๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2011, 15:21:08



Konu Başlığı: Çocuğa bakacak kimsede aranacak şartlar
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Mayıs 2011, 15:21:08
6 — Çocuğa Bakacak Kimsede Aranacak Şartlar:

 

Hz. Peygamber'in (s.a.) çocuğun annesine verileceğine hükmetmesi ve: "Evlenmediğin sürece sen ona daha çok hak sahibisin." buyurması, kayıtsız ve kâfir, köle, fasık, yolcu olsa bile her anne için lehine hükmü gerektirecek genellikte değildir. Böyle bir genellemenin hadisten çıkarılması doğru olmadığı gibi, böyle bir hükmün olmayacağı da çıkarılamaz. Hidâne konusunda rnüslümanlık, hürriyet, diyanet ve mukim olma gibi şartların arandığına dair ayn, müstakil bir delilin bulunması durumunda bu, ne hadisin bir tahsisi ne de onun zahirine

muhalefet sayılmaz.

Çocuğun bakımını üstlenecek kimsede şu şartlar aranır:

1 — Çocukla aynı dinden olmaları. Bir kâfirin iki açıdan dolayıl müslüman üzerinde hidâne hakkı yoktur:

a)  Çocuğun bakımını üstlenen kimse, onu kendi dini üzere terbiye etme ve yetiştirme üzerine hırslı olur. Büyüdükten sonra çocuğun artık o dinden bir başkasına intikali zordur. Dolayısıyla o kimse çocuğu, Allah'ın kullarını üzerinde yarattığı fıtrat halinden değiştirebilir ve o çocuk bir daha asla fıtrî haline yeniden dönemez. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) bu konuda "Her doğan fıtrat üzere (yani tabiî din olan İslâm'ı kabule meyilli olarak) doğar da ebeveyni onu ya yahudi ya hıristiyan, ya da mecusî yapar."'[41] buyurmuştur.  Dolayısıyla çocuğun bakımını üstlenecek kimsenin müslüman olmaması durumunda onu yahudi veya hırlstiyan yapmasından emin olunamaz.

Burada, "Hadis, sadece ebeveyn hakkında varid olmuştur." şeklinde bir itiraz akla gelebilir.

Cevaben şöyle deriz: Hadis, galibe itibarla söylenilmiş olup hasr mânası ifade etmez. Zira galib ve mutad olan, çocuğun ebeveyni yanında yetişmesidir. Ebeveynden birisi veya her ikisi kaybedildiği zaman, çocuğun velisi ebeveynin yerini alır.

b)  Yüce Allah, müslümanlarla kafirler arasında velayete [muvâlâta) son vermiş ve müslümanlan birbirlerinin velileri, kâfirleri de yine kendi aralarında birbirlerinin velileri kabul etmiştir. Hidâne ise, Yüce Allah'ın bu iki grup arasında kesip atmış olduğu velayet türünün en güçlü olanlarından birisidir.

Re'y âlimleri, İbnu'l-Kâsım ve Ebu Sevr: "Anne kafir, çocuk müslüman olsa bile, hidâne hakkı sabit olur." demişlerdir. Bunlar delil olarak Nesâî'nin Sünen'inde rivayet ettiği Râfi b. Sinan hadisini kullanmışlardır: Bu zat müslüman olmuş, karısı ise müslüman olmaktan imtina etmişti. Kadın Hz. Peygamber'e (s.a.) gelmiş ve: "Benim kızım! Daha yeni sütten kesildi, ya da öyle bir şey!" demiş; Râfi': "Benim kızım!" demiş ve her ikisi de çocuğu talepte bulunmuşlar. Hz. Peygamber (s.a.) Râfi'e: "Bir köşeye otur!", kadına da: "Sen de bir köşeye otur!" buyurmuş ve her ikisine birden: "Çocuğu kendinize çağırın!" diye emretmişlerdi. İlk anda çocuk annesine doğru meyletmiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.): "Allah'ım! O çocuğa doğruyu göster!" diye dua etmiş ve çocuk hemen babasına meyletmiş, babası da çocuğu almıştır.[42]

Bunlar aklî delil olmak üzere de şöyle demişlerdir: "Hidâne hakkı iki şeyden dolayıdır: Emzirmek ve çocuğun hizmetinde bulunmak. Bunların her ikisi de kâfir olan annede mevcuttur."

Diğerleri ise şöyle demişlerdir: Bu hadis Abdülhamid b. Cafer b. Abdullah b. el-Hakem b. Râfi' b. Sinan el-Ensârî el-Evsî'in rivâyetindendir. Onu illet konusunda imam olan Yahya b. Saîd el Kattan zayıf bulmuştur. Süfyân es-Sevrî de ona hücumda bulunurdu[43]' İbnu'l-Münzir ve daha başkaları hadisi zayıf kabul etmişlerdir. Olayda birbirini tutmayan ifadeler (muzdariblik) vardır: Muhayyer bırakılanın kız çocuğu olduğu da rivayet edilmiş, erkek çocuğu olduğu da rivayet edilmiştir. eş-Şeyh (İbn Kudâme) el-Muğni'de şöyle der: "Hadise gelince, bundan başka türlü de rivayet edilmiştir. Onu nakil erbabı sabit görmemektedirler. İsnadı hakkında tenkitler vardır. Bunun böyle olduğunu İbnu'l-Münzir haber vermiştir."

Sonra bu hadis, İslâm şartını ileri sürenlerin görüşüne delil olarak kullanılabilir. Zira çocuk annesi tarafına meyledince, Hz. Peygamber (s.a.), doğruyu ona göstermesi için Allah'a dua etmişti de çocuk babasına yönelmişti. Bu durum göstermektedir ki, çocuğun kâfir ile birlikte olması, Yüce Allah'ın kullan için arzu buyurdukları hidâyetin aksi bir durum olmaktadır. Eğer çocuğun annesiyle kalması kesinleşseydi, o zaman hadiste delil olabilirdi. Oysa ki, Yüce Allah böylesi bir neticeye, Peygamberinin duası neticesinde imkân vermemişti

Şaşılacak hususlardan birisi de onların "Fâsıkın hidâne hakkı yoktur." demeleridir. Küfürden daha büyük bir fısk olur mu? Çocuğun, fâsıkın meşrebi üzerinde yetişmesi neticesinde beklenilen zararla, kâfir yanında yetişmesi neticesinde sözkonusu olacak olan zarar hiç bir olur mu? Kaldı ki, doğru olan görüşe göre, hidâne konusunda çocuğa bakmak durumunda olan kimsede adalet şartı asla aranmamaktadır. Her ne kadar bu şartı İmam Ahmed ve Şafiî'nin tabileri ileri sürmüşlerse de bu isabetli değildir. Eğer çocuğun bakımını üstlenecek kimsede adalet şartı aranacak olursa, çocuklar zayi olur ve ümmet üzerine büyük bir meşakkat biner, sıkıntılar doğar, İslâm'ın doğuşundan kıyamete dek fasıklara ait çocuklar olagelecek ve bunlar çoğunluğu teşkil etmekle birlikte, dünyada hiçbir kimse onlara el atmayacaktı! Bu olacak şey değildir. İslâm'da,ebeveyni veya onlardan birisi fâsıktır, gerekçesiyle çocuğun onlardan alındığı hiç görülmüş müdür? Zorluk, meşakkat ve sıkıntı doğurmada bu —kaldı ki çeşitli asır ve şehirlerde sürdürülen uygulama bunun aksinedir— nikâh velayeti konusunda adalet şartını

ileri sürmek gibidir. Çünkü nikâh olayı hemen her yerde, her asır ve şehirde, köylerde, kırlarda olan bir şeydir ve bu işi üstlenen velilerin büyük çoğunluğu da fâsıktırlar. Fâsıkîık tâ öteden beri olagelen bir şeydir. Ne Hz. Peygamberin ne de sahabeden herhangi birisinin, hiçbir fâsıkı çocuğunu terbiye etmekten ve onun bakımını üstlenmekten menettikleri, velayeti altında bulunan kızlarını evlendirmekten alıkoydukları vaki değildir. Genelde görüyor ve müşahade ediyoruz ki, bir insan fâsik da olsa, çocuğu hakkında ihtiyatlı davranmakta ve onu ihmal etmemekte, onun hayır ve salâhı için çalışmakta, çaba göstermektedir. Her ne kadar bunun aksi de düşünülebilrse de, bu mutad olana nisbetle son derece az olmaktadır. Sâri' Teâlâ bu gibi hususlarda cibillî olan motife (duygu, güdü) itimatla yetinmekte, ek şartlar aramamaktadır. Eğer fâsık kimse hidâne hakkından, velayetinde bulunan kızlarını evlendirme yetkisinden mahrum olacak olsaydı, bunun beyan edilmiş olması ümmet için son derece önemli bir husus olur ve ümmet onun nakline itina gösterir, onunla amel edegelirlerdi. Eğer böyle bir durum olsaydı, nasıl olur da bunu bırakırlar ve tam aksiyle amel edegelirlerdi. Bunun tasavvuru^ caiz değildir. Eğer fâsıkîık çocuğun bakımını üstlenmeye mani bir durum olsaydı, o takdirde zina eden, içki içen veya başka bir büyük günah işleyen herkesin küçük çocuklarının kendisinden alınıp başka birisinin yanma verilmeleri gerekirdi. En iyi bilen Allah'tır.

2 — Evet, hidâne konusunda "akıl" şarttır; mecnûn ya da bunak birisinin, küçük çocuğun hidâne hakkı bulunmamaktadır.  Çünkü bunlar   kendilerine   bakacak,   üzerlerine   kefil   olacak   kimselere muhtaçtırlar; bu durumda nasıl başkalarına kefil olabilir, onların işlerini üstlenebilirler?

3 — Hürriyet şartına gelince, bu konuda kalbin kabule meyledeceği bir  delil  bulunmamaktadır.   Buna  rağmen  üç  imam  bunu   şart koşmuşlardır. İmam Mâlik, cariye bir kadından çocuğu olan hür bir kimse hakkında:  "Anne,  satılmadıkça o çocuğa  daha çok hak sahibidir. Satılması durumunda ondan babaya intikal eder." demiştir ki, doğrusu da işte budur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.): "Hiç bir anne çocuğundan ayrılamaz."[44]  ' ve yine: "Kim bir anne ile çocuğu arasını ayırırsa, kıyamet gününde Allah onunla sevdikleri arasını ayırır."[45] buyurmuştur. Onlar, satış  akdinde  cariye  anne  ile  çocuğunun  arasını  ayırmanın caiz olmayacağını söylemişlerdir; bu durumda nasıl hidâne konusunda anne ile çocuğu arasını ayırabilmektedirler? Hadisin umumu, anne ile çocuğunun aralarının ayrılmamasını, hem satış hem de hidânede mutlak olarak yasaklamaktadır. Onların, cariye annenin menfeaatlerinin efendisinin mülkü olması, ve devamlı onun hizmetinde bulunması sebebiyle çocuğun hizmetinde bulunamaz, şeklinde ileri sürdükleri mazeret kabul edilemez. Aksine hidâne hakkı cariye olan anneye aittir ve bu hak çocuğun hizmete ihtiyaç duyduğu anlarda efendinin hakkına — satış akdinde olduğu gibi— takdim olunur. Cariye olan annenin nikâhtan hali olması keyfiyeti ise, daha önce geçmişti.

Burada dikkat çekmemiz gereken bir husus vardır: Biz nikâh sebebiyle hidâne hakkını anneden düşürüp bir başkasına nakledeceğimiz durumda, eğer başka yakın bir akraba olmaz da sadece anne bulunursa, bu durumda annenin hidâne hakkı düşmez. O, hâkimin çocuğu kendisine teslim edeceği bir yabancıdan daha çok hak sahibidir. Çocuğun (evli de olsa) annesinin kucağında büyüyüp terbiye görmesi; tamamen yabancı olan, aralarında şefkat ve merhameti gerektiren bir yakınlığın bulunmadığı bir kimsenin evinde terbiye görüp yetişmesinden daha uygundur. Şeriatın, bir mefsedeti, kendisinden daha büyük bir mefsedet ile gidermesi muhaldir. Hz. Peygamber asla genel ve küllî bir hükümde bulunmamış ve: "Evlenen her kadının hidâne hakkı her hal ve durumda düşer." buyurmamışdır ki, bu durumda hidâne hakkının anne için sabit olacağı şeklindeki bir hüküm nassa muhalif düşmüş olsun.

4 — Aynı ülkede olma şartına gelince; eğer ebeveynden birisinin yolculuğu bir ihtiyaçtan dolayı olur ve sonra dönerse, diğeri de mukim ise, mukim olan çocuk üzerinde daha çok hak sahibidir. Çünkü küçük çocukla yolculuk yapmak, özellikle de çocuğun emzikli olması durumunda, ona zarar verir ve onun ziyanına sebep olabilir. Fukaha hükmü bu şekilde mutlak olarak belirtmişler ve hac yolculuğunu diğer yolculuklardan istisna etmemişlerdir. Eğer ebeveynden birisi, diğerinin bulunduğu yerden başka bir yere ikamet etmek için göç edecekse, bakılır; yol ve gideceği yer veya bunlardan birisi emniyet telkin etmiyorsa, ebeveynden mukim olan çocuk üzerinde daha çok hak sahibidir. Eğer her ikisinde de güvenlik varsa, bu durumda iki görüş vardır. Bunların her ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir: Birincisi: Bu durumda hidâne hakkı, çocuğun terbiye, tedîb ve tahsilini yaptırabileceği için, babaya aittir. Bu aynı zamanda İmam Mâlik ve Şafiî'nin de görüşleridir. Kadı Şüreyh de bu doğrultuda hükümde bulunmuştur. İkincisi: Anne daha çok hak sahibidir. Üçüncü bir görüş daha bulunmaktadır: Buna göre başka yere göçen, eğer baba ise, çocuk üzerinde anne daha çok hak sahibidir. Yok, göç eden anne ise ve asıl nikâhın yapıldığı memlekete göç etmiş ise, yine o daha çok hak sahibidir. Ama bir başka memlekete göç etmişse, bu durumda baba daha çok hak sahibidir. Bu görüş de Ebu Hanife'ye aittir. Ebu Hanife'den bir başka rivayet daha nakledilmiştir: Eğer kadının göçü, bir beldeden köye ise baba daha çok hak sahibidir. Eğer kadın bir beldeden başka bir beldeye göç etmişse, öncelik hakkı kendisine aittir.

Bütün bunlar, görüldüğü üzere, kalbin kabule meyledeceği bir delilden yoksun görüşlerdir. Doğrusu, bu konuda çocuğun yararına ve onun çıkarlarına uygun olanı kollamak ve ihtiyatlı davranmak, ikamet ya da göçten hangisi çocuk için daha uygun ise, koruma ve muhafazaya hangisi daha elverişli ise onu tercih etmektir. Bunun dışında bizzat ikamet ya da yolculuk halinin bir tesiri yoktur. Tabiî bütün bunlar, eşlerden birinin göçle birlikte diğerine bir zarar vermek ve çocuğu elinden almak gibi bir garazı olmamak durumuyla ilgilidir. Eğer böyle bir art niyeti varsa, o takdirde onun bu arzusuna icabette bulunulmaz.

"Evlenmediğin sürece sen daha çok hak sahibisin." sözü hakkında: "Burada hazif vardır ve sözün tamamı: 'Evlenip, kocan seninle zifafta bulunup da akabinde hakimin hidâne hakkının düştüğüne hükmetmedikçe...' şeklindedir." denilmiştir. Bu uzak bir zorlamadır ve lâfız buna müsait değildir, hiçbir şekilde böyle bir delâleti yoktur. Bu mânanmı sıhhati üzerine "iktizâ" yolu ile delâlet de bulunmamaktadır.

"Zifaf şartı, şart koşanlara göre "evlenmedikçeî lâfzı içerisinde yer almaktadır. Nitekim şer'î tahlil ile ilgili âyette de nikâh kelimesi "zifaf mânasında kullanılmıştır. Zifaf şartım aramayanlara göre ise, hadisteki "nikâh" (evlenmek) sözcüğünden maksat nikâh akdi olmaktadır.

Hidâne hakkının düşmesine dair hâkimin hükümde bulunmasına gelince, buna ancak tarafların çocuk hakkında nizaa düşmeleri ve husumetin ortaya çıkması durumunda ihtiyaç duyulur.Bu durumda hâkimin hükmü, Hz. Peygamber'in (s.a.) hükmünün infazı olmuş olur. Yoksa Hz. Peygamber hidâhe hakkının düşmesini, hâkimin hükmüne bağlamış değildir. Aksine bizzat kendi hidâne hakkının evlilikle düşmesine hüküm buyurmuştur. Daha sonraki hâkimlerin bu doğrultuda hüküm vermiş ya da vermemiş olmaları durumu değiştirmez. Bunun delili. Hz. Peygamber'in, evlenmediği sürece çocuk üzerinde annenin daha çok hak sahibi olduğuna, evlendiği zaman ise bu hakkın ortadan kalkarak başkasına intikal edeceğine dair olan bu hükümleridir. Hidâne hakkı sahibi çocuğu talepte bulunduğu zaman, karşısındaki kişinin onu kendisine vermesi gerekmektedir. Eğer bundan kaçınır ve çocuğu hak sahibine teslime yanaşmazsa, o zaman hâkim onu icbar eder. Eğer hak sahibi hakkını düşürür veya talepte bulunmazsa, durum eskiden olduğu hal üzere kalır. Bu genel bir kaidedir ve diğer hadislerden çıkarılmıştır.

Hidâne konusunda ebeveyn arasında çocuğun bir seçimde bulunamayacağı görüşünde olanlar bu hadisin zahirini delü olarak kullanmışlardır. İstidlal şekli şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.) "Sen çocuk hakkında daha çok hak sahibisin!" buyurmuştur. Eğer çocuk muhayyer bırakılacak olsaydı, bu takdirde anne, çocuk kendisini tercihte bulunmadıkça daha çok hak sahibi olamazdı. Nitekim baba da aynı şekilde çocuk kendisini tercihte bulunmadıkça öncelikli olarak hak sahibi olamazdı. "Çocuk seni tercih ettiği takdirde sen daha çok hak sahibisin." şeklinde bir takdir yapılacaksa, aynı takdir baba için de yapılabilir. Oysa ki, Hz. Peygamber (s.a.) anneyi, niza durumunda kayıtsız olarak üstün hak sahibi kabul etmiştir. Bu, İmam Ebu Hanife ve Mâlik'in görüşleridir.. Biz bu meseleyi ve onunla ilgili fukahanın görüşlerini, kullandıkları delillerini zikrediyor ve içlerinden Hz. Peygamber'in (s.a.) hükmüne uygun olanı tercihte bulunuyoruz.

1 — Ebu Bekir Sıddîk'ın (r.a.) görüşü: Abdürrezzâk, îbn Cüreyc — Atâ el-Horâsâni  —  İbn Abbas kanalıyla nakleder:  Hz.  Ömer karısını boşamıştı. (Daha sonra önceden geçen haberi nakleder.) Hz. Ebu Bekir kendisine: "Çocuk için annesinin kokusu ve yatağı, büyüyüp temyiz çağma gelip kendi başına bir tercihte bulununcaya kadar, senden daha hayırlıdır." demiş ve çocuğun, büyüyüp de temyiz çağına ulaşıp kendi tercihini yapıncaya kadar annesine verilmesine hükmetmiştir. ,

2 — Hz. Ömer'in görüşü: İmam Şafii, İbn Uyeyne — Yezid b. Yezid b, Câbir — İsmail b. Ubeydullah b. Ebi'l-MuMcir — Abdurrahman b. Ganm senediyle, "Hz. Ömer'in (r.a.) bir çocuğu annesiyle  babası arasında muhayyer kıldığını" rivayet etmiştir.

Abdürrezzâk, İbn Cüreyc — Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr senediyle, "Hz. Ömer'in bir çocuğu annesiyle babası arasmda muhayyer bıraktığını, çocuğun annesini tercih ettiğini ve kadının çocuğunu alarak götürdüğünü" nakletmiştir.

Yine Abdürrezzâk, Ma'mer — Eyyûb — İsmail b. Ubeydullah — Abdurrahman b. Ganm senediyle rivayette bulunmuştur: Hz. Ömer'in huzurunda bir çocuk hakkında dava sözkonusu olmuş, o da "Çocuk büyüyüp kendi tercihini söyleyinceye kadar, annesiyle beraberdir." diye hükümde bulunmuştur[46]

Saîd b. Mansûr, Hüşeym — Hâîid — Velîd b. Müslim tarikiyle nakleder: Bir yetim çocuk hakkında Hz. Ömer'e muhakeme olmak üzere baş vurmuşlardır. Hz. Ömer çocuğu muhayyer bırakmış ve çocuk annesini amcasına tercih etmiştir. Hz. Ömer: "Annenin sana olan şefkati, amcanın bolluğundan senin için daha hayırlıdır." buyurmuştur.

3 — Hz. Ali'nin görüşü: İmam Şafiî (raj, İbn Uyevne — Yunus b. Abdullah el-Cermî — Umâre el-Cermî senediyle nakleder: Râvî Umâre şöyle anlatır: "Hz. Ali, beni annemle, amcam arasında muhayyer bıraktı. Sonra benden daha küçük olan kardeşim için de: "Eğer şu da bunun kadar büyük olsaydı, onu da muhayyer bırakırdım." dedi." [47]

Yine İmam Şafiî, İbrahim — Yunus — Umâre — Hz. Ali kanalıyla benzeri bir rivayette bulunmuş ve bu rivayette Umâre: "O zaman yedi veya sekiz yaşında idim." demiştir.

Yahya el-Kattân, Yunus b. Abdillah el-Cermî — Umâre b. Ruveybe senediyle nakleder: Umâre şöyle der: "Benim hakkımda annemle amcam Hz. Ali'nin huzurunda mahkemelik oldular. Hz. Ali beni üç defa muhayyer kıldı ve ben her defasında da annemi seçiyordum. Küçük bir kardeşim daha vardı. Hz. Ali: "Şu da bunun kadar olsaydı o da muhayyer bırakılırdı." dedi.

4 — Ebu Hureyre'nin görüşü: Ebu Hayseme Züheyr b. Harb, Süfyân b. Uyeyne — Ziyâd b. Sa'd — Hilâl b. Ebî Meymûne  kanalıyla nakleder. Hilâl şöyle anlatır: Ebu Hureyre'nin bir çocuğu babasıyla annesi arasında muhayyer kıldığına ve akabinde: "Hz. Peygamber (s.a.), bir çocuğu babasıyla annesi arasında muhayyer kılmıştır." dediğine şahit oldum[48]

Bunlar sahabelerle ilgili tesbit edebildiklerimizdir. Şimdi ise imamların görüşlerine geçmek İstiyoruz: [49]



[41] Buharı, 23/93 ; Müsltm, 2658 .

[42] Ebu Davud, 2244 ; Nesâî, 6/185 .

[43] Sevrî'nin onu zayıf bulması, görüşünden dolayı idi. Yahya b. Saîd ise onu bir defasında zayıf bulmuş, bir defasında da sika bulmuştur. Onu İbn Maîn, Ahmed, Ebû Hatim, Nesâî, İbn Adiy, îbn Sa'd, es-Sâcî de sika bulmuşlardır. I3u durumda hadisi hasen mertebesinden daha aşağıda değildir. Bu yüzden de el-Hâfız onun hakkında Takrib'de "Sadûktur, ama vehimde bulunmuştur." demiştir. Hadis daha önce de geçtiği gibi hasendir.

[44] Beyhakî, 8/5. Senedinde   İbn Lehîa vardır ve o zayıftır. Onun şeyhi Ömer b. Abdullah da zayıftır.

[45] Ahmed, 5/412 , 413,   Tirmlzi,  1283 ; Dârimî, 2/227, 228. Senedi hasendir. Hâkim, (2/55) hadisi sahih kabul etmiş ve Zehebî de one katılmıştır.

[46] Râvileri sikadır. Musannef, 12606 .

[47] Musannef, 12609 ; Beyhakî, 8/4 . Ibn Ebi Hatim .Umâre   el-Cermfyi zikretmiş onun hakkmda   herhangi bir cerhte bulunmamıştır.

[48] RâvÜeri sikadır. Kaynaklan daha önce geçmişti.   .

[49] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/55-62.