> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Semerkand Aylık Tasavvuf Dergileri > Tasavvuf Klasikleri > Nefs Muhasebesi
Sayfa: 1 [2] 3   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nefs Muhasebesi  (Okunma Sayısı 5695 defa)
26 Eylül 2011, 18:38:27
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« Yanıtla #5 : 26 Eylül 2011, 18:38:27 »





    Konu yine aynı noktada takıldı kaldı benim kafamda..Nefis terbiyesi bu devirde yapılamıyorsa,zikir ehli de değilse kişi,emmarede ya da levvamede takılır kalır mı diyorsunuz özet olarak..

    Oysa başka bir yazınızda ben bu devirde cemaati tavsiye ederim demiştiniz..Tarikati değil..Ben yazılarınızdan net bir sonuca ulaşmaya çalışıyorum..Beni meşgul eden sorular doğrultusunda..Ama henüz böyle bir netlik oluşmadı..

    Hayır yolundaki samimi hizmetkarların Rabbim yar ve yardımcısı olsun..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nefs Muhasebesi
« Posted on: 27 Nisan 2024, 02:38:42 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nefs Muhasebesi rüya tabiri,Nefs Muhasebesi mekke canlı, Nefs Muhasebesi kabe canlı yayın, Nefs Muhasebesi Üç boyutlu kuran oku Nefs Muhasebesi kuran ı kerim, Nefs Muhasebesi peygamber kıssaları,Nefs Muhasebesi ilitam ders soruları, Nefs Muhasebesiönlisans arapça,
Logged
27 Eylül 2011, 20:08:45
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #6 : 27 Eylül 2011, 20:08:45 »

yok tek başına mürşitsiz mülhimeye kadar ulaşır. her makamda 50 bin perde olduğu söyleniyor. mülhimenin sonlarında cinlerlerden şeytanlarla karşılaşır. onlarla savaşabilmesi ve mutmainne nefse yükselebilmesi için mutlaka mürşidi kamilin rabıtasına ihtiyaç vardır. o olmazsa yukarı çıkamaz. çok sıkıntıda kalır. ama tabii mülhimenin o makamlarına da kimse de kolay kolay tek başına çıkamaz. yani Allah dağına göre kar veriyor. merak etmeyin.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
27 Eylül 2011, 20:26:47
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #7 : 27 Eylül 2011, 20:26:47 »

yani bediüzzaman tarikata karşı değildi kendisi de nakşi ve kadiri tarikati müntesibi idi ama bir gerçeği belirtti devir tarikat devri değil cemaat devri diye. bediüzzaman kutup makamında idi. yüzyılda bir gönderilen irşat kutbu idi. bu sözlerin sonundaki lematta anlattığı yakaza rüyası ile sabit. hani peygamber meclisinde kendisine devrin şahsı hitabı yapılarak söz hakkı veriliyor. bu tasavvuf kitaplarında kutuplara vazife verilirken yapılan bir merasimdir.ehili olan bilir. kuşku bile duymaz. ama ne yazık ki kendisi nefis makamı olarak mülhimede idi. hem de mülhimenin ortalarına bile varamadı. yani irşat kutbu vazifesi ile görevlendirilmişti ama bu devir tarikat devri olmadığı için Allah onu bir kamil şeyh elinde nefsi mutmainne ulaştıramadı. ama vazifesini yaptı. gerçekten o ve öğrencileri peygamberin ve sahabenin yaptığı hizmeti yaptı. rızayı ilahiye nail oldular. vakıa suresinde o kitabı sağ tarafından verilenler diyor. çoğu bu ümmetten diyor surede. ama o ileri geçenler diyor azı bu ümmetten. yani tarikat ehli çogu diyor eski ümmetlerden ilgili surede. işte ahir zaman ümmeti. yani tarikat bu ümmete uygun değil. Mehdi Aleyhisselamın Nakişi olacağı söyleniyor ama ben Vakıa suresinin işaretinden anlıyorum ki o da Bediüzzaman hazretleri gibi ehli tarik değil de iman hizmetleri gibi vazife görecek. çünkü devir cemaat devri. her şey sosyal ilişikilerle yürüyor. insanlar sohbetlerle lezzet buluyorlar. tarikat demek uzlet demek, zikir rabıta gibi ferdi ibadetlerle meşgul olmak demek. beni sorarsanız ben tasavvuf yolunda çok emek verdim. şimdi bu işin meyvelerini yiyorum. tatlı ama benim asosyal kişiliğim olmasaydı buralara gelemezdim. yani bana benzeyen insanlar tasavvuf yolunda yükselebilirler. tabii bu meşrep meselesi.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
28 Eylül 2011, 22:04:02
muhsin iyi

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #8 : 28 Eylül 2011, 22:04:02 »

   Nefis, Nefsin Yapısı, Özellikleri, Değişebilirliğinin Zorluğu
   İnsan iki öğeden meydana gelmektedir. Birincisi ruhtur. Ruh Allah’tandır. Onda bütün güzellikler ve faziletler vardır. İyilik ruhtan gelir. İkincisi nefistir. Nefsin temel kaynağı anasır-ı erbadır (toprak, su, ateş, hava). Anasır-ı erba Allah’ın emri ile yoktan yaratıldığı için bütün kötü olan şeyler bunlardan kaynaklanır. Çünkü yokluk bütün kötülüklerin kaynağıdır. Ayrıca yaşanılan kötü anlar da kompleks olarak nefsin nasırları olarak işlev görür. Ona basıldığı zaman sıkıntılar yaşanır. Bir de tabii nefsin içgüdüleri vardır ki nefis bu yönü ile hayvanlarla ortak bir dünyaya sahiptir. Bunların da usulüne göre doyurulması gerekir. Yani nefis bütün çirkinlikleri ve rezillikleri barındırır. İnsan, ruhu ile nefsi arasında bir denge kurarak yaşamaya çalışır. Bazen nefsine meyleder bazen de ruhunun sesine kulak verebilir. 
   Nefis daima dünyaya meyleder, şeytan da onu bu dünya ile kandırır.  Nefis bedene bağlıdır. Bedenin ihtiyaçları karşılanınca nefis de biraz rahatlar. Ama nefis çok açgözlüdür. Onun ihtiyaçları bitmediği gibi bütün dünyaya sahip olsa da tamamen tatmin olması mümkün değildir. Ruhsa bu dünyaya ait değildir. O Allah’tan bir nefhadır. Ruhun gıdası ibadetlerle elde edilebilecek olan nurdur.  Kişi ibadetlerden uzak olduğu zaman ruhu zayıflar, kendisini belli edemez. Böyle bir insanda hâkim olan öğe nefistir. Nefis ibadetleri sevmez. Ruh, ise ibadetlerle yaşayabilir; ibadetlerden sonsuz bir haz alır. Onlarla beslenir.
   Nefis güzelliklere şehvetle yaklaşır. Ruhsa âşık olur. Nefis daima kendini düşünür. Ruh ise diğerkâmdır.
   Çağdaş bilimler, özellikle psikoloji ve psikanaliz insanı sadece nefis yönü ile tanırlar ve tanıtırlar. Ruhu tamamen inkâr ederler. Psikolojik savunma mekanizmaları ve psikolojik hastalıklar olarak tarif ettikleri şeyler tamamen nefisle ilgili şeylerdir. Nefse bilinçdışı veya bunu organı veya yeri olarak kabul ettikleri bilinçaltı (id) derler. Onlara göre insan insanın kurdudur. Bir insanın diğer bir insana menfaatsiz iyilik yapması imkânsızdır. İnsanın yaptığı bütün iyiliklerin altında bir çıkar vardır. Faziletler bu çıkar ilişkilerinden doğar. Allah rızası diye bir kavramı algılamaları imkânsızdır. Zira Allah dini bir kavramdır. Bilimsel düşüncede dine yer yoktur. Onlara göre din de dinsel kavramlar da insanların çıkarları için uydurdukları zihinsel zincirlerdir. Onlarla birbirlerini bağlarlar. Yine onlara göre insanın diğer bir insana âşık olması bilinçsizce bir şehvet hissidir. Şehvet duygusundan uzak bir aşk söz konusu olamaz. Platonik aşk bir psikolojik rahatsızlıktır.
   Psikanalizin kurucusu S.Freud gençken koyu bir Yahudi olarak kutsal kitaplardan yani Tevrat ve onun tefsiri olan Talmut’tan nefis kavramını inceden inceye öğrenmiştir. Sonra olgunlaştığında inanç bunalımı yaşadığı devirde onu seküler alana taşıyıp önce bilinçdışı diye tanımlamış, sonra da hastaları üzerindeki gözlem ve deneylerle çağdaş bilimlerin yöntem ve teknikleri ile açımlamış ve çeşitli bilgilerle ve kavramlarla sistemleştirmiştir. Ruhu ise sistem dışı bırakarak insanı sadece nefisten ibaret cinsel bir yaratık olarak tanımlamıştır. İnsanı en etkili içgüdüsü, yani cinselliği etkisi altında bir oyuncak gibi göstermiş, bu içgüdüsü engellenip tatmin olmayınca çeşitli ruhsal hastalıklara yakalandığını ifade etmiştir. Kuşkusuz söyledikleri sadece nefisten ibaret kalan ve ibadetsiz bir hayatla ruhunu öldürmüş insanlar için doğrudur, yerindedir. Gerçeğin ta kendisidir.  Ama tanımladığı insan Müslüman için eksik kalır. Çünkü bir Müslüman nefsinin bu tür hastalıkları yanında ruhunun gücüyle kurtulur ve cinsel içgüdünün üstünde bazı ruhsal doyumlarla tatmin olduğu için ruhsal yönden sağlığını da korur. İbadet hayatı bir ruhsal sağaltım (terapi) gibi işlev gördüğü için kolay kolay ruhsal hastalıkların kıskacına girmeyecektir.
İnsanı böyle yarım yamalak tanımladıkları, yani ruhu inkâr ettikleri ve insanın sadece nefisten meydana geldiğini ifade ettikleri için psikoloji ve psikanalizle ciddi bir şekilde ilgilenen insanlar, genellikle Allah’ın da varlığını kabul etmezler. Ateist, teist, deist gibi birtakım inanç biçimlerini kabul ederler.
Gerçi bir hadis-i şerifte (bazıları kelam-ı kibar olarak kabul ediyorlar) ‘Nefsini bilen Rabbini bilir.’ denmektedir. Ama insanı sadece nefis yönü ile bilen Allah’ı inkâr eder. Küfür ve isyan bataklığına gömülür. İnsan, ruhun varlığını kabul ederek nefsini tanırsa büyük bir irfana, marifete kavuşur. Çünkü iç dünyamızı tanımamız büyük bir keşiftir. Bu bilgi bizim kendimizi tanımamızı sağlamakla kalmayacak Allah’ı da tanımamızı sağlayacaktır. Çünkü Allah sadece dış dünyada değil iç dünyamızda da kendi varlık ve birliğine işaret eden pek çok ayet yaratmıştır. Bunları insan tanımaya başladıkça Allah’ı tanımaya ve anlamaya başlayacak, dolayısıyla irfana ve marifete ulaşacaktır. Nefsinin kötü eğilimleri ile şeytanın ortaklaşa hareket etmesi sırrına vakıf olan bir insan düşmanlarını tanıdığı için dünyanın hazinelerinden daha üstün bir hazineye sahip olacaktır. Zira bu bilgi ile cennetin anahtarlarını elde etmek isteyebilir. Çünkü gerçek düşmanlarını bilen Rabbini tanıyacak ve O’nun rızasını kazanacak şeyleri elde etmeye çalışacaktır. Böylece ‘Nefsini bilen Rabbini bilir.’ sözü tahakkuk edecektir.
Nefsin en büyük özelliği değişmezliğidir. Hâlbuki bu söz yanlıştır. Bu sözün doğrusu şudur: ‘Nefis çok inatçıdır. Kolay kolay değişmez.’ Onun için pek çok atasözü onun bu durumunu anlatmaktadır: İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Huy canın altındadır. Can çıkar huy çıkmaz vb. Bu atasözleri insanın nefsinin değişmezliğini, değişmekte direndiğini çok güzel anlatmaktadır. Gerçekten de öyledir. Nefsin değişse bile huylarını devam ettirmekte ne kadar inatçı olduğunu herkes kötü alışkanlıklarını bıraktıktan sonra bile anlayabilir. İçki gibi kötü bir alışkanlığı olan bunu bıraktıktan sonra nefsi çay, soda, gazoz vs. başka bir içeceğin tiryakisi kesilir. Bunlara yapışır. Kaybını bunlarla telafi eder. Eskiden kötü kadınlarla yatıp kalkan bir arkadaşım tövbe edip hak yola dönünce bu sefer de gül gibi karısının üstüne kuma getirmeye kalktı. Yani nefis eski yoldaki alışkanlıklarını bu sefer meşru yoldan telafi etmeye devam edecektir. Nefsi bunlardan alıkoymak, önünü kesmek kolay değildir. Nefis bildiğini başka kılıklarda yine okuyacaktır.
Nefsin bir diğer özelliği de küfür üzere yaratılmış olması ve akılla, nasihatle yola gelmemesidir. Bilindiği üzere tasavvufta nefsin yedi makamı vardır. Bunlar sırasıyla şunlardır: 1.Nefs-i Emmâre  2. Nefs-i Levvâme   3. Nefs-i Mülhime   4. Nefs-i Mutmainne  5. Nefs-i Raziyye   6. Nefs-i Marziyye  7. Nefs-i Kâmile.
Nefsin bu makamları kaza ve kader karşısında aldığı tavırla belli olur. Nefs-i Emmâre kaza ve kadere aleyhine olduğu zaman isyan eder, hep kendisinin haklı olduğunu düşünür. İşlediği günahlarda bile kendince haklı gerekçeleri vardır. Nefs-i levvâme böyle bir durumda bocalamasına karşın bazen kendisini kaybederek yanlış yola koyulabilir. Kaza ve kadere rıza mülhime makamında tomurcuklanmaya, ancak mutmainne makamında meyvelerini vermeye başlar, nefs-i raziyye de ise bu meyveler olgunlaşıp kıvama gelir. Nefs-i marziyye ise kulun kaza ve kadere rızasının Allah tarafından kabul edildiğinin,  nefs-i kâmile ise bunun taltif edildiğinin makamlarıdır. Bu durumda insan şöyle düşünebilir: Bu üstün mertebelere ulaşma, velilik, kutupluk sadece nefsin kaza ve kadere rıza göstermesine bağlı ise bunu niçin herkes kolay bir şekilde gerçekleştiremiyor, tarikatlara girip onca sıkıntılara düşüyorlar? Bu konuda kitaplar yazılsa onları okuyarak ve bu konularda bilinçlenerek nefis makamlarını aşamazlar mı? Evet iş bu kadar basit olsaydı, elbette insanlar bu yola koyulur, kitaplar okuyarak veli olurlardı. Kuşkusuz bu konuda bilinçlenmek bilinçlenmemeye göre güzeldir. Ama insanlar bu konuda bütün kitapları bir ömür boyu okusalar da böyle okumalarla nefis makamlarını aşamazlar. Çünkü nefsin akılla, zekâyla, düşünmeyle pek bağlantısı yoktur. Nefis entelektüel yaşantıyla  değişmez. Nefis bizzat yaşadıklarıyla değişir. Onlardan etkilenir. Yaşantılarla değişir. Düşünceler değil, eylemler, ilişkiler nefse anlamlı gelir. Yani nefsin dili, mantığı çok farklıdır. Ona ulaşmak, hitap etmek, onu değiştirmek, onu bir makamdan diğer makama ulaştırmak o kadar kolay değildir. Ondan yukarıdaki atasözlerimiz onun değişiminin imkânsızlığından söz etmişlerdir.
Nefsi ya bizzat nefse hitap eden ibadetlerle ya da ruha seslenen ibadetlerle değiştirebiliriz. Onun için tarikatlar her ne kadar birbirinden farklı ibadetlerle, yöntem ve tekniklerle nefsi tezkiye, ruhu tasfiye ediyorlarsa da aslında iki gruba ayrılırlar.
Tarikatların bir grubu daha ziyade zikre ağırlık vererek ruhu tasfiye ederek nurlarla güçlendirmeye çalışırlar. Nakşibendiyye tarikatı bu gruba girer. Ruh nurla olgunlaşarak kendisine gelir, yavaş yavaş iç dünyada söz sahibi olarak nefsi kendisine benzetmeye, onu tezkiye etmeye başlar. Yani nurlarla ruh çarkı döndükçe nefis tezkiye olup makam kazanır. Tabii nefsin makam kazanması kolay değildir. Her makamda elli bin perde olduğu söyleniyor. Bu çok yavaş olur. Zikir Allah rızası için çekildikçe olur. Çarklar işler. Onun için zikirde şu cümleyi belli bir periyotla söylemek gerekir: ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Sen’in rızandır.)’  Zira çekilen zikir Allah’a ulaştıracak rüzgâr ise bu ilgili cümle onun rotasıdır. Rota, rüzgar kadar hatta ondan da önemlidir. Zikir bu niyetle çekilmedi mi nefse hizmet eder.  Nefsi bir gaye ile zikir çekilmeye başlanır. Nefis de gitgide şişer, yoldan çıkar. Şeytanın oyuncağı olur. Onu çıkamayacağı uçurumlara atar. Yalancı mehdiler, kutuplar, evliyalar hep bu rotadan sapan insanlardan çıkar. Allah göstermesin. Allah zikrinde bizleri rızası dışında başka noktalara sürüklemesin. İşte zikir Allah rızası için çekilirse ruh saflaşır nefis de Allah’tan gelen şeylere, hususiyle kaza ve kaderin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
28 Eylül 2011, 23:11:18
Vatan Var Olsun !
Dünyalılar
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 8.940


« Yanıtla #9 : 28 Eylül 2011, 23:11:18 »

Çünkü nefsin akılla, zekâyla, düşünmeyle pek bağlantısı yoktur. Nefis entelektüel yaşantıyla  değişmez. Nefis bizzat yaşadıklarıyla değişir. Onlardan etkilenir. Yaşantılarla değişir. Düşünceler değil, eylemler, ilişkiler nefse anlamlı gelir. Yani nefsin dili, mantığı çok farklıdır. Ona ulaşmak, hitap etmek, onu değiştirmek, onu bir makamdan diğer makama ulaştırmak o kadar kolay değildir. Ondan yukarıdaki atasözlerimiz onun değişiminin imkânsızlığından söz etmişlerdir.
Rabbim razı olsun, çok değerli bilgiler paylaştınız bizimle, Rabbim hizmetinizi daim eylesin inş.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes