Haberdar

HABERDAR

İbrahim BARAN • 44. Sayı / HABERDAR

DOĞAN ERDOĞAN POLEMİĞİ

Türkiye’de medya, 1990'lardan bu yana yasama, yürütme ve yargının ardından dördüncü güç olarak anılmaya başladı. Parlamentonun halkın oylarıyla oluşturulduğu demokratik sistemlerde halkın kanaatlerini belirleyecek her türlü yayın organı başlı başına bir güç aslında. Günlük yayınlanan gazeteler, yirmi dört saat kesintisiz yayın yapan televizyonlar, radyolar ve diğer kitle iletişim araçları ile belli başlı medya grupları siyaseti, ekonomiyi kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı yollardan etkiliyor. Bu bütün demokratik sistemlerde olağan bir durum olarak kabul ediliyor. Ancak son yıllarda medya patronlarıyla ilgili iddia ve suçlamalar, Türkiye’de bu işin ne kadar sağlıklı yapılıp yapılmadığı sorusunu akıllara getiriyor. Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Aydın Doğan arasında yaşanan gerginliğin temelinde de gazetecilik mesleğinin ne kadar objektif yapılıp yapılmadığı yatıyor bir bakıma. Almanya’da ortaya çıkan “Deniz Feneri” yolsuzluğu ile ilgili iddialar, Doğan Medya Grubu’na ait gazete ve televizyonlarda baş haber olarak gündeme getirildi. Başbakan Recep Tayip Erdoğan, RTÜK başkanı Zahid Akman ve birkaç bürokratın bu yolsuzlukla ilişkisinin olduğu iddia edildi. Yapılan haberlere büyük tepki gösteren Başbakan Erdoğan’a göre ise Doğan Medya Grubu'nun meselenin üzerine bu kadar gitmesinin sebebi CNNTURK Televizyonu’nun karasal yayını hakkında Doğan Medya Grubu ile RTÜK arasında yaşanan sıkıntılar ve Hilton arazisinden Aydın Doğan’ın beklediğini elde edememesi. Ancak bu tartışmanın başka cepheleri olduğu üzerinde de konuşuluyor. Dış politika uzmanları, Almanya’nın, kendi ülkesinde kurulan ve Türkiye’deki Deniz Feneri Derneğiyle tam bir organik bağı bulunmayan “Deniz Feneri e.V” hakkındaki kovuşturmasın, bu ülkede Müslümanların geleceğine yönelik imalar taşıdığı görüşündeler.

ABDULLAH GÜL ERMENİSTAN’A GİTTİ

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın davetiyle Türkiye- Ermenistan millî maçını izlemek üzere Ermenistan’a gitti. Her iki ülkede muhalefet partileri ve bazı sivil örgütler tarafından tepki ile karşılansa da bu ziyaret önemli anlamlar içeriyor. Osmanlı tebaası içerisinde millet-i sâdıka olarak adlandırılan Ermenilerin 1915 yılında çıkarılan tehcir kanunuyla göçe tabi tutulmaları ve sonrasında yaşananlar, Ermeniler tarafından “soykırım” olarak nitelendiriliyor. Ermeni Diasporası da uluslararası kamuoyunda Türklerin Ermenilere soykırım yaptığı iddiasını kabul ettirmek için tüm gayreti ile çaba gösteriyor. Nihayetinde Türklere düşman bir Ermeni nesli ortaya çıkardı bu çabalar. Gül’ün ziyareti hem Türkiye-Ermenistan ilişkilerini düzeltmek için ciddi bir adım hem de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olması bakımından önemli. Nitekim Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın ve hükümet yetkililerinin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve yanındaki misafirlere “Ermeni Soykırımı”nı hatırlatacak bir imada dahi bulunmamış olmaları, Ermenistan’ın da Türkiye’den bir zeytin dalı beklediğini ortaya koyuyor. Ziyaret Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde Avrupa’da Türkiye’ye karşı oluşturulan önyargıların kırılması açsından da ayrı bir önem arzediyor.

ŞAM’DA DİYALOG KONUŞULDU

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “İstikrar için Diyalog” sloganıyla düzenlenen zirve için Şam’a bir ziyarette bulundu. Başbakan’ın Şam gezisinde gördüğü ilgi, Ortadoğu’nun kritik dengelerinde önemli rol üstlenmeye başlayan Türkiye’nin yeni dış siyasetinin başarısını göstermesi açısından önemliydi. Erdoğan’ın, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy ve Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife El Tani ile birlikte katıldığı “barış için istikrar” konulu zirve Ortadoğu barış sürecine iki önemli sürprizle damgasını vurdu. İlk olarak İsrail tarafının Başmüzakerecisi Yoram Turbowitz’in istifası, Türkiye’nin ev sahipliği yaptığı İsrail - Suriye dolaylı barış görüşmelerinde beşinci turun ertelenmesine yol açtı. İkinci önemli gelişme ise Suriye Devlet Başkanı Esad, İsrail ile doğrudan barış görüşmeleri için 6 maddelik yol haritasını önce zirveye, sonra İsrail’e iletilmek üzere Türk tarafına sundu. Diğer katılımcıların her birinin kurumsal sıfatının aksine, Türkiye masaya bölgenin güçlü ülkesi olarak oturdu ve AB Dönem Başkanı (Fransa), Körfez Ekonomik İşbirliği Konseyi Başkanı (Katar) ve Arap Birliği Dönem Başkanı (Suriye) sıfatıyla masaya oturan diğer liderlerle eşit söz hakkına sahip oldu. Bu görüşmeler neticesinde İsrail ile doğrudan görüşme yolunu açacak Suriye önerisi zirvenin onayıyla Kudüs’e iletilmek üzere Türkiye tarafına teslim edildi. Aynı zamanda bu görüşmeler, Türkiye’nin sadece dolaylı değil muhtemel doğrudan görüşmelerde de barış sürecine katkıda bulunacağını ortaya koydu.

İSRAİL’E KADIN BAŞBAKAN GELİYOR

İsrail’de hakkında çıkan yolsuzluk haberleri yüzünden istifa edecek olan Kadima Partisi lideri Ehud Olmert’in yerine parti kurultayında Genel Başkan seçilen Tzipi Livni başbakan olmaya hazırlanıyor. Kurultayda, en büyük rakibi olan Ulaştırma Bakanı Şaul Mofaz’dan bir puan fazla alarak delegelerin yüzde 43’ünün desteğiyle genel başkan seçilen Livni, yeni koalisyonu oluşturdu. 1974’te iktidarı bırakan Golda Meir’ın ardından İsrail’in ikinci kadın başbakanı olacak olan Livni’nin çoğu askeri deneyime sahip olan erkeklerin egemenliğindeki siyasî arenada kadın bir başbakan olarak yer alacak olması, “yeterince güçlü olabilecek mi” sorusunu gündeme getirdi. Jerusalem Post Gazetesi’ne verdiği röportajda “Kadın olmam beni daha güçsüz bir lider yapmaz. Generaller tetiği çekebilir ama kadınlar çekemez diye bir şey yok. Gerektiğinde tetiği çekmekte tereddüt etmem” diyen Livni ise kendinden emin. Kadima Partisi’nin tabanı ise bu konuda mütereddid durumda. Kurultay yarışını kılpayı farkla kaybeden Savunma Bakanı Mofaz’a oy veren Kadima tabanı, Livni’nin liderliğine soğuk bakıyor. Parti delegeleri Başbakan’ın bir erkek olması gerektiğini düşünüyorlar. Ortadoğu’da İsrail ile sürekli çatışma halinde bulunan Hamas da Livni’nin iktidara gelmesi durumunda mücadelenin aynen devam edeceğini, kaosun bitmeyeceğini ileri sürüyor. Gerçek şu ki İsrail’de iktidara kim gelirse gelsin Ortadoğu’nun kanayan yarasına çözüm olmayacak.

KAFKASLAR’DA SULAR DURULMUYOR

Geçtiğimiz ay Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan savaş sona erdi ama mücadele diplomatik olarak devam ediyor. Gürcistan’ın Güney Osetya ile Abhazya’ya saldırmasının ardından Rusya, Gürcistan’a askeri bir harekât düzenlemiş, ABD gemilerinin Karadeniz’e girmesiyle birlikte mücadele farklı boyutlara taşınmıştı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Karadeniz’de yirmi bir günden fazla kalamayacak olan ABD gemileri bu sürenin dolmasının ardından Karadeniz’i terk etti. Ancak bir süre sonra tekrar Karadeniz’e gelen gemiler Rusya’ya adeta gövde gösterisi yapıyor. Bölgede gerilimin başlamasına neden olan Gürcistan ise savaştan gereken dersi almamış görünüyor. Gürcistan halkının tepkilerine rağmen Güney Osetya ve Abhazya’ya müdahale etme kararı alan Mihail Saakaşvili, Rusya’nın Gürcistan’a yaptıklarının gücü değil, zafiyeti olarak görülmesi gerektiğini düşünüyor. ABD ise Gürcistan’a destek vererek Soğuk Savaş sonrası belki de ilk kez Rusya’ya gözdağı veriyor. ABD’li yetkililer Rusya’nın, uluslar arası toplumla ilişkilerini düzeltmek istiyorsa bu politikalardan vazgeçmesi gerektiğini söylüyorlar. ABD ayrıca Türkiye’nin Kafkasya İstikrar Paktı önerisine vurgu yaparak Türkiye’nin bölgede etkin bir konumda olduğunun altını çiziyor. Diplomatik savaş devam ediyor. Gelecek günler özellikle Gürcistan için hayatî öneme sahip kararların verileceği günler olacak.

CERN’DE BİG BANG DENEYİ

Fransa-İsviçre sınırında yer alan Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü CERN’de uzun zamandır beklenen bir deney yapılmaya başlandı. Bilim adamları “Evrenin sırrı ne?”, “Madde neden ve nasıl kütle kazandı?”, “Maddeyi oluşturan temel parçacıkları bir arada tutan kuvvet ne?”, “Evrenin yüzde doksanını oluşturan ‘karanlık madde’ bulmacasının ardında ne var?” gibi soruların yanıtlarını arayacak. Bilim çevresinde deneyin kontrolden çıkması durumunda meydana gelebilecek tahribatın insanlığın sonunu getireceği iddiaları tartışılıyordu. Ancak alınan tedbirler neticesinde korkulan olmadı ve deney sağlıklı bir şekilde yürütülmeye devam ediyor. Bu deneyle kâinatın başlangıcı olarak bilinen büyük patlama (Big Bang) olayı araştırılmış olacak. Laboratuar ortamında, Big Bang’dan sonraki şartlarda, protonları çarpıştırarak hangi alt zerreciklerin ortaya çıkacağını anlamak, Big Bang’in resmini netleştirecek. Kâinatın yaratılmasını serseri tesadüflere bağlanmasının akıllara ziyan olduğunu belirten teologlar da bu deneyin dinen bir sakıncasını olmadığını belirtiyorlar. Son deneyden elde edilecek bilgilerle çok farklı alanlarda yeni ürün ve metotların geliştirilmesi hedefleniyor. Bu deneyden elde edilen bulgularla hem bilim dünyasında varolan bazı tabular yıkılacak hem de tıptan teknolojiye birçok alanda yeni açılımlar oluşacak.

ŞERİF BENEKÇİ’Yİ KAYBETTİK

Eğitimci yazar Şerif Benekçi’yi kaybettik. 1952 yılında Gediz’de doğan Benekçi, Almanya Goethe Enstitüsü’nde, ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi’nde ve Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde eğitim gördü. Memurluk yaptı, serbest ticaretle uğraştı. Türk Edebiyatı, Devlet, Töre dergilerinde denemeleri, hikâyeleri yayınlandı. Romanlarında hızlı bir sosyal değişime uğrayan köyü ve köylüyü anlatan yazar, dördüncü romanı Kumsalı Olmayan Ada ile adını duyurdu. Eserlerinde Peyami Safa’dan etkilenen Benekçi, romanı, “bir cemiyet için ihtilallerden daha çok sarsıcı, yönlendirici bir unsur” olarak değerlendiriyordu. Toplumumuzun yaşamının baştan sona bir roman...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın