๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 14 Nisan 2011, 13:59:06



Konu Başlığı: Savaşın cereyanı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 14 Nisan 2011, 13:59:06
Savaşın Cereyanı


 

Taberi, Şuayb, Seyf-îbnu Rufeyl isnadıyla Rufeyden şöyle nakle­der:

Rüstem. Atîq nehri kıyısında geceleyip, sabahleyin ordusunu saf tutturarak ilerleyip İslâm askerlerinin bittiği yere varıp oradaki bulu­nan köprü başına geldi. Zühre adlı bölük komutanını görüşmeye ça­ğırdı. Zühre gelip karşısına durunca Rüstem onu birtakım şeyler vere­rek sulha razı etmeye çalışarak: "Siz bizim komşulanmızsınız. Bir kısmınız bizim idaremizde idi. Biz onların civarına ihsanda bulunur­duk. Onlara dokunacak zararları defeder, onlara yumuşak davranan valiler atar ve onları korurduk. Onlara kendi otlaklarımızı açar, ülke­mize ticareti serbest bırakırdı. Böylece sulh içinde geçinip gederlerdi." diyerek açıkça olmasa da sulhu teklif ediyordu. Zühre ona: "Doğru di­yorsun, o zaman dediğin gibiydi. Ama şimdi durum o değil. Bizim is­teğimiz onlarınki değil, bizim isteğimiz dünya değil ahirettir. Dediğin gibi önce biz size el açar ve elinizde bulunanlardan isterdik. Sonra

Allah bize bir Peygamber gönderdi. Biz de ona uyduk. Allah, Pey­gamberine: "Ben bu ümmeti benim dinime uymayanlara musallat et­tim. Onlardan intikamımı bunlarla alıyorum. Bu dinde kaldıkları sü­rece zaferi onlara vereceğim. O hak dini olup ondan ayrılan kim olursa olsun zelil olur. ona sarılan da izzet bulu." dedi. Rüstem: "O din ne­dir?" deyince Zühre:

-O dinin "o olmazsa olmaz" denilen esası şahadetlerdir, Peygambe­rin Allah katından getirdiği gerçeklerin aynen kabulüdür, dedi.

Rüstem, "Bu ne güzel şey! Daha ne var?" dedi. O da:

-"İnsanlar Adem ve Havva'nın çocukları olarak aynı anne ve baba­dan olan öz kardeşlerdir." dedi. Rüstem: "Ne kadar güzel! Peki ben ve yanımdakiler bu dini kabul etsek siz dönüp gidecek misiniz?" deyince Zühre: "Vallahi öyle olacak, ticaret gibi ihtiyaçlar dışında bir daha gelmeyiz." dedi. Rüstem: "Vallahi sen doğru söyledin, ama İranlılar Erdeşifin Kisra oluşundan beri kendi idarelerinde bulunup da sonra ayrılan aşağı insanlara haddini aşıp kendi eşrafına döndü diyerek on­ları zelil ettiler." deyince Zühre: "Biz insanlar için en hayırlı insanla­rız. Biz senin dediklerin gibi olamayız. Zayıflar konusunda da Allah'a itaata mecburuz. Allah'a isyan edenler de bize zarar veremez." dedi. Rüstem dönüp İran ileri gelenleri topladı ve Zühre'nin teklifini müza­kere etti. İranlılar hemen reddettiler. Bunun üzerine Rüstem onlara: "Allah sizin gibi dostları uzak ve perişan etsin." diye kızdı.

Rufeyl der ki: Rüstem oradan ayrılınca ben onunla gitmeyip Zühre'nin yanma gittim. İşte benim müslüman oluşum böyle oldu. Aslında ben İran asıllı olmadığım halde Rüstem'in katında onlardan biri kabul edilirdim orada müslüman olunca Şa'd bana aynen Kadisiye'ye gelen gaziler gibi muamele edip onlara verdiği ganimet hissesinden bana da pay verdi.

Hz. Sa'd (r.a.), Muğira, Büsr b. Ebi Ruhm, Arfece, Huzafe b. Mıh-san, Rıbî b. Amir, Kırfe, Mez'ûr, Mudârib ve Ma'bed b. Mürra gibi arap dahilerini topladı ve "Ben sizleri temsilci olarak İran ordusuna yollayacağım, nasıl davranacaksınız?" deyince: "Senin emrine uyaca­ğız, ama ortaya senin talimatının dışında bir şey çıkarsa o zaman uy­gun olanın en iyisini ve insanlara en yararlısını seçer ve onlara onu teklif ederiz." dediler. Sa'd da: "İşte bu işini sağlam yapanların tutu­mudur." dedi. içlerinden Rıb'î b. Amir:

-"İranlıların kendine has görüş ve âdabları vardır. Biz hepimiz bir­den onların yanma gidersek bizim onlara çok değer verdiğimiz görü­şüne kapılırlar. Onun için onlara bir kişi gönderin, yeter." dedi. Hepsi bu görüşü doğru buldular. Sa'd da Rüstem'e Rıb'î'yi yolladı.

Rıb'î köprüye varıp Rüstem'le görüşme talebinde bulundu. Rüstem ayan heyeti ile görüşüp "Bunları nasıl karşılayalım övünelim mi onları küçümseyelim mi? deyince hepsi de, müslümanları hakir görmek hu­susunda söz birliği ettiler. Zinetleri çıkarıp yaygıları ve dayanma yas­tıklarını serdiler, her türlü süslemeyi yaptılar. Rüstem'e altından işle­meli bir taht hazırladılar. Rüstem altın sırmalı kıyafetini giydi. Sim işlemeli yastıklar serildi. Rıb'î kısa dolgun atına binmiş, parlak kılıcını kuşanmış bir halde geldi. Kılıcının kını bile eski elbise parçalarından sarılarak yapılmıştı. Mızrağı bir deri kabın içinde idi. Yanında yayı ve oku da vardı. Rüstem'e doğru en yakın sergiye kadar geldiğinde: "Atından in!" denildi. O da atını yaygıların üzerini sürüp at yastıkla­rına basınca inip atını iki yastığa bağladı. Sonra yastıkları parçalayıp ipi içinden geçirdi. Acemler onu men edemediler, sadece hakirsediklerini gösterdiler. Rıb'î onların maksadım anladı ve onları zor durumda bırakmak istedi. Rıb'î'nin üzerinde çukuru çıkmış bif. gömleği vardı. Kaftanı atının abası olup onu yırtarak zırh gibi sarılıp

ortasından bir urganla bağlamış, başına - tolga yerine- örtüsünü sar­mıştı. Rıb'î arapların en gür saçhsıydı. Başında dört belik şeklinde ör­düğü saçları tıpkı yaban tekesi boynuzları gibi dimdik idi. Ona: "Sila­hım bırak!" dediler. O: "Ben buraya kendi isteğimle gelmedim ki sizin arzunuzla silahımı çıkarayım. Eğer bu kıyafetimle gelmemi istemiyor­sanız, döner giderim." dedi. Durumu Rüstem'e söylediler. "Onu bıra­kın, o bir tek adamdır." dedi. Rıb'î de sivri ucu kabından çıkmış olan mızrağına baston gibi dayanarak ufak adımlarla yastıkları ve sergileri delerek yürümeye başlayınca değdiği ne kadar yastık örtü sergi varsa mahv etti. Rüstem'e yaklaşınca korumalar onu tuttular, o da toprağın üzerine oturdu, mızrağım döşemeye dikti. Niye böyle yere oturduğu sorulunca: "Biz sizin şu süslerinizin üzerine oturulmasını mubah gör­müyoruz." dedi. Rüstem: "Sizi buraya getiren sebep ne?" diye sorunca Rıb'î:

-Bizi yollayan Allah'tır. O bizi, buraya dilediğini kullara kulluktan kurtarıp Allah'a kulluğa götürelim, dünya darlığından ahiret bolluğuna ulaştıralım, dinlerin zulmünden İslâm'ın adalaletine kavuşturalım diye getirdi. Bizi bu dine davetçi olarak yolladı. Bu davetimizi kabul edeni biz de kabul eder, geri döner gideriz. Kabul etmeyenlerle Allah'ın va'di gerçekleşene kadar savaşırız, dedi.

-Rüstem: "Allah'ın va'di ne?" diye sorunca: "Daveti kabul etme­yenlerle savaşırken ölene Cennet!" dedi. Rüstem de: "Biz bunu daha önce de duyduk idi. Bize, bizim de sizin de bu konuyu iyice düşünmek için bir süre tanımanız mümkün mü?" dedi. Rıb'î: "Evet, ne kadar, bir gün mü iki gün mü?" deyince Rüstem: "Hayır, Hayır! Biz danışman­larla ve idarecilerle yazışıp netice alana kadar." dedi. Böylece o hem süre kazanarak müdafa yapmayı, hem de yakınlaşmayı planlıyordu. Rıb'î ise: "Bizim Peygamberimizin sünnetinde ve imamlarımızın (halifelerin) tatbikatında bize harp ilan eden düşmana üç günden fazla süre vermek yoktur. Biz üç gün size dokunmayız. Bu süre konuyu gö­rüşün ve sonunda üç şeyden birine, ya İslâmı kabule, ya cizye verip tebeiyyeti kabule ya da dördüncü gün savaş yapmaya karar verin. Harbe biz değil önce siz başlayacaksınız. Arkadaşlarım adına bu işin kefili benim." dedi. Rüstem: "Onların lideri sen misin?" deyince: "Hayır, ama müslümanlar birbirlerine bağlı vücud organları gibidir. Onların en küçüğü en büyüğü adına koruma garantisi verir ve geçerli olur." dedi.

Rüstem İran liderleriyle baş başa kalıp onlara: "Şimdi görüşünüzü bildirin bakayım, daha önce bu adamın sözünden daha açık. daha hay­siyetli bir söz duydunuz mu?" deyince onlar: "Senin bu teklife kapılıp dinini bırakmandan Allah korusun, bu köpeğe mi kapılıyorsun. Elbise­sini görmedin mi?" dediler. Rüstem de: "Yazıklar olsun! Elbiseye de­ğil, söze, görüşe ve ahlaka bakın. Araplar elbise ve giyeceği Önemse-meyip şereflerini koruyorlar. Elbiseleri sizin gibi süslü değil ama onlar bu konuda sizin gibi düşünmüyorlar ki." deyince İranlı idareciler üze­rine yürüyüp silahını alarak onu bundan vazgeçirmek istediler. Rüstem "İsterseniz ben size gösteri yapayım." deyip kılıcını bir sıyırdı ki, sanki ateş yalımı. "Kılıcını kınına sok!" dediler. O da kılıcını kı­nına sokup sonra onların çelik kalkanlarına vurdu, onlar da onun deri kalkanına vurdular. Deri kalkanına birşey olmazken onların çelik kal­kanları parçalandı. Sonra: "Ey İranlılar, siz yemeği içecekleri ve elbi­seyi büyük görüyorsun biz ise onları önemsemiyoruz." deyip bu süre meselesini görüşmeye koyuldular.

Ertesi gün Rüstem: "Yine aynı adamı yollayın!" diye haber saldı ise de Sa'd (r.a.) bu kere Huzeyfe _b. Muhsin'i gönderdi. O da aynen RıbTnin kılığında onların yanına vardı. Kendisine "atından in" deni-

linçe o da Rıb'î gibi cevap verip Rüstem'in yanına geldi. Rüstem: "Ne oldu dünkü arkadaşın gelmedi de sen geldin?" deyince: "Bizim ko­mutan her halükarda aramızda adaletli davranmak ister, şimdi nöbet bende!" dedi. Rüstem ona da ne için geldiklerini sorunca Huzeyfe de aynen arkadaşının söylediği şeylere yakın sözlerle cevap verdi. Rüstem onun da aynı şeylerde direndiğini görünce Huzeyfe'yi geri yollayıp arkadaşlarına: "Yazıklar olsun benim gördüğüm gerçeği gö­remiyorsunuz. Birincisi dün bize gelip bizim büyüklediğimiz şeyleri hafife alıp bize toprağımızda baskın geldi. Atıyla yastıklarımızı çiğne­yip onu onlara bağladı. Aklının üstünlüğü yanında bir de uğur ondan yana idi. Bugünkü gelen de şöyle şöyle idi, diyerek onları kızdırdı. Onlar da ona kızdılar.

Ferdası gün yine adam istediklerinde Sa'd bu kere Muğire b. Şu'be'yi yolladı. O da köprüyü geçip yanlarına vardığında yine İran­lılar süslü püslü olarak onu karşılayıp Rüstem'e haber salıp izin aldı­lar. Müslümanlara karşı böbürlenme tavırlarında bir değişiklik yoktu. Muğira varıp Rüstem'le beraber tahtına ve minderinin üzerine oturdu. Acemler fırlayıp onu indirerek yere sürçtüler. Muğira: "Bize sizden akıllı diye bahsederlerdi. Ben sizden daha akılsız bir toplum görme­dim. Biz müslümanlar hep aynı seviyedeyiz, birimiz diğerini köle edinmez ben de bizde olduğu gibi sizi de birbirinize eşit davranır sanmıştım. Ama böyle yapmakla bana birbirinizi Rab ettiğinizi haber vermeniz iyi oldu. Bu iş sizin aranızda iyi birşey değildir. Biz asla böyle yapamayız. Beni buraya siz davet ettiniz, ben kendiliğimden gelmedim. Bugün anladım ki işiniz muzmahil olmuş, artık siz mağlup sayılırsınız. Zira bu ahlak ile hiçbir idare ayakta kalmaz. Bu akılla devlet yürümez." dedi.

İranlıların ayak takımları bunu duyunca hoşlarına gitti ve: "Vallahi arap doğru söylüyor!" dedi. İran ayanı da: "Vallahi bu arap öyle bir laf ortaya attı ki artık kölelerimiz ona kaymaktan kendilerini asla alama­yacaklar. Allah bizden öncekilerimizi kahretsin! Şu ümmetin ortaya attığı şeyi nasıl hakir görmekle ne ahmaklık etmişler!" diye söylendi. Rüstem ise meydana gelen etkiyi yok edebilmek için mizaha alarak: "Ey arap! Şu kralların etrafındaki adamlar çok kere kralın razı olma­yacağı işleri yaparlar, böylece krala layık olan güvenin kırılacağı kor­kusu ile bundan uzak durmuş olacaklarını sanırlar. Ama vefa ve hak­kın kabulü hususu senin arzu ettiğin şekilde olacak" deyip, Muğira'nın silahlarını iplik eğirdikleri eğ'e benzetti, kılıcının neye değersiz oldu­ğunu sordu. Muğira da: "Görüntüsü değersiz darbesi çeliktir." dedi. Rüstem: "Sen mi yoksa ben mi söze başlayacağım?" deyince, Muğira: "Beni çağırtan sen olduğuna göre sen başla!" dedi.

Rüstem tercümanını araya koyup konuşmaya başladı, İran milletini övüp, kendi idarelerinin üstünlüğünü bahisle: "Hâla düşmanlarına ga­lip ve milletler içerisinde en şereflisi olarak bu ülkelere hakimiz. Hiç­bir kralın bizim gibi izzet, hakimiyet ve şerefi olmamıştır. İnsanlara karşı biz zafere erdirilmişiz, bize karşı olanlar zafere ulaştırılmadı. Bir iki gün ya da bir iki ay günahlardan dolayı aksine gitti. Allah intika­mını alıp razı olunca bize izzet ve gücümüzü verir, düşmanları kötü günde perişan ederiz. Hem bize göre işi sizden daha maskara bir üm­met yoktur. Siz geçimi pek dar bir millettiniz. Biz sizi adam bile say­mazdık. Arazilerinizde kıtlık ya da yıllar kurak geçerse bizim taraflar­dan yardım dilenirdiniz. Biz de size hurma, arpa ve katık verilmesini emrederdik. Şimdi sizin buraya kadar geliş sebebinizin ülkenizdeki yoksulluk olduğunu anlıyorum. Komutanınıza elbiseler, katırlar ve bin dirhem verelim, her birinize birer yük hurma ile ikişer elbise verelim de dönüp gidin. Benim sizi öldürmek ya da esir etmek gibi bir hevesim yok." dedi.

Muğira ona cevaben şunları söyledi:

-"Allah'a hamd ve sena olsun. Herşeyi yaratan ve rızıklarını veren Allah'tır. Birşey yapan onu kendi için yapar. Senin, kendini, ülkenin düşmanalara olan galibiyet ve hükümranlığınızı ve dünyadaki azamatli sultanlığınızı bahsetmene gelince, biz onu iyi biliyor ve inkar etmiyoruz. Allah bu işi size nasib etti ve o gücü size verdi. Bizim hak­kımızda dediğin, vaziyetin kötülüğü, geçim darlığı ve aramızdaki ay­rılıkları da biliyor ve inkar etmiyoruz. Allah bizi bununla denemiş ve bizi ona ulaştırmıştır. Dünya —paylaşılmaya müsait- daima geçen akçe gibidir. Biz hâla dünyada dar geçimlilerin servete, refah içindekilerin de darlığa dönüştürülünceye kadar bir uğraş verdiklerini görüyoruz. Eğer sizler Allah'ın size bağışladığı bu nimetlere şükretseydiniz, bu şükrünüz size verilenleri koruyacaktı. Şükrünüzün zayıflaması bu de­ğişikliğe sebep oldu. Biz bu sınandığımız şeyden dolayı nimetleri in­kar edip nankör olsaydık bize peş peşe gelen şeylerin en büyüğü Al­lah'ın rahmetini ve ikramını bizden alıp başkasına vermesi olurdu. Ama durum sizin sandığınızdan başkadır. Yahut siz Allah'ın bizim aramızda bir Peygamber gönderdiğini biliyorsunuz..."

Sonra Muğira sözüne aynen Huzeyfe b. Muhsin'in dediği gibi söy­leyip, şöyle bağladı: "Eğer seni himayemize almamıza razı olursan bize maskara halde cizye vergisi ödeyen bir köle olursun, bunu da ka­bul etmezsen kılıçtan başka çare yok." Bunu duyan Rüstem'in öfkesi kabardı, müthiş homurdamp: "Yarın sabah güneş daha kuşluk yerine yükselmeden hepinizi öldüreceğim." diye güneşe yemin etti. Muğira da geri döndü. Rüstem İranlılarla baş başa kalınca:

-"Bundan sonra bakın bakalım onlar nerde siz nerde? (Bundan Önce gelen iki kişi sizi tasa ve zor duruma sokmamışmıydı?). Sonra bu herif geldi ki, hepsi aynı üslubu kullanıyor, aynı tarzda aynı işte, tek vücul halinde, vallahi bunlar yalancı olsalar da doğru olsalar da gerçek yiğil insanlardır. Vallahi bunlar aralarında çekişmeye düşmemek sırrına akılları ve korunmayı becermeleri ile ulaşmışlarsa arzu ettikleri hedefe ulaşmak için onlardan daha ilerde bir topluluk olamaz. Eğer sözlerinde sadık kimseler ise bunlar hiçbir şey engel olamaz." dedi. Lakin İranlı­lar inadlarında ısrarla yiğitlik iddiasında bulundular. Rüstem de: •'Vallahi kesinlikle biliyorum ki siz benim bu dediklerime kulak veri­yorsunuz ama şu haliniz sadece riya ve gösteri içindir." dedi.

Taberi, isnadı ile Tufeyl'den şunu nakleder:

-Rüstem Muğire dönerken onunla adamlarından birini yollayıp ona: "Eğer Muğire köprüyü geçince onu tutan halatlarını kesip arkadaşla­rına varmaya kalkacaksa sen Muğire'ye: 'Bizim hükümdarımız Mü­neccimdir, senin hakkında fala bakıp hesap yaptı, buna göre yarın se­nin gözünün biri patlatılacak.' diye bağır." diye tenbih etti. Bu adam oraya varıp, bu sözü Muğira (r.a.)'a söyleyince o da: "Bana hayır ve sevaba ulaşacağım birşey müjdeledin, bu günden sonra sizin gibi müş­riklerle cihat etmeyeceksem öbür gözümün de patlatılmasını ister­dim." dedi. Bu elçi m üs İtim ani arın Muğire'nin sözü ve basireti hoşla­rına giderek gülüştüklerini görüp, bu gördüğü ve duyduğu şeyleri Rüstem'e ulaştırdı. Rüstem de İran ayanına: "Ey İranlılar, benim sö­zümü dinleyin! Allah'ın size gönderdiği bir belası var ki, ondan ken­dinizi kurtarmaya muktedir değilsiniz." dedi.

Süvariler köprüde karşılaşıyor ama müslümanlar üç gün süre asla onlara saldırmadı, onların saldırılarına engel oldular.

Taberi bu karşılıklı gidip gelmelerin birkaç defa vukuunu bildir­dikten sonra der ki: 'Rüstem, siz mi bizden tarafa geçeceksiniz, yoksa biz sizden tarafa mı geçelim." dedi. müslümanlar: "Siz bizden tarafa geçin!" dediler. Elçiler Rüstem'in yanından yatsın sırası ayrıldılar. Hz.. Sa'd insanlara: "Yerinizden ayrılmayın!" diye haber saldı. Sonra İranlılara: "Nehri nasıl geçeceksiniz?" diye haber saldı. İranlılar "köp­rüden" diye isteklerini bildirince: "Hayır, bizim sizi yenerek aldığımız yeri size geri vermiş olamayız! Kendinize köprüden başka bir geçiş aleti yapın." dedi. Onlar da sabaha kadar eşyaları ile Fırat'ın Atik kolu üzerine bir set yapmaya uğraştılar.

Rüstem o gece rüyasında gökten bir meleğin inip arkadaşlarının dirhemlerinin eskilerini alarak üzerine damga vurup sonra da bunları gökyüzüne çıkardığını görüp çok üzülmüş yakınlarına bunu bahsedip: "Allah bizi ikaz ediyor, İranlılar beni kendime bıraksalardı ben bu ikazdan yararlanacaktım. Görmüyor musunuz zafer bizden alınıp talih rüzgarı düşmanımızla beraber. Biz onlarla ne işte ne sözde yarışabili­riz.'" diye yakındı.

İranlılar nehri geçince saflarını almaya başladı. Rüstem tahtına yerleşip üzerine çadır kurdu. Ordunun merkezine on sekiz fil yerleşti­rilip üzerine mahfeller cengaverler yerleştirildi. Sağ ve sol taraflara da yedi sekiz fil getirilip yine üzerine mehfel ve cenkçi yiğitler yerleşti­rildi. Calinus'u sağma Birzân'i soluna aldı.

Kisra Yezdecürd, Medayin'deki sarayının kapısından Rüsîem'in bulunduğu yere kadar birbirini işitebilecek mesafelere insanlar yerleş­tirip Rüstem'in hareketini haber alıyordu.

Müslümanlar saflarını almaya başladı. Zühre ile Asım, Abdullah ile Şurahbirin arasına yerleştirildi. Orada: "Ey insanlar haset Cihat dı­şında asla helal olmaz. Artık cihat için birbirinizle kıskançlık ve yarış edin." diye tellal çağrıldı.

O gün Sa'd (r.a.) kusma ve siyatik hastalığına yakalandığından ne oturabiliyor, ne de bir şeye binebiliyordu. Oradaki otağında bir dam

yaptırıp üzerine çıkmış bir yastığın üzerine göğsünü koyarak yüz üstü askerleri kontrol ediyordu. Talimatlarını yazıp bir bez içinde aşağıda bekleyen Halid b. Urfuta'ya atıyordu. Sa'd bizzat olayı görüp kontrol etmemiş olsa Halid onun vekili gibi olacaktı. Halid'in vekil olması bazılarını kızdırdı, ve dedikodu başladı. Sa'd (r.a.) da: "Beni kaldı­rın!" dedi, kaldırdılar. İnsanları görünce bu ihtilafa kızdığı için onlara darıldı ve: "Vallahi şu anda düşmanınız karşınızda olmasaydı sizi aleme ibret yapardım." deyip elebaşlarını kelepçeye vurup hapsettirdi. Bunun üzerine Cerîr: "Ama ben Rasulullah'a biat ederken, Allah'ın kendine devlet idaresini verdiği kişiye aslı Habeşistanlı bir köle olsa bile sözünü dinleyip itaat edeceğime söz vererek biat ettim." dedi. Sa'd ileri gelenlerin bir kısmını ve şarap şiiri okuyan Ebu Mihcen'i hapsetti.

Sa'd, hicri on dördüncü yılın Muharrem ayında Pazartesi günü, or­duya şöyle bir hutbe okudu: "Allah, mülkünde ortağı olmayan haktır. Sözünde hilaf yoktur. Allah (c.c.): "Biz Zikr'den sonra Zebur'da şüp­hesiz yeryüzüne benim salih kullarım varis olacak." buyurdu. İşte rabbinizin verdiği söz ve miras. Onu size üç yıldır helal etti. Siz şimdi o mirastan yiyip içiyor ve ona sahip olanlarla çarpışıyorsunuz. Onlar­dan vergi ve esir alıyorsunuz. Şimdi onlar karşınıza geldi. Siz arapın yüz akı ve Önderlerisiniz. Eğer dünya meselesinde önemsiz, ahiret içinde rağbet ederseniz, Allah dünya ve ahireti size birlikte verir. Gev­şer, dağılır ve zayıflık gösterirseniz, gücünüz kırılır." Sonra orduda bayrak taşıyan her gruba, kendi hastalığı sebebiyle Halid b. Urfuta'yı tayin ettiğini, onun kendi emri ile hareket edeceğiniz" yazdı ve herke­sin gönül rızasını aldı.

O gece Sa'd'ın emriyle Kays b. Hübeyra, Galib, İbnu Huzayl el Esedî, Büsr b. Ebî Rühm el-Cühenî, Asım b. Amr, Rabi'l b. Bilal, ve Rib'î b. Amir kalkıp cihada teşvik konuşmaları yaptılar.

İranlılar da aynısını yapıp kaçmayacaklarına söz verip, otuz bin kişi birbirine zincirle bağlandı.

Şa'bi'nin dediğine göre, İran ordusu yüz yirmi bin kişi olup, otuz filleri vardı. Her filin etrafında dört bin muharib bulunuyordu.

Her iki ordu oradaki hendekle Atik nehri arasındaydı. Sa'd orduya cihat suresini okumalarını emretti. Onlara dört tekbir eetirece&ini, dördüncüde hep birden düşmana hücum etmelerini söyledi.

Böylece karşı karşıya geldiler. Galib b. Abdullah düello için mey­dana çıktı ve şiir okuyarak meydan okudu. Hürmüz ona karşı geldi. Galib onu esir edip Sa'd'a getirdi. Asım b. Amr da şiir okuyarak çıktı. İranlı bir süvariye saldırdı. Adam kaçınca ardına düştü. Başka birine rastladı. O da katırını bırakıp arkadaşlarına sığındı. Asım da katır ve yükûnunu alıp getirdi. Meğer o kralın ekmekçisi olup yük de onun yi-yecekleriymiş.

İranlılar süvari grubunun üzerine fillerle yürüyünce atlar fillerden korkup ürktüler ve üzerlerindekiyle dağıldılar. Fillerin karşısında sa­dece piyadeler kaldı. Sa'd diğer birliklere yardım çağrısı yaptı. Onlar gelip filleri duruttu.

İşte bu sırada Sa'd (r.a.) dördüncü tekbiri getirdi. Müslümanlar hep birden hücuma geçti. İranlılar da fillerle saldırdı. Her filin üzerindeki zırhta yirmi asker vardı. Hz. Sa'd, "Bu fillere bir çare bulunmasını emretti. Temim oğulları tamam deyip önce filin üzerindekilere ok yağdırıyorlar. Sonra filler geri dönünce zırhı tutan kolanları kestiler. Fillerin hevdeçleri düşünce filler çırılçıplak kaldı.

Gün batana kadar çarpıştılar. Gece karanlık basınca herkes kendi kampına çekildi.

O gün Esed oğullarından beş yüz kişi vurulmuştu. Bu ilk güne "Ermas' günü dendi. [453]



[453] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 5/202-214


Konu Başlığı: Ynt: Savaşın cereyanı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 23 Temmuz 2021, 12:47:22
Esselamü aleyküm Rabbim bizleri ilim öğrenen kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Savaşın cereyanı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 24 Temmuz 2021, 02:26:35
Aleyküm Selam. Bilgileri bizlerle paylaştığınız için Allah sizlerden razı olsun kardeşim
 Rabb'im ilmimizi artırsın inşaAllah