๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tencere => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 11 Ekim 2011, 19:15:31



Konu Başlığı: Nefse Bak!
Gönderen: Zehibe üzerinde 11 Ekim 2011, 19:15:31
Tencere


Temmuz 2006 91.SAYI


Ferzan TOPATAN kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.

Nefse Bak!


Kafile yolda kalmış. Hangi kafile diye sormayın. Sizin iyi bildiğiniz, ilk aklınıza gelen kafile işte..

Neyse, arabanın ne arızası var diye bakınmaya başlamışlar ama bir şey bulamamışlar. Galiba şoför de acemi. Kimse ne motordan anlıyor, ne yolda kalmaktan. Herkes arabadan inmiş, kimi yol kenarındaki çimlere oturmuş, kimi çocuğunu avutmaya çalışıyor.

Ama bir-iki saat geçtikten sonra iyice sıkıntı verici olmuş bu bekleyiş. Yakındaki yerlere telefon edilmiş ama hafta sonu kalkıp gelecek bir motor ustası yok!

Neden sonra, tam ümitler tükenmişken kafileden biri çıkmış, bir de ben bakayım, demiş. Geçmiş motorun başına, başlamış sağını solunu kurcalamaya. Bir-iki malzeme istemiş ve ne olmuş dersiniz? Araba çalışmış! Herkes bir sevinmiş, bir sevinmiş...

İnsanlar şaşkınlık ve sevinçle adama demişler ki:

- Hay Allah razı olsun senden arkadaş! Sen bu işten anlar mıydın?

- Evet, demiş adam, ben motor ustasıyım.

Adam biraz mahçup, biraz gururlu. Yolcular:

- E, motordan anlıyordun, ustaydın da kaç saattir niye çıkıp müdahale etmedin, deyince, cevap vermiş adam:

- Nefs yapmak istemedim kurban, nefs yapmak istemedim!

Yok mu Kaçacak Bir Yer?

Oturmuşum, otobüste bekliyorum. Kandırmışlar beni. İnip gitsem mi diye geçiriyorum içimden. Hemen, diyorum, Boğaziçi lokantasına giderim, güzel bir yemek yerim. Sonra aylak aylak gezerim Kızılay’da. Akşam da eve geç gider, anneme görünmeden yatarım. Sabah da bir şekilde vaziyeti kurtarırım. Annem, oğlum niye gitmedin, hani söz vermiştin, diye söylenir ama. Aman kardeşim, illâ şimdi gitmem şart mı? Havalar biraz daha iyileşince, arkadaşlarla gideriz. Gideriz diyorum ama, oturmuşum koltuğa.

Annemin yüzü benim için üzülüyor. İstiyor ki kurtulayım şu haytalıktan. Ben de istiyorum ama olmuyor işte, alışmışım böyle yaşamaya. Ben istemez miyim kurulu bir düzenim olsun, elim ekmek tutsun, dağıtmayayım, dağılmayayım... Hanım da üzülüyor. Birkaç kez birlikte gidelim istemişti ama... Neyse bir süre babasının evinde kalırsa iyi olur belki. Bir çocuğumuz olsa...

Yanıma oturan kalıplı adamın sıkıştırmasıyla cama yaslandım. Bütün bir yol böyle mi geçecekti? İnsem mi acaba? Daha rahat bir şekilde gidebilirdim. Hem bu arkadaşı da rahatsız etmemiş olurdum.

Ben tam bunları düşünürken, yaşlı bir adam otobüsün merdivenlerinde belirdi. Selamun aleyküm kurban, deyip konuşmaya başladı. Ben, dedi, bir rüya gördüm bu gece. Bir işaret aldım. Dediler ki hemen gel! Ben de koştum geldim. Ama baktım ki bütün yerler satılmış. Ben yaşlıyım, her zaman gelip gidemiyorum. Belki de bu son gidişimdir. Hani içinizde gençler vardır, istediği zaman çıkıp gelebilen vardır. Dedim ya, rüyamda gel dediler, öyle bir işaret işte.

Adam konuştukça benim içim eridi, bitti. İşte, dedim, şu yaşlı adama yardım etmekten daha hayırlı ne olabilir ki? Tabi ya, ben ne zaman olsa giderim. Bir an annem geldi gözümün önüne. Ama onca insan bu yaşlı adama aldırış etmeyince, bir hamleyle kalkmaya davrandım. Kalkıp bu yaşlı adama yerimi verecektim. Yanımdaki adam eliyle kolumdan tutup beni yerime oturttu. Sonra da yaşlı adama seslenip, amca, dedi bu arabadakilerin hepsi çağrıldı. Sen başka bir arabaya bak! İyi de, dedi yaşlı adam, bana rüyamda... Senin, dedi yanımdaki adam, sırtın açık kalmış, ondandır. Gece iyi ört üstünü!..

Herkes gülüşmeye başladı. O sıra kafile başkanı geldi. Ya amca, dedi, yine mi geldin sen? Gene mi kandırmaya çalışıyorsun milleti? Yaşlı adam olanlara bozulmamış, sanki bir oyun oynuyormuş gibi kafile başkanının koluna girip uzaklaştı. Sonra otobüstekiler konuşmaya başladı. Yanımdaki sakallı, iriyarı adam güleç bir yüzle bana baktı. Kimse yaşlı adama kızmıyordu ama, ah uyanık, seni yaşlı kurt seni, filan diyorlardı. Baktım yaşlı adam az ötede oturmuş, birkaç kişiyle gülerek çay içiyor.

Neden sonra şöför geldi. Tam kalkacağız derken, otobüsün önüne bir araba durdu, içinden üç kişi indi, arabanın önünde hararetli bir konuşma başladı. Derken, şöför de olaya karıştı. Anladığımız kadarıyla az önce arabadan inen bu üç kişi Koyunören bölgesinden geliyormuş. Onların aldığı yerler meğer başkasına da satılmış. Kimseyi otobüsten indirip onların yerlerini boşaltamayacakları söylenince, bizim kafadarlar, biz de ayakta gideriz, gitmemiz lazım, işte biletlerimiz, diye söylene söylene otobüse bindiler. Şoför ve kafile başkanı böyle gidemeyeceklerini söyleseler de çaresiz yola çıktık. Başta kızgın olan üç adama otobüstekiler de biraz tepki gösterecek oldu, ama zaman geçtikçe anlaşıldı ki adamlar haklı ve kibar çocuklar. Ayaktakilerden biri, bizim biletlerimiz kime satıldıysa onlarla değişerek gideriz, dedi. Baktım kimse üstüne alınmadı. Zaten biletlerde numara filan da yazmıyordu.

Yolda kafile başkanı bir iki güzel sohbet yaptı. Dergiden sayfalar okudu. Bütün bunlar olurken, bu üç adam kâh tutundukları kollarını, kâh yaslandıkları ayaklarını değiştirip duruyordu. Birisi kalkıp onları dinlendirse diye düşündüm. O kişi neden ben değildim? Yine saflık yapıp kendini ortaya atma, deyip geri yaslandım. Ama o adı “ilâhi” denen kötü müzikler çalmaya başlayınca yerimde duramadım. Bu da neyin nesiydi böyle? İncecik ve hatta kadınsı bir erkek sesi, en sığından-kolayından müzikler... Sözlerde geçen mübarek isimlerin hatırına buna katlanabilecek miydim? Yerimden kalkmaya davrandım. Yanımdaki iriyarı güleç abi bu kez durdurmadı.

Kardeş, dedim, baktı anlamadı. Söyleyemiyordum işte. Sıkılarak, kurban, dedim, geç biraz da sen otur. Anladı ama olmaz manasına, sağ ol kurban, dedi, Allah razı olsun. Dinlemedim onu. Ya, dedim geç otur, dinlenince kalkarsın. On saat senin yerine ayakta kalacağımı mı sanıyorsun? Gülümsediler.

Derken, otobüste bir şeyler ısınmaya başladı. Baktım, güleç abi zayıflamış, hepten sadaka dağıtıyor yüzü. Sonra biri daha yer verdi. Sonra bir başkası. Sonra bir başkası bana yer verdi. Sonra bir diğeri ona. On saat sonunda otobüste yer değiştirmeyip, yan yana gelmemiş kimse kalmamıştı. Aman Allahım, otobüs otobüs değil, olasılık hesabı laboratuvarı sanki!

Tekrar yanımdaki abiyle yan yana geldiğimizde yukarıda talimat dinliyorduk. Allah Allah, burası nasıl bir yerdi böyle! Herkes ne kadar tanıdıktı, ne kadar coşkulu, muhabbetliydi böyle! Daha başka şeyler de var ama, onları yedim içtim. Ha! Unutmadan geri dönerken çaldıkları ilâhiler daha iyiydi. Aynı kasetmiş güya ama dönüş yolunda her şey biraz daha tatlı mı oluyor ne?! Vallahi bana öyle geldi.