๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Zadul Mead => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Mayıs 2011, 13:21:33



Konu Başlığı: Akraba nafakası
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Mayıs 2011, 13:21:33
2 — Akraba Nafakası:

 

Hz. Peygamberin (s.a.) akraba nafakasının vacip olduğuna Allah'ın kitabına uygun hükmü:

Ebu Davud, Sünen'inde, Küleyb b. Menfaa'dan, o da dedesinden nakleder: Dedesi, Hz. Peygamber'e gelir ve: "Ya Rasûlallah! Kime iyilik edeyim?" diye sorar. Hz. Peygamber'de (s.a.): "Annene, babana, kızkardeşine, erkek kardeşine ve sırasıyla bunları takib eden yakınlarına. (Bu) vacib bir hak (yükümlülük) ve sıla-i rahimdir." buyurur.[145]

Nesâî, Târik el-Muhâribî'den rivayet eder: Medine'ye geldim. Bir de baktım, Rasûlullah (s.a.) minberde ayakta durmuş, insanlara hitap ediyor ve şöyle buyuruyordu: "Verenin eli en yüksek eldir. Bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla; annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine, sonra da sırasıyla en yakın olanlara (iyilik et)."'[146]

Sahihayn'da, Ebu Hureyre'den rivayet edilir: Bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.) gelir ve;

—Ya Rasûlallah! İnsanlar içerisinde İyi davranışta bulunmamdan çok kim layıktır? diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.):

— Annen; buyurur. Adam:

— Daha sonra kimdir? diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.): —Annendir; buyurur. Adam:

— Daha sonra kimdir? der.

—  Babandır. Sonra da sırasıyla sana en yakın olan kimselerdir; buyurur.[147]

Tirmizî'de, Muâviye el-Kuşeyrî*den (r.a.) şöyle rivayet edilir.

— Yâ Rasûlallah! Kime iyilik edeyim? diye sordum.

— Annene; buyurdu. Ben:

— Daha sonra kime? dedim.

— Annene; buyurdu.

— Daha sonra kime? diye sordum.

— Annene; buyurdu.

— Daha sonra kime? dediğimde de:

— Babana, daha sonra da sırasıyla en yakın olanlara; buyurdu[148]' Hz. Peygamber (s.a.) Hind'e: "Sana ve çocuğuna yetecek kadar, maruf

ölçüde (onun malından) al!" buyurmuştu.'[149]

Ebu Davud'un Sünen'inde, Amr b. Şuayb — babası — dedesi senediyle Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Sizin en temiz ve helâl yediğiniz, kendi kazancınızdan yediğinizdir. Sizin çocuklarınız da sizin kendi kazancınızdandır. (Onlann malından) afiyetle yiyiniz. "[150] Aynı hadisi, Hz. Âişe'den de merfû olarak rivayet etmiştir.[151]

Nesâî, Cabir b. Abdillah'tan rivayet eder. Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: "Kendi nefsinden başla ve ona tasaddukta bulun. Eğer bir şeyler artarsa, ailene tasadduk et. Eğer yine bir şeyler artarsa, yakın akrabalarına tasadduk et. Yakın akrabalarına tasadduktan sonra yine bir şeyler artarsa, şöyle şöyle yap! "[152]

Bütün bunlar; "Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara... iyilik edin."[153]; "Yakın akrabalara hakkını ver[154] âyetlerinin tefsiri mahiyetinde olmaktadır. Yüce Allah, yakın akrabaların hakkını, anne ve baba hakkının hemen arkasında saymıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) de aynı tertibi muhafaza etmiştir. Yüce Allah, yakın akrabanın, yakınları üzerinde bir hakkı olduğundan bahsetmiş, ona hakkının verilmesini emretmiştir. Eğer bu nafaka hakkı değilse, bilmiyoruz ne hakkı olacaktır! Yüce Allah, yakın akrabaya iyilikte bulunulmasını emretmiştir. Yakın akrabanın, yakınım aç, çıplak, ölür görmesi, kendisi onun giyecek ve yiyecek ihtiyacını karşılamaya kadir olduğu halde, zimmetinde sabit bir borç şeklinde olmadıkça ona bir lokma yiyecek vermemesi, avret yerini örtecek bir elbiseyi esirgemesi, ona karşı yapılacak en büyük kötülüklerdendir,

Hz. Peygamber'in hükmü Yüce Allah'ın hükmüne tam uygunluk arzetmektedir. Şöyle ki, Yüce Allah: "Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, tam iki sene emzirirler. Anaların yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde, sağlamak çocuk kendisinin olan babaya borçtur. Herkese ancak gücü nisbetinde teklifte bulunulur. Ana çocuğundan, çocuk keendisinin olan baba da çocuğundan dolayı zarara sokulmasın. Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur."'[155]' buyurmaktadır.

Yüce Allah, baba üzerine vacib kıldığının aynısını varis üzerine de vacib kılmıştır.

Mü'minlerin Emîri Hz. Ömer de aynı şekilde hükmetmiştir: Süfyân b. Uyeyne, İbn Cüreyc — Amr b. Şuayb — Saîd b. Müseyyeb senediyle Hz. Ömer'in (r.a.}, bir çocuğun asabesini —kadınları değil de erkekleri — onun nafakası için hapsetmiş olduğunu rivayet eder.

Abdürrezzak, İbn Cüreyc — Amr b. Şuayb — İbnu'l-Müseyyeb senediyle nakleder: Hz. Ömer, "kelâle" tabir edilen, baba ya da çocuk gibi bir varisi bulunmayan bir çocuğun nafakasını, aynen diyetin âkile üzerine yüklenmesi gibi, amca oğulları üzerine yüklemiştir. Onlar: "Onun malı yoktur." demişler. Hz. Ömer: "Öyle de olsa, onların çocuğun nafakasından mesul olmaları âkilenin diyetle yükümlü olması gibidir.[156] diye karşılık vermiştir. Ali b. El-Medînî, Hz. Ömer'in "Öyle de olsa" sözünü, çocuğun malı olmasa da şeklinde açıklamıştır.

İbn Ebî Şeybe, Ebu Halid el-Ahmer — Haccâc — Amr — Saîd b. Müseyyeb tarikiyle nakleder: Yetim bir çocuğun velisi Hz. Ömer'e gelir. (Hz. Ömer ona): "Çocuğun nafakasını temin et!" der. Sonra da: "En uzak akrabalarından başka hiçbir kimse bulamasam, mutlaka onları nafakadan sorumlu tutardım." diye ilâve eder.

Aynı şekilde, Zeyd b. Sabit de hükümde bulunmuştur:İbn Ebî Şeybe, Humeyd b. Abdirrahman — Hasan — Mutarrif — İsmâîl — Hasan tarikiyle nakleder: Zeyd b. Sabit şöyle der:" Bir anne ve bir amca bulunması takdirinde, anneye de amcaya da mirastan alacakları pay oranında nafaka gerekir."

Hz. Ömer ile Zeyd'e, ashab içerisinden bir muhalifin bulunduğu bilinmemektedir.

İbn Cüreyc şöyle der: Atâ'ya:"Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur."

âyeti hakkında sordum. "Yetimin varisleri üzerine, ona varis oldukları gibi nafakasını temin etmeleri gerekir." şeklinde cevap verdi. Ben: "Eğer çocuğun malı yoksa, nafaka için çocuğun varisi hapsedilir mi?" diye sordum. "Ya açlıktan onu ölüme mi terkedecek?!" diye cevap verdi. Hasan:"Mirasçıya da aynı şeyi yapmak borçtur." âyeti hakkında: "Varis olan kimse üzerine, çocuk müstağni oluncaya kadar ona infakta bulunması gerekir." demiştir. Selef ulemasının büyük çoğunluğu âyeti bu şekilde tefsir etmişlerdir.[157] Bunlar arasında şu alimler bulunmaktadır: Katâde, Mücâhid, Dahhâk, Zeyd b. Eşlem, Kadı Şüreyh, Kabîsa b. Züeyb, Abdullah b. Utbe b. Mes'ûd, İbrahim en-Nehaî, Şa'bi, İbn Mes'ûd'un talebeleri. Bunlardan sonra gelenlerden: Süfyân es-Sevrî, Abdürrezzâk, Ebu Hanife ve talebeleri. Bunlardan sonra gelenlerden: Ahmed, İshak, Davud ve talebeleri.

Fukaha bu meselenin hükmü hakkında çeşitli görüşler belirtmiştir

Birincisi: Hiçbir kimse akrabalarından birisinin nafakası için icbar edilemez. Bu sadece bir iyilik ve sıla-ı rahimdir. Bu görüş Şa'bî'ye nisbet edilmektedir. Abd b.Humeyd el-Keşşî, Kabîsa — Süfyân es-Sevrî — Eş'as senediyle rivayet eder: eş-Şa*bî şöyle der: " Birilerini bir başkası üzerine —nafakasını kasdediyor— zorlayan hiçbir kimse görmedim." Bu sözden, onun böyle bir görüşe zahip olduğunu çıkarmak üzerinde düşünülebilir. eş-Şa'bî fakih bir insandır. (Onu kasdetmiş olamaz.) Anlaşılan odur ki, bu sözle o:İnsanlar Allah'tan korkarlardı ve bir zenginin muhtaç olan yakınma infakta bulunması için hâkimin zorlamasına ihtiyaç duymazlardı. İnsanlar Sâri' Teâlâ'nm vacib kılmasıyla yetinir, hâkimin hüküm ve icbarına gerek duymazlardı; demek istemiştir.

İkinci görüş: Kişi üzerine özellikle fakir olmaları takdirinde kendi öz anne ve babasının nafakaları vacibtir. Bu öz ve vasıtasız olan ebeveyn nafakalan için erkek ve kız çocukları icbar edilirler. Çocukların nafakalarına gelince, adam öz oğlunun nafakasını, sadece bulûğ çağına gelinceye kadar, kız çocuğunun nafakasını da evleninceye kadar temine icbar edilir. Aşağı doğru oğlunun oğlu ile oğlunun kızının nafakalarım temine ise icbar edilmez. Anne ne kadar zengin, çocuk ne kadar muhtaç da olsa, erkek ve kız çocuklarının nafakasını temine icbar edilemez. Bu zikrettiklerimiz dışında hiçbir kimseden dolayı nafaka kimse üzerine vacib değildir. Ne oğulun oğlu, ne dede, ne erkek kardeş, ne kızkardeş, ne amca, ne hala, ne dayı, ne teyze ne da başka bir akraba için nafaka gerekir.

Nafakanın vacip olması durumunda, din birliği ve din ayrılığı etki etmez. Bu görüş İmam Mâlik'e aittir. Nafaka bahsinde en dar görüş bu olmaktadır.

Üçüncü görüş: Nafaka yükümlülüğü usul ve furu akrabalığı esası üzerine kurulur, diğer akrabalıklardan dolayı yükümlülük doğmaz. Bunun için de din birliği, infakta bulunacak kimsenin varlıklı ve kadir olması, nafaka verilecek kimsenin muhtaç olması; küçüklük, delilik veya kötürüm olmak gibi bir sebepten dolayı nafakasını kazanabilmekten âciz olması gibi şartlar aranır. Bunlar furû (aşağıya doğru) akrabalığı için sözkonusudur. Usul (yukarı doğru) akrabalığı için de, nafakasını kazanmaktan âciz olması şartı aranır mı? Bu konuda iki kavil bulunmaktadır. Bazıları aynı iki kavlin furû akrabalığı nafakasında da sözkonusu olduğunu belirtmişlerdir. Çocuk, sağlam olarak buluğ çağına ulaştığında, erkek olsun kız olsun nafakası düşer. Bu görüş de İmam Şafiî'nin mezhebi olmaktadır. Bu görüş, İmam Malik'in görüşünden biraz daha geniş olmaktadır.

Dördüncü görüş: Aralarında evlenme imkânı vermeyen her akrabalık sebebiyle, nafaka terettüp eder ve kişinin mahreminin nafakası kendi üzerine vacib olur; isterse çocuklar, onların çocukları, babalar, dedeler olsun, bunların nafakalan dinleri bir de olsa ayrı da olsa gerekir. Bunların dışındaki diğer mahrem akrabalara gelince, onların nafakalarının vacip olması için din birliği de şart olmaktadır. Dolayısıyla, müslüman bir kimse üzerine kâfir olan mahrem yakın alcrabasına infakta bulunması yükümlülüğü yoktur. Sonra nafakanın vacib olması için, yükümlünün kadir, infakta bulunulacak kimsenin de muhtaç olması şartı vardır. Eğer küçükse sadece fakir oluşuna bakılır. Eğer büyükse, bu durumda bakılır: Kızsa yine durum aynıdır. Erkekse, bu durumda fakir olması yanında kör ya da kötürüm olması da gerekir. Eğer büyük olur, sağlam ve gözü görür ise, ona nafaka vacib olmaz. Bu görüşe göre nafaka mirastaki tertip üzeredir. Bundan çocuğun nafakası müstesnadır. Zira onun nafakası, bu mezhebteki meşhur olan görüşe göre sadece baba üzerine aittir.

Hasan b. Ziyad el-Lu'luî'den rivayete göre, çocuğun nafakası, kıyasın teşmili gereği, mirastaki paylan ölçüsünde anne ve babası üzerine müştereken gerekir.

Bu dördüncü görüş de İmam Ebu Hanife'nin mezhebi olmaktadır. Bu da Şafiî'nin mezhebinden daha geniştir.

Beşinci görüş: Eğer yakın usul-furû akrabalığından ise, kayıtsız (mutlak) olarak nafaka vacib olur. İster varis olsun ister varis olmasın farketmez. Bu durumda aralarında din birliğinin şart olup olmaması hakkında iki rivayet bulunmaktadır. Yine ondan (İmam Ahmed'den) gelen üçüncü bir rivayete göre de, diğer akrabalar hakkında da olduğu gibi, onların nafakaları ancak farz ya da asabe yolu ile onlara vâris olmaları durumunda vacib olur. Eğer yakın, usul-furû akrabalığından değilse, nafaka aralarında birbirlerine mirasçı olma durumu sözkonusu olduğu zaman vacib olur. Sonra, acaba aralarında iki yönlü de birbirlerine varis olma şartı aranır mı, yoksa sadece birinin vâris olması yeterli midir? İki rivayet bulunmaktadır. Aralarındaki birbirlerine varis olma durumunun derhal bulunması şartı var mıdır, yoksa genel anlamda mirasçılar arasında bulunmuş olmaları yeterli midir? Yine iki rivayet vardır. Eğer akrabalar varis olmayan zevilerhamdan iseler, bizzat İmamın beyanına göre {mansûs) onlara nafaka yoktur. Bazı tabileri, İmamın mezhebine göre aralarında birbirlerine mirasçı olma durumu bulunduğu için onlara nafakanın vacib olduğunu tahric etmişlerdir. İmama göre nafakanın vacib olabilmesi için, nafaka yükümlüsü ile, nafaka hakkına sahip kimse arasında din birliği olması şartı vardır. Ancak iki rivayetten birine göre, bundan usul-furû akrabalığı yolu ile doğan nafaka yükümlülüğü müstesna olmaktadır. Mirasçı olma, "velâ" gibi akrabalık dışı başka bir sebepten ise, bu durumda İmamın zahir mezhebine göre, nafaka yükümlülüğü vâris üzerine olmakta, vâris olunan kimse üzerine olmamaktadır. Bir kimsenin nafakasını temin etmekle yükümlü olan kimse, İmamın zahir mezhebine göre onun zevcesinin nafakasını da teminle yükümlüdür. Ondan başka bir rivayete göre, bu yükümlülük gerekmez. Yine ondan gelen bir başka görüşe göre de, eğer nafaka hakkı sahibi yakın, usul-furû akrabalığından ise yükümlüyü, zevcesinin nafakası da bağlar; diğerlerinden ise bağlamaz. Ondan gelen bir başka görüşe göre de kişi, sadece babanın zevcesinin nafakasını temime yükümlüdür. Şayet talepte bulundukları takdirde, nafaka yükümlüsünün usul-furû yakınını evlendirmek ya da odalık yolu ile cinsel ihtiyaçlarım gidermek (ijö/] de görevleri arasındadır.

Kadı Ebu Ya'lâ şöyle der: Aynı şekilde kendisi lehine nafaka gereken, erkek kardeş, amca vb. gibi herkes için bu ihtiyaçlannın giderilmesi gerekir; çünkü İmam Ahmed (r.a.), eğer istediği takdirde, efendi kölesini evermek zorundadır, aksi takdirde köleyi satmaya icbar edilir; demiştir. Bir kimsenin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan kimse, onun zevcesinin nafakasını teminle de yükümlüdür. Çünkü, yükümlü olduğu kimsenin ihtiyacını, zevcesinin başka türlü gidermesi mümkün değildir. Bu mesele daha önce geçen meseleden farklıdır. O, nafaka alacaklısının zevcesine infakta bulunmasının vacibliği idi. Her birinin başka başka bir dayanağı vardır.

Bu beşinci görüş, İmam Ahmed'in mezhebi olmaktadır. Bu görüş İmam Ebu Hanife'nin görüşünden daha geniştir. Ancak, bir açıdan Ebu Hanife'nin mezhebi daha da geniş olmaktadır. Çünkü o zevilerhamı da nafaka yükümlüsü yapmaktadır ki, delil açısından meseleye baktığımızda doğrusu da budur. İmam Ahmed'in asıllarının, beyanlarının, şer'î kaidelerin, Yüce Allah'ın emir buyurduğu, koparana cenneti haram kıldığı sıla-ı rahmin gereği de bu olmaktadır. Nafakaya iki şeyle hak kazanılır; Allah'ın kitabıyla miras vasıtasıyla; ikincisi de, Hz. Peygamber'in (s.a.) sünnetiyle belirtilen sıla-ı rahim yolu ile. Daha önce Hz. Ömer'in, bir çocuğun nafakası sebebiyle, onun asabesini hapsettiği; Zeyd b. Sâbit'in "Bir anne ve bir amca bulunması takdirinde, anneye de amcaya da mirastan alacakları pay oranında nafaka gerekir." dediği ve Hz. Ömer ile Zeyd'e ashap içerisinden hiçbir muhalifin bulunmadığı geçmişti. Bu cumhurun görüşü olmaktadır. "Yakın akrabalara hakimi ver"; "...anne ve babaya, yakın akrabaya iyilikte bulunmanızı emretti..." âyetlerinin delâlet ettiği görüş de bu olmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.) akrabalara iyiliğin yapılmasını vacip kılmış ve onların da neseblerini tasrih ederek: "Kızkardeşine, erkek kardeşine ve bunları sırasıyla takib eden yakınlarına. (Bu) vacib bir hak (yükümlülük) ve sıla-1 rahimdir." buyurmuştur.

Eğer, "bu bir bağış ve sıla kabilinden olup, yükümlülük türünden değildir" denecek olursa, buna şu şekilde cevap verebiliriz;:

Yüce Allah'ın bunu emretmiş olması ve onu "hak" diye isimlendirmesi ve "hakkını" ifadesiyle de ona nisbet etmesi; Hz. Peygamber'in (s.a.) o.nun bir hak olduğunu, vâcib olduğunu İfade buyurması bu iddiayı reddeder. Bunların değil hepsi, bazısı bile o şeyin vacib olduğunu açıkça ortaya koyar.

"Hakkı" ifadesinden maksat, sıla-ı rahmin terkedilmemesidir; denilirse, ona da iki açıdan cevap veririz:

1) Kişinin yakınım, açlık ve suzuzluktan kıvranır, si.cak ve soğuktan son derece etkilenir halde görüp, ona bir lokma yedirmemesi, bir yudum su içirmemesi, avretini örtecek, sıcak ve soğuktan koruyacak bir elbise giydirmemesi, gölgeleneceği bir çatı altında barındırmamasından daha büyük bir sıla bağlarının koparılması düşünülebilir mi? Bu bahsettiğimiz kişinin, onun anne ve babasının oğlu yani kardeşi veya babasının ayarında amcası veya anne yerinde olan teyzesi olması; onlara ancak uzak bir yabancıya yapması gerekeni yaptığı gibi, zimmetinde borç olmak üzere, eli bollaşmca ödemek kaydıyla bir şeyler vermesi, kendi son derece varlıklı ve bolluk içerisinde olduğu halde, verdiklerini daha sonra istirdad etmesi... Evet, böyle bir davranış sıla-ı rahmi koparmak değil ise, nedir? Allah'ın haram kıldığı ilişkilerin koparılmasından; yapılması emredilen, koparana çenet haram kılman sıla-ı rahimden maksat nedir? Üzerinde düşünmek gerekir.

2) Nasslann mübalağalı şekilde vacib kıldığı ve koparanı zemmettiği sıla-ı rahim nedir? Yabancı birisinin hakkına nisbetle ona gösterilmesi gereken, kalplerin anlayacağı, dilin söyleyeceği, azaların işleyeceği ek bir yükümlülük yok mudur? Sıla-ı rahim dediğimiz şey, onunla karşılaşıldığı zaman selâm vermek, hastalandığı zaman ziyaret etmek,, aksırdığı zaman kendisine dua etmek, davet ettiği zaman çağırışına icabet etmek midir? Bunlarla siz, bir yabancı için başka bir yabancı üzerine vacib olan şeyler dışında hiçbir şey vacib kılmış olmuyorsunuz. Yok sıla-ı rahimden maksat, akrabayı dövmemek, ona sövmemek, işkence etmemek, hakaret etmemek vb. gibi hususlar ise; bu her müslüman için diğer müslümanlara karşı uyması, yapmaması gereken bir görevdir. Hatta hiç akrabalığı olmayan bir zimmînin bile bunlara uyulması konusunda müslümanlar üzerinde hakkı vardır. O zaman sıla-ı rahimin vâcibliğinin anlamı, kazandığı hususiyetin mânası ne olacaktır? Bu yüzdendir ki, bazı büyük müteahhir âlimleri: "Vâcib olan sıla-ı rahimi bir türlü anlayamadık." demişlerdir. Bu konuyu İmam Mâlik'in tâbilerine getirip: "Sizce sıla-ı rahimin mânası nedir?" diye sorduklarında, onlardan birisi çıkıp sıla-ı rahim konusunda büyük bir kitap tasnif etmiş, orada konuyla ilgili merfû, mevkuf haberlerden ne var ne yok hepsini toplamış, "sıla" cinsini, nevi ve kısımlarını hep zikretmişti. Bütün bunlara rağmen bu neticeden kendisini kurtaramamıştır. Çünkü "sıla" bellidir, âlim ve cahil herkes onun mânasını bilmektedir. Bu konudaki haberler ilimden öte meşhurdur. Ancak, sadece rahime has olan, rahmet edilmesi vacib olan ve yabancıyla olan ilişkiden ayıran "sıla" nedir? Bu sorunun cevabı olmak üzere bir şeyi belirlerseniz, mutlaka nafaka ondan daha güçlü bir vacib olarak kendisini gösterecektir; nafakanın düşürülmesini gerektirlci olarak zikredeceğiniz herhangi bir şey, mutlaka yine öncelikli olarak nafaka dışında kalan ve sizin vacib diye göstereceğiniz şeyi de düşürecektir. Hz. Peygamber (s.a.) erkek ve kizkardeş ile, anne ve babanın hakkını beraber zikretmiş ve kime iyilik etmesi gerektiğini soran kimseye: "Annene, babana, kızkardeşine, erkek kardeşine ve sırasıyla bunları takib eden yakınlarına." buyurmuştur. Bu hükmü nesheden bir şey mi vardır? Hadisin evvelini vücub için alıp, son kısmını müstermplık için almayı gerektiren şey nedir?

Eğer bu anlaşıldı ise diyoruz ki; bir kimsenin kendisi son derece zengin ve refah içerisinde iken, bolluk içerisinde yüzüyorken, nafakasını temin etmemesi yüzünden babasının tuvalet temizlikçiliği, eşek üzerinde yük taşıyıcılığı, hamam külhanlarında ocakçılık, başında tabla, simit vb. satma gibi durumlara düşmesine sebep olması; yine kişinin annesinin insanlara hizmetçilik yapmasına, onların çamaşırlarını yıkamasına, sularını çekmesine vb. razı olmak, ve anne ve baba vücutları sağlamdırlar, kazanabilin ektedirler, kötürüm ya da kör de değiller diye bu haline de bir gerekçe bulması, anne ve babaya gösterilmesi gereken iyilikten asla olamaz. Allah için, şaşmamak elde değildir! Allah ve Rasûlü'nün anne ve babaya ihsanda bulunmaları, sıla-ı rahimde bulunmaları emrinde, onların kötürüm ve kör olmaları şartı nerede bulunmaktadır?! Ne sıla-ı rahim, ne de anne ve babaya iyilik emirleri, ne şer'an ne dil bakımından ne de örfen böyle bir şarta bağlı değildir.

Tevfik ancak Allah'tandır. [158]


[145] Ebu Davud, 514O. Küleyb b. Menfaa'dan iki kişi rivayet etmiştir. İbn Hibbân om bulur. Diğer râvileri ise zaten sikadır. Hadisin ayrıca şahidi vardır. Bk. Ebu Davud, Ahmed, 5/3, 5 ; Tirmizî, 1897.

[146] Nesâî, 5/61.

[147] Buhari, 78/2 ; Müslim, 2548.

[148] Tirmizî, 1897 ; Ebu Davud, 5139. Senedi hasendir. Az önce geçmişti.

[149] Buhari [Fethu'l-BârÜ, 9/444, 445 ; Müslim, 1714. Hz. Âişe'den.

[150] Ebu Davud, 3530 ; Ahmed, 2/179 ; İbn Mâce, 2292. Senedi hasendtr.

[151] Ebu Davud,   3528, 3529 ; Ahmed, 6/202, 203. Senedi hasendir   İbn Hibbân, (1091) sahih kabul eder.

[152] Nesâî, 5/69, 70. Râvileri sikadır.

[153] Nisa, 4/36.

[154] îsrâ, 17/26.

[155] Bakara, 2/ 233 .

[156] Musannef, 1218 ; Taberi, 2/500.  "Akile'1 , baba tarafından olan asabe ve akrabalardır.

[157] Bkz. Taberi, 2/500,501 .

[158] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 6/133-141.