๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2011, 13:59:46



Konu Başlığı: Cuma günü erkenden camiye gitmek
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2011, 13:59:46
24.   Cuma Günü Erkenden Camiye Gitmek:

 

Hafta içinde cuma günü sene içindeki bayram gibi olduğundan; bay­ram, namaz ve kurbanı ihtiva ettiği ve cuma günü de namaz günü oldu­ğundan dolayı Allah (c.c.) bu günde erkenden camiye gitmeyi kurbana be­del ve onun yerini tutan bir ibadet saymıştır. Cuma günü erkenden camiye gidene hem namaz, hem de kurban sevabı verilir. Sahîhayn'&a. Ebu Hurey-re'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuşlardır:

"İlk saatte (cuma namazına) giden bir deve, ikinci saatte giden bir inek, üçüncü saatte giden de boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi sevap alır."'[962]

Burada hadiste geçen saatler hakkında fakihlerJki ayrı görüş ortaya koymuşlardır:

1) Bu saatler gündüzün evvelinden (yani güneşin doğumundan) başlar. ŞâfİÎ, Ahmed b. Hanbel ve diğerlerinin bilinen görüşleri budur.

2)  Zeval vaktinden sonraki altıncı saatin küçük bölümleri. İmam Mâ­lik mezhebinde bilinen ve bazı Şâfülerin de tercih ettikleri görüş budur. Bu grubu temsil edenler görüşlerini doğrulamak için iki delil ileri sürdüler:

a)  Hadiste geçen "ravâh" sözcüğü, yalnızca zevalden sonra gitmek anlamına kullanılır. Bu sözcük, sadece zevalden önce gitme anlamına gelen "gudüvv" sözcüğünün karşıtıdır. Allah (c.c.) buyurur ki: "Sabah vakti gidişi (gudüvvü) bir aylık mesafe, öğleden sonra gidişi (ravâhı) bir aylık mesafe."[963] Lügat bilgini el-Cevherî diyor ki: "Ravâh, yalnız zevalden son­ra olur."

b) Selef, şüphesiz hayra son derece rağbetliydiler. Oysa cumaya güneş doğar doğmaz gitmezlerdi.[964] İmam Mâlik, gündüzün evvelinde erkenden camiye gitmeyi inkâr etmiş ve; "Medinelilerin böyle yaptıklarını görmedik" demiştir.

Birinci görüşü savunanlar Câbir'in (r.a.), Hz. Peygamber'den (s.a.) naklettiği şu hadisi delil olarak ileri sürerler: "Cuma günü, on iki saat-tir."[965] Derler ki: Bilinen saatler, işte bu, on iki saattir. Onlar da iki tür­lüdür:  1) Ta'dil saatleri, 2) Zaman saatleri.

Derler ki: Hz. Peygamber (s.a.), (yukarıdaki hadiste erken gelmenin faziletlerini sayarken) altıya kadar çıktı. Bundan fazlasını söylemedi. Bu da bizim görüşümüze delil olur. Çünkü saat, içinde cumanın şartlarının icra edildiği saatin küçük bölümleri demek olsaydı -o saatten maksadın herkesçe bilinen saatler olmasının aksine- altı küçük bölüme inhisar etmez­di. Zira altıncı saat çıkıp yedinci saat girince imam minbere çıkar amel defterleri dürülür ve bundan sonra hiç kimsenin ibadeti yazılmaz. Nitekim Ebu Davud'un Sünen'inde Hz. Ali'den (r.a.) nakledilen bir hadiste bu hu­sus açıkça belirtilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) buyuruyorlar ki:

"Cuma günü olunca şeytanlar sancaklarını ellerine alıp çarşı-pazara koşarlar. İnsanlara ihtiyaçlarını, önemli işlerini hatırlatarak oyalarlar ve onları çeşitli bahanelerle cumadan alıkoymaya (çalışırlar). Melekler de ko­şup mescidlerin kapılarına oturur, ta imam minbere çıkıncaya kadar birin­ci saatte geleni, ikinci saatte geleni... yazarlar."[966]

Ebu Ömer b. Abdilber der ki: İlim adamları bu saatler konusunda farklı görüşler ileri sürdüler. Bir kısmı, Hz. Peygamber (s .a.), bunlarla güneşin doğmasından ve aydınlanmasından itibaren başlayan saatleri kas-detmiştir, dediler. Onlara göre bu vakitte erkenden cumaya gitmek daha faziletlidir. es-Sevrî, Ebu Hanîfe, Şafiî ve âlimlerin çoğunluğu bu görüşte­dir. Hatta hepsi erkenden cumaya gitmeyi müstehab sayar.

İmam Şafiî (r.h.) diyor ki: Bir kimse tan ağardıktan sonra, güneş doğ­madan cuma namazı için erkenden camiye gitse iyi olur.

el-Esrem anlatıyor: Ahmed b. Hanbel'e, İmam Mâlik b. Enes'in "Cu­ma günü sabah erkenden gitmek gerekmez" dediğini haber verdiler. Bu­nun üzerine İmam Ahmed: Bu söz Hz. Peygamber'in (s.a.) hadisine aykırı­dır. Subhanallah! Hayret doğrusu! Hz. Peygamber (s.a.) böyle erken giden kimse için "Deve kurban eden gibidir" buyurduğu halde, o nasıl bu görü­şü ortaya atabilmiştir?!

îbn Abdilber diyor ki: İmam Mâlik'e gelince; Yahya b. Ömer'in Har-mele'den naklettiğine göre Harmele: "Bu gündüzün ilk saatlerinde gitmek midir, yoksa Hz. Peygamber (s.a.) bu sözüyle zevalden sonra gitmeyi mi kasdetmiştir?" diye bu saatlerin ne anlama geldiğini îbn Vehb'e soruyor. İbn Vehb de cevap veriyor: Bunu Mâlik'e sordum, şöyle dedi: "Kalbime gelen şudur: Hz. Peygamber (s.a.), bu sözleriyle içinde o saatlerin bulun­duğu tek bir saati kasdetmiş olsa gerektir. İşte bu saatin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci yahut altıncı vaktinde gelenlere (hadiste anılan sevaplar verilecektir). Bu şekilde olmasaydı, ikindi vaktinde gündüz saati dokuz yahut buna yakın oluncaya kadar cuma kılınmış olmazdı."

İbn Habib Mâlik'in bu görüşüne karşı gelir ve birinci görüşe eğilim gösterirdi. İbn Habib diyor ki: Mâlik'in bu sözü, hadisin yorumunda bir tahriftir ve kabulü birkaç yönden imkânsızdır. Bu saatlerin, bir tek saat olmasının imkânsızlığını şu husus sana gösterir: Güneş, gündüzün altıncı saatinde göğün tam ortasından batıya yönelir (yani zeval vakti girer). Bu saat ise ezan okuma ve imamın hutbeye çıkma vaktidir. Bu da gösterir ki bu hadiste geçen saatler, gündüzün bilinen saatleridir. Hz. Peygamber (s.a.) sözlerine günün ilk saatleriyle başlayarak: "Kim birinci saatte gelirse deve kurban etmiş gibi olur..." buyurdular. Sonra "...beşinci saatte yu­murta sadaka vermiş gibi olur." buyurdular. Sonra da erken gelme kesildi, ezan vakti girdi. Artık hadisin anlamı sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır.

Ancak, sözün yeri değiştirilip tahrif edilmiş; hiç olmayacak bir tarzda, akla-mantığa aykırı bir şekilde açıklanmıştır. Bu yorumu getiren kişi Hz. Peygamber'in (s.a.) teşvik ettiği bir konuya -sabah erkenden camiye gitme konusuna- insanların değer vermemeleri yolunu açmış ve hadiste anlatılan bütün hususların, güneşin zevaline yakın bir tek saatte olup bittiğini iddia etmiştir. Oysa bu konu hadislerde gündüzün evvelinde erkenden cumaya gitme şeklinde gelmiştir. Bu meseleyi Vâzıhu's-Sünen adlı kitabımızın ko­nuyla ilgili bölümünde yeter derece açıklığa kavuşturduk ve o hadisleri kay­dettik.

Bu sözlerin hepsi Abdülmelik b. Habîb'in sözleridir.

Sonra Ebu Ömer (tbn Abdilber), onun bu sözlerine cevap vermiş ve demiştir ki: Bu, onun İmam Mâlik'e (r.h.) haksız hücumlarıdır. Karşı gel­diği, akla mantığa aykırı ve tahrif edilmiş bir yorum saydığı sözü söyleyen asıl kendisidir. Mâlik'in görüşüne, imamların naklettiği sahih hadisler şa­hittir. Yine onun görüşünün bir diğer şahidi de ona göre (şer'î-fer'î deliller­den olan) Medinelilerin amelidir.[967] Bu konuda Medinelilerin amelini de­lil saymak doğru olur. Çünkü bu mesele her cuma tekrarlanan bir mesele­dir, bütün âlimlere kapalı kalmaz. İmam Mâlik'in delil saydığı hadislerden

biri şudur: ez-Zührî, Saîd b. el-Müseyyeb yoluyla Ebu Hureyre'den nakle­der ki, Hz.  Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuşlardır:

"Cuma günü olunca, mescid kapılarının herbirinde birtakım melekler durur, mescide giren insanları teker teker sırasıyla yazarlar. Cumaya er­kenden gelen, bir deve kurban etmiş olur, onun peşinden gelen bir inek kurban etmiş gibi olur; onu takip eden bir koç kesmiş gibi olur... -Hz. Peygamber (s.a.), tavuk ve yumurtaya varıncaya kadar zikredip devamla buyurdular ki: -İmam, minberde oturunca amel defterleri dürülür, melek­ler de hutbeyi dinlemeye koyulurlar."[968]

İbn Abdilber sözünü sürdürerek diyor ki; Hadisteki sözlere dikkat edi­niz! Hz. Peygamber (s.a.), meleklerin insanları teker teker sırasıyla yazdık­larım, cumaya erken gelenin (müheccir) bir deve, onu takip edenin bir inek... kurban etmiş gibi olacağım söylemiş ve ilk geleni "müheccir" diye nitele­miştir. Bu sözcük "el-hâcira^ sıcağın şiddetli zamanı olan gündüz ortası" ve "et-tehcîr = günün ortası olup ısısı artmak, öğle sıcağında yürümek" kökünden türetilmiştir. Bu hal ise cumaya kalkılan vakitte olur, güneşin doğma vaktinde değil. Zira güneşin doğma vakti ne hâciradır, ne de tehcir­dir.

Hadiste "Sonra onun peşinden gelen, ... sonra da onun peşinden ge­len..." denilmiş, saat^zikredilmemiştir. Hadis bu lâfızla pekçok yoldan ri­vayet edilmiştir, et-Temhîd adlı eserimizde bütün bu rivayetler zikredilmiş­tir. Rivayetlerin bir kısmında: "Cumaya çabuk davranan bir deve kurban etmiş gibi olur" şeklindeyse de ekserisinde: "Erken giden bir deve kurban etmiş gibi olur." lafzı mevcuttur. Bir kısmında da cumaya ilk saatin başın­da gidenin bir deve kurban etmiş gibi olacağına ve o saatin sonunda giden için de aynen bunun geçerliîiği söz konusu olduğuna; ikinci saatin ister başında, ister sonunda gidenin bir inek kurban etmiş gibi olacağına delil teşkil edecek sözler vardır.

İmam Şafiî'nin müntesiblerinden bazıları derler ki: Hz. Peygamber, (s.a.): "Cumaya erken giden, bir deve kurban etmiş gibi olur." sözüyle kızgın öğle sıcağında cumaya gitmeyi kasdetmemiştir. Bu sözüyle, cumaya gitmek için dünyevî gayeler taşıyan iş ve meşgaleleri terketmekle, bir deve kurban etmiş gibi olur demek istemiştir. Bu kelime, vatanı terkedip başka yerlere   gitmek   anlamına   gelen   "hicret'   kökünden   türetilmiştir.

"Muhâcirûn = hicret edenler" de bu yüzden bu adı almışlardır. İmam Şafiî (r.a.) der ki:  "En iyisi cumaya yürüyerek erken gitrnendir."

Buraya kadar nakledilen bütün bu sözler Ebu Ömer (İbn Abdilber)'in sözleridir.

Ben derim ki: Gündüzün evvelinde erkenden cumaya gitmeye karşı oluş üç noktadan kaynaklanıyor:

1- Ravâh sözüğü: Bu sözcük sadece zevalden sonra için kullanılır deni­yor, 2- Tehcir sözcüğü: Bu da yalnızca sıcağın şiddetli olduğu öğle vaktin­de olur deniyor, 3- Medinelilerin tatbikatı: Çünkü onlar gündüzün evvelin­de erkenden camiye gitmezlerdi, deniyor.

1) "Ravâh" sözcüğüne gelince; şüphe yok ki, zevalden sonra gitme anlamına kullanılır. Bu anlama gelişi daha çok "guduvv" kelimesiyle bir­likte kullanıldığındadır.

"Sabah vakti gidişi bir aylık mesafe, öğleden sonra gidişi bir aylık mesafe" âyetinde[969]ve "Kim erkenden mescide gider ve geç dönerse, her erken gidişinde yahut geç dönüşünde Allah onun için cennette bir konak hazırlar. "[970] hadisinde olduğu gibi şair de aşağıdaki beyitte bu anlama kullanmıştır:

"Sabah-akşam ihtiyaçlarımız için koştururuz. Yaşayanın ihtiyacı tükenmez."[971]

Ravâh, bazan gitmek, yürümek manalarına kullanılır. Bu manalara gelmesi, " kelimesiyle birlikte kullanılmadığı zaman sözkonusu-dur.

Lügat bilgini el-Ezherî, et-Tehzîb adlı eserinde der ki: Bazı araplann "ravâh" kelimesini, her vakitte yürüyüş için kullandıklarını işittim. Kala­balık yürüdüğünde diyorlar. Aynı şekilde "gadev" de bu ma­naya kullanılıyor. Onlardan biri bir arkadaşına "yürü" diyor;

arkadaş grubuna hitap ederken de "yürüyün" diyor. Diğer biri ise: "yürümez misiniz?" diye soruyor. Sahih ve sabit hadis­lerde (cumaya gitme konusunda) gelen bu sözcük de bu anlama gelir; cu­maya gitmek ve cumaya koşmak anlamındadır: Zevalden sonra gitmek an­lamında değildir.[972]

2) "et-tehcîr" ve "el-müheccir" lâfızlarına gelince; bu lâfızlar "el-hecîr" ve "el-hâcir" köklerinden türetilmiştir. el-Cevherî der ki: Bu (İki lâfız) sıcağın şiddetli olduğu öğle ortası anlamına gelir. Bu manaya gelmek üzere Arapçada şu söz kullanılır: "Gün kızıştı"

Şair Îmruü'1-Kays, bir beytinde der ki:

"O (sevgiliyi anmayı) bırak! Teselli bulmak için

Hızlı koşan genç, dinamik bir deveyle uğraş;

Öğle vakti güneş tepeye dikilip gün kızıştığında" [973]

"Ailemize hâcira (öğleyin güneşin kızışma) vaktinde geldik." derler. Tehcir ve teheccür kelimeleri öğle sıcağında yürümek anla­mına gelir. Medinelilerin ortaya attıkları görüş de buna dayanmaktadır.

Başkaları da şöyle diyor: Tehcîr lafzı hakkında söylenebilecek söz, ravâh lâfzı hakkında söylenilen söz gibidir. Çünkü bu lâfız mutlak olarak söylenildiğinde erken gitmek kasdolunur.

el-Ezherî, et-Tehztb'ûc diyor ki: İmam Mâlik, Sümey (v.131/748) -Ebu Salih- Ebu Hureyre yoluyla Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduk­larını rivayet eder: "insanlar camiye erken gitmenin (tehcirin) sevabını bil­selerdi, birbirleriyle yarış ederlerdi. "[974]

Başka bir merfû hadisde Hz. Peygamber (s.a.) buyururlar ki: "Cuma­ya erken giden (müheccir) bir kurban kesmiş gibi olur."

el-Ezherî devamla der ki: Pekçok insan bu hadislerde geçen "tehcîr" kelimesinin zeval vaktinde sıcağın kızıştığı gün ortası anlamına gelen "hâcira"dan tef'îl vezninde türetilmiş bir kelime olduğu görüşünü ileri sürer. Oysa bu yanlıştır. Doğrusu, Ebu Davud el-Mesâhifî'nin en-Nadr b. Şü-meyl'den (v.203/818) naklettiği şu sözdür: "Cuma için olsun, başka şeyler için olsun tehcîr etmek, herşeyde erken davranmak ve acele etmek demek­tir. Halil'in (v. 170/786) de böyle dediğini işittim." Bu sözleri, bu hadisin yorumu münasebetiyle söylemiştir.                                       

el-Ezherî diyor ki: Doğru olan da budur. Hicazhların ve |o civarda bulunan Kays kabilesinin kullanımı böyledir. Şair Lebîd bir beytinde der ki:

"Cariyeler ve köleler topluluğu erken davrandıktan sonra (. sıcağında yola koyuldular. Artık Selmâ onlara yetişemez... On maz da."[975]

ahcak) öğle . arı bıraka-

Şair bu beytinde "hecr-öğle sıcağı" kelimesi ile "ibtikâr = erken davranma" kelimesini bir arada kullanmıştır. Hicaz ve civarında'ravâh ke­limesi gitmek, yürümek anlamında kullanılır.

Hangi  vakitte  olursa olsun,  bir  topluluk,  hızla  geçip derler.

Hz. Peygamber (s.a.) ise "İnsanlar camiye erken gitmenin sevabını bilselerdi, birbirleriyle yanş ederlerdi" buyurmakla bütün namazlara erken gitmeyi, yani hepsinin de ilk vakitlerinde camiye gitmeyi kasdetmiştir. el-Ezherî diyor ki: Diğer (Hicaz ve civarı dışındaki) Araplar ise derler; bu sözle adamın öğle vaktinde yola çıktığım kasdederler. Hâcira, günün ortası demektir.

el-Ezherî devamla şöyle diyor: Îbnü'l-Arâbî'nin Nevâdir'inden Sa'leb'e aktarılan Ci'sine b. Cevvâs er-Rabeî'nin Hevesine hitaben söylediği bir şiiri el-Münzirî bana okudu. Şiirde şöyle deniyordu:                           

"Hatırlar mısın adağımı, yeminimi? Hani sen, Cefr'deki daracık bir yoldaydın, Bana karşı hızlı koşan küheylan gibi coşkundun; Ama Hacr sâ'ı ile değil, Hâlidî sâ'ı ile, [976]Kırk çeken yükümü taşıyamamıştın. Tan ağarınca erkenden yola çıkan develerle Bir yolculuk esnasında arkadaşlık etmemiştin. Sonra onların yürüdüğü gecede sen yürümemiş, gece yola devam et­memiştin.

Onlar İse dar ve tozlu yolların enlerini dürüp gidiyorlardı. Sanki tacir çırağının, ticaret kumaşlarını dürmesi gibi."[977]

el-Ezherî diyor ki: Şiirde geçen tinde erkenden yola çıkmak anlamındadır.

3) Medinelilerin günün evvelinde cumaya gitmediklerine gelince; bu, sonuçta onların İmam Mâlik (r.h.) zamanındaki tatbikatından başka birşey değildir. Bu da delil teşkil etmez. Hatta Medinelilerin icmâının (şer'î) delil olduğunu ileri sürenlere göre bile bu durum delil olamaz. Çünkü bunun içinde sadece günün erken saatinde cumaya gitmemek yatmaktadır. Bu da kesinlikle caiz bir durumdur. Kişinin hem kendisinin hem de ailesinin fay­dasına olan şeylerle, geçim işleriyle ve diğer dinî ve dünyevî işlerle uğraş­ması bazan günün evvelinde cumaya gitmesinden daha faziletli olabilir. Şüphesiz namazdan sonra diğer bir namazı beklemek ve bir kimsenin diğer bir namazı kılıncaya kadar namaz kıldığı yerde oturması, gidip tekrar ikin­ci bir namazı kılmak için başka bir vakitte geri dönmesinden daha faziletli­dir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) buyururlar ki:

"(Bir namazı kılıp başka bir) namazı bekleyen sonra imamla birlikte kılan kişinin sevabı, namazı kılıp ailesinin yanma dönen kimseninkinden daha fazladır."[978]

"Namazı bekleyen kimse namaz kıldığı yerde oturduğu müddetçe me­lekler devamlı onun için dua ederler."[979]

Hz. Peygamber (s.a.), bir namazı kıldıktan sonra başka bir namazı kılmak için beklemenin, Allah tarafından günahların silinip derecelerin yük­seltilmesine vesile olan amellerden ve bağlılığın sembollerinden olduğunu haber vermiştir,[980]

Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

"Bir farz namazı kılıp bir başkasını daha kılmak için oturup bekleyen kimseyle Allah meleklerine övünür."[981]

Bu hadisler gösteriyor ki, sabah namazını kıldıktan sonra oturup cu­mayı bekleyene, gidip sonra vaktinde gelene verilenden daha çok sevab verilir. Medinelilerin yahut diğerlerinin böyle yapmamış olmaları, bu ame­lin mekruh olduğunu göstermez. Günün evvelinde erken davranarak cuma­ya gelmek konusu da aynen böyledir. Allah en iyi bilendir. [982]


[962] Buharı, 11/4; Müslim, 850; Mâlik, Muvatta, 1/101; Tirmizî, 499; Ebu Davud| Nesâî, 3/99.

[963] Sebe, 34/12

[964] Bu delili ileri sürenler demek istiyorlar ki, şayet iş bizim dediğimiz gibi olmasa ve "ravâh" kelimesi gündüzün evvelinde gitmek anlamına gelseydi, ilk devir müslü-manları böyle bir hayrı kaçırmak istemez, gündüzün evvelinde camiye gitme konu­sunda birbirleriyle yarış ederlerdi. Oysa onların güneş doğar doğmaz camiye gitme­diklerini bilmekteyiz,

[965] Ebu Davud,  1048; Nesâî, 3/99. Senedi kuvvetlidir.

[966] Yukarıda geçti. Hadis zayıftır.

[967] Bk. Namaz Bölümü.

[968] Buharı, 11/31; Müslim, 850; Nesâî, 3/98; İbn Mâce, 1092.

[969] Sebe, 34/12.

[970] Buharî,  10/26; Müslim, 669; Ahmed, Müsned, 2/509.

[971] Beyit, Şair Saletân es-Sa'dî'ye aittir. Câhiz, Kitabu'I - Hayevân adlı eserinde kaydet­miştir.

[972] et-tehzîb, 5/221, 222.

[973] Îmruü'1-Kays, Divan, s.63.

[974] Mâlik, Muvatta, 1/68. Aynca Buharı (10/9) de rivayet etmiştir.

[975] Lebîd, Divan,  s.45.

[976] Cefr ve Hacr yer isimleridir. Sa' ise 2.917 kg ağırlığında bir ağırlık ölçüsü birimidir. Ancak çeşitli yörelere göre değişmektedir.

[977] et-Tehzîb, 6/43,45.

[978] Buharî, 10/31; Müslim, 662.

[979] Buharî,  10/36; Müslim, 649; Mâlik, Muvatta,  İ/160.

[980] onun dileğini yerine getirir."

Müslim, 251; Mâlik, Muvatta,  1/161.

[981] tbn Mâce, 801. İsnadı sahihtir.

[982] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/370-379.