๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tasavvuf Klasikleri => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 10 Temmuz 2011, 08:08:24



Konu Başlığı: Cûd ve Sehâ
Gönderen: Zehibe üzerinde 10 Temmuz 2011, 08:08:24
Sülemî’nin Risaleleri


Kasım 2010 143.SAYI


Ali KAYA kaleme aldı, TASAVVUF KLASİKLERİ bölümünde yayınlandı.

Cûd ve Sehâ
(Kerem ve Cömertlik)


Bu iki kelime de cömertlik anlamına gelir fakat cûd, sehâ’dan daha yüksektir. Çünkü yüce Allah, cûd (cevâd) ile isimlendirilmiştir. Cûd, hiç karşılık beklemeden vermektir. Cûd, isteyerek ve severek yapılır. Sehâ da cömertliktir ama bundaki verme, bazen cömertlikten değil, zoraki cömertlikten olur. Sanavberî şöyle demiş:

“Onlar cömertlik gösteren değil, gerçek cömert olarak yaratılmışlardır. Zoraki cömertlik yapan, aslında cömert değildir.”

Cevâd, yani cûd sahibi kişi, layık olsun olmasın, herkese iyilik yapandır. Sahî, yani sehâ sahibi kişi ise yalnız layık olana iyilik yapar. Demek ki cûd genel ikram, sehâ özel ikramdır. Cûd bir deniz, sehâ ondan akan bir nehirdir. Cûd, fazilet ve keremden vermek, sehâ ise fazla olunca vermektir.

İlme’l-Yakîn Ayne’l-Yakîn

İlme’l-yakîn, dinin zahiridir, Sünnet’e uymaktır. Ayne’l-yakîn ise muamelede ve Sünnet’e uymada ihlâslı olmaktır.
İlme’l-yakîn kesbidir (çalışmakla elde edilir), ayne’l-yakîn vehbidir (Allah vergisidir). İlme’l-yakîn istidlal ile (akıl yürütme ile) kazanılır, ayne’l-yakîn keşifle (kalb gözünün açılmasıyla) hasıl olur. İlme’l-yakîn dinin dış yüzüdür. Ayne’l-yakîn ise gaybın (kalb gözüne) açılmasıdır. İlme’l-yakîn haber vermekle, ayne’l-yakîn (mana yolunda) yürümekle hasıl olur. Îlme’l-yakîn bir işe uymak, ayne’l-yakîn Hakk’ı görmektir.

Sufilerin Adabı

Onların adabından biri de vakitlerinde kendilerine gerekli olanı yapmak, geçmiş ve geleceği düşünmekle uğraşıp durmamaktır. Sehl ibn Abdullah şöyle demiş:

“Geçmiş vakitle meşgul olmak, ikinci bir vakti de zayi etmek demektir. Vakit en değerli şeydir, onu en değerli şeyle meşgul et, denmiştir.”

Şakik Belhî şöyle demiş:

“Geçmiş işlerin üzüntüsünü çekmek, kalmış işlerin tedbirini düşünmek, ömrünün bereketini giderir.”

Onların adabından biri de halkı şefkat ve nasihat gözüyle görmek, başka türlü görmemektir. Ahmed ibn Şahveyh şöyle dedi:

“Yahya ibn Muaz’ın şöyle dediğini işittim: Bir talibin talebi ve bir müridin yaptığı iş, kendisinde şu üç şey bulunmadıkça sahih olmaz: Zenginleri nasihat gözüyle görmek, fakirleri tevazu gözüyle görmek, kadınları şefkat gözüyle görmek.”

Onların adabından biri de farzları yapmaya son derece düşkün olmak, esasları korumak, halleri düzeltmek, davalarla meşgul olmamaktır. Zünnun Mısrî’nin şöyle dediğini işittim:

“Hallerini düzelten istirahat eder, yaklaşmak isteyen yaklaşır, içini temizleyen temiz olur, tevekkül eden güven bulur, üstüne düşmeyen işlerle uğraşan, kendisine gerekli olan şeyleri kaybeder.”

Ebubekr ibn Şadan yoluyla Muhammed ibn Muhammed ibn Ebi’l-Verd’in şöyle dediğini işittim:

“İnsanların mahvoluşu şu iki sebep yüzündendir: Farzı koyup nafile ile uğraşmak ve kalp huzuru olmadan uzuvlarla amel etmek... İnsanlar, asılları zayi ettiklerinden dolayı Hakk’a kavuşmaktan geri bırakılmışlardır.”

Onların adabından biri de daima nefslerini suçlamak, hiçbir halde ondan razı olmamak, kullanmadığı hiçbir bilgiden, yaşamadığı hiçbir halden söz etmemek; marifetin kendilerini dinden, dinin adabından herhangi bir şeyi çiğneyip hafif görmeye sevk etmemesidir. Mutlaka dine, zahir ilmin gereklerine saygı gösterirler, küçük büyük bütün davaları bırakırlar, ibadet ve hal sahibi olduklarını iddia etmezler, konuşmalarından ve sözlerinden hiçbir şeyi güzel görmezler. Bütün çabalarıyla kendilerini, Mevlâ’ya itaat edenin hizmetine verirler. Allah’ın hükmüne razı olurlar, O’na tevekkül ederler, işlerini ona bırakırlar, vakitlerini, hallerini ve nefeslerini korurlar, bunlardan hiçbirini gafletle geçirmezler, yalnız terk etmekle emredildiklerini yapmazlar. Dostlarına karşı güler yüzlü olmaya, onlara iyilik etmeye çalışırlar; gerçekte Rableriyle ünsiyet eder, halktan yalnız kalıp O’nunla olurlar. Dışlarına itina eder, içlerini gözetlerler. Dillerini korurlar, dostlarına karşı iyi zan, kendi nefslerine karşı kötü zan beslerler.

Onların adabından biri de kendilerini terbiye eden ve kendisinden edep öğrendikleri kimseye saygı göstermeleridir. İbnu’l-Mübarek şöyle demiş: “Terbiye edenler gittikten sonra biz edep aradık.” Muhammed ibnu’l-Mübarek es-Surî şöyle demiş: “Arifler için edep, müritler için tevbe gibidir.” Ebu Abdullah en-Necacî de şöyle demiş: “Kim ki edep öğrendiği kimseye hürmet etmezse, o adam edebin bereketlerinden yoksun kalır.”

Nasihatler

Cafer el-Murte’iş, Ebu’l-Hasan’ın etrafındakilerden birine söyle nasihat ettiğini anlatırdı:

“Allah yolunda olup kendisinde bir hal bulunduğunu iddia eden, ama bu hali dinin sınırlarının dışına çıkaran kimseyi görürsen, ona yaklaşma. Baş olmayı ve yüceltilmeyi seven birini görürsen ona yaklaşma. Halini dünya adamlarına şikayet eden birini görürsen onunla arkadaş olma. İlmini yeterli gören birini görürsen onun cahil olduğundan kuşkulan. Batınî bir hali olduğunu iddia edip de üzerinde o halin zahirde bir delili bulunmayan bir adam görürsen ondan şüphe et. Nefsinden razı olan, ameline güvenen birini görürsen, anla ki o adam iki cihanda da mahrumdur.”

Şeyhlerden biri, kendisini ziyaret eden birine şöyle demiş.

“Dünyayı sevme, fakirleri Allah’ın bize nimeti bil. Verenin ve alanın Allah olduğunu unutma, yalnızlığı üns (Allah’a yakınlaşma) bil, küçülmeyi izzet say, taati hürmet, hayatı ölüm, tevekkülü geçim say. Her hususta Allah’ı kendine kâfi gör.”

Ebu Musa ed-Debilî’nin şöyle dediği anlatılır:

Bayezid Bistamî k.s. hazretlerine bir adam gelip:

– Bana nasihat et, dedi. Bayezid Bistamî ona:

– Göğe bak, dedi.

Adam göğe baktı. Bayezid Bistamî sordu:

– Onu kim yarattı?

– Allah yarattı.

– Onu yaratan, senin halini görmektedir ve nerede olsan seninle beraberdir. O’ndan sakın!

Ebu Süleyman ed-Daranî şöyle demiş:

“Kadın olsun, çocuk olsun, mal olsun, seni Allah’tan meşgul eden her şey sana uğursuzdur.”

Yine demiş ki: “Allah’ı tanıdıktan sonra O’ndan başkasına meyletmeyin. Çünkü O, gayret sahibidir. (Kendisinden başkasına meyledilmesinden hoşlanmaz.)”

Ahnef ibn Kays, oğluna demiş ki: “Oğlum, iyi insanlarla arkadaş ol, onlardan sayılırsın. Kötülerden de kaçın, yoksa onlardan sayılırsın.”

Sehl ibn Abdullah bir adama şöyle vasiyet etmiş: “Vaktin senin en değerli şeyindir. Onu en değerli şeyle meşgul et.”