> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Türkiye > Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi  (Okunma Sayısı 962 defa)
04 Temmuz 2012, 14:33:58
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 04 Temmuz 2012, 14:33:58 »



Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi
Naci BOSTANCI • 60. Sayı / TÜRKİYE


Basına ‘dördüncü güç’ diyen Edmund Burke idi. Fransız İhtilali sonrası kullanılmış bir adlandırma. Oysa basın yaklaşık yüzyıl önce yine gündemdeydi ve krallar engin otoriteleriyle onu nasıl susturacaklarını gayet iyi biliyorlardı. 1727’de Edward Cave isimli bir gazeteci, İngiliz Avam Kamarası’nda neler konuşulduğunu aktaramasa da, bu durum Lilliput Senatosu’nda olup bitenleri anlatmasına mani değildi. Baskıya karşı gazetelerin kaçış yolları bulmasının ilk örneğinin bu olduğu elbette söylenemez.

Basın denildiğinde onun çağrıştırdığı her şey, son üç yüz yıllık tarihi içinde böylelikle karakteristik bir şekilde öne çıkıyordu: Baskı, alternatif anlatım biçimleri, dördüncü güç… Gazetelerin verdikleri haberleri “dedikodu” olarak niteleyen çağdaş eleştiri sahiplerinin geçmişteki önemli temsilcisi Voltaire’di. Ansiklopedinin “gazete” maddesine, “Fransa’nın resmî gazeteleri kendilerini hiçbir zaman dedikoduculukla lekelemediler”, diye yazarken resmî olmayanların kendince en çarpıcı niteliklerinin de altını bu şekilde çiziyordu. Diderot’ya göre “Tüm bu gazeteler, cahillerin yemi, okumadan konuşmak ve karar vermek isteyenlerin kaynağı, çalışanların belası ve tiksintisidir.” Rousseaua ise gazeteci olan bir arkadaşını “süreli yazar” olmakla aşağılamıştı: “Süreli bir kitap nedir? Değersiz, faydasız ve kalıcı olmayan bir eser. Onların yazgıları sabah tuvalet masasının üzerinde parladıktan sonra akşam gardırobun içinde ölmektir.” Bugün de gazetelere karşı “yüksek eleştiri” sahiplerinin benzer sözler söylemesi bizi şaşırtmamalı. Bu kişiler daha eğlenceli sözler arıyorlarsa geçmişteki bu parlak beyinlere müracaat edebilirler.

Fransa devrime doğru giderken Les Revolution de Paris dergisinin başyazarı şöyle yazmıştı: “Büyükler bize sadece biz diz çökmüş olduğumuz için büyük görünürler. Ayağa kalkalım.” Ayağa kalkmak, büyüklerle aynı boyda olduklarını görmek tebaalıktan vatandaşlığa geçişte önemli bir hamleydi. 1 Ocak 1788’de yayın hayatına başlayan Times, önemli gazetecilik başarılarına imza attı. 1839’da Kanada üzerine bir lordun “gizli” raporunu yayınladı. Kötü yönetimi sırlar âleminde tutmak isteyen devletlû kadro için bu ifşa elbette çok kötüydü. Aynı durum bu defa Osmanlı’nın da içinde olduğu Kırım savaşında yaşandı. Times bir kez daha cephedeki kötü İngiliz yönetimini bütün açıklığıyla dile getirdi. Bunun neticesi önce kızgınlık sonra ise kamuoyunun gözlerini üzerinde hisseden yönetimin kendini toparlamasıydı. Ancak basının bu parlak örnekleri karşısında hiç de aynı sınıfta değerlendirilemeyecek başka örnekler de var. Fransız La Moniteur, Napolyon Elbe adasından kaçıp başkente doğru ilerlerken ilk gün “Yamyam ininden çıktı” diye manşet attı, ikinci gün “Korsika Canavarı Juan Korfezi’nde karaya çıktı”. Dokuz gün bu şekilde başlıklar atan gazetenin onuncu günkü manşeti ise aynen şu şekildeydi: “Majesteleri İmparator, sadık tebaasının arasında Tuileries Sarayı’na girdi.” İlginç bir gerçekçilik, hızlı bir dönüşüm, keskin bir öngörü…

Medya tarihine ilişkin bu kısa tespitler herhalde herkese çok tanıdık gelmiştir. Bunların yanı sıra 19. yüzyılın sonunda Hearst ve Pulitzer’in Amerika’da yürüttükleri bulvar gazeteciliği, okuyucuyu etkilemek ve baştan çıkartmak için geliştirdikleri zekice teknikler, İspanya-Amerika savaşının çıkmasında basının oynadığı rol, rüşvet, iltimas, iktidarlarla yakın ilişki kurmak, iktidarlara savaş açmak, propaganda aracı olarak gazeteleri kullanmak vs. yine basın tarihinin sayısız örneğe sahip temalarıdır.

Aslında tüm bu değerlendirmeler bize şunu söyler: Basın her halükarda önemlidir, asla kaldırılıp bir kenara bırakılamaz. Toplumun aydınlatılmasında olduğu kadar karartılmasında da “başarılı” bir şekilde kullanılabilir. Şaşırtıcı mı? Hayır. İnsanın olduğu her yerde insani nitelikler de çeşitli “şey”lerin dolayımından karşımıza çıkıyor. Cennet kadar cehennemi de ima eden niteliklerin kılık değiştirmiş biçimleri arasındadır bunlar.

Bizde basın 1831’de Takvim-i Vekayi ile başlatılabilir. Devlet, ilanlarını, gayri resmî duyurularını bu gazete üzerinden “kamuoyu”na iletirdi. Sebilürreşad, Genç Kalemler, Türk Yurdu gibi mecmuaların yanı sıra Tercüman-ı Ahval, Tasvir-i Efkâr, İkdam, Peyman, Vakit, İstikbal, Işık gibi gazeteler çıktı. 1908 sonrasında bu alanda tam bir patlamanın yaşandığı söylenebilir. Gazeteler İstanbul’da yayınlarını sürdürürlerken yavaş yavaş Anadolu’ya da yöneldiler. Mesela Tanin gazetesi yüzyılın başında, “Anadolu’da Tanin” başlıklı bir yazı dizisi başlattı. İstiklal Savaşı döneminde yerel gazeteler öne çıktı.

Cumhuriyet kurulduktan sonra başlangıçta “İstanbul Matbuatı” yeni rejime karşı mesafeli bir tavır içindeydi. Sonrasında bu mesafe ortadan kalktı. 1930 tarihli Hâkimiyet-i Milliye’nin herhangi bir nüshasına göz atan, orada otomobil ilanlarından (Bir teferrüç için Ford), jilet, ilaç, radyo ilanlarına, siyasi haberlerden spora kadar birçok konuda okunacak yazı bulabilecektir.

Bizde gazetelerin iktidar ve muhalefet olarak ikiye ayrılışları da çok partili hayatla birlikte keskinleşti (elbette İttihatçılar ve İtilafçılar’ı unutmuyoruz). Ondan önce de muhalif gazeteler vardı fakat bunlar etkin değillerdi. Mesela Arif Oruç Yarın Gazetesi’nin başyazarıydı, 150’liklerdendi ve iktidar aleyhine yayınları nedeniyle çeşitli cezalara çarptırılmıştı. Demokrat Parti’nin iktidarında onu destekleyen gazetelerin yanında muhalefetin sesi olan gazeteler de vardı. Darbeye doğru ise muhalif gazetelerin eleştiri sınırlarını aşan sertliği dikkat çekiciydi. Darbe sonrası ise kimi dergi ve gazetelerde DP iktidarı için kullanılan “düşükler”, “kuyruklar” gibi ifadeler gazetecilik ile etik arasındaki ilişkiyi çok çarpıcı bir şekilde akla getirmekteydi.

Gazeteler hayli renkli olmakla birlikte radyo ve televizyonların da buna katılması doksanların başında oldu. Yeni televizyon kanalları ve özel radyoların kurulması bu alanlarda farklılığın önünü açtı. Seksenlerden sonra bir diğer gelişme ise basın yayın alanında faaliyet gösterebilmek için artık büyük sermayenin gerektiği hususuydu. Yayıncılığın pahalılaşması, reklâm pastasının büyümesi holdingleri alana çekti. Ancak sık sık dile getirildiği gibi “medya sahibi olmak”, kamuoyunu bilgilendirmek kadar kamuoyu oluşturmak için de gerekli görülüyordu. Bu alandaki eleştiriler, medyanın siyasi iktidarlar üzerinde bir vesayet aracı gibi kullanıldıklarıydı. Demokratikleşmenin ve kamusal müzakerenin canlılığı, şüphesiz kamuoyu oluşturmayı da kolaylaştıran bir etki doğuruyordu.

1990’lar boyunca medya alanındaki toplam yayınların siyasi dağılımıyla siyasi iktidarın dağılımı arasında bir paralellik gözlemek mümkün değildir. Medyanın istemedikleri, adını anmadıkları öne çıkabiliyor, güçlü partiler olarak yükselebiliyordu. Ancak bu dönemde koalisyonların kurulması siyasi iktidarların zayıflığını getirirken, üzerlerinde vesayet oluşturma faaliyetlerini de kolaylaştırıyordu. 28 Şubat sürecinde ana damar medyanın bu “post-modern darbe” lehine takındığı tutum, andıç tartışmaları herhalde daha uzun süre hatırlanacak, basın tarihinde de mümtaz yerini alacak. 2002’de AKP’nin tek başına iktidarıyla birlikte basının vesayet imkânı azaldı. Bugün geldiğimiz noktada basın alanında daha renkli, sosyopolitik olarak daha geniş ve toplumsal temsili yüksek bir medyanın teşekkül ettiği söylenebilir.

Basın iktidar ilişkileri bugün de çeşitli yönleriyle tartışılıyor. Bu da olağan… Basın meslek ilkelerinin dile getirdiği sınırlamalar, ayrım yapılmaması, özel amaçlar için basının kullanılmaması, özel hayatların gizliliği, gibi hususlar, tam aksi istikamette güçlü bir eğilimin varlığına delalet etmiyor mu? Tüm ahlâkla ilgili konularda olduğu gibi meslek ilkelerinin ahlâki özellikleri de sürekli dikkatli olunması, mücadele edilmesi, şeffaflığa kavuşturulması gerekli alanları gözler önüne seriyor. Türkiye demokratikleştikçe, kurumlar yerleştikçe, basın sahipleri itibarlarını “yönlendirme, propaganda yapma” gibi yöntemlerin önünde bir değer olarak görmeye başladıkça, en önemlisi vatandaş reşitliğini medyayı takip hususunda da aktif bir şekilde gösterdikçe bu alandaki ilişkilerin de daha düzenli olacağını ifade edebiliriz.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi
« Posted on: 29 Nisan 2024, 20:42:21 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi rüya tabiri,Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi mekke canlı, Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi kabe canlı yayın, Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi Üç boyutlu kuran oku Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi kuran ı kerim, Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi peygamber kıssaları,Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihi ilitam ders soruları, Kısa bir medya-siyaset ilişkisi tarihiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes