> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Tasavvuf Klasikleri > Tasavvufun Ölçüsü
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tasavvufun Ölçüsü  (Okunma Sayısı 1662 defa)
24 Ağustos 2011, 12:51:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 24 Ağustos 2011, 12:51:05 »



Mektubat-ı Muhammed Ziyauddin k.s.’den


Şubat 2008 110.SAYI


Ali KAYA kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.

Tasavvufun Ölçüsü

Ey kardeş! “Tasavvuf yoluna ilk girdiğimde olduğu gibi, uyanıkken ve uyku halinde bana haller, zevkler gelir.” diye bahsettiğin hususlardan dolayı Allah’a hamd etmen gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “And olsun, eğer şükrederseniz, size nimetimi elbette arttırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz, gerçekten azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7) buyurmuştur.

Fakat hal ve zevkler, ancak İslâm hükümlerine ve inancına uygun bulunduğu takdirde muteberdirler. Bu iki esastan birisine kıl kadar aykırı düşse, söz konusu hal ve zevkler yokluk ve mahrumiyet hükmündedir. Hak yolcuları ve mürşitlerin yaşadıkları bütün hallerin, dinin hükümlerine göre değerlendirilmesi şarttır. Ona uygun olurlarsa makbul, değillerse şeytandan olup, onlardan yüz çevirmek, şiddetle kaçınmak zorunludur. İmam-ı Rabbani k.s. der ki: “Tasavvuf, ancak dinin hükümleri ve inanç esasları öğrenilip içselleştirildikten sonra gerçekleşir ve muteber olur. Öncekilerin ve sonrakilerin efendisi Peygamberimiz s.a.v.’in şeriatına bütün yönleriyle uyulmadan Allah’a ulaşma yolu nasıl bulunur? Allah’a muhabbeti olduğu iddiasında bulunan kimsenin, tıpkı Nakşibendî yoluna intisap eden kimsenin hali gibi, Hazret-i Peygamber s.a.v.’in hayatına uygun yaşayıştan ayrılmaması gerekir. Allah Tealâ Kur’an-ı Kerim’de buyurur ki: “Rasulüm de ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Âl-i İmran, 31)

Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre, manevi aşkın seyri, yine Peygamber s.a.v.’in hayatına ve sünnetine her yönüyle uygun düşmekten geçer. Allah Tealâ O’nun, ailesinin ve ashabının üzerine salât ve selam eylesin.

Sohbetin Değeri

Bu mektup, iki gözümün nuru, kalbimin kuvveti olan Molla Alaeddin’edir. Allah Tealâ onu manevi makamlara yükseltip, kendisine yakın kullarından eylesin.

Sizden ayrılıp gurbete düşeli beri, size karşı kalbimin meyli gittikçe arttı ve şahsınızı görme arzusu kesilmedi. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de; “Sadıklarla beraber olunuz!” (Tevbe, 110) ayet-i kerimesiyle emir buyurduğu ve bizim için bayram değerinde olan kavuşmamız gerçekleşmedi. Ayrıca bu bu yolun başının (Şah-ı Nakşibend’in) “Bizim yolumuz sohbettir.” buyurduğu sohbetten uzak kalmaktan dolayı da kalbin acısı bir kat daha artırıyor.

Böyle sohbetsiz geçen zaman zararlıdır. Ömrün boş yere zayi olmasıdır. Şu değerli ömrün hakkı, ilkin onu kıymetli sohbete ulaşma yolunda sarf edip, mümkün olduğunca sohbeti terk etmemektir. Sonra, tasavvufta sonu olmayan edepleri elde edip içselleştirmektir. Çünkü sohbet bütün kemalât ve marifetlerin eşiği ve hazırlığı durumundadır. Geçen zaman ne geri getirilebilir, ne de kaza edilebilir. Ne olursa olsun, hiçbir şeyle ölçülemeyen, dengi olmayan sohbetten ayrı geçen vaktinize şiddetle hayıflanın. Belirli zamanlarda yapılması emredilen virdleri terk etme ve rabıtadan uzak kalma. Zira, “Tamamıyla yapılamayan bir iş bütünüyle de terk edilmez.” diye bir kural vardır. Her ne kadar bunlar bedellerin en değersizi olsa da, hasretimizi ve emirlerin bütünüyle terk edilmemesini, Allah Tealâ’nın sohbete bir karşılık kılması umulur.

Vesveseler ve Kurtulmanın Yolu

Bu mektup, alem kutbunun hizmetkârından, Allah yolundaki dostu Muhammed Efendi’yedir. Bu yolun hizmetkârı, evvela size selam eder, hayır dualarıyla sizi hatırlayarak halinizi sual eder. İkinci olarak, muhabbetten bahseden mektubunuz elimize geçti. Mektupta bahsedilen halleri anladı. İnsanı küfre sürükleyen vesveseler ile insanın isteği dışında kalbine gelen tehlikeli düşünceler (havâtır) hakkında yazdığınız konuların cevabı şudur:

Öncelikle şunu bilmek gerekir: Rivayet edildiğine göre sahabe-i kiramdan bazıları Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz’e gelerek; “Kalbimize öyle şeyler geliyor ki onları dilimizle söyleyecek olsak kâfir oluruz!” diye şikayette bulundular. Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz onlara cevaben buyurdu ki: “Bu gibi şeylerin kalbe gelmesi imanın kemâlindendir!”

Ariflerden biri de şöyle der: “Şeytan hırsız gibidir. Hırsız, karanlıkta bir eve girince eline geçirdiği herhangi bir şeyle yetinir. Daha iyi bir şeyi araştıramaz. Ancak ev aydınlık ise, evde bulunan en iyi şeyi çabucak çalıp gitmek ister. Şeytan da böyledir. İnsanın kalbi günah kirleriyle karanlık vaziyette olduğu sürece, vesveseli şeylerden birini o kalbe düşürmekle yetinir. Buna karşılık kalp ibadet, taat ve zikirle aydınlanınca, imanı söküp atmaya yönelik vesveseleri ona atmaya çalışır.” Allah bizi öylesi durumlardan korusun.

Bundan dolayı sözünü ettiğiniz vesvese ve tehlikeli düşüncelerin kaynağı, şeyh-i âzam ve en büyük mürşidimiz olan Şeyh Fethullah’ın (Allah sırrını mukaddes kılsın) himmetleri dolayısıyla size hasıl olan imanın kemali ve kalbinizin nurlanmış olmasıdır. O kötü vesvese ve vehimleri kalpten söküp atmanın çaresi, gavs-ı âzam Seyyid Sıbgatullah Arvasî’nin de (Allah sırrını mukaddes kılsın) buyurduğu üzere, o hallerin kalbe gelip gitmelerine iltifat etmemektir. Vird çekmekte gevşeklik göstermemek ve rabıtaya devam etmektir.

Kendi Kusurunu Anlamak


Allah’a taat etmek hususunda müridin nefsini kusurlu ve eksik görmesi lazımdır. Nitekim Hâce Alâeddin de buyurmuş ki: “Hak yolcusu için sürekli kendini kusurlu görmekten başka bel bağlanacak manevi bir makam yoktur.”

Her an kusur kapısından girdiğini düşünmesi, Allah Tealâ’nın kerem ve lütuflarını, kendisinin ise liyakat ve kabiliyetten uzak olduğunu idrak etmesi, Allah’ın lütuf ve inayetine sığınması gerekir.
Hak yolcusunun kendisinde bu kusuru görmesi, onun Allah’a karşı olan muhabbetinin eksilmesine ve yok olmasına sebep olmaz. Tam tersine muhabbetin artmasına sebeb olur. Çünkü muhabbet Allah’a itaat etmek demektir.

Nitekim Râbia-i Adeviyye k.s. şiirinde şöyle der:
“Allah’a isyan ettiğin halde O’nu sevdiğini söylüyorsun
Rabbime yemin ederim ki bu gerçekten garip bir durum.
Şayet Allah’ı sevdiğin doğru olsaydı O’na itaat ederdin.
Zira seven, sevdiğine her yönüyle itaatkâr olur!”

Sözün özü, Hak yolcusu nefsinin kusurunu görmeli, onun kötülüğe yatkın ve hazır olduğunu bilmeli ve ona güvenmemelidir. Bu husus tasavvufta en önemli şeylerdendir. Yolda olan kimsenin bu hususta çalışması, manevi hallerin ortaya çıkmasına güvenmemesi, ayrıca haller ortaya çıkmadığı için de sıkılmaması lazımdır. Çünkü hallerin ortaya çıkması Allah Tealâ’nın elindedir. O hususta Allah’ın seçtiği şey, kulun kendisi için seçtiği şeyden daha değerlidir.

(Feyyaz Karabel tarafından tercüme edilip Menzil Kitabevi’nce yayınlanan Mektubat-ı Muhammed Ziyauddin adlı eserin 1982 tarihli baskısından yeniden düzenlenerek yararlanılmıştır.)


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tasavvufun Ölçüsü
« Posted on: 28 Mart 2024, 13:22:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tasavvufun Ölçüsü rüya tabiri,Tasavvufun Ölçüsü mekke canlı, Tasavvufun Ölçüsü kabe canlı yayın, Tasavvufun Ölçüsü Üç boyutlu kuran oku Tasavvufun Ölçüsü kuran ı kerim, Tasavvufun Ölçüsü peygamber kıssaları,Tasavvufun Ölçüsü ilitam ders soruları, Tasavvufun Ölçüsüönlisans arapça,
Logged
24 Ağustos 2011, 14:16:05
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #1 : 24 Ağustos 2011, 14:16:05 »

Esma-i Hüsna (Esama’ül-Hüsna, Allahın 99 Güzel İsmi) İle Zikir Yapmanın Faziletleri
Allah’ın (c.c.) doksan dokuz güzel ismini ezberleme isteği bende ilk kez üniversite yıllarında uyandı. O zamanlar Kuran-ı Kerim’i yanımdan hiç ayırmazdım. Devamlı okurdum. Ders çalışma aralarında da okur, kendimi bu yolla da dinlendirirdim. Ayetlerin içinde ve sonunda geçen Allah’ın (c.c.) güzel isimleri çok dikkatimi çekerdi. Surelerin ve ayetlerin özetlerinin, daha doğrusu tek kelimeye indirgenmiş biçimlerinin bu güzel isimlerde gizli olduğunu görürdüm. Kuran-ı Kerim’in sırrının bu güzel isimlerde olduğunu düşünürdüm. Allah’ın (c.c.) güzel isimleri ile ilgili şu hadis-i şerif de o zaman ilgimi çekmişti: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları sayarsa cennete girer.” Bu hadis-i şerif uyarınca ben de peygamberimizin müjdesine nail olanlardan olmak istedim. Bir arkadaşımdan hemen bu güzel isimleri bana bir kâğıda yazıp vermesini rica ettim. Dediğimi yaptı. Ama ezberim kuvvetli olmasına rağmen bir türlü bu güzel isimleri hafızama tam olarak yerleştiremedim. Bir süre sonra bunları ezberleme hevesi de bende söndü. Aradan on üç yıl geçtikten sonra bu arzu bende yeniden uyandı. Herhalde tövbe ve zikir nimetine erdiğimden olacak, bu sefer bu güzel isimleri çok kısa bir zamanda hemen ezberledim.
 Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini sabah namazını kıldıktan sonra tespihle ezberden hızlı bir biçimde sayıyorum. Eğer yanlışlık yaparsam -her otuz üçe geldiğimde hangi isme ulaşmam gerektiğiyle bunu biliyorum- ilgili otuz üçün başında birkaç kez “estağfurullah” diyerek yeniden çekiyorum. Yanılma çok ender oluyor. Sonra bu nimeti bana verdiği için aynı hızla doksan dokuz kere “elhamdülillah” diyerek tespihi tamamlıyorum. Sayma işi bir iki dakika bile sürmüyor. Tabii bu sırada her güzel ismin anlamını bilerek çekiyorum, ama üzerlerinde düşünmek olanağı bulamıyorum. Yalnız bu sayede yaşamımda her varlık, olay ve  olguda Allah’ın (c.c.) güzel isimleri üzerinde düşünmek gibi bir alışkanlık, daha doğrusu bir yaşam biçimi kazandım. Bu da imanımı her gün daha da güçlendirmektedir. Allah’ı (c.c.) ezberlediğim bu güzel isimler sayesinde daha iyi tanıdığımı, tanıyacağımı düşünmekteyim.
 Hadis-i şerifin müjdesine ahirette eremesem bile Allah’ın (c.c.) bu güzel isimlerini ezberlemekle dünyada iken bile çok şey kazandığımı, kazanacağımı sezmekteyim. Bunun yaşamımın daha erken bir evresinde gerçekleşmediğine her zaman hayıflanmaktayım. Çünkü Allah’ı (c.c.) tanımak, imanın yakinleşmesini gerçekleştirmektedir. İman ise, kalbe huzur ve mutluluk vermektedir. Dünyayı, yaşamı Allah’ın (c.c.) rızası doğrultusunda anlamamızı ve anlamlandırmamızı sağlamaktadır. İbadetlerdeki şevki artırmaktadır. İbadetleri nefse ağır gelen bir yük olmaktan çıkarmaktadır.
 Allah’ın (c.c.) her bir güzel ismi O’nun bir sıfatını temsil etmektedir. Mümine yakışan şey Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmaktır. Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak da  O’nun güzel isimlerini tanıyıp gereğini yerine getirmekle olur. Bu açıdan her bir güzel ismin kulda oluşmasını amaçladığı güzel bir huy, ideal bir ahlak söz konusudur. Buna göre kimi güzel isimler nefsimizi terbiye etmeyi sağlamakta; kimisi de eksik, yanlış Allah (c.c.) inancımızı düzeltmekte, Allah’ı (c.c.) yüceltmektedir. 
 Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini ezberleyip her gün sabah namazından sonra saymaya başladıktan ve her birinin anlamını öğrenip üzerinde düşündükten sonra konuyla ilgili müjde içeren hadis-i şerifin Allah’ı (c.c.) dosdoğru tanıyıp yüceltmeyi ve Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmayı amaçladığını düşünmeye başladım. Kuşkusuz ebedi cennetin o kadar ucuz olmadığını herkes bilir. Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini ezberlemek, saymak, onların anlamlarını bilmek, üzerinde düşünmek de güzel işlerdir. Bir çalışmadır. Allah (c.c.) en ufak bir emeği bile boşa çıkarmaz. Karşılığını kat kat fazlasıyla verir. Ama bu güzel işlerin ötesinde bu güzel isimlerin anlamlarının gereğini yapmak, yani Allah’ı (c.c.) dosdoğru tanıyıp elinden geldiğince tazim etmek ve O’nun ahlakıyla ahlaklanmak çok daha büyük bir iştir. Yaratılış amacına ulaştıracak bir çabadır.
  Maalesef insanoğlu çıkarsız bir işe pek sarılmıyor. Havas (Seçkin kimselerin) ilmi adı altında Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini açıkladığını iddia eden pek çok eserde bu konu çok farklı bir bakış açısı ile işlenmektedir. O tür kitaplarda Allah’ı (c.c.) dosdoğru tanıyıp yüceltme, O’nun ahlakıyla ahlaklanma gibi bir amaç yerine her bir güzel ismin genellikle insana dünyada neler kazandıracağı üzerinde durulmuştur.  Bu tür kitaplarda her güzel ismin hangi gün ve saatte ne kadar çekileceği, bununla da ne yararlar elde edileceği anlatılmaktadır. Kuşkusuz zikir bir ibadettir ve her insanın ibadette gözettiği amaç birbirinden farklıdır. Kimisi cehennem korkusuyla, kimisi cennet arzusuyla, kimisi de Allah (c.c.) rızası için ibadet eder. Bunlar içinde en makbulü Allah (c.c.) rızasıdır. Ama ilgili kitaplarda Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini zikirle dünyevi bazı istekler de söz konusu edilmektedir.  Örneğin, el-Muğnî güzel ismini şu günde şu kadar çeken kimseye Allah (c.c.) büyük bir zenginlik verir, denmektedir. Bir Müslüman düşünün ki Allah’ı (c.c.) kendisine zenginlik vermesi için zikrediyor, yani dilinde Allah’ın (c.c.) güzel bir ismi olduğu halde gönlünde dünyalık arzusuyla Allah’a (c.c.) yaklaşmaya çalışıyor. Bu gerçekten iğrenç bir şeydir. Hele hele bu güzel isimleri arasının bozulduğu Müslüman kardeşinin başına bela ve musibet gelmesini sağlamak veya ölümünü gerçekleştirmek amacıyla zikredenlere ne demeli acaba? Şu ayet-i kerimede bu gibi kimseler çok şiddetli bir biçimde uyarılmaktadır: “En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na en güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır (Araf suresi, ayet 180).”
    Kuşkusuz dualarda ahiret olduğu kadar dünyevi her ihtiyacımızı da Allah’tan (c.c.) isteyebiliriz. Bu açıdan Allah’tan (c.c.) zenginlik de istenir. Bu sayede zenginliği verenin Allah (c.c.) olduğu da bilinmiş olur. Ama bu çeşit bir zenginlik istenirken halisane bir niyetle Allah’ın (c.c.) dini ve rızası da gözetilir. Hakkında hayırlı ise nasip olması istenir. Yine bu dualar öncesinde Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini zikretmek duanın kabul edilmesine de bir vesiledir.  Ama dinin ruhu ve gayesi ahirettir. Ahirete yönelik bir hayır içermeyen dünyalığın olmaması, olmasından daha iyidir. Yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz. (Şûrâ suresi,  ayet 20).”
Havas bilginlerinin Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini çekileceği gün, saat ve sayı ile sınırlamalarının Kuran-ı Kerim’deki ve hadis-i şeriflerdeki delillerini bulamadım. Gerçi namaz sonunda okunan tespihlerin 33’er adetle sınırlanması, bir kısım hacetler ve faziletler için bazı surelerin adetlerle belirtilmesi itiraz için sünnetten delil olarak hemen akla gelebilir. Ama konumuz olan ebced hesapları ile Allah’ın (c.c.) güzel isimlerini belli bir sayıda zikir için Kuran-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde bilgi mevcut değildir. Kuşkusuz pek çok İslam âliminin ve mutasavvıfın beyanları, bu konuda sundukları iddialar ve örnekler ile anlaşılmaktadır ebced  hesapları ile her bir güzel ismin zikir sayısı arasında bir uyum, uygunluk söz konusudur. Kuşkusuz Allah (c.c.) ezeli ilmiyle bunu bilmekteydi ve ebced  hesapları ile her bir güzel ismin zikir sayısı arasındaki söz konusu uyumu ve uygunluğu da gözetmişti. Yine dinde kutsal, faziletli sayılan gün ve geceler de bulunmaktadır. Her bir güzel ismin haftanın bir gününde ve belli bir saatinde çekilmesinin daha bir yararlı ve faziletli olduğuna dair düşünceler de bir tarafa atılacak cinsten değildir. Ama tüm bunlara rağmen zikir haddizatında çok samimi bir ibadettir. İçten gelen bir duyguyla yapılır. Onu gün, saat ve sayı ile sınırlamak doğasına uygun düşmez. Nitekim Allah (c.c.) da kutsal kitabında bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin (Ahzab suresi, ayet 41).”
Yine de kendisine Allah’ın güzel isimlerini ebced hesabına göre vird edinenler hayatlarına bir alışkanlığı koyma açısından bir rahatlık ve kolaylık yaşarlar. Bu açıdan ebced hesabına göre Allah’ın güzel isimlerini çekmek güzel bir alışkanlıktır, virddir. Biz de bu açıdan aşağıdaki tabloda Allah’ın güzel isimlerinin kısaca açıklamasını verdikten sonra yanlarına ebced değerlerini de verdik. Dileyen kişiler hayatları, istekleri için uygun gördükleri Allah’ın güzel isimlerini bu ebced hesaplarına göre vird edinebilirler.
    İnsanın tek başına yalnız havas bilgileri ile zikre yönelmesi beraberinde büyük itikadi yanlışlıklar ve sapmalar da getirebilecektir. Zikir ehil birisinin, mürşid-i kamilin rehberliğinde çekilmedikçe insana yarar kadar zarar da verebilir. Tabii bu sözünü ettiğimiz şey, laza-i Celal (Allah), kelime-i tevhit gibi zikirleri çokça çekme ile ilgilidir. Yoksa esma-i Hüsna için geçerli değildir. Ama yine de esma-i hüsnada da ihtiyatlı olmak lazımdır.  En azından tasavvuf kültürünü hazmetmek gerekir. Tasavvuf kültürünün de temelini her an tövbe ve istiğfar halinde olma, nefisle mücadele etme ve Allah rızasını amaç olarak görme oluşturur. Çünkü şeytan hiçbir fırsatı kaçırmaz. Kılavuzsuz yola çıkanları çeşitli tehlikeler bekleyebilir. Örneğin yaptığı zikirle dualarının kabul edildiğini gören birisi istidraca düşebilir. Hem benliği güçlenip kendisinde olmayan çeşitli büyüklükler görebilir, kibire ve ucuba  kapılabilir. Çünkü zikrin neticesi birtakım haller yaşamaya başlayacaktır. Bunların bazısı Rahmani bazısı da şeytanidir.  Bunları birbirinden ayırması imkânsızdır. Birbirlerine çok benzerler. Farkına varmadan şeytanın oyuncağı olabilir. Bunlar da insanı ebedi helake, pişmanlığa götürmeye yeter. Ayrıca vesveseye de düşebilir. Hele içinde bulunduğumuz çağda insanlar gerekli dini v...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
03 Eylül 2011, 10:51:54
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #2 : 03 Eylül 2011, 10:51:54 »

Allaha Tövbe Etmek, Allah’ın Bağışlaması, Affı (Et-Tevvab, El-Gafur, El-Gaffar)
Allah (c.c.) kendisine yönelen ve tövbe eden kullarının günahlarını bağışlar. Şeytan, insanları genellikle Allah’ın (c.c.) çok bağışlayıcı sıfatıyla kandırır.  Allah (c.c.) nasıl olsa günahları bağışlar, diyerek insanlara günahı sevimli gösterir: “Ey insanlar, Allah’ın vadi gerçektir. Öyle ise sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok hilekar şeytan da Allah’ın merhamet ve affını ileri sürerek sizi kandırmasın! (Fâtır suresi, ayet 5)”
    Her günah işlendiğinde kalpte bir siyah leke bırakır. Gün gelir kalp işlenen günahlarla kapkara kesilir, artık kalbin arınma ve Allah’a (c.c.) yönelme arzusu da ortadan kalkar. Kul Allah’ın (c.c.) kendisine dünyada ve ahirette azap etmeyeceği konusunda bir eminlik duygusu içerisine girer. Başa gelen felaketler, bela ve musibetler de onun için bir şey ifade etmemeye başlar. Artık böyle birisi için hidayet kapısı da kapanır. Kalbi mühürlenir. Anlaşılır ki Allah (c.c.) böyle birisini el-Cebbâr güzel ismiyle dünyada isyanıyla baş başa bırakmış, ahirette de onun büyük bir azaba uğramasına hükmetmiştir. Oysa Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismi (el Gaffâr) mümin için bir umut kapısıdır. O kendisini hep günahkar görür. Hep bir arınma duygusu içerisindedir. Bunun için Allah’ın (c.c.) et Tevvâb (tövbeleri kabul eden) güzel ismine sığınır. Yaptığı iyi amelleri gözünde değersizdir. Her gün kusur ve hatalarını arar, bunlara tövbe eder. Geçmiş günahları için büyük bir pişmanlık yaşar. Eksik ibadetlerini tamamlamaya, hatalarını ve yanlışlarını telafi etmeye çalışır. Sadece Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismine (el-Gaffâr) güvenir.
    Hıristiyanlar, günahlarında umutsuzluğa düşmüşlerdir. Bunun için kendilerini, nefislerinin işlediği kötülüklerden arındıracaklarına, yani tövbe edeceklerine bir kurtarıcı beklemişlerdir. Onlara göre Hz. İsa Alehisselâm,  Allah’ın (c.c.) -haşa- oğludur. İnsanları içerisinde bulundukları günah bataklığından kurtarmak için yeryüzüne gönderilmiştir. Ona inananların günahlarına kefaret olmak üzere Allah (c.c.) feci bir biçimde öldürülmesine izin vermiştir. Böyle olunca bir Hıristiyan için Hz. İsa Alehisselâma inanmak,  yaşamında günahlara pişman olmadan ve olumlu anlamda bir değişim geçirmeden Allah (c.c.) tarafından affedilmek demektir.
    Bir Hıristiyan Hz. İsa Alehisselâm ile ilgili bu batıl inancı yanında papazlara günahlarını itiraf ettikten sonra da tüm günah yükünü üzerinden attığına inanmaktadır. Tabii tüm bunlar Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismiyle (el-Gaffâr) açıklanabilecek şeyler değildir. Allah (c.c.) günahları kulda gerçek anlamıyla bir pişmanlık olduğu zaman affeder. Bu pişmanlık da insanın o günahı işlediğine içten üzülmesiyle, bir daha işlememesiyle ve yanlışını telafi etmek istemesiyle kendisini belli eder. Yani Allah’ın (c.c.) tövbe nimetiyle (et-Tevvâb güzel ismiyle) o kula yönelmesi ile olur. Gerçi Allah’ın affı için tövbe şartını ileri sürüp O’nun merhametini ve bağışlamasını sınırlamak da doğru değildir. Kuran-ı Kerim’de Allah şirk dışında kalan bütün günahları da affedebileceğini de belirtmiştir (bk.Nisa suresi, ayet 48).
    Tövbe kulun günahlarının affı yolunda başvuracağı temel yoldur. İnsan için günahların affı için tövbe etmek başta gelen bir yol olmasına karşın Allah’ın (c.c.) rahmetini ve bağışlamasını sadece kulun tövbesiyle sınırlamanın da doğru olmadığını belirtmiştik. Yalnız insanın günahını yada günahlarını Hz. İsa Alehisselâmın ve papazın üzerine yıkarak yada onlara yükleterek kurtulmak istemesi ve hiç pişmanlık duymadan eline geçen fırsatta hemen o günahı yada günahları tekrar işlemesi, Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici ismiyle (el-Gaffâr) ilgisi olmayan bir durumdur.
Hıristiyanlıktaki bu özellikten dolayı bugünlerde pek çok Müslüman genç, yaşamlarındaki günahların yükünden zahmetsizce kurtulmak, nefislerinin arzuladığı bir kısım günahları rahatlıkla işlemek için Hıristiyan olmaktadır. Günahlardaki geçici zevk ve keyif o kadar kısadır ki tatmaya bile değmez. Halbuki İslam dininde helal dairesi keyfe ve zevke yetecek kadar geniştir. Öyle ki İslam dininin belirlediği çizginin ötesindeki keyifler ve zevkler daha dünya yaşamında bile insanın canını sıkmaya, huzurunu bozmaya başlar.
    El-Gaffâru güzel ismine göre kula düşen görev, insanların kusurları ve yanlışları karşısında merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendi günahları için de tövbe ederek Allah’ın (c.c.) affına sığınmaktır.   
Günahları bağışlama anlamına gelen Allah’ın (c.c.) başka güzel isimleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını daha önce gördük: el-Gafûr, el-Gaffâr. Her iki güzel isim de Arapça’da aynı kökten, “örtmek” anlamına gelen bir fiilden türemişlerdir. Allah (c.c.) bu güzel isimlerinde “günahları örten” anlamına gelen bir tecelliyle kullarına yönelmektedir. El-Afüvvu güzel isminde ise “günahları silen” anlamı bulunmaktadır. Dolayısıyla el-Afüvvu güzel ismi, diğerlerine göre, daha geniş bir anlama gelmekte, günahlar karşısında daha köklü bir temizlemeyi karşılamaktadır.
    Tabii el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde de bir “günahları bağışlama” anlamı bulunmaktadır. “Günahları örtmek” demekle onları gözlerden saklayıp bağışlamamak anlaşılmamalıdır. Bu güzel isimlerle vurgulanan anlam günahların bağışlandığı ama hesap defterinde, mahşer gününde kulun hafızasında vs. sabit kaldığıdır. El-Afüvvu güzel isminde bu bağışlanma, daha genel bir anlama sahiptir; günahların Kiramen Katibin Melekleri’nin hafıza ve defterlerinden, Levh-i Mahfuz’dan, kısacası ona tanıklık eden Allah (c.c.) dışındaki herkesin  bilgisinden,  hatta o kulun bilincinden de silinmesi demektir.
    El-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerindeki bağışlamayı şuna benzetebiliriz: Gün gelir bir zaman dost olduğumuz birine küseriz. Küsmemize neden olan konuda da kendimizi haklı görürüz. Buna karşın araya giren eş dost nedeniyle o kişiyle barıştırılırız. Ama bu barışma gönülden gelmemiştir, eş dostun hatırı için olmuştur. Eski hesap her ne kadar dile gelmese de bu yüzden kapanmamıştır. Küsmeden önceki samimiyet de hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü o kişiyi bağışlamış olsak da küsmemize neden olan olayla ilgili davamız dilimize dolanmasa da yine de ister istemez  kalbimizi ve kafamızı meşgul etmektedir. Oysa el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma şuna benzer: Yine dost bildiğimiz birisine küseriz. Ama o kişi veya biz bu konudaki hatamızı kısa zamanda anlarız. Pişman oluruz. Hangimiz suçlu ise öyle bir bağışlanma diler ki onu affederiz. Artık bir daha ne o ne de biz o küskünlüğe neden olan şeyi hatırlamak bile istemeyiz. Her ikimizin de zihninde kötü anılar silinir gider.
    Öyle anlaşılıyor ki el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde bağışlanma Allah’ın (c.c.) bir atası, ihsanı olarak gelmektedir. Belki bir ana-baba duası, Allah (c.c.) indinde güzel ve makbul bir iş… insanın bazı günahlarına kefaret olmakta, onları etkisiz kılmakta, bağışlanmasına vesile olmaktadır. Ama bu günahlar hesap defterinden silinmemektedir. Yüce Allah (c.c.) hesap günü bu günahları onun ve insanların önünde açıklayacak ve affettiğini de bildirecektir. Ama el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma tövbe nimetiyle gerçekleşmektedir. Bu yüzden daha genel ve etkilidir. Allah (c.c.) tövbe ihsan ettiği kulun günahlarından el-Afüvvu güzel ismiyle tamamen vazgeçmekte, kulu ahiret günü bunlardan sorumlu tutmadığı gibi hiçbir şeyin ve kimsenin de bu günahları hatırlatmasını veya hatırlamasını istememektedir. Nitekim 99 Esma’ül-Hüsna tablosunda el-Afüvvu güzel isminin et-Tevvâbu güzel isminden sonra gelmesi de bunu düşündürmektedir. Gerçi her iki güzel isim arasında el-Müntekimu güzel ismi yer alsa da, bu güzel isim de Allah’ın (c.c.) tövbe yolu ile affına güvenirken kul haklarına dikkat etmemiz lüzumunu hatırlatmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) mazlumun hakkını almayı da ihmal etmez.
    El-Afüvvu güzel ismine göre kula düşen görev, insanların kusurları ve yanlışları karşısında merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendi günahları için de tövbe ederek Allah’ın (c.c.) affına sığınmaktır.   
 Tövbe, imandan sonra bir insana ihsan edilen en büyük nimettir. Tövbe kelime anlamıyla “dönüş” demektir. Terim anlamı, kulun günahlarına pişman olup onları terk etmesi ve Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına yönelmesidir.
    Hadislerden anlaşılacağı üzere peygamberimiz (s.a.s) günde yetmiş (bir başka rivayette yüz) kere Allah’a (c.c.) istiğfarda bulunmaktaymış. Günahtan masum olan peygamberimiz (s.a.s) böyle ise bizim buna daha çok dikkat etmemiz gerekir.
    Tövbe, Allah (c.c.) ile kişi arasında yapılan içten bir antlaşmadır.  Dolayısıyla tövbe eden birisi değişimi içten bir duyguyla onaylamaktadır. Gözlerden damlayan birkaç damla yaş tövbedeki içtenliğin işaretidir. İnsanlar birbirleri ile olan sözleşmeleri çok kolay bozmaktalar. Çıkarlar söz konusu olduğunda işler değişmektedir. Ama Allah’a (c.c.) tövbe ile yönelen bir kul buna yürekten bir yolla, yani içten katıldığı için daha bir sadık olmaktadır. Böyle içten, kesin dönüşe tövbe-i nasuh denir. Zaten gerçek tövbe de ancak böyle mertçe yapılır.
    Tövbenin temeli yapılan günaha kalp ile derin bir pişmanlık duymaktır. Nitekim peygamberimiz (s.a.s) de tövbeyi bir hadis-i şerifinde “günahlara pişmanlık” olarak tanımlamıştır. Tövbemizi bozsak bile yenileyebiliriz. Tövbe etmenin bir sayısı, sınırı yoktur.
    Tarikatlara tövbe ile intisap edilirdi. Böylelikle bu içten değişime Allah (c.c.) dostları da tanık tutulurdu. Bu da güzel bir şeydi ve Allah (c.c.) ile kul arasında  tövbe ile gerçekleşen içten pişmanlık duygusunu daha bir pekiştirirdi.
    İnsan alışkanlıklarının tutsağıdır. Onları kolay kolay bırakamaz. Günahlar da bu özelliğe sahiptirler. İnsanda bağımlılık yaparlar. Ayrıca günahlar nefsin arzularını da okşar. Bu yüzden bir insanın günahlarına pişman olup Allah (c.c.) yoluna girmesi çok güçtür. İnsanların çoğu doğadaki bitkiler ve hayvanlar gibi pek varoluşlarını sorgulamadan yaşayıp ölmektedirler. Ken...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
19 Mart 2012, 07:59:13
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #3 : 19 Mart 2012, 07:59:13 »


   
      Rabbim razı olsun..Emeğinize sağlık..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

19 Mart 2012, 09:10:24
Hadice
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5.945


« Yanıtla #4 : 19 Mart 2012, 09:10:24 »

Ariflerden biri de şöyle der: “Şeytan hırsız gibidir. Hırsız, karanlıkta bir eve girince eline geçirdiği herhangi bir şeyle yetinir. Daha iyi bir şeyi araştıramaz. Ancak ev aydınlık ise, evde bulunan en iyi şeyi çabucak çalıp gitmek ister. Şeytan da böyledir. İnsanın kalbi günah kirleriyle karanlık vaziyette olduğu sürece, vesveseli şeylerden birini o kalbe düşürmekle yetinir. Buna karşılık kalp ibadet, taat ve zikirle aydınlanınca, imanı söküp atmaya yönelik vesveseleri ona atmaya çalışır.” ALLAH bizi öylesi durumlardan korusun.

Amin ecmaın inş cümlemizi Muhammet ümmettlerini korusun şeytanın hilelerinden tuzaklarından veveselerinden...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes