๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tencere => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 02 Ağustos 2011, 14:05:11



Konu Başlığı: İğne Varsa Ben Yokum!
Gönderen: Zehibe üzerinde 02 Ağustos 2011, 14:05:11
Tencere


Haziran 2009 126.SAYI


Serhat ALBAMYA kaleme aldı, TENCERE bölümünde yayınlandı.

İğne Varsa Ben Yokum!

– Nüfus cüzdanı?
– Buyrun!
– Zart belgesi?
– Burada!
– Zurt belgesi?
– O da zart belgesinin hemen altında, hepsi tamam.
– Peki kan grubu kartı?
– O da mı lazım?
– Tabi, o olmadan ehliyet belgeleriniz tamamlanmış olamaz. Falanca yerdeki sağlık ocağına gidip beş dakikada alın gelin.

Ehliyet kursundaki sekreter MSN’e yazı yazmaktan fırsat buldukça bana yapmam gerekenleri söylüyordu. Bütün belgelerim tamam, her şey iyi güzel de, şu kan grubu kartı olmasaydı daha iyi olacaktı. Birden gözümün önüne geçen seferki deneyimim geldi. Sağlık ocağındaki kız elinde iğne gibi bir şeyle “Beyefendi vallahi acımayacak, neden bu kadar zorluk çıkarıyosunuz?” diye dil döküp beni ikna etmeye çalışıyordu. Neyse.. Anıları tazeleyip cesaretimi kırmamalıyım. Hem ben kan grubumu biliyorum, sağlık ocağındakilere söylerim, yazarlar.

Böyle düşüne düşüne sağlık ocağına varmıştım. İçeri girdiğimde selam verip sordum:

– Bana kan grubu kartı lazım, kan grubum 0 er-aş pozitif. Bana bi kart çıkarır mısınız?
– Test yapmamız gerek beyefendi..
– Ama ben grubumu biliyorum işte, ne gerek var?
– Hayır beyefendi, olmaz!

“Nasıl olmaz yahu, yalan mı söyleyeceğim?” diye düşünürken küçük odadan bir arkadaş çıktı. Parmağını tutuyordu. Belli ki o da aynı dertten muzdarip, hemen sordum:

– Geçmiş olsun kardeş, acıdı mı?
– Yok, acımadı. Ufacık iğne bi şey yapmaz zaten.
– İyi...

Adamla konuşup zaman kazanmaya çalışıyordum. Biz konuşurken odadan çıkan hemşire “Beyefendi sizin neyiniz vardı?” diye beni çağırdı, odaya girip “Kan grubu kartı almak istiyorum ben.” dedim. Kadın beni duyunca hemen jiletle iğne arası bir cismi kutusundan çıkararak parmağımı yakaladı.

– Bi’ saniye! dedim. Ben böyle şeyleri hiç sevmem, yani iğne falan... İçim bi hoş olur.
– Ne olacakmış ki, anlamayacaksınız bile.
– O zaman bi’ şey soracağım, o elinizdeki şeyi ben alsam da kendi parmağımı kendim delsem?
– A aa, ne gerek var ki, ben hallederim!
Görseniz nasıl da hevesli... Ben ise bir parmağıma, bir kadının elindeki cisme bakıp düşünüyorum.
– Yok yok, siz halletmeyin, verin bana o elinizdekini, lavabonuz nerdeyse gidip kendi başıma halledeyim şu işi, dedim ve iğneyi elime alıp girdim lavaboya.

Tabi iğneyle parmağımı deleceğimden değil, maksat sağıma soluma bakıp yolacak bi’ yara aramak. Yara bulursam işim kolay, soyarım kabuğunu çıkan kanı iğneye sürdüm mü tamam. Bir de numaradan parmağımı tutarım, benden iyisi yok. Ama bir dakika! Hiçbir yerimde sivrisinek ısırığı bile yok. Şimdi ne olacak?

Elimde iğneyle jilet arası o malzemeyle koridora çıktım. Geçmiş olsun, dedi hemşire. İyi de, geçmiş bitmiş bi’ durum yok ki. Ben parmağımı kesemedim, dedim. Tam kadının sinirlenmeye başladığını fark ettim ki yaklaşan doktorun sesini duydum: “Beyefendi verin şu elinizi!” diye söylene söylene geliyordu. Bir bu eksikti! Şimdi etrafımda bir doktor, bir hemşire bir de ne iş yaptığını kestiremediğim bir görevli teyze var ve hepsi resmen kana susamış gibi üzerime geliyor. Yandın oğlum serhat!..

“Ver elini, benim senin kadar oğlum var, o hiç korkmaz. Sen de korkma, bi’ şey olmaz..” diyordu doktor kolumdan çekmeye çalışırken. Bana ne sizin oğlunuzdan, demek istedim, fakat diğer yanımdan da görevli teyze, “Durun doktor hanım, bu sefer parmağı ben deleyim!” deyince şaşırıp vaz geçtim. Deli midir nedir, kadın kanımı almak için sırada bekliyor.

“Durun bi’ dakka, evde benim kan grubu kartım vardı, onu almaya gideceğim!” diyerek kaçar adımlarla çıktım sağlık ocağından. Doktor hanım arkamdan homurdanır gibi oldu ama ne yapayım? Kesici delici şeyleri sevmiyorum işte. Dışarı çıktım bir taksiye atlayıp eve gittim. Arkadaşım uyuyormuş, biraz kapıyı çaldıktan sonra açtı. Hemen odama dalıp eski cüzdanıma baktım. İşe girerken aldığım kart olsa olsa onun içindedir. Cüzdanı bulup kurcalamaya başladım, kullanılmamış bir tramvay bileti, indirim kartları, fotoğraflar, vergi kimlik kartı... ne ararsan var içinde, ama bizim kan grubu kartını bi’ türlü bulamıyorum. Sinirlensem mi, ufacık bi iğneden çekinip boşu boşuna eve geldiğime mi yansam bilemedim.

Birden, işe başlarken eski kan grubu kartını gerekli evrakların arasına koyduğumu hatırladım. Hemen evden çıkıp doğru şirkete geldim. Muhasebe servisindeki arkadaşlar sağolsun, evraklarımın arasından kan grubu kartımı çıkarıp verdiler. Nasıl sevindim anlatamam, şükür kavuşturana! Tam kartımı cüzdana koyup muhasebe servisinden çıkacaktım ki kapıdan insan kaynakları sorumlusu Zafer abi girdi.

– Oo Serhat hayırdır, bölümünü değiştirip muhasebeye mi geçtin?
– Abi sorma, uzun hikâye. Tencerede okursun artık, diyerek ehliyet kursuna doğru yol aldım.

Postu deldirmekten kurtuldum da, sözüme itibar etmeyip ısrarla beni delmek isteyenlere hâlâ bir anlam veremedim.

İçimizden Birileri

Onlar zahiren yalnız gibi gözükseler de asla yalnız dolaşmazlar. Hatta bazılarının otobüse binerken on beş akbil bastığı dahi görülmüştür...

Onlar kışın ortasında buz gibi suyun altında banyo yaptıklarından soğuk algınlıklarına karşı bağışıklık kazanmışlardır, üstüne bir de çorba içtiler mi, en babayiğit virüs bile vız gelir.

Onlar hâlâ oran, orantı ve musluk problemi çözerler. Kafalarına takılan soru da şudur: “Köyümüzde beş bin adam var, nerden baksan elli-altmış kadar da musluk... Bu adamlar beş vakit abdest alıyorlar. Bu kadar musluk bu kadar adama nasıl yetiyor?” Yetiyor işte...

Onlar etliye sütlüye pek karışmaz. En karışık dönemlerde herkes “Hepimiz şuyuz, hepimiz bilmem kimiz!” diye slogan atarken, onlar hep bir ağızdan “Hepimiz pişmanız!” derler.