> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Tasavvuf Klasikleri > Nefs Muhasebesi
Sayfa: [1] 2 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nefs Muhasebesi  (Okunma Sayısı 5667 defa)
25 Eylül 2011, 11:51:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 25 Eylül 2011, 11:51:53 »



Tasavvuf Klasiklerimiz



Eylül 2007 105.SAYI


Ali KAYA kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.

Kûtu’l-Kulûb’dan

Eser Hakkında:

Kûtu'l-Kulûb, 10. asrın meşhur alim ve sûfilerinden Ebu Talib el-Mekkî’nin meşhur eseridir. Eser, Ehli Sünnet tasavvufun temel kitaplarından biri niteliğindedir. Tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimlerin yanında, kendisinden önce yaşamış büyük sûfilerin görüşlerini de ihtiva eder.

NEFS MUHASEBESİ


"Biz, kıyamet günü için, adalet terazileri kurarız. Artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş, bir hardal tanesi kadar küçük dahi olsa, onu hesaba getiririz. Hesap gören olarak biz herkese yeteriz." (Enbiya, 47)

"O gün insanlar, amellerini görmeleri (ve karşılığını almaları) için, grup grup kabirlerinden çıkarlar." (Zilzal, 6)

Hz. Ömer r.a. şöyle demiştir:

“Nefsinizi hesaba çekilmeden önce hesaba çekin. Amelleriniz mizanda tartılmadan önce onları siz (vicdanınızda) tartın. Allah'a arz olacağınız büyük hesap günü için kendinizi (salih amellerinizle) süsleyin. "Hepiniz ilâhi huzura arz olunursunuz. Sizin hiçbir şeyiniz gizli kalmaz." (Hâkka, 18) ayetini unutmayın. Şüphesiz kendilerini dünyada muhasebe edenler için ahiret hesabı kolay olacaktır. Dünyada ölçülü ve sorumlu yaşayanların, mizandaki sevapları ağır gelecektir. Sadece gerçeğin tartılacağı bir terazinin ağır gelmesi kesindir."

ŞÜPHELİLERDEN UZAK DURMAK


"Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyenle amel et. Günah, kalbin yönetip üzerinde durduğu şeydir." (Buharî, Büyu’ 3; Tirmizî, Kıyâme 60; Nesaî, Kudât 11)

Bunun anlamı şudur: Söz ve fiil olarak şüphe ettiğin şeyi bırak; çünkü onu bırakmakta, selamet ve kazanç vardır. Onun yerine, faziletinden ve selametinden kesin emin olduğun işi yap. Kalbine doğan, ama benimsemediğin işleri yapma. Çünkü bu, günahtır. Az bile olsa bundan kaçın.

MUHASEBE NASIL YAPILIR?

Muhasebe şu şekilde yapılır: Kulun kalbine bir düşünce geldiği zaman, işin başında hemen durup düşünür. Eğer akla gelen şey Allah'a ait bir niyet, karar, azim, fiil ve gayret olup, kulu Allah Tealâ'ya sevk ederse, o Allah için, Allah'a ait ve Allah yolunda bir düşünce demektir. Bu durumda o düşünceyi tasdik eder ve gereğini yerine getirirsin. Eğer kalbe gelen düşünce dünyevî bir arzu veya nefsin kötü arzularından kaynaklanan yahut insan tabiatının gereği olan gaşetten ileri gelen bir düşünce ise, onu reddeder ve kalbinden silmek için gayret edersin.

GERÇEĞE UYANIŞ


Rasulullah s.a.v. Efendimiz şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Sanki dünyada ölüm bizden başkasına yazılmış, sanki ibadet etmek bizden başkasına gerekliymiş, sanki öldüğünü ilan ettiğimiz ölüler, sefere çıkıp kısa bir süre sonra aramıza dönecek gibi onları kabirlerine yerleştiriyor ve miraslarını yiyoruz. Sanki onlardan sonra biz sonsuza dek kalacağız gibi bütün öğüt veren şeyleri unuttuk. Bütün musibetlerden emin mi olduk?

Kendi kusuruyla meşguliyeti, onu başkalarının ayıplarıyla ilgilenmekten alıkoyan, harama bulaşmadan kazandığı malından infak eden, fakir ve miskinlere merhamet eden, fıkıh ve hikmet ehliyle beraber olan kimselere müjdeler olsun!

Yine nefsinin kibrini kıran, ahlâkını güzelleştiren, içini ıslah eden ve insanlara da kötülüğünü bulaştırmayan kimselere de müjdeler olsun!

Aynı şekilde ilmiyle amel eden, malının fazla olanını hayra sarf eden, dilini ihtiyaç olmayan boş konuşmalardan tutan, sünnetle yetinip bid’atlara bulaşmayan kimseye de müjdeler olsun."

(Ebu Nuaym, Hilye, 3/202; Bezzâr, el-Müsned, nr. 3225; İbn Asakir, Tarih, 58/250-253)


BÜYÜK TAVSİYE


Hz. Ebû Bekir r.a. vefatına yakın şu tavsiyelerde bulunmuştur:

“Hak ağırdır, uygulaması zordur ama sonu hoştur.Bâtıl ise hafiftir, kolaydır, ama sonu kötüdür.

Şüphesiz, Allah'ın gündüz yapılacak bir takım emirleri var ki, onları gece kabul etmez. Yine, O'nun için gece yapılacak bir takım ibadetler var ki, bunların da gündüz yapılmasını kabul etmez.

Sen insanların hepsine adaletle muamele etsen de sadece birine zulmetsen, neticede bu zulüm sana dönüp gelir.

Benim bu vasiyetimi tutarsan sana ölümden daha sevimli bir şey olmaz. O mutlaka sana gelecektir. Ama vasiyetimi zayi edersen, bu sefer sana ölümden daha sevimsiz bir şey olmaz. Ama sen ölümün gelmesine engel
olamazsın.”

KURTULUŞ KAPISININ ANAHTARI


Hakk’a uymak, nefsin kötü arzularına karşı durmakla olur. Kurtuluş bundadır. Çünkü nefsin kötü arzusuna uymada fesat ve bozulma vardır. Sabır işin kıvamı olup, sabır oranında kâr ve hayır elde edilir.

Yaratıklara merhamet etmek ve acımak, Yüce Yaratıcı’nın rahmet kapısıdır, güzel ahlâkın anahtarıdır. Herkes hakkında güzel düşünce ve kalbin kurtuluşu bu ahlâkla bulunur.

Bu anlatılanlar, Ashab-ı Kiram'ın sıfatlarıdır


Takdire Rıza Hali


Hz. Ali r.a. şöyle demiştir:

“Sahip olduğun dünyalıklar seni çok sevindirmesin. Elden kaçırdığın şey de seni fazla üzmesin. Sevincin, yapıp ortaya koyduğun salih amellerle olsun. Üzüntün ise yapamadığın vazifelere, ihmal ettiğin
ibadetlere karşı olsun. Meşguliyetin ahiretin, gayretin ölümden sonrası için hazırlık olsun.

Nice uzak görülen şeyler vardır ki aslında çok yakındır. Garip, sevdiği kimsesi olmayan kimsedir. Samimi arkadaş, sana gıyabında sadakat gösterendir. Kötü zan seni sevdiğin dostundan uzaklaştırmasın. Kerem ve cömertlik ne güzel ahlâktır! Hayâ, güzel olan her şeye götüren bir sebeptir. En sağlam tutamak takvadır. Şüphesiz, senin faydana olan dünyalıklar, ancak ahiretini ıslah edip düzelttiğin şeylerdir.

Rızık iki kısma ayrılır: Biri senin aradığın rızık, diğeri ise seni arayan rızık. Bu öyle bir rızıktır ki, sen ona gitmezsen bile o sana gelir. Olan olaylara bak, olacaklar hakkında sonuçlar çıkar. Çünkü işler birbirine benzer.”

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nefs Muhasebesi
« Posted on: 28 Mart 2024, 19:18:50 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nefs Muhasebesi rüya tabiri,Nefs Muhasebesi mekke canlı, Nefs Muhasebesi kabe canlı yayın, Nefs Muhasebesi Üç boyutlu kuran oku Nefs Muhasebesi kuran ı kerim, Nefs Muhasebesi peygamber kıssaları,Nefs Muhasebesi ilitam ders soruları, Nefs Muhasebesiönlisans arapça,
Logged
25 Eylül 2011, 15:19:38
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #1 : 25 Eylül 2011, 15:19:38 »



Kaza ve kader Allah’ın (c.c.) hakkıdır. Çünkü O kullarına dilediği gibi hükmetme hakkına sahiptir. İsterse herkese zulüm yapabilir. Kullarının buna hiçbir suretle itirazları olamaz. Nitekim insan et ihtiyacı için hayvanları kesmekte ve yemektedir. Aklı başında olan hiç kimse hayvanların yaşam haklarının olduğunu, bunun için canlı bir varlık olarak kesilmemeleri gerektiğini savunamaz. Çünkü insanın kısmi irade sahibi bir varlık olarak canlı varlıkların hayatı üzerinde hakkı bulunmaktadır. Bunun gibi Allah (c.c.) da mutlak irade sahibi yaratıcı olarak kulları üzerinde mutlak bir tasarruf ve hükmetme hakkına sahiptir. O’nun yaptığı şeyler üzerinde hiç kimsenin itirazda bulunmaya hakkı yoktur. Ama Allah (c.c.) böyle zorba biri gibi değil de kaza ve kadere en güzel ve insanın hoşuna giden, hayranlık duyduğu sıfat ve güzel isimlerle egemendir. Zira Allah (c.c.) ezeli ilmi (el-Alîm), pek çok hikmeti (el-Hakîm), mutlak adaleti (el-Adl), sınırsız merhameti (er-Rahmân) ile kaza ve kadere hükmeder. Her insanın kaderi Levh-i Mahfuz’da bir hüküm olarak yazılmıştır.  Zamanı geldiğinde bunların meydana gelmesine kaza denir. İnsanın Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi üzerinde rıza göstermesi Allah’ı (c.c.) el-Alîm, el-Adl, er-Rahmân el-Hakîm güzel isimleri ile tazim etmesi (yüceltmesi) anlamına gelir.

Allah (c.c.) kaza ve kaderinde eksiksiz, mutlak adalet sahibidir. Dünyada görünüşte pek çok adaletsizlikler göze çarpar. Örneğin bir insanın İslam diyarında doğması ile küfür diyarında dünyaya gelmesi İslam dinine girmede ve onunla şereflenmede bir adaletsiz durum olarak göze çarpar. Yine bir insanın doğuştan kör yada başka bir organının engelli olması da böyle değerlendirilebilir. İnsanın kadın yada erkek cinsiyetine sahip olarak doğması, zengin yada yoksul bir ailede dünyaya gelmesi, zeki yada geri zekalı olması, güzel yada çirkin yaratılması elinde olmadan, kaza ve kaderle gerçekleşen şeylerdir. Tüm bunlar ve benzerleri görünüşte Allah’ı (c.c.) adaletsizlikle suçlayabileceğimiz konulardır.

Allah (c.c.) kaza ve kadere pek çok hikmeti, ezeli ilmi, mutlak adaleti ve sınırsız merhametiyle hükmeder. Ama bunları dünya sınavı gereği gözlerden saklar. İnsanları bu görünüşte adalete aykırı yaratılış durumları ile sınava tabi tutar.

Allah (c.c.) bazı insanları sözünü ettiğimiz olumsuzluklarla yarattığı için görünüşte zulmetmiştir. Oysa hakikatte “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).” O zulüm olarak görülen hoşa gitmeyen şeyler, ahirette birer rahmete dönüşecektir. Belki kişinin ebedi azaptan kurtulmasına birer vesile olacaktır. Onun için Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderinde görünüşte kendisini gösteren adaletsizlikler O’nun ezeli ilminde sınırsız bir merhamet nedenine dayanıyor olabilir. Örneğin İslam diyarında doğmayan kişi Allah’ın ezeli ilminde İslam diyarında doğsa idi Allah’ın (c.c.) dinine açıkça cephe alanlardan olabileceği için Allah (c.c.) onu sınırsız merhametiyle esirgeyip fetret ehlinden (Allah’ın [c.c.] dininin tebliği ile karşılaşmadıkları için ahirette hesaba çekilmeyecek olan batıl din mensuplarından) kılmış olabilir. Yada ona İslam diyarında doğup da İslam dinine açıkça karşı gelenlere göre ahirette daha merhametle muamele edebilir. Ama böyle olmasında muhakkak Allah’ın (c.c.) pek çok hikmeti, mutlak adaleti ile sınırsız merhameti rol oynamıştır. Bir insanın doğuştan sahip olduğu kimlik özellikleri de Allah’ın (c.c.) ezeli ilminde mutlak adaleti, pek çok hikmeti ve sınırsız merhameti gereği öyle olması kula iyi ve yararlı olduğu için seçilmiş yada verilmiştir. Bir insanın doğuştan bir organından ötürü engelli olması da böyledir. Dünyaya geri zekâlı olarak gelen bir çocuk kendisini, anne-babasını, kendisine bakıp koruyanları, yardım edenleri böyle yaratıldığı, sorumluluk sahibi olmadığı ve başkalarına yük olduğu için cehennemden kurtarabilir. Bütün bunları kimsenin bilmesine olanak yoktur. Allah’ın (c.c.) ezeli ilmini, mutlak adaletini, pek çok hikmetini ve sınırsız merhametini ancak ahirette tam olarak kavrayabileceğiz.

Kaza ve kadere rıza gösterme tasavvufta nefis mertebeleri ile de çok yakından ilgili bir konudur. Şöyle ki: Bilindiği üzere yedi nefis mertebesi bulunmaktadır. Bunlar: 1.Nefs-i Emmâre  2. Nefs-i Levvâme   3. Nefs-i Mülhime   4. Nefs-i Mutmainne  5. Nefs-i Raziyye   6. Nefs-i Marziyye  7. Nefs-i Kâmile.

Bu nefis mertebeleri insanın Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi karşısında aldığı tavırla ve rolle çok yakından ilişkilidir.

İnsanın manevi yönü asıl olarak nefis, ruh ve iradeden meydana gelir. Nefis, vücut yönü ile toprağa bağlı olduğu için aşağılık şeylere meyleder. Şehvetlerle dünyaya bağlıdır. Ruh, Allah’tan (c.c.) geldiği için aşk, faziletler  gibi asil bir duygunun kaynağıdır. İlahi güzelliklere ve erdemlere meyleder. İrade ise seçme yetisidir. İnsan bu dünyada yaptığı seçimlerle, ruhuna yada nefsine uymasıyla ebedi ahiret yurdunda ödül yada ceza için sınava tabi tutulmuştur.

Nefsi terbiye etmek kolay değildir. Nefsin içerisinde bulunduğu makam ve aştığı mertebeler kaza ve kader karşısında belli olur. Aşağıda her nefis mertebesini kaza ve kader karşısında aldığı tavır ve rolle değerlendireceğiz:

Nefs-i Emmâre (kötülüğü emreden nefis) sahibi, her zaman kendisini haklı bulur. Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderini yargılar. Başına kötü bir iş geldiğinde haklı ve haksız olduğuna bakmayarak kendisini savunmaya, başkalarına düşmanlık göstermeye bakar. Sabır göstermez. Çıkarları doğrultusunda hareket eder. İşine geldiğinde haksızlığa bile kendince bir gerekçe bulur, onu savunur. Çıkarları zedelediğinde her türlü günahı işleyebilir. Her şeyin bir tesadüf sonucu olduğunu düşünür.

Nefs-i Levvâme (kendini kınayan nefis) sahibi kişi, tövbe-i nasuh (bir daha günah işlememeye kesin niyet) etmiştir. Başına gelen kötü olaylarda her zaman Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarını anımsar. Başına gelen bela ve musibetlerdeki ilahi ikazı sezer. Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine rıza göstermenin gerekliğini bilir. Ama çok çabuk zafiyet gösterir. Unutkanlıkla, öfkeyle, şehvetle eski nefs-i emmâre alışkanlıklarını kısmen de olsa bazen nefsine yenik düşerek sürdürebilir. Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderini eleştirebilir. Ama kendisini toparlayıp yine tövbe etmesi de an meselesidir.

Nefs-i Mülhime (ilham sahibi nefis) sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi üzerine sırlara yavaş yavaş vakıf olmaya başlar. Allah (c.c.) rüyalarında gayba ait olan şeyleri ona gösterir. Çoğu zaman rüyaları doğru çıkar. Bu sayede kaza ve kadere imanı daha da yakinleşir. Her şeyin Allah’ın (c.c.) ilminde olduğunu, O’nun izni ve yaratması ile meydana geldiğini gözleriyle görüyormuş gibi bilir.

Başına gelen kötü olaylardaki asıl nedeni anlamaya başlar. Allah’ın (c.c.) mutlak adaletini kavrar. Allah’ın (c.c.) kimseye zulmetmediğini görür. Adeta bir doğa kanunu gibi kötü amellerin insanın başına bela ve musibet olarak geri döndüğünü anlar. Ama insanın yaptığına nispetle Allah’ın (c.c.) daha merhametli olduğunu da kavrar. İnsanlara sabrı ve şükrü tavsiye ederken nefsine karşı da böyle davranır.

Allah (c.c.) sadece rüyalarında gabya ait şeylerle ilgili ilhamlarla iltifat etmez. Günlük yaşamda varlıkların, olay ve olguların arkasındaki gerçek nedenleri de kavrar. Bazı sırlar ona açılmaya başlar.
Bu nefis sahibi şeytanın vesveselerini işitebilecek bir merhaleye ulaşabildiği gibi makamın son perdelerinde velilerin de ruhlarıyla konuşabilir.

Nefs-i    Mutmainne (tatmin olmuş nefis) sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine hiç itiraz etmez. Artık nefsi varlık, olay ve olgulardaki sırlardan haberdar olduğu için bir gönül tokluğu içerisindedir. Başına gelen kötü şeylerde Allah’ın (c.c.) ezeli ilmini, pek çok hikmetini, mutlak adaletini ve sınırsız merhametini yaşayarak öğrenmiş olur. Hiçbir şeyin tesadüf eseri olmadığını bilir. Her şeyde bir hikmet arar.

Kaza ve kaderine itiraz etmeyen birisine Allah (c.c.), el-Hakîm güzel ismiyle tecellide bulunarak olayların arkasında işleyen gizli yasaları gösterir. Varlıkların, olay ve olguların arka planındaki sırları ona öğretir.

Olayların arkasında işleyen gizli yasalara; varlıkların, olay ve olguların arka planındaki sırlara hikmet denir. Nefs-i mutmainne sahibi, hikmete ermiş bir kişi olarak başkalarına yardımcı olabilecek bir makamdadır. Kaza ve kaderle ilgili sırları yaşayarak öğrendiği için insanlara sabrı ve şükrü tavsiye etmede etkili konuşur. Bu, aynı zamanda velilik makamının başlangıcıdır.

Allah  (c.c.) Kuran-ı Kerim’de hikmet için şöyle demektedir: “(Allah [c.c.]) Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet vermişse kuşkusuz ona büyük iyilik etmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ders alır (Bakara suresi, ayet 269).”

Nefs-i Raziyye (razı olmuş nefis) sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine şükreder. Bu şükür sadece başa gelen iyi olaylarda değil kötü olaylarda da söz konusu olur. Çünkü bunlarda Allah’ın (c.c.) ezeli ilmini, pek çok hikmetini, mutlak adaletini, sınırsız merhametini yaşayarak görürken Allah’ın (c.c.) sınırsız merhametinin daha galip olduğunu anlamıştır. Bu nedenle Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderine içinde şükürle doğan bir duyguyla razı olmuştur. 

Nefs-i Marziyye (Allah [c.c.] tarafından razı olunmuş nefis) sahibi kişi, kaza ve kadere rıza gösterir. Bu rıza sonucu Allah da ondan razı olur.

Nefs-i Marziyye sahibi kişi rızada öyle bir derecededir ki, başının kesileceğini bilse bile kaza ve kadere gönlünde bir şevk ve aşk duyar. Her şeyin Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile olduğunu bildiğinden ondan gelen bela ve musibeti bir iltifat olarak değerlendirir. Buna içten bir şükürle karşılık verir.

Nefs-i Kâmile (olgun nefis)  sahibi kişi, Allah’ın (c.c.) yeryüzündeki halifesidir. Allah (c.c.) onları kaza ve kaderi üzerine pek çok sırlara vakıf ettiği gibi insanlar üzerinde keşif ve kerametleri ile de üstün kılar. Konuştuklar...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
25 Eylül 2011, 19:23:09
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #2 : 25 Eylül 2011, 19:23:09 »



     Mertebeleri güzel anlatmışsınız da..Bir mertebeden diğerine geçiş nasıl olur?İnişi çıkışı var mıdır bu mertebelerin?bunlardan söz etmemişsiniz..Daha ayrıntılı bilgileri paylaşırsanız,seviniriz..

     
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

25 Eylül 2011, 20:31:47
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« Yanıtla #3 : 25 Eylül 2011, 20:31:47 »

Muhasebe şu şekilde yapılır: Kulun kalbine bir düşünce geldiği zaman, işin başında hemen durup düşünür. Eğer akla gelen şey ALLAH'a ait bir niyet, karar, azim, fiil ve gayret olup, kulu ALLAH Tealâ'ya sevk ederse, o ALLAH için, ALLAH'a ait ve ALLAH yolunda bir düşünce demektir. Bu durumda o düşünceyi tasdik eder ve gereğini yerine getirirsin. Eğer kalbe gelen düşünce dünyevî bir arzu veya nefsin kötü arzularından kaynaklanan yahut insan tabiatının gereği olan gaşetten ileri gelen bir düşünce ise, onu reddeder ve kalbinden silmek için gayret edersin.

Allah razı olsun paylaşım için.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

26 Eylül 2011, 18:09:14
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #4 : 26 Eylül 2011, 18:09:14 »

uzun yazılar sıkıcı oluyor. bir konu bütünlüğü meselesi var. ben de bu dediğinizi ayrı bir yazıda işleyeceğim inşallah.
ama kısaca cevaplayayım. bu iki yolla oluyor. ya ruhu saflaştırma yolu ile. ki bunun için zikir gerekli. ruh çarkı temizlenince nefis çarkını tezkiye için döndürüp kendisine benzetiyor. bu sayede nefis makam kazanıyor. ikincisi hizmet, oruç, erbain gibi doğrudan nefsin belini kıran ibadetlere yönelmekle nefis tezkiye oluyor. ondan tarikatle ya zikir ya da nefis ayağını kullanmalarına göre özde iki gruba ayrılıyor. nefis yolu ile yol alan tarikatler günümüzde yok. sebebi bunların kurumlara ihtiyaç göstermesi. yani tuvalet olacak mutfak olacak. tarla olacak. buralarda sofi Allah rızası için çalışacak da nefsini ezecekler. mevlevi tarikatı bu cinstendi. mesala bir mevlevi çarşıya gittiğinde arksından birini gönderirlerdi de ona hiç yoktan çatardı kavga çıkarırdı. maksat sofinin nefsini ezmek. daha ne işkenceler. çin işkencesi. yani bu tarikataler bu devirde yaşayamza. ama nakşibendi bu çağa uygun. al zikrini evde yolda her yerde durmadamn çek. sorun yok.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: [1] 2 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes