๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 13 Temmuz 2011, 17:35:32



Konu Başlığı: Cihadın farz kılınışı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 13 Temmuz 2011, 17:35:32
2— Cihadın Farz Kılınışı:

 

Sonra Allah müslümanlara kendilerine savaş açanlarla savaşmayı farz kıldı, savaş açmayanlarla savaşmayı farz kılmadı. "Allah yolunda size savaş açanlarla savaşın." Buyurdu.[166]

Sonra müslümanlara, bütün müşriklerle savaşmayı farz kıldı. Müşrik­lerle savaş önce haramdı, sonra onlarla savaşa izin verildi, sonra savaş açan­larla savaşma emredildi, sonra da bütün müşriklerle savaşmak -iki görüşten birine göre farz-ı ayn, meşhur olana göre de farz-ı kifâye olmak üzere- em­redildi.

Araştırmanın ortaya koyduğu gerçek şu ki, kalb ile olsun, dil ile olsun, mal ile olsun, el ile olsun cihad etme farz-ı ayndır. Her müslüman bu türler­den biriyle cihad etmelidir. Bedenle cihad farz-ı kifâyedir. Mal ile cihadın farz olması konusunda iki görüş vardır. Doğrusu farz olduğudur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de malla ve canla cihad eşit olarak emredilmiştir. Nitekim Allah Te-âlâ buyuruyor ki: "İster arzu ederek, ister ağırlaşarak olsun hepiniz cihada çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Bilirseniz bu, si­zin için daha hayırlıdır. "[167]Allah, cehennemden kurtulmayı, günâhın bağış­lanmasını ve cennete girmeyi malla cihad etmeye bağladı: "Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir ticareti göstereyim mi? Allah'a ve Peygamberine inanırsınız, Allah yolunda mallarınızla, canlarınız­la cihad edersiniz. Bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Böyle yaparsanız Allah günâhlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere koyar. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. "[168] Şa­yet bu denilenleri yaparlarsa onlara istedikleri yardım ve yakın fethi verece­ğini haber verdi ve: "İstediğiniz bir başka şeyi daha verecektir."[169]buyurdu. Yani cihad konusunda istediğiniz bir başka şeyi "Allah'tan bir yardım ve ya­kın bir fetih" verecektir. Allah: "İnananlardan canlarını ve mallarını cennet karşılığı satın aldığım"[170] haber vermiştir. Mallarına karşılık bedel olarak on­lara, cenneti vermiştir. Bu sözleşme ve vaadi gökten indirdiği en faziletli ki­tapları olan Tevrat, İncil ve Kur'an'da muhafaza etti. Sonra ahde vefa konusunda, kendisinden daha vefalı hiç kimse bulunmadığını onlara bildirmek suretiyle bunu pekiştirdi. Ardından bunu da, sözleşme yaptıkları alış-verişten ötürü sevinmelerini emrederek pekiştirdi. Sonra onlara, bunun büyük bir kur­tuluş olduğunu bildirdi.

Artık Rabbiyle bu ahş-veriş akdini yapan düşünsün, mertebesi ne kadar muazzam, ne kadar yüce! Çünkü müşteri, Allah Teâlâ, para ise Naîm cen­netleri, Allah'ın rızasını elde etme ve orada O'nu görmek suretiyle menfaat-lenmedir. Bu akdin elinde gerçekleştiği kimse meleklerin ve insanların Allah katında en şerefli ve en değerlileri olan Allah elçisidir. İşte böyle bir ticaret malı, muazzam bir iş ve büyük bir durum için hazırlanmıştır.

"Seni öyle bir şey için hazırladılar ki, sen onun farkına varsan başıboş bırakılmış develerle birlikte otlamaktan nefsini çek oradan uzaklaştır."[171]

Sevginin ve cennetin mehri, inananlardan can ve mallarını satın alan, sev­ginin ve cennetin sahibine can ve malı feda etmektir, îflâs etmiş, yüz çevir­miş korkak bu ticaret malının ticaretini nerde yapsın! Vallahi bu mal o kadar ayağa düşmedi ki, iflas edenler onun fiyatını sorsun; o kadar değerini yitir­medi ki züğürtler veresiye satın alsın! Bu mal, arayıp soranların çarşısında pazara çıkarıldı. Sahibi de bedel olarak canlan feda etmekten başka bir şeye razı olmamakta! Bu yüzden tembeller geriledi, âşıklar ayağa kalkıp içlerin­den kimin canının mala bedel olmaya yaraşır olduğunu gözetlemeye koyul­dular. Mal aralarında döndü dolaştı. "İnananlara karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetli"[172] olanların eline düştü.

Muhabbet iddiasında bulunanlar çoğalınca davalarının doğruluğuna delil getirmeleri istendi; şayet insanlara sırf iddia etmekle, iddia ettikleri şey veri­lecek olsaydı boş adam, meşgul adamın sanatını iddia ederdi. Davacılar tür­lü türlü şahitler getirmeye kalkıştılar. Onlara denildi ki: Bu dava delilsiz ispat edilemez. "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sev­sin."[173]» Bunun üzerine bütün halk geriledi; fiillerinde, sözlerinde, tavırlarında ve ahlâkında Peygamberi izleyenler yerlerinde kaldılar. Bu sefer âdil şahit ge­tirmeleri istendi ve denildi ki: Adalet ancak "Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler." âyetinin[174] tezkiyesiyle ka­bul edilir. Bunun üzerine muhabbet iddiasında bulunanların çoğunluğu geri­ledi, mücahidler ayakta dikili kaldılar. Onlara denildi ki: Âşıkların canlan ve malları kendilerinin değildir. Akit konusu olan şeyi teslim edin. Çünkü Allah, inananlardan canlarını ve mallarım cennet karşılığında satın aldı. Alış­veriş akdi, her iki tarafın da üzerine düşeni teslim etmesini gerektirir. Tüc­carlar müşterinin azametini, bedelin miktarım, ahş-veriş akdi elinde gerçek­leşen zatın kadrinin yüceliğini ve bu akdin yazıldığı kitabın değerini görünce satışa çıkarılan malın, başka mallarda bulunmayan bir değere ve özelliğe sa­hip olduğunu anladılar; bu malı lezzet ve zevki gidecek, geriye kötü neticesi ve üzüntüsü kalacak sayılı dirhemler karşılığında düşük bir pahaya satmanın apaçık bir ziyan ve anormal derecede bir aldanma olduğunu ve bunu yapan kimsenin sefihler grubuna dahil olacağını görüp müşteriyle, geri dönebilme (muhayyerlik) şartı ileri sürmeksizin isteyerek, gönül hoşluğuyla hoşnudluk ahm-satımını (bey'atu'r-rıdvânı) gerçekleştirdiler ve: "Vallahi ne sen istedi­ğin için alış-verişi bozarız, ne de senden bu alış-verişi bozmanı talep ederiz." dediler. Akit tamam olup satılan malı teslim ettikleri vakit onlara denildi ki: Canlarınız ve mallarınız bizim oldu. Şimdi onları size olduğundan daha bol bir şekilde, mallarınıza kat kat mal katarak geri veriyoruz. "Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Bilâkis Rableri katında diridirler, nzıklamrlar."[175] Biz, sizden canlarınızı ve mallarınızı üzerinizden kâr sağlamak amacıyla iste­medik. Bilâkis kusurlu şeyi kabul edip ona karşılık en yüksek pahayı vermekle cömertlik ve keremin eseri ortaya çıksın diye böyle yaptık. Sonra bedeli de, o bedel karşılığı alınan malı da size verdik.

Câbir b. Abdullah olayını düşün! Hz. Peygamber (s.a.) ondan devesini satın almıştı. Sonra ona devenin bedelini fazla fazlasına ödedi ve deveyi ye­niden ona geri verdi.[176] Babası, Uhud savaşında Hz. Peygamber'in (s.a.) ya­nında şehid düşmüştü. İşte bu davranışla Hz. Peygamber (s.a.) ona, babasının Allah'la olan durumunu hatırlattı ve ona haber verdi ki: "Allah babanı di­riltti ve onunla karşı karşıya konuştu: 'Ey kulum! Dile benden, dilediğini* dedi."[177]

Cömertlik ve keremi muazzam olan Allah'ı yaratıkların ilmi kuşatmak­tan   uzaktır!   Şu   işe   bak!   Hem   malı   verdi,   hem   bedeli   verdi, hem akdin tamamlanmasını sağladı, hem satılan malı kusuruna rağmen ka­bul etti, hem ona en yüksek fiyatı verdi, hem kulunu kendisinden malı karşı­lığı satın aldı, hem bedeli ve malı onda topladı, hem de bu akitten ötürü onu Övdü, medhetti! Oysa kulunu buna muvaffak kılan ve bunu ondan isteyen de O'dur!                         

"Haydi koş, himmet sahibi isen. Arzu sürücüsü seni sürdü. Artık mesa­feleri katlayıver.

Onların muhabbet ve hoşnutluk tellâlları çağırınca ona tam bin kerg'buyur!' de.

Önlerindeki yükseklere bakma. Şayet yüksek tepelere bakarsan onlar en­gele dönüverirler.

Yol alırken oturanın yoldaşlığını bekleme, bırak onu. Çünkü seni sürü­cü olarak arzu yeter.

Onlardan, onlara (gitmek için) azık al. Doğru yolu, sevgi yolu üzere git, hedefe ulaşırsın.

Ayakların (yorgunluktan) atını mahmuzlayamaz hale gelip özgengilere yakın seyrettiği vakitte onların yadıyla ayak hareketlerini canlandır. Hatırla­yış, seni gayrete getirecektir.

Yorgunluktan korkarsan ona: "Önünde kavuşma payı var, su kaynak­ları ara." de.

Onların nurundan bir kıvılcım yakala. Sonra onunla yoluna devam et. Onların nuru sana rehber olur, doğruyola iletir; meşaleler değil.

Erâk vadisine koş, orada öğle uykusuna yat. Belki onları görürsün. Sonra eğer istersen orada.

Yok eğer dilersen benim yanımda dostların durakladığı Arafat yakının­daki Na'man'da kalırsın, İstediğin vakit onları ararsın.

Bu da olmazsa geceyi Müzdelife'de geçirirsin, bunu da kaçırırsan Mi-na'da geçirirsin. Gafil olana yazıklar olsun!

Adn cennetlerine koş. Çünkü onlar senin ilk menzillerindir, oralarda ko­nakladın.

Ancak menzillere ağlayıp tepelerde durduğundan ötürü düşmanlar seni esir aldı.

Ebedîlik cennetindeki mezîd gününe koş. Feda edeceksen cömertçe ca­nını feda et.

Oraları silik izlerle bırak. Oralarda hiçbir öğle uykusuna yatılacak yer yoktur. Geç-git o yerleri, konulacak yer değildir onlar.

Halk sık sık gidip geldiğinde o izleri sildi. O izlerden nicesi öldürülmüş ve onlar arasında nicesi de bu halkı öldürmüştür.

Dostlar kervanının şen bir şekilde üzerinde yolculuk ettiği bu yolun üze­rindeki izlerden sağ taraftakini tut ve de ki:

"Ey nefis, bir saat sabır göstererek bana yardım elini uzat. Kavuşuldu-ğunda bu sıkıntı da kaybolur gider.

Yalnız bir saat, o da gelir geçer. Üzüntü, keder içinde bocalayan kişi de sevinir, rahat nefes alır." [178] 
 

[166] Bakara, 2/190.

[167] Tevbe, 9/41

[168] Saff, 61/10-11

[169] Saff, 61/12

[170] Tevbe, 9/111.

[171] el-Tuğrâî'nin Lâmiyetü'l-Acem adlı kasidesinin son beytidir.

[172] Mâide, 5/54.

[173] ÂH İmrân, 3/31.

[174] Mâide, 5/54.

[175] Âl-i İmrân, 3/169.

[176] Buharı, 40/8, 43/1, 46/26, 54/4; Müslim, 715; Tirmizî, 1253; Ebu Davud, 3505; Nesâî, 7/297, 300; İbn Mâce, 2205

[177] Tirmizî, 3013; İbn Mâce, 190 ve 2800. Senedi hasendir.

[178] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 3/107-112.