Konu Başlığı: Taîfliîere Rahmet Gönderen: Zehibe üzerinde 14 Temmuz 2010, 12:56:34 c. Taîfliîere Rahmet
Hz. Peygamber(s.a.v.)'in rahmet olma özelliğinin en güzel tablolarından biri de onun Tâiflilere olan muamelesidir. Tâiflilerle Hz. Peygamber, iki kere karşılaşmıştır. Bunlardan ilki Peygamberliğin ilk yıllarında, diğeri Mekke'nin fethinden sonradır. Önce birinci olaya bakalım: îslâm'ın ilk yıllarında müşriklerin, Hz. Peygamber'e yaptıkları eziyet günden güne artıyor ve çekilmez bir hal alıyordu Peygamberliğin 10. yılında, yanında evlatlığı Zeyd bin Harise olduğu halde Mekke'den çıktı ve Taife gitti. Gayesi, Tâif'teki Sakîf kabilesinin kendisini desteklemelerini ve Müslüman olmalarını sağlamaktı. Peygamberimiz, Taife geldiği zaman, Sakif kabilesinin önde gelenlerinden Abdi Yalil, Mesud ve Habib adlı üç kardeş ile görüştü. Onlara İslâm'ın inanç şeklinden, yapılması lâzım gelen hususlardan bahsetti ve dine davet etti. Bu konuşmaların sonunda iki kardeş, direkt olarak Hz. Peygamber'e karşı çıkıp düşüncelerini şöyle açıkladılar: "Eğer Allah seni Peygamber yollamış İse, ben Kabe'nin örtüsünü çalmış veya yırtmış olayım!.." "Allah peygamber göndermek için senden daha güçlü birisini bulamadı mı?... Bulamayacak kadar âciz mi senin Rab-bin!?" Üçüncüleri olan Abdi Yalîl ise onlara göre biraz daha akıllıca konuştu: "And olsun ki ben seninle konuşmak istemem! Çünkü sen, eğer dediğin gibi bir Peygamber isen, sana karşı gelmekte, sözünü dinlememekte büyük tehlike vardır. Yok eğer, yalan söylüyor da, mahsustan kendini peygamber gibi göstermek istiyorsan, yine ben seninle görüşmek istemem." Efendimiz, Tâif ileri gelenlerinin bu cevapları karşısında üzüldü ve onlardan ricada bulundu: "Hİç olmazsa, konuştuklarımız aramızda kalsın! Başkalarına anlatmayın." Daha sonra Kureyşliler bu defa da onları kışkırttı. Taif-liler de bu kışkırtmalar sonunda Peygamberimizi ve Hz. Zeyd' i kovdular. "Buradan derhal çık!.. Nereye gidersen git!.. Senin kavmine hayrın dokunmadı ve onlar bile sana karşı geldi... Hal böyle iken, sen bizi mi kandıracağını sanıyorsun? "diyerek onu aşağıladılar. Daha sonra da Hz. Peygamber'in gideceği yola adamlarını dizerek ona çeşitli eziyetlerde bulunmalarını İstediler. Bu adamlar Taif dışına doğru yürüyen Hz. Peygamber'i önce taşlamaya başladılar. Ellerine geçen her şeyi ona atıyorlardı. Öyle ki, atılan taşlardan Hz. Peygamber'in ayaklan kan revan içinde kaldı; başı sıyrıldı, kanamaya başladı. Dermansız kalıp, oturdukça da zorla yerlerinden kaldırdılar, tekrar türlü hakaretler ve atılan taşlar arasında yürümeye mecbur bıraktılar. Bu arada, atılan taşlara karşı Peygamberimizi korumaya çalışan Zeyd'in de başı yarılmış, yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Keza ayakları da kan içindeydi. Nihayet pek uzakta olmayan Mekkeli Utbe ve Şeybe b. Rebia'nın bağına sığındılar. Ne bir adım atacak halleri, ne de bir tek kelime söyleyecek kuvvetleri kalmıştı. Peygamberimizin hayatı boyunca karşılaştığı en büyük eziyet buydu işte. Bu sırada Peygamberimiz'in yaptığı şu dua çok meşhur olmuştur: "Allahım! Kuvvetimin tükendiğini, artık çaresiz kaldığımı, halk katındaki hor ve hakir karşılanmamı sana arz ve şikâyet ederim... Ey Merhametlilerin en Merhametlisi! Herkesin zayıf ve hor görüp dalına bindiği bîçârelerin Rabbi Sen'sini" Rabbim! Sen benim Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun. Rabbim! Kötü huylu ve yüzsüz beni reddeden uzak düşman eline mi yoksa işlerimin dizginini eline verdiğin akrabam olan düşmanlara mı? Beni bunlara muhtaç etmeyecek kadar rahimsin1... Rabbim! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çekmekte olduğum çile ve belalara aldırmam. Ancak şu da var ki, senin af ve merhametin, bana bunları göstermeyecek kadar geniştir. Rabbim, gazabına uğramaktan yahut Senin hoşnutsuzluğuna düşmekten, Senin o zulmetleri parıl parıl parlatan, dünya ve ahiret hayatını düzene koyan nuruna sığınırım. Rabbim, Sen, benden razı olana kadar, sana tevbe ederim affımı dilerim!.. Rab-bim, şüphesiz ki kuvvet ve kudret sadece Sendedir!.." O sırada Peygamberimiz ile evlatlığının durumunu Utbe ile Şeybe görmüştü. Hıristiyan olan köleleri Addâs'ı çağırıp, eline büyük bir salkım üzüm verdiler ve onu Peygamberimiz'e götürmesini söylediler... Addâs, üzümü doğruca Peygamberimiz'e götürdü verdi. Üzümü alan Peygamberimiz, besmele çekerek, yemeye başladı. Besmele, Addâs'ın dikkatini çekmişti. Bura halkının bu sözü kullanmadıklarını söyledi. Peygamberimiz de ona memleketini ve dînini sordu. "Ninavalıyım; Hıristiyanım" deyince, "Yûnus b. Matta'mn hemşehrisisin ha" dedi. Addâs, bu söz karşısında şaşırdı ve sordu: "Sen Yûnus bin Matta'yı nereden tanıyorsun?" Efendimiz de ona: "O, benim kardeşimdir! O bir Peygamberdi; ben de bir Peygamberim!" Addâs, bu sözleri işitince kendini tutamayıp Peygamberimizin ayaklarına kapandı. O sırada onları uzaktan seyretmekte olan iki kardeşten Utbe, Şeybâ'ya döndü: "Bak, adam kölenin inancını da gözlerinin önünde kendine çevirdi... Onu da saptırdı!'' dedi. O sırada Addâs da yanlarına gelmişti... Utbe, Addâs'a çattı: "Yazıklar olsun sana Addâs! Bak seni saptırdı dininden bu adam!" Addâs da onlara cevap verdi: "Ey Efendim; yemin ederim ki yeryüzünde bu zâttan daha hayırlı bir kişi yoktur!.,. Zira, o bana, öyle bir şeyden bahsetti ki, onu ancak bir peygamber bilir..." [512] Peygamberimiz, bundan sonra üzgün ve mahzun bir halde, Mekke yoluna koyuldu. Bu yolculuğun Hz. Muhammed'in hayatının en zorlu günü olduğunu daha sonra kendisi Hz. Âişe'ye nakletmiştir. Yolculuğun sonunda Cebrail bana: "Allah, kavminin senin hakkındaki dediklerini muhakkak işitti. Seni korumaktan kaçındıklarına da vâkıftır. Allah, sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin! İstersen Ebû Kubays ve Kuaykıan denilen şu iki dağın Mekkeli-ler üzerine çökerek kavuşmasını emret!" der. Hz. Peygamber de: "Ben isterim ki, Allah, müşriklerin sulbünden (neslinden) yalnız Allah'a ibadet eden ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil meydana çıkarsın." [513] der. Rahmet Peygambe-ri'nden insanlığın bir daha şahit olmayacağı eşsiz bir tablo! Kendisine hayatının en çekilmez eziyetini yapan kişilere Peygamberimizin bir beddua bile etmemesi, tek başına, onun Rahmet Peygamberi olduğunun göstergesidir. Onun başarısının sırrı buradadır. Beddua etmek bir yana onların çocuklarının hidâyete ermesi için Allah'a duada bulunması, olağan üstü çarpıcı bir tablodur. Ve bu tabloda herkes için büyük dersler vardır. Bundan sonra Peygamberimiz Mekke'nin yanı başındaki Hira Dağı'na geldi. Abdullah bin Ureykıt'ı buldu. Onunla, Mekke'nin nüfuzlu kişilerinden Ahnes bin Şurayk ile Süheyl bin Amr'a haber gönderip, Peygamberlik vazifesi sırasında kendisini himaye edip edemeyeceklerini sordurdu. Onlar da .olumsuz cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz, Mekke'ye girebilmek için, Abdullah bin Ureykıt'ı bu defa da Mut'im bin Adiyy'e gönderdi. Kendisini himayesi altına alıp almayacağını sordurdu. Mut'im bir Adiyy'in bu soruya verdiği cevap şöyle oldu: "Olur, gelsin, ben onu himayeme alırım. Vazifesine devam etsin." Mut'im bin Adiyy, doksan yaşını aşkın bir kimse İdi. Ertesi gün silahlarını kuşandı, oğullarını ve kardeşlerinin oğullarını da kuşattı ve ne sebeple bu işe başvurduğunu açıkladı: "Bilmiş olunuz ki, Muhammed'i ben himayem altına aldım! Artık kimse ona dokunmayacaktır. Aksi iıalde, karşısında bizi bulacaktır." Bundan sonra, oğulları ve kardeş çocukları ile birlikte Peygamberimiz'! yanına alıp, Harem-i Şerîf'e girdi. Çocukları Kabe'nin dört bir yanına dağıldılar. O sırada, Ebû Cehil göründü ve Mut'im b. Adiyy'e yaklaşarak: "Ya Mu'tim! Himayeci misin, yoksa tâbi mi?" Mut'im durumu açıkladı gür sesle: "Himayeciyim. Ey Kureyş topluluğu! Bilmiş olunuz ki, Muhammed benim himayemdedir. Kimse onun kılına dokunamaz!..." Nitekim daha sonra da Peygamberimiz bu hareketi daima hayırla yad etmiş, hatta Bedir Savaşından sonra, henüz daha o zaman Müslüman olmamış bulunan, Mut'im'in oğlu Cübeyr'e esirleri göstererek" Eğer baban Mut'im bin Adiyy sağ olsaydı da, şu herifleri bağışlamamı İsteseydi, bunların hepsini ona bağışlardım!" demiştir. Bundan az zaman sonra da Cübeyr Müslüman olmuştur. Peygamberimizin Taiflilerle ikinci karşılaşması Huneyn Savaşından sonraki Taif Seferi'nde olmuştur. Hevâzin kabilesinin Kureyş'ten sonra Peygamberimize direnecek tek kabile olarak kendisini görmesi ve bunun için ordu düzenlemesi sonucunda Tâif'te oturan Sakif oğulları da bu orduya ve yapılan Huneyn Savaşına katılmışlardır. Hu-neyn'de bozguna uğratılan Hevâzin ve yandaşları dağılmışlardı. Sakîf oğullan da kaçarak Taife sığındılar ve kalenin kapılarını kapattılar. İçeride bir yıllık yiyecek stoklan da vardı. Peygamberimiz Tâif'i kuşattı. Fakat alamadı. Okçu bir kavim olan Sakifliler Müslümanların üzerine yağmur gibi ok yağdırıyorlardı. Peygamberimiz de bu savaşta ilk defa mancınık kullandı. Kuşatma uzaymca Peygamberimiz onların direncini ve ekonomik gücünü kırmak için Müslümanlara Sakîf asmalarını kesmelerini emretti. Bunun üzerine Sakifliler Hz. Peygamber'e ricacı gönderip, Allah Rızası ve akrabalık hakkı için asmalarım kesmemesini istediler. Bunun üzerine Peygamberimiz "Onları Allah Rızası ve akrabalık hakkı için size bırakıyorum" dedi [514] Günlerce muhasara altında tuttuğu Tâif'i fethedemeyip muhasaradan vazgeçtiler. Onların içinden Müslüman olanlar Rasûlullah ile birlikte Tâiften ayrıldıkları sırada Rasûlul-lah "'Tevbe ediyoruz; Rabbimize ibadet ediyor, O'na hamde-diyoruz' deyiniz" buyurdu. Mü'minler de "Yâ Rasûlallah! Şu SakifHlere beddua et" dediler. Hz. Peygamber ise: "Allahım! Onları hidâyete kavuştur, onları bize getir" buyurdu. Böylece Hz. Peygamber üç kere kendisine direnen, reddeden ve eziyet eden Sakiflilere her defasında dua etti. Onların ve doğacak çocuklarının hidâyete ermelerini, doğru yola girmelerini niyaz etti. Her defasında da beddua etmeyi reddetti. Daha sonra Taif ileri gelenleri aralarında toplanıp Müslüman olmaya karar verdiler. Böylece haklarında üç kere dua ederek hidâyet niyazında bulunan Hz. Peygamber'in duası gerçekleşmiş oldu. [515] |