๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tavan Arası => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 16 Eylül 2011, 04:43:40



Konu Başlığı: Molla Cami k.s. ve Mesnevi
Gönderen: Zehibe üzerinde 16 Eylül 2011, 04:43:40
Tavan Arası


Nisan 2007 100.SAYI


Akif GÜLER kaleme aldı, TAVAN ARASI bölümünde yayınlandı.


Molla Cami k.s. ve Mesnevi


Mevlâna Hazretleri’nin en büyük hayranlarından biri de Molla Cami Hazretleridir. Öyle ki “Peygamber değildir ama kitabı vardır.” diyecek kadar metheder. Mesnevi’yi de en iyi anlayanlardan biridir şüphesiz. Ona göre Mesnevi’nin anahtarı ilk iki beyitidir. Bu yüzden Mesnevinin ilk iki beytini, “Şerh-i Dü Beyt” (İki Beytin Şerhi) eseri ile açıklar.

Molla Cami’nin bu eseri, Mesnevi ile aynı vezinde yüz on beş beyitten meydana gelmiştir. Ancak Molla Cami: “Bu cüretinden dolayı hem utandı, hem kınandı. Bu yoksul, kendi kabahatinin özrünü kendi dilemektedir.” diye, yaptığı şerhten dolayı özür beyan eder.

Molla Cami’nin bu eserini üç asır sonra Hoca Neş’et, “Naynâme” adlı eseriyle Farsça’dan Türkçe’ye tercüme eder. Hoca Neş’et bu tercümeyi, Gülşenî Tekkesi’nin şeyhi Said Efendi’nin, “...kalpleri perişan eden şerh gelinini, bilgi odasında Rumî süsü ve Türk edası ile cilvelendirsin. Böylece bu gelin yedi kat süsle yedi cennetin peri yüzlü hurilerini kıskandırsın.” talimatı üzerine yapmaya mecbur kalır.

Molla Cami Hazretleri’nin şerhine dönersek,  önce ney’in sûfi ıstılahındaki karşılığını şöyle açıklar:

“Ney’in, kendisinden ve bütün halktan fani ve ALLAH ile baki olup, fenafillah ve bekabillah basamağına çıkmış erenlerle ilgisi vardır. Bu yüzden erenlere isim yönüyle ‘nay’ denir. ‘Nay’ kelimesi Farsça’da olumsuzluk bildirir ve yok anlamına gelir. Fenâ erbabı da kendi varlıklarından bütünüyle yok oldukları için onlara ‘nay’ denir. Bu benzerlikten dolayı aşıkların sultanı Mevlâna Hazretleri k.s. kendisine ve emsali olan zatlara nay adını takar ve şöyle der:

“Dinle neyden, nasıl hikâye eder.
Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.”  

Molla Cami Hazretleri iki beytin şerhine şöyle başlar:

“Nay kimdir, nay o kimsedir ki daima şöyle der,
Ben öncesizlik denizinin dalgasından başka bir şey değilim.”

Ve;
“Nay gibi ben de kendi varlılığımdan sıyrıldım.
ALLAH’tan başka durumumu bilen yok.”  diye devam eder.

Şerhin devamını okumak isteyenlere bir bilgi; eser günümüz Türkçesine çevrilerek Timaş yayınlarından, “Sûfi Kitap” serisinden yayınlandı.

Temiz Siyaset


Hikmet ehli şöyle dedi:

“Yönetene en çok gereken özellik, adil olmasıdır. Bunu makamının ayakta kalması için davranışlarında göstermesi gerekir. Öte yandan, dininin ayakta kalması için de kendi vicdanını temiz tutması gerekir. Çünkü siyaset bozulursa sultan da gider. Siyaset çarkının dönmesi bütünüyle adalete ve insaflı olmaya bağlıdır.

Yönetici olan kimse yönetilenin itirazlarını göz önünde bulundurmalıdır. Aynı şekilde yönetilen da yöneticinin şartlarını göz önünde bulundurmalıdır. Yönetici biri aleyhine hüküm vereceği zaman, sanki kendi aleyhine hüküm veriyormuş gibi çok ama çok çekinmelidir. Önceden yönetilen olamamış biri yönetici de olamaz.”

Fars kralı Ardeşir de oğluna şöyle der:  “Yönetim ve adalet kardeştirler. Biri diğeri olmadan tek başına yapamaz. Yönetim temeldir. Adalet ise bekçidir. Temeli olmayan şey yıkılır. Aynı şekilde bekçisi olmayan şey de kaybolur.

Oğlum, konuşmanı makam sahibi kimselerle yap! Bağışını cihat eden kimselere ver! Müjdelerin, inançlı samimi kimselere olsun! Sırrını ise, bunun öneminin farkında olan akıllı kimselerle paylaş!”

İbn Abdirabbih - Siyaset Kitabı’ndan değişiklikle..

Avrupalılaşmak


Bugünlerde üstat Cemil Meriç’i yeniden hatırlamak gerekir. Hâlâ Batı’nın çifte standardından şikayet ettiğimiz, onlarsız da yapamayacağımızı zannettiğimiz fikir bulanıklığımız devam ediyor. Bu yüzden üstadın Batı’yı anlamadaki derinliğini yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var. 1976 -1982 yılları arasında üstadın sekreterliğini yapan Halil Açıkgöz Hoca, üstattan şöyle naklediyor:    

“Demek ki, Avrupa’nın Asya’yı hâkimiyeti altına almak temayülü tek kelimede billurlaşır: Avrupalılaştırmak. Bu emeli gerçekleştirmek için önce silaha başvurulur. Asya’nın, daha doğrusu İslâm-Türk’ün mukabil taarruzu Haçlı emellerini akamete uğratınca, açık savaşın yerini soğuk savaş alır. Emperyalistler Asya’ya dostça hulule çalışırlar. Bunun için her vasıta meşru görülür. Yalan, desise, riya... Kapitalizm Osmanlı’yı hiçbir zaman emellerine râm edemez. Hıristiyan Batı’nın terbiyesi çağdan çağa değişir. Sosyalizm Avrupalılaştırmanın son silahıdır. Manevi planda muzaffer olmaya başlayan bir silah. Batı’nın teslim alamadığı tek kale: İslâmiyet. Yani ikbal devirlerinde Şark’ın zaferini ve üstünlüğünü sağlayan, idbar devirlerinde büsbütün yok olmasını önleyen manevi güç.

Biz kıtalar arasında ezeli bir savaş olduğuna inanmıyoruz. Savaş Avrupalının ruhundadır. Sınıflar arası savaş, milletler arası savaş, tabiata karşı savaş, dünyaya karşı savaş... Nizamını bir türlü kuramayan bir tedirgin ruh... Arzı geniş bir salhaneye çevirmiştir ve çevirmektedir. Asya Avrupalılaşamaz, İslâm Hıristiyanlaşamaz. Tarih ırmağı yatağını değiştiremez. İnsanlığın fetihlerini belli bir kıtanın inhisarında görmek gafletlerin en büyüğüdür. Biz iki kıtanın, daha doğrusu kıtaların cihanşümul bir teavün içinde el ele vereceklerine inanmak istiyoruz.

Bu ifadeleri daha da genişletmek lazım. Ana fikrim bu.”

Cemil Meriç ile Sohbetler- Halil Açıkgöz / Doğu Kütüphanesi


Düşünce Dünyasından


• İnsanoğlu sadece keşfeder, asla ve hiçbir zaman icat edemez.

• İnsanların aklını ve kalbini anlayabilmek için, neyi başardıklarına değil ne yapmaya niyetlendiklerine bak.

• Yakınındaki ufak şeylere bakan kişi, uzağındaki büyük şeyleri görmekte zorlanır.

• Niyetini, süslü övgü sözleri arasında saklayan, çirkinliğini makyajla saklayan kadın gibidir.

• Cehaletimin sebebini bilseydim, bilge biri olurdum.

• Çayırın türküsünü nasıl işitebiliriz, kulaklarımız şehrin gürültüsüyle doluyken?

• Asil bir davranış yapma gereğini duyan, bunu asla başaramaz.

• İnsanın ihtiyaçlarının ötesinde gerçek zenginlik yoktur.

Halil Cibran (1883-1931)


Konu Başlığı: Ynt: Molla Cami k.s. ve Mesnevi
Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Eylül 2011, 08:05:12


       �Ney�in, kendisinden ve bütün halktan fani ve ALLAH ile baki olup, fenafillah ve bekabillah basamağına çıkmış erenlerle ilgisi vardır. Bu yüzden erenlere isim yönüyle �nay� denir. �Nay� kelimesi Farsça�da olumsuzluk bildirir ve yok anlamına gelir. Fenâ erbabı da kendi varlıklarından bütünüyle yok oldukları için onlara �nay� denir. Bu benzerlikten dolayı aşıkların sultanı Mevlâna Hazretleri k.s. kendisine ve emsali olan zatlara nay adını takar ve şöyle der:

�Dinle neyden, nasıl hikâye eder.
Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.� 


     Neyin İLAHİ SIR'ra vakıf olduğu ve namelerinin ayrılığın bir ifadesi olduğunu okumuştum..Neyi oldum olası severdim ama şimdi gözümde başka bir yeri var..