๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 31 Mayıs 2011, 15:47:30



Konu Başlığı: Boşama ehliyeti
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 31 Mayıs 2011, 15:47:30
A) BOŞAMA EHLİYETİ


1— Gayr-I Ciddi Boşama Konusundaki Hükmü:


 

Sünen'dc, Ebu Hureyre hadisi şöyledir: "Üç şey vardır ki, ciddisi de cid­didir, şakası da ciddidir: Nikâh, talâk, ric'at (ric'î talâkta dönüş)."[776]

Yine Sünen'de yer verilen İbn Abbas hadisi ise: "Yüce Allah ümmetim­den hata, unutma ve tehdid altında yapılan şeyleri kaldırmıştır." şek­lindedir[777]

Yine Sünen'det Hz, Peygamber (s.a.): "îğlâk (yani zorlama) halinde ne talâk ne de âzad yoktur." buyurmuştur.[778]

Zina ikrarında bulunan birisine: "Sende delilik falan var mı?" buyur­duğunu sahih olarak bilmekteyiz[779]

Yine aynı kişinin, (sarhoş mu değil mi diye) ağzını koklamalarım emret­tiği de sabittir.[780]

Buharı, Sahihimde zikreder: Hz. Ali, Hz. Ömer'e şöyle demiştir: "Ka­lemin üç kişi üzerinden kalktığını bilmiyor musun? İfakat (sağlık) buluncaya kadar deliden, bulûğ çağına erinceye kadar sabiden, uyanmcaya kadar uyu­yandan. "[781]

Yine Sahih'te Hz. Peygamber (s.a.): "Allah şüphesiz ki, ümmetimden, içinden geçirdikleri şeyleri, konuşmadıkça veya fiile dökmedikçe affetmiştir." buyurur[782]

Bu hadisler, dil ile ifade edilmeyen talâk, âzâd, yemin veya adak (nezir) ve benzerinin vaki olmayacağını, niyet ve kasıtla bağlayıcılık arzetmeyeceği-ni ortaya koyar.

Çoğunluk ulemanın görüşü böyledir.                         

Konu ile ilgili iki görüş daha vardır:                           

Birincisi: Tevakkuf etmek, kesin bir şey söylememek: Abdürrezzâk, Ma'-mer'den nakleder: İbn Sîrîn'e, kendi içinden karışım boşayan kimsenin du­rumu hakkında soruldu. İbn Şîrîn "Allah senin içinde olan şeyi bilmez mi?" diye sordu. "Bilir!" diye cevaplayınca: "Öyleyse o konuda bir şey diyemem." dedi.

İkincisi: Kesin olarak kasdetmişse vuku bulacağı şeklindedir. Bu, Eşheb'in imam Mâlikken rivayetidir. Zührî'den de nakledilmiştir. Bunların delilleri: "Ameller, ancak niyetlere göredir." hadisi, içinden inkâr eden kimsenin kâ­fir olması ve "Gönlünüzde olanları açığa vursamz da gizleseniz de, Allah onun-la sizi sorguya çeker."[783] âyetidir. Ayrıca, günah üzerinde ısrarlı olan kim­se, onu yapmasa da fâsıktır ve sorumlu tutulur. Sevap ve ceza konularında kalbî fiiller, organlarla yapılan fiiller gibidir. Bu yüzdendir ki Aliah yolunda sevgi, gazap; dostluk ve düşmanlık, tevekkül, rıza, taat üzerine azim gösterme gibi konularda sevap vardır. Kibir, hased, kendini beğenme (imanı konu­larda) şüphe, riya, suçsuz kimseler hakkında sûizanda bulunma gibi husus­larda da azap vardır. Bütün bunlar da birer delildir.

Bu sayılan şeylerde, telaffuz edilmeksizin, sadece niyetten geçirilen ta­lâk ve azadın vuku bulacağına dair bir delil yoktur. Şöyle ki: Herşeyden önce "Ameller, ancak niyetlere göredir." hadisi, kendisi aleyhlerine delildir. Zira hadis, muteber olanın yalnız başına niyetin değil, niyetle birlikte amel oldu­ğunu bildirmektedir. Kalbi ile inkâr eden veya şüphe içerisinde olana gelince, o kâfirdir. Çünkü "ikrarla birlikte kalbin bağlanması, inanması" demek olan iman zail olmuştur. Kesin iman yok olunca, yerini küfür alır. Çünkü iman, kalb ile kâim ve onda varlığı olan biı durumdur. Kalb ile kâim olmadığı an­da zıddı olan küfür yerini alır. Tıpkı ilim ile cehalet gibi. İlim yoksa onun yerini cehalet alır. Diğer zıtlar da böyledir. Birisi yok oldu mu, onun zıddı hemen yerini alır.

Âyete gelince, onda kulun gizlediği şeyden dolayı hesaba çekileceği be­lirtilmektedir. Bundan şer'an, onun ahkâmı ile ilzam edileceği manası çıkmaz.

Âyette sadece kulun gizlediği, açıkladığı her şeyden hesaba çekileceği; sonra da affedileceği ya da cezalandırılacağı vardır. Bu nerede, niyetle talâ­kın vuku bulması nerede?!

Günah üzerinde ısrarlı olanın fâsık olacağı ve muahaze edileceği konu­suna gelince, bu, sadece günahı fiilen işleyen, sonra da onda ısrar eden kimse hakkında sözkonusudur. Burada, tekrar işlenilmesine azmedilen gerçekleşti­rilmiş bir amel vardır. Günahta ısrarlıhk bu demektir. Ama bir günaha az­metmiş, fakat onu işlememiş kimse farklıdır. Onun durumu şu iki şey arasın­dadır: Bu azmi ya aleyhine yazılmayacaktır, ya da eğer Allah rızası için fiili­yata dökmeden vazgeçti ise, lehine bir hasene (iyilik) yazılacaktır.

Kalbî fiillerden dolayı sevap ve azap ise doğrudur. Kur'an ve sünnet bu tür şeylerle doludur. Ancak dil ile söylemeden sadece niyetle talâk ya da aza­dın vukuu, sevap ve azab (ıkâb) ile ilgisi olmayan bir şeydir. İkisi arasında bir "lazımhk-melzumluk" ilişkisi yoktur. Zira kalbî fiillerden olup da azaba sebep olan şeyler, kalben işlenen masiyetler, günahlardır. Bedenen işlenen gü­nahlar nasıl cezayı gerektiriyorsa, bunlar da azaba müstahak kılarlar. Zira kalbî günahlar kalbin kulluğu ile bağdaşmaz. Çünkü kibir, kendini beğen­me, riya, suizan, bütün bunlar kalb için haram olan şeylerdir. Sonra bunlar kişinin elinde olan şeylerdir, kaçınmak mümkündür. Dolayısıyla yapıldığın­da azaba müstahak olunur. Bunlar kalb ile kâim olan manaların isimleridirler.

"Azad" ve "talâk" ise, dil ya da onun yerini tutan işaret veya yazı ile kâim iki tasarrufun isimleridirler. Dil ile ifadeden ârî, kalbte bulunan iki mâ­nanın isimlen değildirler. Dolayısıyla aralarında fark vardır.

Hadisler, mükellefin gayr-ı ciddi olarak (hezl, lâf olsun diye) o :aya koy­duğu talâk, nikâh ve talâktan rücû tasarruflarının kendisini bağlayacağını da gösterir. Bu uykuda olan, unutan, aklı başında olmayan ve zorlama altında olan bir insanın sözlerine itibar edilmese de, gayr-ı ciddi olanın sözlerinin dil-kate alınacağını gösterir. Aralarında şu fark vardır: Gayr-ı ciddi olan sözü kasıtlı söylemekte, fakat hükmünü murad etmemektedir. Bu ise onun yetki­sinde değildir. Mükellefe düşen sadece sebepleri ortaya koymaktır. Sebepler üzerine müsebbeblerin ve hükümlerinin tertibi ise Şârî'e ait bir yetkidir. O neticeyi mükellefin kasdedip etmediğine bakılmaz. Önemli olan onun, aklı başında ve sorumluluğu mevcut olduğu bir anda, kendi ihtiyarı ile sebebi or­taya koymasıdır. Sebebi ortaya koyduğu anda, Sâri', hükmünü onun üzeri­ne tertip eder, ister ciddi olsun, ister gayr-ı ciddi. Uykuda olanın, cinnet geçi­renin, delinin, sarhoşun ve aklı başında olmayanın durumları ise böyle değil-d;r. Çünkü bunların doğru bir kasıtları yoktur ve mükellef de değillerdir. Do­layısıyla, bunların sözleri, mânasını ve ne söylediğini bilmeyen çocuğun söz­leri mertebesinde boş sözlerdir.

Meselenin esası, sözün ne mânaya geldiğini bilerek söyleyen ve fakat hük­münü murad etmeyen kimse ile, sözü kasıtlı söylemeyen ve ne mânaya geldi-ğini de bilmeyen kimse arasındaki farkta yatmaktadır. Şâri'in dikkate alıp almaması açısından şu dört durum sözkonusudur:

1—  Hükmü kasdetmesi, fakat söze dökmemesi.

2—  Ne lafzı, ne de hükmünü kasdetmemesi.

3—  Lafzı kasdedip, hükmünü kasdetmemesi.

4—  Hem lafzı, hem de hükmünü kasdetmesi.

Bunlardan ilk ikisi dikkate alınmaz. Son ikisi ise muteberdir. Şâri'in bü­tün nass ve hükümlerinden çıkarılan netice budur. [784]


[776] Ebu Davud, 2194; Tirmizî, 1184; Dârakutnî, s. 432. Hadisin senedinde Abdurrahman b. Habib vardır, tbn Hacer Teihîs'dç şöyle der: "Onun hakkında ihtilâf edilmiştir." Nesâî: "Onun hadisleri münkerdir." derken, başkaları onu sika bulurlar. Bu durumda hadis ha-sendir. Hâkim (2/197,198) de hadisin sahih olduğunu söyler. Hadisin şahidleri vardır. Bk. Telhîsu'l-Habîr, 3/209.

[777] îbn Mâce, 2045; Tahavî, Maânî'l-Âsör, 2/56; Dârakutnî, 797; Hâkim, 2/198; İbn Hibbân, 1498; Beyhakî, 7/356, İbn Mâce hariç hepsi de Evzaî—Atâ—Ubeyd b. Umeyr—İbn Abbas senediyle rivayet etmişlerdir, tbn Mâce de Ubeyd'i zikretmemiştir. Râvileri sikadır ve sene­di sağlamdır. Nevevî, hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

[778] Ahmed, 6/276; Ebu Davud, 2193; İbn Mâce, 2046; Hâkim, 2/198; Beyhakî, 7/357. Sene­dinde -Muhammed b. Ubeyd b. Ebî Salih vardır, zayıftır. Diğer râvileri İse sikadır. Hâkim ve Beyhakî başka bir yoldan rivayet etmişlerdir.

[779] Kaynaklan geçti. Bk. 1. Bölüm, Zina İtirafında Bulunan Kimse Hakkındaki Hükmü.

[780] Kaynaklan geçti. Bk. Aynı yer.

[781] Buharî, 68/11. Buharî'nin muallak olarak zikrettiği bu hadisi, Bağâvî, mevsûl olarak riva­yet etmiştir. Hadisin tamamı şöyledir: "Hz. Ömer'e zina etmiş deli bir kadın getirilmişti. Hâmile idi. Hz. Ömer onu recmetmek istedi. Hz. Ali..." Ayrıca bk. Ebu Davud, 4398-4399; ibn Hibbân, 1497; Ahmed, 6/100,101,144; Dârimî, 2/171; Nesaî, 6/156; ibn Mâce, 2041. Hâkim, (2/59) sahih kabul etmiş, Zehebî de ona katılmıştır. Hadisin çeşitli rivayetleri vardır.

[782] Buharî, 68/11; Müslim, 127.

[783] Bakara, 2/284.

[784] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/303-306.