๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 30 Mayıs 2011, 16:43:22



Konu Başlığı: Bir defada verilen üç talak
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 30 Mayıs 2011, 16:43:22
b) Bir Defada Verilen Üç Talâk:                         
 
1. Bir Defada Verilen Üç Talâk Hakkındaki Hükmü:


 

Mahmud b. Lebîd (r.a.) hadisi daha önce geçmişti. Hadise göre Hz. Pey-gamber'e, bir adamın karısını üç talâkla birden boşadığı haber verilmişti. Hz. Peygmaber (s.a.) kızarak kalkmış ve: "Ben sizin aranızda iken Allah'ın kita­bı ile oyun mu ediliyor?" buyurmuştu. Hadisin isnadı Müslim'in şartına gö­re sahihtir. Zira İbn Vehb, hadisi Mahreme b. Bükeyr el-Eşec'den, o da ba­basından rivayet etmiştir. Babası "Mahmud b. Lebîd'den işittim ki..." diye­rek hadisi zikretmiştir. Mahreme'nin sika olduğunda şüphe yoktur. Müslim Sahih'inât onun babasından rivayet ettiği hadisi ile ıhticacda bulunmuştur.

Hadisin kusurlu olduğunu söyleyenler şöyle diyorlar: O (Mahreme) on­dan işitmemiştir. Sadece kitaptan rivayet etmiştir. Ebu Tâlib şöyle diyor: Ah­med b. Hanbel'e Mahreme b. Bükeyr'den sual ettim. O şöyle dedi: "O sika­dır, babasından işitmemiştir. O sadece Mahreme'nin kitabıdır. Ona bakmış­tır. Bana Süleyman b. Yesâr'dan ulaşmıştır tabirini kullandığı bütün hadisler, Mahreme'nin kitabındandır." Ebu Bekir b. Ebî Hayseme şöyle der: Yahya b. Maîn'i işittim, şöyle diyordu: "Mahreme b. Bükeyr'e babasının ki­tabı intikal etti, o babasından (hadis) işitmedi." Abbas ed-Dûri'nin rivaye­tinde: "O zayıftır. Babasından olan rivayeti kitap (>ob ile) dir. Ondan işit­memiştir." 1er. Ebu Davud ise: "Babasından tek bu h.ı '..m, vitir hadisini işitmistir." der. Saîd b. Ebî Meryem dayısı Musa b. Seleme'den nakleder: Man-reme'ye geldim ve ona: "Baban sana hadis rivayetinde bulundu mu?" diye sordum. O: "Ben babama yetişemedim, fakat şunlar kitaplarıdır." diye ce­vap verdi.

Bu tenkitlere cevap iki açıdan olacaktır:

1) Birincisi yazı ile amel konusundadır. Eğer babasının kitabı, kendi ya­nında saklanıyor, koruma altında bulunduruluyorsa, o takdirde hadisin hüc­cet olabilmesi için, onu işitme yolu ile veya kitabına bakması yolu ile rivayeti arasında bir fark yoktur. Hatta yazılı nüshadan alması, eğer râvi onun bizzat şeyhin kendi nüshası olduğundan emin ise, daha ihtiyatlı olacaktır. Bu saha­be ve selefin yoludur. Hz. Peygamber (s.a.) meliklere mektuplar yazar ve gön­derirdi ve bu mektuplar onlar üzerine birer hüccet olurdu. İslâm ülkesinin çeşitli yörelerinde görevli âmillerine mektuplar göndermiş ve onlar bu mek­tuplarla amel etmişler, onları delil olarak kullanmışlardı. Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk, Hz. Peygamber'in (s.a.) zekât hakkındaki yazısını Enes b. Mâlik'e vermiş ve Enes onu muhafaza etmiş, bütün.ümmet onunla amel etmiştir. Amr b. Hazm'a gönderdiği zekâtlarla (sadakat) ilgili mektubu da öyledir. Bu mektup da Amr ailesinde bulunuyordu. Selef ve halef Öteden beri birbirlerine gön­derdikleri yazılarla ihticacda bulunuyorlardı. Kendisine yazı gönderilen kim­se: "falan bana yazdı ki, kendisine falan haber vermiş..." diyordu. Eğer ya­zılı malzemelerle delil getirmek bâtıl olsaydı, ümmetin elinde ilim diye son derece az bir şey kalırdı. Şu bir gerçektir ki, asıl itimat yazıyadır, hıfza- değil­dir. Hafıza ihanetkârdır. Yazı ise ihanet etmez. Geçmişte hiçbir zaman için, yazı iie amelde bulunmayı reddeden ve yazıyı yazan bana şifahen söyleme­miştir, dolayısıyla kabul etmiyorum diyen bir kimse çıkmamıştır. Aksine hepsi de yazının kabulünde ve onunla amelin caiz olduğunda —eğer onun yazdığı sahihse— icmâ halindedirler.

2) "O babasından işitmemiştir." diyenin sözü, "Hayır işitmiştir" diyen ve onun hakkında daha fazla bilgi sahibi olan ve hem de isbat durumunda olan kimsenin sözü ile çatışmaktadır. Abdurrahman b. Ebî Hatim şöyle der: Babama Mahreme b. Bükeyr'i sordular. Babam: "O sâlihu'l-hadîstir." de­di, îbn Ebî Üveys şöyle der: Mâlik'in kitabının sırtında şunu buldum: "Mah-reme'ye babasından rivayet ettiği hadisleri, ondan işitip işitmediğini sordum. Bana yemin etti ve: Şu binanın (yani Mescidin) Rabbine yemin ederim ki, ba­bamdan işittim, dedi." Ali b. el-Medînî şöyle der: Ma'n b. İsa'yı şöyle der­ken işittim: "Mahreme babasından işitmiştir. Rebîa ona Süleyman b. Yesâr'ın re'yinden (görüşlerinden) bazı şeyler arzetmiştir." Ali devamla: "Mahreme'nin babasından Süleyman'ın kitabını işitmiş olacağını sanmıyorum. Belki az bir şey işitmiş olabilir. Medine'de, "Mahreme b. Bükeyr'in hadislerinde, ('Babamdan işittim" diye söylediğini bana haber veren hiçbir kimse görmedim. Mahreme sikadır." demektedir. İmam Mâlik'in onun kitabını alması, ona bakması ve Muvatta'mda ona yer vermesi, onun güvenilirliği için yeterlidir. İmam: "Bana Mahreme rivayet etti. O salih bir adamdı." dedi. Ebu Hatim ise şöyle der: İsmail b. Ebî Üveys'e: "Mâlik b. Enes'in, 'Bana sika rivayet etti' dediği bu sika kimdir?" diye sordum. "Mahreme b. Bükeyr'dir."dedi. Ahmed b. Salih el-Mısrî'ye, "Mahreme sika râvilerden miydi?" diye soruldu. "Evet", dedi. İbn Adiy; İbn Vehb ve Ma'n b. İsa'dan, Mahreme'den (gelen hadisler için): "Hasen, doğru hadislerdir. Sanırım bir beis yoktur." demiştir.

Müslim'in Sahih'inde; İbn Ömer'in, karısını üç talâkla boşayana sözü şöyledir: "O, başka bir kocayla evlenmedikçc artık sana haram olmuştur ve bu halinle sen, karını boşaman konusundaki Allah'ın emrine isyan etmiş ol­dun."[843] Bu İbn Ömer'in, emrolunan talâkı tefsir şeklidir. Sahabînin tefsiri hüccettir. Hâkim: "O bizce merfûdur." demiştir[844]

Gerçek anlamda Kur'an üzerinde düşünenler bunu görürler ve zifaf dan sonra verilecek meşru talâkın, ric'atı mümkün kılan talâk olduğunu, yüce Al­lah'ın üç talâkı birden vermeyi asla meşru kılmadığını anlarlar. Yüce Allah: " =Talâk iki defadır." buyurmuştur. Arap kendi lügatinde "iki defayı" ancak biri diğerinin akabinde olan iki olgu şeklinde anlar. Nitekim Hz. Peygamber'in (s.a.): "Kim, her namazın arkasında otuz üç defa teşbih, otuz üç defa tahmid, otuz dört defa tekbir getirirse..." [845]buyruğu ve buna benzer diğer ifadelerden, sadece birbiri arkasına getirilen teşbih, tahmid ve tekbirler anlaşılır. Şayet: "Otuz üç defa Sübhanallah", "Otuz üç defa El­hamdülillah", "Otuz üç defa Allahu Ekber" demiş olsa, bununla sadece üç defa söylenilmiş olur. Şu âyet daha da açıktır: "Eşlerine zina isnadında bu­lunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince; onların her biri­nin şahitliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi...dir."[846] Şayet kişi: "Allah'ı dört defa şahit tutarım ki, ben mutlaka doğrulardanım." diyecek olsa, bu bir şahitlik yerine geçer. Yine: "Onlara iki defa azab edeceğiz." buyurması, [847] azabın birbiri peşinde ayrı ayrı olacağında daha da açıktır. Bu mâna, "Onun sevabını iki defa veririz."'[848] âyeti ile, "Üç kişi vardır ki onların sevapları iki defa veri­lir." hadisi1361 tarafından bozulmuş olmaz. Çünkü bu ikisindeki, [849] " = iki defa" ifadesi "iki misli, iki katı" anlamındadır. Miktar bakımından iki katı verileceği ifade olunmaktadır. Aynen: "Ona azab iki katı katla-. nır."[850]âyeti ile, "Ürününü iki kat verir."[851] âyetindeki gibi. Yani: "Baş­kalarının o yüzden azap gördüğünün iki katı", "verdiğinin iki katı" mâna-larınadır. Enes'in: "Hz. Peygamber zamanında ay iki parçaya ayrıldı" sö­zünde de iki kere ifadesi kullanılmıştır. Hadisteki kelimesi "ayrı ayrı iki parça" anlamındadır. Nitekim başka bir lafızda: " = iki parça" şeklinde rivayet edilmiştir.[852] Buradaki kelimesinin "iki parça" şeklinde anlaşılması kesinlik arzetrnektedir. Zira ayın yarılması ola­yı, sadece bir defa olmuştur. Zaman içerisinde iki kerelikle, miktar bakımın­dan iki misli, iki parça, iki kere olmak arasındaki fark bellidir. İkinci türden olanın aynı anda bir araya gelmeleri mümkün iken, birincisinde bu durum sözkonusu olamaz.

Yüce Allah'ın üç talâkın birden verilmesini meşru kılmadığına delâlet eden delillerden biri de: "Boşanmış kadınlar, bizzat kendileri üç aybaşı hali (veya üç temizlik müddeti) beklerler... Eğer kocalar barışmak isterlerse bu durum­da onları tekrar alma (onları geri çevirmeğe) daha hak sahibidirler." âyeti­dir.[853] Bu âyet zifaf sonrası verilen her talâktan sonra —akabinde bahsedi­len üçüncü talâk hariç— boşayan kocanın, ric'at yolu ile karısını tekrar ni­kâhına döndürmeye hak sahibi olduğunu göstermektedir. Yine: "Ey Peygam­ber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetleri içinde boşaym ve iddeti de sayın... İddet müddetlerini doldurduklarında onları ya güzelce tutun veya onlardan uygun bir şekilde ayrılın.'[854] buyurmuştur. Meşru talâk işte bu­dur. Yüce Allah talâkın bütün kısımlarını Kur'an'da zikretmiş, hükümlerini açıklamıştır. Zifaftan önce verilen talâktan bahsetmiş ve iddeti bulunmadığı­nı zikretmiştir. Üçüncü talâkı zikretmiş ve boşanan kadının, yeni bir koca ile evlenmedikçe, artık birinci kocaya haram olacağını beyan etmiştir. "Hulu" denilen fidye lalağından bahsetmiş ve onu üç talaktan mahsup etmemiştir (talak değil fesih), nitekim daha önce geçmişti. Kocanın ricat hakkına sahip olduğu ricî talaktan bahsetmiştir. Bu daha önce geçen üç kısmın haricinde olandır.

Bunu delil olarak kullanan İmam Ahmed, Şafiî ve daha başkaları, zifaf sonrası bedelsiz verilen tek talâkın bâin olmayacağı neticesine varmışlardır. Onlara göre koca: "Sen bâin olarak bir talâk boşsun." dese bu talâk bâin değil ricî olur, hainlikle nitelemesine itibar edilmez. Kişi dönüşü olmayan ay­rılığa ancak bedelli talâkla (halû yolu ile) ulaşabiir. Ebu Hanife ise: "Hayır, bu talâkla ayrılık (bâin talâk) meydana gelir. Çünkü ric'at kocanın hakkıdır ve onu kendisi düşürmüştür." demektedir. Cumhur ulema: "Her ne kadar ric'at kocanın hakkıysa da ric'î talâk nafakası, kadının giyim kuşam masrafı üzerine bir vazifedir. Dolayısıyla kadının isteği olmadan, ona bir hulû bedeli vermeden veya, —cevaz veren bir kavle göre— bedelsiz de olsa kendisini kur­tarma talebinde bulunmadan kocanın bu hakkı düşürme yetkisi yoktur." de­mektedirler.

Kadının talebi olmaksızın veya hulû bedeli vermeksizin, kocanın kendi üzerinde bulunan nafaka hakkını düşürmesi nassa ve kıyasa muhalif düş­mektedir.

Yine Allah Teâlâ talâkı, hem kadın hem de erkek için, en mükemmel şekli üzere meşru kılmıştır. Zira cahiliye döneminde erkekler kadınlarını sa­yısız boşuyorlardı. Birisi istediği zaman karısın;' --»sar ve sonra da ric1?! ederdi. Bir sınırı yoktu. Bu her ne kadar erkekler için uygırı iı/yse de, kadınlara za­rar veriyordu. Allah bunu kaldırdı ve talâkı üç sayısıyla sınırladı. Kocaya başka yetki vermedi, iddet içerisinde onu rücû hakkı tanıdı. Eğer yetkisine verilen üç talâkı da kullandıysa, artık kadın kendisine haram oldu. Bunda erkeğin de durumu göz önünde bulundurulmuştu. Zira ilk talâkla kadın hemen ken­disine haram olmuyordu. Kadının durumu göz önüne alınmıştı, zira erkeğe üçten fazla bir yetki tanınmamıştı. İşte Allah'ın şeriatı, hikmeti ve kulları için koyduğu sınırları budur. Eğer kadın, verilen ilk talâkla kocaya haram olsay­dı bu, şeriatın ve Allah'ın hikmetinin tersine bir iş olurdu. Koca üç talâkı bir­den vermeye yetkili değildir. Sadece bir tanesine yetkisi vardır. Bir talâktan fazlası, şer'î izin dahilinde değildir.

Şâri'in hükmüne muhalif olduğu için, bir talâkla onu bâin (ayrı) kılma­ya yetkili olmadığı gibi, bir anda üç talâk vererek onu bâin kılmaya da yetkili değildir. Zira bu da Şâri'in koyduğu hükme aykırıdır.

Meselenin esası şudur: Yüce Allah sadece iki yerde talâkın bâin olacağı­nı hükme bağlamıştır: Birincisi: Zifaf vaki olmayan eşlerin boşanması duru­munda. İkincisi de: Üçüncü talâkın verilmesiyle. Bunun dışında kalan diğer talâklarda, koca için ric'at hakkı tanımıştır. Kitab'm gereği budur. Nitekim açıklaması geçti. Zahirîler: "Üç talâk olmaksızın sadece hulu yolu ile de bey-nûnet (ayrılık) meydana gelir." derler.

Kocanın: "Sen ric'atı olmayan bir talâkla boşsun!" demesi durumunda Mâlikîlerin üç görüşü bulunmaktadır: 1) Bu söz üç talâktır. Bu, İbn Mâci-şûn'un görüşüdür. Çünkü ric'at hakkını düşürmüştür. Ric'at hakkı ise an­cak üç talâkla düşer. Dolayısıyla bu söz zarurî olarak üç talâkı gerektirir. 2) Bâin bir talâktır. Nitekim kendisi de öyle söylemiştir. Bu da İbnü'I-Kâsım'ın görüşüdür. Çünkü koca, bedelli bir talâkla, kadını bâin kılmaya yetkilidir. Bedelsiz de yetkili olur. Ona göre hulu talâktır. 3) Ric'i bir talâktır. Bu da ibn Vehb'in görüşüdür. Kitap, sünnet ve kıyasın gereği de budur. Çoğunluk ulema da bu görüş üzerindedirler. [855]


[843] Müslim, 1471 (3).

[844] Müellif, Vlamu 'l-Muvakhîn'de {4/153) Hâkim'in bu sözünü İzah etmiş ve şöyle demiştir: Onun bundan maksadı istidlal ve ihticac konusunda merfû hükmündedir, şeklindedir. Yoksa bir sahabî âyet hakkında bir söz söyledi mi bizim "Bu söz Rasûlullah'ın sözüdür veya Rasûlullah söylemiştir." diyebilmemiz manasına değildir. Başka bir İzahı daha vardır: Onu Hz. Peygamber (s.a.) onlara açıklamış ve tefsir etmiştir manâsında merfûdur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Allah Teâlâ'nın da "İnsanlara, kendilerine indirileni açıklayasıni diye..." buyurduğu gibi, onlara Kur'an'ı apaçık ve yeterli olacak biçimde açıklıyordu. As-habtan birisi bir âyeti anlayamadı mı hemen soruyordu. O da ona açıklıyordu. Nitekim, Sıddîk: "Kim bir kötülük işlerse onunla cezalandırılır." âyetini sormuş, Hz. Peygamber {s.a.) de onlara mânasını açıklamıştı. Sahabeden birisi: "İman edip de imanlarına bir zu­lüm karıştırmayanlar." âyetini; Ümmü Seleme, "Onlar kolay bir hesaba çekilirler." âye­tini sormuştu. Ve kolay hesabın "arz" olduğunu ifade buyurmuşlardı. Hz. Ömer, "Kelâ-le"yi sormuş ve onu Nisa sûresinin sonundaki âyete havale etmişti... Bülün bu örnekler gerçekten pek çoktur. Onlar bize Kur'an tefsirini nakilde bulunduklarında bazan Hz. Pey-gamber'den (s.a.) aldıkları lafızlarla, bazan da mânası ile naklediyorlardı. Kendi ifadeleri ile tefsirleri, mâna ile rivayet kabilinden oluyordu. Nitekim sünneti de bazan kendi lafzı ile, bazan da mânası ile kendi ifade kalıplarına dökerek rivayet ediyorlardı. Bu, izah diğe­rinden daha güzeldir. Müellif, sahabînin tefsirini alma gerekliliğini, "başka bir sahabînin muhalefeti olmadığı zaman" şeklinde kayıtlamıştır.

[845] Kaynaklan geçıi. Sahihtir. Bk. Namazdan Sonraki Tutumları, 1/276-280.

[846] Nur, 24/6.

[847] Tevbe, 9/101.

[848] Ahzab, 33/3].

[849] Buharı, 3/30; Müslim. 154. Rasûlullah (s.a.) şöyle-buyurmuşiur: "Üç kimse vardır ki bun­ların sevapları iki kal verilir: Ehli kitabtan bir adam. hem kendi peygamberine inanmış, sonra da Peygamber'e (s.a.) yetişmiş ve ona inanmış, ona tâbi olmuş ve onu lasdik etmişlir. Onun için iki kat sevap vardır. İkincisi, köledir. Hem Allah'ın hakkını hem de efendi-İ1'    sinin hakkını yerine getirmiştir. Onun için de iki sevap vardır. Üçüncüsü bir adam ki. bir   cariyesi vardır, onu besleyip büyüsmüş, gayet güze! terbiye etmiş, sonra da onu âzad ede­rek onunla evlenmiştir. İşte onun da İki sevabı vardır."

[850] Ahzâb, 33/30.

[851] Bakara, 2/265.

[852] Buharı, (Fethu'1-Barî), 6/464; Müslim, 2802.

[853] Bakara, 2/228.

[854] Talâk, 65/1-2.

[855] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/339-344.