๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Vehbe Zuhayli - Usul => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 25 Şubat 2010, 01:34:23



Konu Başlığı: Has ve Delaleti
Gönderen: Ekvan üzerinde 25 Şubat 2010, 01:34:23
Has ve Delaleti

Has Lafız
Hassın Hükmü
Sîgasına göre hassın çeşitleri
3. Emir
4. Nehy.



Has Lafız


Tarifi: Fertleri,olup olmadığına bakılmaksızın tek bir manaya delâlet etmesi için vazedilmiş lafızdır.

Bu lafız ya Halid, Muhammed gibi bir isimdir veya erkek kadın gibi bir nevidir veya insan, deve, ağaç gibi bir cinstir. Bir, iki, beş, on, yüz, bin, gibi aded isimleri de hastan sayılır.

Kadın, insan, iki, yüz gibi lafızların bir takım fertlere şumûlü olsa da bu fertler bir nevi veya cins altında toplanarak bir cins veya nevi birliği ifade ettik­leri için hepsi birer hastır.



Hassın Hükmü


Has lafız, başka bir mana murad edildiğine dair bir delil bulunmadıkça kat´î ve yakînî olarak vazolunduğu manaya delâlet ettiğinde âlimler ittifak etmiş­lerdir[1] Meselâ "Üç gün oruç tutması vacibtir." (Bakara: 2/196) "O yeminin keffareti on fakiri yedirmektir." (Maide: 5/89)  ayetlerindeki "üç" ve "on" sayıla­rından her biri vazolunduklan manaya kat´î şekilde delâlet ederler, ziyade veya noksan olması mümkün değildir. Çünkü bunların her biri has lafızdır, mana­sını daha aza veya daha çoğa hamletmek mümkün olmaz. Davarların zekat ni­sabını tesbit sadedinde varid olan "Her kırk koyunda bir koyun" hadisindeki "kırk" lafzı da böyledir.

"Namazı dosdoğru kılın zekatı verin." (Bakara: 2/43) ayetinde "kılın, verin"  den her biri emirdir, emir ise has´dır. Dolayısıyle namaz ve zekatın farz olduğuna kat´î şekilde delâlet ederler.

"Haklı olmadıkça Allah´ın muhterem kıldığı cana kıymayın." (İsra: 17/33) ayet-i kerimesi de kat´î şekilde öldürmenin haram olduğuna delâlet eder çünkü emir gibi nehiy de has´dır.

Ancak has lafzın hakiki manasından alınıp başka mana irade edildiğine dair bir delil bulunursa delâleti kat´î olmaz ve o delilin delâlet ettiği manaya hamledilir. Meselâ "Hâkim katili öldürdü." sözü "Hâkim onun ölümüne hükmetti" şeklinde anlaşılır. Bu ise delilden neş´et eden bir ihtimaldir ki o, hâkimin görevinin infaz değil hüküm vermek olmasıdır. Hanefîlere göre şu üç mesele­deki tevil de has lafzın bir delil ile hakiki manasından başka manaya alındığına misaldir:

Yukarıda geçen "Kırk koyunda bir koyun" hadisindeki "koyun" lafzının "kıymeti" ile tevil edilmesi.

Fıtır sadakasındaki "bir sa´ hurma veya arpa" daki sâ´ın "kıymeti" ile tevil edilmesi.

"Musarrâ" hadisindeki "bir sa´ hurma" nın tevil edilerek hurmadan başka itlaf edilenin bedeli olabilecek her şeye teşmil edilmesi, hassın başka manaya alındığına misaldir.



Sîgasına göre hassın çeşitleri


Sığasına göre has mutlak, mukayyed, emir ve nehiy olmak üzere dört

çeşittir.

1. Mutlak

Mutlak her hangi bir sıfatla mukayyed olmadan ferd-i şayia delâlet eden has lafızdır. Meselâ bir adam, bir kitap, bir kuş, bir talebe. Bunlar, umum veya şümul mülahazası olmadan kendi cinsinden bir ferdi şayia delâlet eden lafızlar­dır. Maksad her hangi bir sıfatla mukayyed olmasızın o ferdin mahiyeti veya hakikatidir.

Mutlakın Hükmü:

Mutlakın hükmü, takyid edildiğine dair bir delil bulunmadıkça mutlak oluşu üzere devam etmesidir. Takyidine dair delil olursa bu delil onu mutlakhktan çıkarır[2]. Meselâ yemin keffareti hakkındaki "veya bir köle azad etmektir" (Maide: 5/89)  ayet-i kelimesindeki "bir köle" lafzı mümin veya kafir olma şartı aramaksızın her hangi bir köle azad etmenin yeterli olacağına delâlet eder. Nikahlanması haram olan kadınların beyanı sadedinde gelen "hanım­larınızın anneleri..." (Nisa: 4/23) lafzı, zifaf olsun veya olmasın kızlarıyle yapılan mücerred nikah akdi ile annesinin (damada) haram olduğuna delâlet eder. "Mallarınızla istemeniz ... size helal kılındı..." (Nisa: 4/24)  lafzı, az veya çok her hangi bir malı mehir vererek nikah yapmanın cevazına delâlet eder. "Velisiz nikah olmaz." hadisi şerifi velilerden her hangi birinin bulunmasının şart (ve yeterli) olduğuna delâlet eder.

Mutlakın takyidine dair delil bulunursa mukayyedle amel edilir. Meselâ "... yapılan vasıyyetten veya borçtan sonra..." (Nisa: 4/12) ayetinde mutlak olan vasiyet, malın üçte birinden fazlasının vasiyetine cevaz vermeyen hadisle takyid edilmiştir.

2. Mukayyed

Mukayyed, her hangi bir sıfatla sıfatlanmış ferd-i şayia delâlet eden has bir lafızdır. Meselâ, imanlı bir adam, iffetli bir kadın gibi.

Hükmü: Bu kaydın ilga edildiğine dair bir delil bulunmadıkça bu lafızla mukayyed şekliyle amel edilir. Delil bulunursa kayıd ilga edilir[3].

Meselâ zıhar keffareti hakkında gelen "Buna imkan bulamayan kimse te­mas etmeden önce peşpeşe iki ay oruç tutsun." (Mücadele: 58/4) ayetinde oru­cun peşpeşe tutulması ve bunun zıhar yaptığı hanımıyla temas etmeden önce olması kaydı getirilmiştir. Şu halde bu ayetle bu iki kayda riayet edilerek amel edilir, oruçta ara verirse veya hanımıyle temastan sonra tutarsa keffareti eda etmiş olmaz. Buna bir başka misal "meyte ve detn-i mesfûh = akmış kanın dı­şında..." (En´am: 6/145)  ayetinde dem-i mesfûh´un haram kılınmasıdır. Bu ayette kanın haram olmasını "akmış olması" ile kayıtlamıştır. Buna göre kara­ciğer, dalak ve kesildikten sonra damarlarda kalan kan haram değildir.

Kaydın ilga edildiğine misal de "Zifafta bulunduğunuz hanımlarınızın si­zin evinizde bulunan başka kocadan kızları (üvey kız) haram kılındı." (Nisa: 4/23) ayet-i kerimesidir. Buradaki "zifafta bulunduğunuz" kaydıyle amel edildiği halde "evinizde bulunan" kaydı mülgadır, amel edilmez, kız üvey babanın evinde olmasa da haramdır. Bu kaydı zikretmesinin sebebi ise örf böyle olduğu, yani umumiyetle üvey kızların anneleriyle beraber üvey babaların evinde bulunmalanndandır. Bu iki kayıttan sadece "zifafta bulunma" kaydının muteber olduğuna delil ise ayetin "onlara zifafta bulunmasaydınız size vebal yoktur" kısmıdır. Zira burada üvey kızlar, üvey babanın himayesinde ve evinde bulunmazsa helal olacağına temas edilmemiştir.

Mutlakı mukayyede hamletme:

Lafız, şer´î bir nasta mutlak gelse aynı lafız başka bir nasta mukayyed gelse bunun dört hali vardır:

1 - İki nassın konusu da aynı ise, yani her ikisinde de hüküm ve hükmün bina edildiği sebep aynı ise mutlak mukayyede hamledilir. Yani hüküm ve se­bep aynı olduğu için bu mutlaktan mukayyed kastedilmiş olur. Meselâ: "Size meyte ve kan haram kılındı." (Maide: 5/3) "veya akıtılmış kan" (En´am: 6/145)  ayetlerinde sebep aynıdır: Kanın zararı. Hüküm de aynıdır: Kanın yenilmesi­nin haramhğı. Dolayısıyle mutlak mukayyede hamledilir ve haram olan kan "akıtılmış kan" olur. Damarlarda ve ette kalan kandile karaciğer ve dalak gibi donuk olanları haram olmaz.

Başka bir misal: Teyemmüm hakkında nazil olan "Yüzlerinizi ve kolları­nızı meshedin" (Nisa: 4/43) ayeti ile "Su da bülamadıysanız temiz bir toprakla teyemmüm yapın, yüzlerinizi ve kollarınızı meshedin." (Maide: 5/6)  ayetlerinin sebepleri aynıdır: Namaz kılma isteği. Hüküm de aynıdır: Meshin vacib

olması. O halde mutlak ayet mukayyed olana hamledilir ve vacib olan necis değil temiz toprak kullanmak olur.

2- Hükmün ve sebebin farklı olması hali: Bu durumda bunlar birleştiril-mediği takdirde aralarında zıtlık (münâfât) olmayacağı için âlimlerin çoğunlu­ğunun ittifakıyle mutlak mukayyede hamledilmez, bilakis mutlak ile kendi ko­nusunda mutlak olarak, mukayyedle kendi konusunda mukayyed olarak amel edilir. Meselâ hırsızın cezası hakkında gelen "Hırsız erkek ve hırsız kadının ellerini kesin" (Maide: 5/38) ayeti ile abdest hakkında gelen "Yüzlerinizi ve dir­seklere kadar elle´riniziyıkayın." (Maide: 5/6)  ayetindeki "el" lafzı birinci ayette mutlak ikinci ayette mukayyeddir. Her iki ayette sebep farklıdır: Birinci ayette hırsızlık ikincisinde namaz kılma isteği. Hüküm de farklıdır: Birincisinde hırsızın elinin kesilme.si ikincisinde elin yıkanması. Bu sebeple mutlak olanı mukayyed olanına hamledilmez. Hırsızın elinin bilekten kesileceğini sünnet belirlemiştir.

3- Sebep aynı olduğu halde hükmün farklı olması hali: Meselâ abdest hakkındaki "Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın." (Maide: 5/6) ayeti ile teyemmüm hakkındaki "Yüzlerinizi ve ellerinizi mesnedin" (Maide: 5/6)  ayetlerinde sebep aynıdır: Namaz kılmak isteyenin abdestsiz olması. Ancak her iki ayette hüküm farklıdır: Elleri abdestle yıkamak, teyemmümde meshetmek. Öyleyse mutlak mukayyede hamledilmez, her biri ile müstakil amel edilir. Ancak mutlakm mukayyede hamline dair delil bulunursa burada aralarında zıtlık olmayacağı için hamledilir. Birinin diğerine hamledilemediği bu halde sünnete müracaat edilerek, Abdullah bin Ömer´in merfu olarak rivayet ettiği "Teyemmüm iki vuruştur: Bir vuruş yüz için bir vuruş da dirseklere kadar eller içindir."  hadisinden dolayı Hanefî ve Şafiîler ellerin dirseklere kadar meshedilmesinin vacib olduğuna kail olurken Maliki ve Hanbelîler de Peygamberimiz (s.a.) in Ammar bin Yasir´e yüzü ve (bileklere kadar) elleri teyemmüm yapmasını emrettiğinden dolayı ellerin sadece bileklere kadarının meshinin vacip olduğuna kail olmuşlardır.

4- Hükmün aynı sebebin farklı olması hali:Meselâ zıhar keffareti ve hata ile öldürme keffaretinde köle azadı. Birincisi hakkında "Temas etmeden evvel bir köle az.ad eder." (Mücadele: 58/3)  denilirken ikincisi hakkında "Bir mümin köle az.ad eder." (Nisa: 4/93)  denilmiştir. "Köle" lafzı birincisinde mutlak ikin­cisinde "iman" vasfı ile mukayyeddir. Her iki ayette hüküm aynı olduğu halde sebep farklıdır. Sebep, zıharda hanımından istimtaya dönme isteği, öldürmede ise hata ile öldürmedir.

Bu şık ihtilaflıdır. Hanefî ve Malikîlerin ekseriyetine göre[4] burada mutlak mukayyede hamledilmez, mutlak ile kendi mahallinde mukayyed ile de kendi

konusunda amel edilir. Hata ile öldürmede mümin köle azad edilmesi vacib olurken zıhar keffaretinde mümin olsun kâfir olsun her hangi bir köle azad etmek kâfidir. Sebep farklı olduğu için aralarında tearuz (çatışma) olmaz. Öldürmede mümin köle olması şart kılınarak katile ağırlaştırma münasip görülmüş, zıharda aileyi muhafaza etmek için hafifletme ve kolaylaştırma münasib görülmüş olur.

Şafiî ve Han belilere göre bu halde de mutlak mukayyede hamledilir, do-layısıyle hem zıhar keffaretinde hem de hata ile öldürme keffaretinde mümin köle azad etmek vacib olur, kâfir köle yeterli olmaz. Çünkü her iki nasda da hükmün aynı olması mutlakın mukayyede hamlini gerektirir. Tâ ki aynı şey hakkında vârid olan naslar arasında muhalefet olmasın, çünkü birbiri üzerine bina edilmesinin vacib oluşu açısından Kur´an-ı Kerîm´in hepsi de tek kelime gibidir.

Başka bir misal. Müdâyene (borçlanma) şahitleri hakkındaki "Erkekleri­nizden iki kişiyi şahit tutun." (Bakara: 2/282)  ayeti ile ric´î (dönüşü olan) talakta hanımına dönerken şahit tutulmasına dair "Sizden âdil olan iki kişiyi şahit tu­tun." (Talak: 65/2)  ayetinde hüküm aynıdır: İki kişiyi şahit tutmanın vacib ol­ması. Sebep ise farklıdır: Birinci ayette borçlanma ikincisinde ric´at = dönüş­tür. Bu sebeple Hanefîlere göre mutlak mukayyede hamledilmez.

Özet olarak: Hanefîlere göre sadece bir halde mutlak mukayyede hamledi­lir, o da hükmün ve sebebin aynı olması halidir. Hükmün veya sebebin veya her ikisinin de farklı olduğu diğer üç halde ise hamledilmez, mutlak ile mutlak olarak, mukayyed ile mukayyed olarak kendi konularında amel edilir.