๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tasavvuf Klasikleri => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 15 Temmuz 2011, 13:03:06



Konu Başlığı: Tasavvufun Üç Makamı
Gönderen: Zehibe üzerinde 15 Temmuz 2011, 13:03:06
Sülemî’nin Risaleleri


Temmuz 2010 139.SAYI


Ali KAYA kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.

Tasavvufun Üç Makamı

Tasavvufun üç makamı vardır: Adab, ahlâk ve ahvâl (haller).

Adab kesbîdir, çalışmakla elde edilir.

Ahlâk önderdir, ona uyulur.

Ahvâl ise mevhibedir, Allah tarafından bahşedilir.

Benliği ezip küçültmek tasavvufun adabındandır. Bir kimseye nefsi üstün görünürse, dini ona küçük görünür.

Şunlar tasavvuf erbabının adabındandır:

Dünyadan sıyrılmak, nefsi isteklerden alıkoymak,

Öğüt veren bir büyükten edep öğrenmek, onun gösterdiği yolda gitmek,

Vakitleri en uygun ibadetle geçirmek,

Müslümanlara saygı göstermek,

Allah dostlarına hizmet etmek,

Alimlerin içtihad ve ihtilafından ruhsatlar aramaya kalkmamak,

Eline geçen rızkın helâl olmasına özen göstermek,

Fikriyatı kendi düşüncelerine zıt kimselere dahil olmaktan kaçınmak,

Çarşı pazarlara fazla girmemek,

Dünyaya düşkün olanlarla arkadaş olmamak,

Arkadaşlarını şefkatle eğitmek,

Dilenmeyi sevmemek,

Dil ile kimseye eziyet etmemek,

Mübarek topraklara gitmek,

Yeni yetmelerle arkadaşlığı bırakmak,

Mal yığmaktan vazgeçmek,

İlk devir müslümanları gibi giymeye, adab ve ahlâklarında onlara benzemeye çalışmak,

Dinin emirlerini yerine getirmek için gerekli olduğu ölçüde ilim öğrenmek,

“Ben”, “biz”, “bizim işimiz” gibi (varlık belirtisi) sözleri söylememek.

Ahlâk’a gelince:

Güzel huy, cömertlik ve tevazu,

Başa gelenleri rıza ile karşılamak,

İyi hali ile meşhur olmaya çalışmamak (riyadan kaçmak),

İbadeti temiz niyetle yapmak,

Yaratılan hiçbir şeye ihtiyaç duymamak, yalnız Allah’a muhtaç olmak,

İyiliğe yönlendirme hususunda sağlam yürekli olmak,

Şefkat ve merhamet sahibi olmak, tevazuyu sevmek,

Kendi kusurunu bilmek,

Mertlik, kanaat ve ahireti düşünerek hareket etmek,

Vakar sahibi, dıştan güleç, içten ebediyyet endişesi taşımaktır.

İşte Hak yoluna giren kişi bu adap ile edeplenir ve bu ahlâk ile ahlâklanırsa Allah ona zühd, vera, tevekkül, tefviz (işleri Allah’a havale etme), teslim, ihlâs, yakîn, havf (Allah korkusu), sıdk (doğruluk), marifet (manevî bilgi, Allah’ı bilme), şevk, üns, cem ve tefrika, beka ve fena, kabz ve bast, müşahede (manaları görme, Hakk’ı görme), ilme’l yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn, bilinmeyen ilimlere vakıf olma ve diğer yüksek haller lütfeder.

Allah’tan bizi bu rütbelere eriştirmesini, bizi bu rütbeler ehlinden kılmasını, seçkin kullarına lütuf buyurduğu kerem ve ihsanından bizi mahrum bırakmamasını niyaz ederiz. O işiten, dilekleri kabul edendir.

Allah Tealâ, Efendimiz Muhammed s.a.v.’e, onun ailesine ve ümmetine çokça salât ve selam eylesin!

Tevekkül

Tevekkül, imanın hakikatini düzeltmenin sonucudur. Çünkü yüce Allah: “Eğer müminler iseniz Allah’a tevekkül ediniz.” (Maide, 23) buyurmaktadır. Demek ki tevekkül, ancak imanı düzelttikten sonra doğru olur.

Tevekkül, kalbin Allah’ın verdiği garantiye güvenmesidir. Tevekkül, varlıkta ve yoklukta halin bir olmasıdır.

Tevekkül bir tatmin halidir ki sahibini yaratılmışlara meyletmekten men eder.

Doğru tevekkül yokluk zamanında huzurlu, varlık zamanında rahatsız olmaktır.

Tevekkül bir sırdır. Bunun zahiri, kendisini görenlerin huzur içinde olmaları, içlerinin kendisiyle meşgul olmamasıdır.

Tevekkül yüce Allah’a güvenmektir, O’nun vaadini doğrulamaktır.

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde buyurmuştur: “Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter.” Yani Allah onu mahlukata muhtaç olmaktan kurtarır. Ve yüce Allah buyurmuştur: “İnananlar Allah’a tevekkül etsinler.” (İbrahim, 11)

Ve yine Allah, Rasulü’ne: “Azmedince Allah’a tevekkül et.” demiştir (Âl-i İmran, 159).

Ömer ibn Hattâb r.a. Allah Rasulü s.a.v.’in şöyle dediğini nakletmiştir:

“Eğer gereği gibi Allah’a dayansanız, Allah kuşları beslediği gibi sizi de besler (Baksanıza kuşlar sabahleyin) aç gider, tok dönerler.” (İbn Mâce, zühd, 14; Tirmizî, zühd, 33; İbn Hanbel, I/ 30, 52)

Yine Peygamber s.a.v.’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

– Kim bana şu iyi şeyi yapacağını garanti eder ki ben de ona cenneti garanti edeyim?

Sevbân r.a.:

– Ben ederim ya Rasulallah, dedi. Allah Rasulü s.a.v.:

– İnsanlardan bir şey isteme, dedi. Bundan dolayı Sevbân, binekteyken kamçısı elinden düşse dahi, kimseden onu alıp kendisine vermesini istemezdi.”

Hasan-ı Basrî k.s. da şöyle demiş:

“Tevekkül ve kanaat edip haline razı olana, dünyalık şeyler istemeden gelir.”

Süfyan ibn Uyeyne şöyle demiş:

Ebu Hâzim’e soruldu:

– Ne malın var?

– Benim iki malım var, dedi, biri Allah’a güvenmek, diğeri de insanlardan bir şey beklememek.”