๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 11 Ağustos 2011, 16:47:49



Konu Başlığı: Alışverişi ve bazı muameleleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 11 Ağustos 2011, 16:47:49
6— Alişverişi ve Bazı Muameleleri:

 

Allah Rasülü (s.a.) ahm-satım işleri yapmıştır. Allah Teâlâ'nın kenM-sine Peygamberlik görevini ihsan etmesinden sonraki satın alımı, satımın­dan daha çoktu. Hicretten sonra da bir kâse ile atın eğeri altına çekilen bir çulu fazla fiyat verene satması[282]Ebu Mezkûr'un müdebber kölesi ( = efendisi ölünce hürriyete kavuşacak olan) Yakub'u satması[283], zenci bir köleyi iki köle karşılığı satması[284]gibi çoğunluğu başkası adına olan bir­kaç olay dışında hemen hemen satım yaptığı bilinmemektedir. Ama satın alımı çoktur.

Hz. Peygamber (s.a.) hem kiraya vermiş, hem kiralamıştır. Kiralama­sı, kiraya vermesine göre daha çok olmuştur. O'ndan bu konuda bize inti­kal eden yalnızca peygamberlikten önce ücretle sürü gütmesi ve bir yolcu­luğu sırasında Hz. Hatice'nin malını Şam'a ücretli götürmesi olaylarıdır. (Bilinen, yalnız bu olaylarda emeğini kiraya verdiğidir).

Şayet akit, mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) akdi ise, bu akitte mu-darib olan (emeğini ortaya koyan) kimse hem emin el, hem işçi, hem vekil, hem de ortak durumundadır. Şöyle ki, malı teslim alınca emin el, malda tasarruf edince vekil, doğrudan doğruya kendisinin yaptığı işlerde işçi ve kâr elde edilirse ortak durumuna geçer. Hâkim, Müstedrek'inde Rebî b. Bedr yoluyla Ebu'z-Zübeyr'den Câbir'in şöyle dediğini aktarır: "Allah Ra­sûlü (s.a.), Hatice b. Huveylid adına Ceraş'a her yolculuk genç bir dişi deve karşılığı olmak üzere ücretle iki yolculuk yaptı."[285]Hâkim "Hadisin isnadı sahihtir" diyor.

Nihâye adlı eserde deniyor ki: "Curaş" Yemen'deki konaklama yerle-rindendir. "Ceraş" ise Şam bölgesinde bir beldedir.

Ben derim ki: Hadis sahihse, Şam'da bir belde olan Ceraş olması gere­kir. Ama hadis sahih değildir. Çünkü senedde geçen Rebî b. Bedr, Uleyle adlı kişidir.[286] Onu hadis imamları zayıf saymışlardır. Nesâî, Dârakutnî ve el-Ezdî, onun metruk olduğunu söylemişlerdir. Herhalde Hâkim, onun, Talha b. Ubeydullah'ın âzâdlısı Rebî b. Bedr olduğunu sanmıştır.

Allah Rasûiü (s.a.) ortaklık yapmıştı ve ortağı huzuruna gelince ona: "Beni tanımıyor musun?" diye sormuş, o da: "Sen ortağım değil miydin? Hem de ne hoş ortaktın. Aldatmaz ve münakaşa etmezdin" demişti.[287]

Metinde geçen "aldatmazdın" kelimesinin kökü, hakkı savunma anla­mındaki müdarae de olabilir, en güzel şekilde savuşturma anlamındaki mü-dârâ da olabilir.

Hz. Peygamber (s.a.) hem kendisine vekil tayin etmiş, hem de kendisi başkasına vekil olmuştur. Yalnız vekil tayini, vekil olmasına oranla daha çoktur.

Hediye vermiş, hediye kabul etmiş ve hediyenin karşılığını vermiştir. Bağış yapmış, bağış kabul etmiştir. Seleme b. Ekva'nın payına ganimetten bir cariye düşmüştü. Hz. Peygamber (s.a.), ona: "Bunu bana bağışla" buyurmuş, o da bağışlamıştı. Hz. Peygamber (s.a.) o cariyeyi müslüman esirleri kurtarmak için Mekkeli müşriklere fidye olarak vermişti.[288]

Gerek rehin karşılığı, gerek rehinsiz borç almıştır. Hem ödünç aldığı; olmuş, hem de gerek peşin, gerekse veresiye ahş-verişte bulunmuştur.    ı

Rabbinden bir takım amellere karşı özel bir kefalet (garanti) almış| ve kim o amelleri işlerse, o kişinin cennete gitmesine kefil olacağım bildir-1 mistir. Umumî olarak, vefat edip de geride borcunu karşılayacak mal bı-j rakmayan müslümanların borçlarına kefil olmuş, onları kendisinin Ödeye-1 ceğini söylemiştir[289]Deniliyor ki; bu hüküm, Hz. Peygamber'den (s.a.)i sonra gelen devlet başkanları (imam, halife) için de geçerli umumi bir hü­kümdür. Bundan dolayı sultan, geride borcunu karşılayacak mal bırakma­yan müslümanların borçlarının kefilidir; bu borçları hazineden öder. Di­yorlar ki, bir müslüman öldüğünde vârisi bulunmazsa nasıl ki onun varisi sultan olur (yani mal hazineye kalır), tıpkı bunun gibi müslüman kişi borç­lu ölüp de borcunu karşılayacak mal bırakmazsa onun borcunu sultan öder. Yine böyle hayatta iken kendisinin nafakasını (geçimini) temin edecek kim­sesi bulunmayan kişinin nafakasını sultan temin eder.

Allah Rasûiü (s.a.), sahibi bulunduğu bir arazisini vakfedip Allah luna sadaka olarak bağışladı.

Hem kendisi arabuluculuk yaptı, hem de araya aracılar sokularak ken­disine müracaat edildi. Berire adlı kadın, ayrıldığı kocası Muğîs'e geri dön-j mesi için Hz. Peygamber (s.a.) tarafından yapılan arabulucuk girişimini! reddetti. Peygamberimiz (s.a.) ona ne kızdı, ne de onu azarladı[290]' İşt en güzel örnek, işte önder!

Seksenden fazla yerde yemin etti. Allah Teâlâ, şu üç yerde ona yemin etmesini buyurdu:

1-  "O (sonsuz azap) gerçek midir?" diye senden sorarlar. De ki: "Evet, Rabbime yemin ederim, o şüphesiz gerçektir. "[291]

2-  Kâfirler: "Bize kıyamet gelmeyecektir" dediler. De ki: "Hayır öyle değil. Rabbime yemin ederim, muhakkak başınıza gelecektir."[292]

3-  İnkâr edenler, tekrar dirilmeyeceklerini ileri sürerler. De ki: "Ha­yır, dediğiniz gibi değil. Rabbime yemin ederim, şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu, Allah'a kolaydır."[293]

Kadı İsmail b. İshak, Ebu Bekr Muhammed b. Davud ez-Zâhirî ile müzakerede bulunur, ama ona fakîh demezdi. Bir gün, Ebu Bekr ile hasmı olan bir adam Kadı İsmail'in huzuruna mahkemeye çıkarlar. Ebu Bekr b. Davud'a yemin yöneltilir. Ebu Bekr tam yemin etmeye hazırlanırken Kadı İsmail: "Yemin edecek misin? Senin gibi birisi hiç yemin eder mi, ey Ebu Bekir?" der. O da: "Beni yemin etmekten alıkoyan ne? Allah Teâ-lâ kitabının üç yerinde Peygamberine yemin etmesini emrediyor!" diye kar­şılık verdi. Kadı: "Onlar nerede?" diye sorunca, Ebu Bekir hepsini teker teker sıraladı. Bu Kadı İsmail'in çok hoşuna gitti ve o günden sonra ona fakîh diye hitap eder oldu.

Hz. Peygamber (s.a.) kimi zaman yemin ederken (inşallah diyerek) istisna yapar, kimi zaman (herhangi bir sebeple geri almak istediğinde) ye­minine keffaret[294] öder, kimi zaman da yeminini sürdürürdü. İstisna, ye­minin bir tasarruf olarak gerçekleşmesini engeller; keffaret ise yapılan yemini çözer. Bu yüzden Allah keffâreti, "tehılle = çözüm" diye adlandır­mıştır.[295]

Allah Rasûlü (s.a.) şakalaşır ve şakasında yalnız hakikati söylerdi. Tev-riyeli[296] konuşur, ancak tevriyesinde yine yalnız hakikati söylerdi. Meselâ bir yöne doğru yola çıkmak istediğinde o yönle doğrudan ilişkili olmayan "Yolu nasıldır? Suları, güzergâhı nasıldır?" gibi sorular sorardı.

Hem kişilere danışmanlık yapar yol gösterir, hem de kendisi bir iş yapacağı zaman başkalarına danışırdı. Hastalananı ziyaret eder, cenazeye katılır, davete icabet eder; dul kadınların, düşkün, yoksul kimselerin ihti­yaçlarını gidermek için onlarla birlikte giderdi.

Kendisini öven bir şiir (methiye) dinledi ve onun mükâfatını verdi. Ancak O'nun hakkında söylenen methiyeler, gerçekten O'nun öğülecek yön­lerine oranla çok cüz'î kalmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.) hakikate karşı­lık olmak üzere mükâfaat vermiştir. O'ndan gayrı insanların övgüsü ço­ğunlukla yalanla dolar. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.) meddahların ( = dalkavukların) yüzlerine toprak serpilmesini buyurmuştur.[297]

Allah Rasulü (s.a.) bizzat koşu yarışı yaptı ve güreşti.[298]Kendi eliyle ayakkabısını onardı ve yine kendi eliyle elbisesini yamadı, kovasını tamir etti, koyununun sütünü sağdı, elbisesini temizledi, ailesinin ve kendisinin hizmetini gördü. (Hicretten hemen sonra) mescit yapılırken diğer müslü-manlarla birlikte kerpiç taşıdı. Kimi zaman açlıktan kimi zaman tokluktan karnına taş bağladı. Hem misafirliğe gitti, hem de evinde misafir ağırladı.

Başının ortasından ve ayağının üst tarafından kan aldırdı. Omuzlan arasından ve iki boyun damarından da kan aldırdı. Hastalanınca tedavi oldu. Hastayı dağladı, ama kendisi dağlanmadı. Okuyarak tedavi yaptı, ama kendisini başkasının okumasını istemedi. Hastaya kendisine zarar ve­recek şeyleri yemesini yasakladı (perhiz verdi).

Tıbbın usûlü üçtür: 1- Perhiz, 2- Hıfzussıhha (koruyucu hekimlik), 3- Zarar veren maddeyi boşaltmak. Allah, hem O'nun için, hem de ümme­ti için kitabının üç yerinde bütün bu prensipleri şu şekilde topladı:

1-  Zarar verir korkusuyla hastayı su kullanmaktan men etti:

"Şayet hasta veya yolculukta iseniz ya da tuvaletten gelmişseniz yahut da kadınlara yaklaşmışsanız ve su buîamamışsamz temiz bir toprağa te­yemmüm edin."[299] Görüldüğü üzere bu âyette teyemmümü suyu bıilama-yana mubah kıldığı gibi hasta için de mubah kılmıştır.                  '

2-  Sağlığı korumaya yönelik olarak da şöyle buyuruyor: "Hastalanır yahut yolculukta olursanız, tutamadığınız günler sayısınca diğer günlerde tutarsınız."[300]' Allah Teâla, bu âyette, yolculuk meşakkatine bir de oru­cun meşakkatleri katılarak yolcunun güç ve sağlığını zayıflatmamak ve sağ­lığını korumak amacıyla ona Ramazan'da orucu yemeyi mubah kılmıştır.

3-  Zararlı maddeyi boşaltmaya yönelik olarak ihramlı kişinin başını tıraş ettirmesi konusunda ise şöyle buyuruyor: "İçinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa fidye olarak ya oruç tutsun, ya sadaka versin ya da kurban kessin."[301] Görüldüğü üzere hasta olan veya başında bir rahatsızlık bulunan ihramlı kimsenin başını tıraş etmesini ve Kâ'b b.Ac-ra'nın basma geldiği gibi bitlenmeye yahut hastalığa neden olan pis koku­ları ve zararlı maddeleri gidermesini mubah kılmıştır.

İşte bu üçü tıbbın prensipleri ve usûlüdür. Böylece Allah (c.c), kulla­rına merhamet, ihsan ve şefkat olsun diye perhiz verme, sağlıklarını koruma altına alma ve zarar veren maddelerden arındırma gibi benzeri konular­da, kendisinin kullan üzerindeki nimetine dikkat çekmek için bu prensip ve usûllerin her cinsinden birşey zikretmiştir. O, çok şefkatli ve çok merha­metlidir. [302]


[282] Enes b. Mâlik anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) atın eğeri altına çekilen bir çul ile bir kâse sattı, "bu çul ve kâseyi kim satın alır?" diye sordu. Bir adam: "Bunları bir dirheme alıyorum" dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Bir dirhemden fazla fiyat veren yok mu? Bir dirhemden fazla fiyat veren yok mu?" diye tekrar tekrar sordu. Ada­mın biri iki dirhem verince, ona iki dirheme sattı. Tirmizî 1236; Ahmed, 3/100, 114. Hadis hasendir.

[283] Câbir anlatıyor: Ensâr'dan bir adam kendisinin ölümünden sonra kölesinin âzâd (mü­debber) olmasını vasiyet etti. Adam öldü. Köleden başka da mal bırakmadı. Hz. Peygambe r(s.a.) onu sattı; Nuaym b. Nahhâm satın aldı. Câbir: "Bu satılan köle

. Kıptî (Mısır yerlisi) idi. İbnü'z-Zübeyr'in emirliğinin birinci senesi vefat etti" diyor. Buharı, Keffârât: 7, tkrâh: 4; Müslim, İman, 59; Tirmizî, 1237; îbn Mâce, Itk, 1.

[284] Müslim, 1652. Bir köle geldi, Hz. Peygamber'e (s.a.), hicret etmek üzere biat etti. Hz. Peygamber (s.a.) onun köle olduğunun farkına varmadı. Efendisi, köleyi almak için gelince Hz, Peygamber (s.a.) ona: "Köleyi bana sat" dedi. Bunun üzerine o köleyi, zenci İki köle mukabili satın aldı. Sonra bir daha köle olup olmadığını sorma­dan hiç kimseden biat kabul etmedi,

[285] Hâkim, Müsıedrek, 3/182. Senedi zayıftır.

[286] Müellifin (r.h.), Rabî b. Bedr'den dolayı hadisi illetli bulması yetmez. Çünkü aynı senedin sika bir ravî olan Hammâd b. Müs'ide tarafından bir mütâbii vardır.

[287] Ebu Davud, 4836; İbn Mâce, 2287; Ahmed, 3/425. Sâib anlatıyor: Hz. Peygamber'e (s.a.) geldim. Orada beni konuşmaya, benden övgü ile sözetmeye başladılar. Bunun üzerine Allah Rasûiü (s.a.): "Ben, onu sizden daha iyi bilirim" dedi. Ben de: "Anam, babam sana feda! Doğru söyledin. Sen benim ortağım idin, ne iyi ortaktın. Aldat­maz, münakaşa etmezdin" dedim. Hadisin senedi zayıftır.

[288] Müslim, 1755; Ebu Davud, 2697; İbn Mâce, 2846; Ahmed, 4/46. Seleme b. Ekva' anlatıyor: Fezâre'ye gazaya çıktık. Allah Rasûiü (s.a.) başımıza Ebu Bekir'i komutan tayin etmişti. Suyla aramızda bir saatlik mesafe kalınca Ebu Bekir emir verdi, orada geceyi geçirmek için konakladık. Sonra gece baskına geçti, suyu geçip kendisine karşı savaşanları öldürdü, esir alabildiğini esir aldı. Ben ise aralarında çocukların ve kadın­ların bulunduğu bir grup insanı gözetliyordum. Bu adamlar dağa kaçıp giderlerse ben onlara yetişemem diye endişelenince onlarla dağ arasına bir ok attım. Oku gö­rünce durdular. Onları sürerek getirdim. Aralarında Fezâre oğullarından üzerinde

deri bir kürk bulunan bir kadın -ve yanında Arap güzeli bir kızı vardı. Ebu Bekir'in yanına kadar grubu sürüp getirdim. Ebu Bekir, kadının kızım bana ganimet olarak verdi. Medine'ye döndük. Kızın daha hiç elbisesini açmamıştım. Allah Rasûiü (s.a.)' çarşıda bana rastladı. "Ey Seleme! Kadını bana bağışla." buyurdu. Ben de: "Eyİ Allah'ın Rasûiü! Çok hoşuma gitmişti. Daha hiç elbisesini açmamıştım." dedim.j ,ı Ertesi gün Allah Rasûiü (s.a.) İle yine çarşıda karşılaştık. Bana: "Ey Seleme! Kadını üi bana bağışla. Ona dokunmadığın için ne iyi ettin" dedi. Bunun üzerine: "Senin oH sun, Ey Allah'ın Rasûiü! Vallahi hiç elbisesini açmadım" dedim. Allah Rasûiü (s.a.) kadını Mekkeli müşriklere gönderdi, Mekke'de esir olan bir grup müslümanı kurtar­mak için fidye olarak verdi.                                                                             

[289] Buharı, 69/15, 85/4; Müslim, 16r9; Tirmizî, 1070. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği n       bu hadiste Hz. Peygamebr (s.a.) buyuruyor ki: "Ben mü'minlere kendilerinden dahd

yakınım. Kim borçlu vefat ederse onun borcunu ödemek bana düşer. Kim bir ma| •X      bırakırsa vârislerine kalır."                                                                               i

[290] Cariye Berire'yi sahibi azat ettiğinde köle Muğîs'in karısı idi. Berire hürriyete kavuş-J makla kendisine sahip oldu ve kendisini boşadı. Mugîs, onu aşın derecede severi o ise Mugis'den aşırı hoşnutsuzluk duyardı. Mugîs, bu konuda Allah Rasûiü (s.a.) ile konuştu. Allah Rasûiü (s.a.) de dönmesi için Berîre ile konuştu. Berîre: "Bana

emir mi ediyorsun, ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.): "Hayır. Ben yalnızca arabuluculuk yapıyorum." karşılığını verince kadın geri dönmemekte ısrar etti. Ne Allah Rasûlü (s.a.), ne de müslümanlar onu kınadı.

[291] Yunus,  10/53.

[292] Sebe, 34/3.

[293] Tegâbun, 64/7.

[294] Yemin keffâreti ile ilgili şu âyet vardır: "Allah size rasgele yaptığınız yeminlerden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesap sorar. Yeminin keffâreti ise ailenize yedirdiğiniz yemeğin ortalamasını gözönüne alarak on düşkünü doyurmak yahut onlan giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutsun. Yemin ettiğinizde (yemininizi geri almak isterseniz) işte yeminlerinizin keffâreti bu­dur. Yeminlerinizi tutun. Ola ki, şükredersiniz diye Allah size âyetlerini böylece açık­lıyor." (Mâide, 5/89)

[295] "Allah şüphesiz yeminlerinizin çözümünü ( = keffaret ödemenizi) size meşru kılmış­tır." (Tahrîm, 66/2)

[296] Tevriye: Biri yakın, diğeri uzak iki anlamı bulunan bir kelimenin bir nükteden dolayı uzak anlamını kasdetme sanatı. Meselâ, Keçecizade İzzet MoUa'mn aşağıdaki beytini ele alırsak:

Koyup kaldırmadan ikide birde

Kazan devrildi söndürdü ocağı.

Burada iki manalı söz "ocak"tır. Yakın mana "ateşin yakıldığı yer", uzak ma­nası ise "Yeniçeri Ocağı" oluyor. Şair bu ikinci manayı kasdetmiştir. Bk. Prof.Dr. M. Kaya Bilgegil. Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s,  192 vd., Ankara, 1980.

[297] Müslim, 3002; Ebu Davud, 4804; Tirmizî, 2395; İbn Mâce, 3742. Nevevî diyor ki: "Müslim bu bölümde övgüyü yasaklama konusunda gelen hadisleri vermektedir. Oy­sa Sahîhayn'da yüze karşı övgü içeren pek çok hadis vardır. Âlimler diyorlar ki: Bu hadisler şu şekilde uzlaştınlabilir: Yasaklama Övgüde ölçüsüzlüğe, sıfatları abart­maya yahut övgüyü işittiğinde kendini beğenme gibi bir fitneye düşmesinden korku­lan kişiyi Övmeye bağlanır. Ama üstün takvası, derin aklı ve bilgisinden dolayı kişi­nin böyle bir fitneye düşmesinden korkulmazsa

ölçüsüzlüğe varmadıkça onu yüzüne karşı Övmek yasak değildir. Aksine iyiliği arzulamasını, daha çok iyilik yapmasını yahut iyilikte devam etmesini ya da hayır peşinde gitmesini sağlamak gibi bir menfa­at elde edilecek olursa müstehab olur." Müslim Şerhi,  18/126, Beyrut,  1972.

[298] "Rükâne, Hz. Peygamber'le (s.a.) güreşti; Hz. Peygamber (s.a.) onu yendi." Ebu Davud, 4078; Tirmizî, 1785. Hadis zayıftır.

[299] Nisa, 4/43; Mâide, 5/6.

[300] Bakara, 2/181.

[301] Bakara, 2/196.

[302] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/147-153.