๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Nisan 2011, 14:02:43



Konu Başlığı: Zehebinin hayatı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Nisan 2011, 14:02:43
Zehebinin Hayatı 1-Ailesi,  Doğumu Ve Yaşadığı Çağ


İmam Zehebî, hicri 673 miladi 1374 yılının Rabiü'l evvel ayında, Şam şehrinde dünyaya gelmiş bir Türkmen büyüğüdür.

Aslen Diyarbakır'a bağlı Meyyarfarkın şehrinde oturan Türkmen bir ailenin çocuğudur. Diyar-ı Bekir o zaman şehrin değil mıntıkanın adıydı. Bu gün Meyyarfarkın diye bir yer resmen anılmasada burası bütün Diyarbakır halkının bildiği, Ülkemizin en kadim şehirlerinden birisi olan Silvan’dır.[13]

Dedesi Kaymaz hicri 661 de, 109 yaşında iken Silvanda vefat etmiştir. Bu zat Zehebî'nin dedesi Osman'ın babasıdır. Dedesi Osman ise yine Zehebî'nin bildirdiğine göre Ümmî bir zat olup Allah'a tam teslim olan bir zat imiş[14]. Allah'tan ruhunu Cunfa gecesi almasını niyaz eder imiş ki 683 yılında Cuma gecesi vefat etmiş."[15]

Babası Şihabüddin Ahmed'e gelince, yine Zehebî'nin Mıtcemdekİ kısa tercemesinden onun âlım ve fadıl biri olup rivayet ilmine aşina bir zat olduğu anlaşılıyor.

Hicri 641 de Şam'da dünyaya gelmiş ve yine orada 697 yılında, genç bîr çağda vefat etmiştir. Babası Zehebî'nin ilk hocasıdır. Zehebî Babası Said b. Muhammed, Ya'kup b. Ahmed- Ali b. Ahmed, Ali b. Rüzbe, Ali b. Baka, Abdüs Samed b. Abdi'l Kerim, Hüseyin b. Ebî Bekr, Ebü'l Vakt es Siczî, Ebü'l Hasen ed Davudi, Ebû Muhammed es-Serahsî, Muhammed b. Yusuf, Muhammed b. İsmail, Mekkî b. İbrahim, Abdullah b. Ebî Hind, Babası, İbni Abbas (r.a.) isnadı ile Efendimiz (s.a.v.)'in

(İnsanlardan çoğu şu iki nfmetle, sağlık ve boş vakit hususunda aldanmıştır)[16]   hadisini nakleder.[17]

İşte esas "Zehebî" diye adlanan zat önce babası idi. Sarraflıkla meşgul olduğu için bu anlamda Zehebî denmiştin Bu sayede köleler azad edecek kadar zenginleşmiş idi.

Annesi Musul asıllı, Alemüddîn Ebû Bekir Sancar b. Abdullah'ın kızıdır.[18]

Yine kendisinin Mucemin dibacesinde anlatışından, kendisine önceleri "İbniz-Zehebî" dendiği anlaşılırsada Beşşar Avvadın "Ez Ze­hebî" adlı eserinde de (sayfa 79) işaret ettiği gibi daha sonraları ba­ba mesleğini bizzat icra edişinden olsa gerekki "İbni'1 kelimesi kaldı-rılıp kendi devrinin yazarlarınca bile "Zehebî" diye anılmıştır.

Zehebinin babası âlim olduğu gibi, hemen hemen ailenin tama­mıda alimlerden teşekkül etmiştir.

Öz halası Sittü'l Ehl bn. Osman devrinin icazet sahibesi alime-Ierinden idi. Aynı zamanda Zehebî'nin süt annesidir. Zehebî ondan rivayet eder ki, bundan Zehebî Mucemde "Bana halam Süteyt, îbni Ebi'l Yüsr'dan rivayetle haber verdiki..." diyerek Ebû Musa el- Eşari (r.a) tan: Ben ve Ebûd-Derda Peygamber   (s.a.v.)in yanındayken «Kim iki çenesi arasındakini (dilini) iyi korursa, Cennete girer.»[19] hadisini müsned olarak nakleder.[20]

Zehebî yine dayısı Ali b. Sincer b. Abdillah el- Mevsilî'den de okumuştur. Bu zat aynı zamanda Zehebî ile beraber Balebek şehrinde et-Tac AbdiTl Halik'tan da okumuştu. 736 da vefat etti.

Yine Halası Fatıma'nm eşi Ahmed b. Abdi'l Ganî de devrin hadis alimelerinden olup "İbni Haristanî" diye tanınırdı.

İşte Zehebînin aile çevresi böyle ilim ehli insanlardan teşekkül ediyordu. Ailenin aynı zamanda zengin olması Zehebî'nin bütün efradının alim olmalarını sağlamıştı. İleride de temas edeceğim gibi kızı, Emetü'l Aziz. büyük oğlu Ebûdderdâ Abdullah ve küçük oğlu Şihabüddİn Ebû Hureyre Abdurrahman'da o devrin ileri gelen alimler­inden idi. Bu kızından olan torunu Abdü'l Kadirde iyi bir alim olup dedesi Zehebîden bizzat Tarihü'l İslam kitabının rivayet icazetini almıştı.

Zehebî'nin yaşadığı çağ hicrî yedinci asrın sonlarıyla sekizinci asrın ilk yansı arasıdır. Eyyûbî devleti çökmüş yerini Memlukler al­mış bulunuyordu.

Moğol istilaları önceki şeklini değiştirmiş olsa bile hala devam etmekteydi. Şeklini değiştirmesi Cengiz devrindeki putperest Moğol Tarihin İslamlar istila ettikleri islam diyarında, bir asra yakın kalınca bir kısmı önce Hıristiyanlaşmışsada sonradan hemen hemen hepsi müslüman olmuştu. Ancak bu mUslümanhğa rağmen İslam potasında tam erimiş değillerdi. Hala Şaman dini adetine devamla idareyide elde tutup in­sanları katletmeye ve çevrede yağmacılığa devam ediyorlardı. Bir ke­re güç ellerindeydi. İçerideki Hıristiyan Yahudi ve Ermeniler ile Şia mezhebi salikleri onlara destek veriyorlardı..

İşte bu Moğol istilası Cengizle başlayıp tâ Zehebî'nin çağma ka­dar iki asır sürüp İslam dünyasını ma'murelerini harab etmiş, alim­leri, mücahitleri, kadınları çocukları kılıçtan geçirmiş, adeta nereden geleceği belli olmayan bir ilâhî afet gibi, İslam dünyasını kasıp kavurmuştu. Onların belaları müslümanlığı kabul ettikten sonra bile devam ederek Kılıç Aslan'ların Diyar-i Rum'u fethe memur mücahit Anadolu Selçuklularını bile ortadan kaldırmıştı.

Bunların sonucu olarak her tarafta otorite dağılmış, anarşi hort­lamış, can mal ve ırz emniyeti kalmamış idi. Açlık sefalet ve cehalet altında kalan halk canından bezmiş bir halde, bütün olanlara sadece katlanmak zorundaydı. Korku yılgınlığa, şirret çılgınlığa dönmüştü. Tarihçilerin bildirdiğine göre Konya'da nöbet tutan bir moğol askerini görmeden geçen Selçuklu'yu moğol askeri durulur ve küfürle:

-Ulan beni selamlamamanın cezasının canın olduğunu bil-miyormusun ? der.

-Selçuklu ayaklarına kapanarak görmediğini söylersede mazeret kabul edilmez. Asker bağırır:

-Uzat lan boynunu !...

Çaresiz uzatır zavallı. Asker elini kılıcına götürür, ama bakar ki kılıç yok. Sert bir sesle bağırır:

-Vaziyetini bozma, kılıcım kışlada kalmış, ben kılıcımı alıp gelene kadar sakın kıpırdama, yoksa senin derini yüzerim.!.....

-Asker kılıcını almaya gider; Toplanan insanlar yalvarırlar ada­ma, ,,kaç! kaç, durma kaç. Kışla ta nerede, seni nerde bula­cak".....

-Adam kıpırdayamaz, sadece ,,duymadımzmı kaçarsam derimi yüzecek" diye inler.

-Yine öldürecek ne fark eder" derlersede adam artık kaçamaz. Onunki korku barajını aşıp tam bir yılgınlığa ulaşmıştır.

İşte o kargaşada birden toplanan haçlı istilası, Bir Hasan-ı Sab-bah belası, bir Mısırdaki Şia zulmü... Dert üstüne binlerce dert...

İlim aranmaz, Devletluler ilimden yana değil, mevcut ilim adam­ları ise değerlerini yitirmiş, cahillerin elinde zebun. Şakşakçılar, üç kağıtçılar, deynekçiler, münafıklar, kah hoca kisvesi altında, kah derviş, kah vatan kurtaran aslan kılığında bu devletlü adamları azıt­makla meşgul.

İşte Şam, o zaman diyar-ı İslamın tam ortası olduğu için dış tehlikelerden en uzak bir yerde bulunuyordu. Bozulan ve sıfıra inen Abbasî otoritesinin alimleride Irak'tan Şam'a gelmişlerdi. Hatta o za­manlar sıkıştırılmaya başlayan Endülüs alimleride Şam ve Mısır diyarına gelmiş bulunuyordu.

Havasının güzelliği, suyunun bolluğu ve tatlılığı, ovasının münbitliği ile Şam, o çağda yeryüzünün en kalabalık ve en ma'mur yer­lerinden birisi idi. Ticaret ve Ziraat merkezi olması binlerce sanaat ehlini barındırdığı gibi: yerinden ve yurdundan ayrılan binlerce alim de iltica için ancak Şam'da yurt bulabiliyordu.

Memlüklerin bu sırada Şam'da ve Mısır'da iyi bir otorite kurma­ları müslümanları rahatlatmış hele bizzat Şeyhül İslam İbni Teymiyye ve arkadaşlannında iştirak ettiği harpte, Moğolları yenip Şam diyarından sürmeleri moğol zulmünün sonunu getirirken, Şam diyarmmda İslam aleminde yeniden manevi bir başkent havası tenef­füs etmesini sağlamıştı. Artık sadece Zehebî'nin Siyer-i AMamU'n Nübelâ'daki verdiği adlara bakarak bile, Şamm hicri yedinci asrın or­talarından, sekizinci asrın sonlarına kadar, islam fikriyatının merkezi haline gelmiş olduğu sonucuna hemen ulaşabiliriz. Oradaki medre­selerin çokluğu, kalitesi ve okutulan derslere baktığımızda, Abbasi-lerin orta zamanında görülen sadece Sarf-nahiv, mantık meânî, bedî' beyan belagat ve benzeri bir sürü lüzumlu lüzumsuz şeylerle günleri heba eden medreselerden tamamen ayrı olduğu, bunların adeta Selef devri medreseleri gibi Sünnet ve ahkamının tedvin şekli ile ders ver­en medreseler olduğunu görüyoruz.

Şöyle dersem hiçte mübalağa etmiş olmadığımın şuurundayım "Tebe-i Tabiini takiben gelen dört. beş ve altıncı asır ile yedinci as­rın yansına kadar gelen Uç dört yüz yıllık bir devrede bile bu asırda­ki kadar ciddi İslamî eserler verilmemiş, verilenlerde ancak mevzi mevzi kalmış, ekseriyeti şiir, divan, tasavvuf, usul, aklî ve fikrî kav­galara yer veren eserler olmuştur." İşte Hafız Zehebî böyle bir or­tamda hayatını sürdürmüştür.[21]




[13] Geniş izah için MıTcemü'l Büldan'a bak. Madde Meyyarfarkin

[14] Çocukluğunda  "Ra" harfini iyi telaffuz etmesi için İmam  Zehebi'ye "Cer-ra, Berrâ" diye kelime tekrar yaptırırmış

[15] Mıtcemüşşüyuh 1/436. Terceme no 495

[16] Buharı Rikak bab 1. İbni Ebî Şeybe, Î3- 243 Mİişned, 1-344. İbni Mâce 1396-"4170. Tirmizî, 2304. Hakim 4-306, Beyhaki 3- 37a Ebü Nüaym Hilye 3-74. İbni Adiy, 6-2071.

[17] Bak Mu'cemüşüyuh Terceme no 60. cilt 1/75; Buharı 8/169; İ Ebî Şeybe 13/243; Müsned 1/344; Hakim 4/306; İbni Mâce 1396, 417a Tirmizî 2304; Beyhakî 3/370; İbni Adiy 6/2071; Ebû Nuaym Hilye 3/74.

[18] Bu konudaki bilgileri Zehebî Tarihül islamm hicri 697 yılı vefatlarım an­latırken bahseder.

[19] Hakim4/358, Taberânî Kebîr 1/290 6/234 Müsned 4?398 Ebü Ya’la Müsned 13?7275, Buharî Tarih, 7/58

[20] Zehebî Mucenı  1/284-285

 

[21] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/34-39


Konu Başlığı: Ynt: Zehebinin hayatı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 04 Aralık 2021, 17:49:33
Esselamü Aleyküm. Rabb'im bizleri sevdiklerinin yolundan hiç ayırmasın inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Zehebinin hayatı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 08 Aralık 2021, 22:40:12
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun