๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tavan Arası => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:13:54



Konu Başlığı: Akıl ile İktidar
Gönderen: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:13:54
Tavan Arası


Eylül 2005 81.SAYI


Akif GÜLER kaleme aldı, TAVAN ARASI bölümünde yayınlandı.

Akıl ile İktidar

Akıl iktidara demiş ki:

- Behey kardeş, ne biçim dostsun ve ne tuhaf av kuşusun ki, her bulduğun yuvaya konarsın?

İktidar cevap vermiş:

- Evet , durum dediğin gibidir. Amma senin bulunmadığın yerde durmam ve sensiz hiçbir makamda oturamam.

Ne zaman rahata ereceğiz?

Pek dile getirmesek de, rahatlayıp gevşemek hepimizin en önemli isteği. Ancak çok azımız rahatlamanın gerçekten ne anlama geldiğini tefekkür etmişizdir.

Konuyla alakalı bir anket yapılsa, çoğumuzun cevabından şu çıkacaktır: Rahata ermek, ileride bir gün, falan-filan işler olup bittikten sonra gerçekleşecek bir şeydir. Gelecek yaz tatile çıkmak, emeklilikte memlekete yerleşip sade bir hayat yaşamak, çocukları evlendirdikten sonra başını dinlemek, kooperatif taksiti bitince bir daha taksite girmemek... Yani yapılması gereken işler bittikten sonra…

Bu hesaba göre rahata erinceye kadar hayatımızın yüzde doksanlık kesitini telaş ve heyecan içinde, stresli geçirmeniz gerekiyor.

Oysa hayatın gerçeklerine bir bakarsak yapılacak işler hiç bitmez. Peki ne zaman ve nasıl rahatlayacağız? Bu soruya cevap ararken önce düşünme tarzımızı gözden geçirmek gerekiyor. Şöyle:

Rahata ermeyi ya da moda ifadeyle gevşemeyi ileri bir tarihte yapılacak bir şey olarak değil, her sıkıntılı durumda uygulayacağımız, başarabileceğimiz bir durum olarak görmeliyiz. Bunu yapabildiğimizde hem bedenen ve ruhen zindelik kazanacağız, hem de başarımız görünür ölçüde artacak.

Rahatlamak, plânladığımız, ancak hep ertelediğimiz hoşça vakitlerin hayaliyle avunmak olmamalı. Hayatın zorluklarına gelince, kederlenme hastalığından kendimizi sıyırıp, sabır ve tevekkülle yeniden ve yeniden hayata sarılmamız gerekir.

Dostlarımızdan yardım istemek de asla zül değildir. Sadece onlarla konuşmak bile bizi sabit fikirlerimizden kurtaracak, olaylara farklı pencerelerden bakmamızı sağlayacaktır. Düşünce tarzımız değiştikçe de içinde bulunduğumuz şartlara yeni bir gözle bakma imkanı doğacaktır.

Rahatlamak da aslında bu değil mi zaten?

Zapping ya da sıfır bilinç

Sevgili okuyucularımız bu köşede batılı yazarlardan pek alıntı yapmadığımızı bilirler. Ne var ki “ zapping ” gibi batılı bir kavram söz konusu olunca, mecburen kavramın doğduğu topraklara, frenklere başvurma mecburiyeti hasıl oluyor.

“ Zapping ” ya da “ zaplama ” kelimesini bilmiyor olabilirsiniz. Ama evinizde televizyon, elinizde uzaktan kumanda cihazı varsa siz de zaplıyorsunuz demektir. Anladınız sanırım, zaplamak , bir şey izlemeden o kanal bu kanal dolaşıp durmak demek.

Mesele sadece televizyonla sınırlı olsa, yazmaya değecek ne var, diye sorulabilir. Fakat durum hiç de öyle değil. Ya nasıl mı? Buyurun, uzaktan kumanda cihazını da, zapping lafını da icat edenlerin ağzından okuyalım. Bakalım bu yolun sonu nereye çıkıyor:

“ Zapping , çok kanallı uydu yayınları ve kablolu yayınlarla başladı, uzaktan kumandalı televizyonlarla hız kazandı. Bireysel ilgilerin çeşitliliğine cevap vereceği sanılan bu görünüşteki seçme bolluğu, herkesin hiçbir şey seyretmemeyi seçmesiyle sonuçlandı.

Zapping ya da sıfır bilinç, yüzeysel bir sabırsızlığın postmodern bir belirtisi; doğa, sanat ve dinin geleneksel zenginlik ve inceliği gözlerimizin önünde sönüp gidiyor, ‘gerçekliğin geri çekilişi' ile baş başa kalıyoruz.” (Richard Appignanesi)

“Medya kendini eski dünyanın yerine geçirdi. Bu eski dünyayı yeniden canlandırmak istesek bile bunu ancak medyanın onu nasıl yiyip yuttuğunu derinlemesine araştırarak yapabiliriz.” (Marshall McLuhan)

“Geçmişin imha edilmesi, 20. yüzyıl sonunda en karakteristik ve en ürkütücü fenomenlerinden biri. Genç erkek ve kadınların çoğu, içinde yaşadıkları zamanın kamusal geçmişiyle hiçbir organik bağı olmayan bir tür ‘sürekli şimdi'de yetişiyor.” (Eric Hobbawm)

Bir Behlül Hikayesi

Behlül Divane bir gün Harun Reşid'in divanına gelir. Bakar ki Harun tahtında yok. Hemen Harun Reşid'in yerine geçip, padişah gibi oturur. O anda saray muhafızları gelip Behlül'ü halifenin yerinde görünce, “Bre edebsiz deli!” diye bir-iki vururlar. Behlül hemen sızlanmaya, gözyaşı döküp ağlamaya başlar. Tam bu sırada Harun Reşid çıkagelir. Behlül'ü bu halde görünce okşayarak yanına alır ve muhafızlarına “Buna ne oldu?” diye sorar. Hizmetçiler:

- Ey müminlerin emiri, sizin yerinize geçmiş oturur gördük. Edeplenmesi için bir-iki vurduk, ondan ötürü ağlar, derler. Behlül ileri atılır:

- Hayır, ben onların dövmelerine ağlamam, der, ben senin için ağlarım. Çünkü ben ömrümde bir kez bu makama oturduğum için bu kadar dayak yedim. Sen ki her gün oturuyorsun, acaba ne kadar dayak yemen gerekecek?