buyurmuştur[738]Buradan da anlaşılmak­tadır ki, nikâh işinde eşlerde mevcut ayıpların açıklanması daha önemli ve zaruridir. Bu durumda onu gizlemek, başka türlü göstererek aldatmak gibi haram bir yol, böylesi bir akdin bağlayıcılığına nasıl sebep olabilir? Ayıplı olan eşi, özellikle de kusursuz olması ya da ayıbın bulunmaması gibi şartla­rın ileri sürülmesi durumunda, aşırı bir nefrete rağmen ömrü boyunca diğeri­nin boynuna geçen ve hiç ayrılmayan bir lâle kılmak nasıl insaflı bir hüküm olur? Şu yakînen bilinen bir husustur ki, şer'î maksatlar, genel kaideler ve ahkâm böyle bir neticeyi kabul etmez. Allah en iyi bilendir.

Ebu Muhammed İbn Hazm şu görüşe varmıştır: "Koca ayıplardan uzak olmasını şart koşsa ve kadında herhangi bir ayıp bulunsa, nikâh daha başın­dan bâtıldır ve mün'akit değildir. Koca için muhayyerlik, icazet, nafaka, mi-rasm... hiçbiri yoktur. Çünkü kendisine verilen kadın, evlendiği kadından baş-kasıdır. Zira kusursuz kadın, elbette kusurlu olandan başkasıdır. Adam ku­surlu olanla evlenmediğine göre, aralarında bir kan-kocalık ilişkisi de yok demektir." [739]


[728] Ahmed, 3/493; Beyhakî, 7/214. Senedinde Cemil b. Zeyd et-Tâî el-Basrî vardır. Zayıflı­ğında ittifak edilmiştir. Bu hadisi yalnız başına rivayet etmiştir. Ondan rivayette bulunan­lar, bu hadisten dolayı muztarib olmuşlardır.

[729] Muvatta, 2/526; Musannef, 10679; Beyhakî, 7/214. Râvileri sikadır. İmam Ahmed naza­rında isnadı sahihtir. Çünkü o, Saîd b. Müseyyeb'in Hz. Ömer'den işittiğini kabul eder.

[730] Beyhakî, 7/215.

[731] Talâk, 65/1.

[732] Ebu Davud, 2196; Musannef, (11335). İbn Cüreyc, bana Hz. Peygamber'in (s.a.) mevlâsı (azadhsı) Ebu Râfi1 oğullarından biri haber vermiştir. O da ikrime'den, O da İbn Abbas'-.tan... şeklinde. Hadisin senedi zayıftır. Çünkü Ebu Râfi'in oğlu kimse tarafından bilinme­mektedir, meçhul râvinin rivayeti hüccet olmaz.

[733] Bk. Musannef; 10720, İ0722-10725; Dârakutnî, s. 418.

[734] Musannef, 10346. Râvileri sikadır.

[735] Beyhakî, 7/215; Musannef, 10677. Senedi sahihtir.jj

[736] Senedi sahihtir.

[737] Abdürrezzak, Musannef, 10685.

[738] Müslim, 1480;    lâlik, 2/580; Şafiî, Risale, 856. Müslim, 1480;    lâlik, 2/580; Şafiî, Risale, 856.

[739] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/283-288.