๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 21 Nisan 2011, 14:49:39



Konu Başlığı: Musa B. Ukbe ye göre Bedir savaşı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Nisan 2011, 14:49:39
Musa B. Ukbe'ye Göre Bedir Savaşı





"Mûsâ b. Ukbe 'nin Meğazî'si Megazî eserleri arasında en sıh­hatli olanıdır."[120]

İbrahim b. el-Münzîr el-Hizamî derki: Bana hem Mutarnf hem Ma'n hemde diğerlerinin anlattığına göre İmam Malik b. Enes, "Megazî" kitabları (veya rivayetleri) hakkında soru sorulunca, "sana salih insan Musa b. Ukbe'nin "MeğazTsini tavsiye ederim. Zîra o kitab, Meğazîlerin en doğrusudur" demiş.[121]

Muhammed b. Fûleyh, Musa b. Ukbe'den İbni Şihab yolu ile.......

Yine İsmail b. Üveys'de İsmail b. İbrahim b. ukbe amcası Musa b. Ukbe'nin şöyle dediğini nakleder: (Buradaki metin İsmail'in amcası Musa b. Ukbe'den naklettiği metindir.)

- Allah Rasûlü, İbnü'l-Hadramî'nin öldürülüşünden sonra iki ay ka­dar eğleşti. Sonra Ebû Süfyan b. Harb Kureyş'e ait mal taşıyan bir kervan ile birlikte Şam'dan Mekke'ye doğru hareket etti. Beraberinde Kureyş kabilesinin her oymağından yetmiş tane süvarî de mevcuttu. İçlerinde, Mahrame b. Nevfel ile Amr b. el-Âs'da vardı.

Bunlar Şam'a ticaret için giden Mekke'nin tüccar sınıfıydı. Bu kere beraberlerinde Mekke halkının nerdeyse bütün hazineleri vardı. De­nildiğine göre kervanda tam bin tane de deve vardı. Kureyşliîer -ellerinde avuçlarında neleri varsa- bir okka değerinde bile parası varsa ticaret için bunu Ebû Süfyan'la Şam'a göndermişlerdi. Sadece Huveytib b. Abdi'luzza birşey göndermemiş ve bu yüzden Bedir yol­culuğundan geri kalarak savaşta bulunmamıştı.

Bu durumlar Peygamber (s.a.v.) ile ashabına anlatılmıştı. Bundan Önce, harb iki taraf arasında -bir onda bir bunda- kalırdı. Rasûl-ü Ek­rem (s.a.v.), Adiy b. Ebî'z-Za'bâ ile Besbes b. Amr'ı gözetleyici olarak kervana yolladı.

Onlar, yola çıkıp Cüheyne kabilesinden bir boy'un bulunduğu yere geldiler. Burası deniz kıyısına yakın bir yerdi. Onlara Kureyş kervanı hakkında bilgi sordular. Onlarda kervan hakkında ki bildiklerini anlat­tılar. Onlarda geri dönüp durumu Allah Rasûlüne bildirdiler. Böylece Müslümanlar Kureyş'in kervanım engellemek için harekete geçtiler. Bu olay Ramazan ayı içinde olmuştu.

Ebû Süfyan, Müslümanlar'in saldıracağı korkusu ile Cüheyne'lilerin yanına geldi ve Müslümanlar'in gelip gelmediğim sor­du. Onlarda, gidip geri dönen iki binekli olduğunu, kervanı sorduk­larını anlattılar. Bunu duyan Ebû Süfyan, "onların bineklerinin gübre­lerinden bir parça alıp bir bakın dedi. Adamları deve dışkısından ge­tirip onu ezdiler. İçinden hurma çekirdeği çıkınca Ebû Süfyan: "İşte bu Medine'lilerin hayvanlarına verdiği yemdir" diye bağırdı.

Sonra sür'atle Mekke'ye doğru yola çıktı. Ğıfar oğullarından Damdam b. Amr denen adamı da önden Kureyş'e göndererek "derhal bizi karşılamak için yola çıkın, kervanı Muhammed ve ashabından ko­ruyun" diye haber saldı.

Atike bin. Abdil'l Muttalib, Dam'dam'ın Mekke'ye gelişinden önce bir rüya görmüş [ve bu rüyasını anlatmış idi. Kendisi Peygamber (s.a.v.)'in halası olup Mekke'de oturuyordu. Gördüğü rüyadan kendisi de korkmuş ve kardeşi Abbas b. Abdi'I Muttalib'e aynı gece haber salmış idi. Abbas gelince, "Ben bu gece bir rüya gördüm ve korkuya kapıldım. Hatta bu rüyadan anladığım kadar senin kavmiyin helak olacağindanda korkuyorum" dedi. "Ne gördün?" deyince, "Bu rüyayı kimseye anlatmayacağına dair bana söz verde öyle... Zîra Kureyş bu rüyayı bir duyacak olursa bize eziyet ettikleri gibi hoşumuza gitmeye­cek sözleri de bize zorla duyururlar," dedi.

Abbas da söz verince dedi ki: "Rüyamda binekli bir adamın hay­vanının üzerinde Mekke'nin yukarısından olanca sesiyle "Ey Gudür oğulları! İki ya da üç gece içinde yola çıkın!" diye bağırarak geldiğini gördüm. Sonra bağırarak hayvanının üzerinde Ka'be'ye girdi. Orada da üç kere bağırdı. Kadın, erkek, çoluk çocuk ona doğru geldiler. Müthiş bir panik içindeydiler. Sonra birden bire adamı yine bineğinin üzerin­de Ka'be'nin damında üç kere bağırırken gördüm. "Yâ Âli ğudur, yâ Âli fucûr! iki üç gün içinde yola çıkın!" diyordu. Sonra birden bire adamı Ebû Kubeys dağı üzerinde görüyorum. Orada da "Yâ Âli ğudur. Yâ Âli fucûr" diye bağırıyordu. Öyle ki iki Ahşeb dağı arasında kalan herkes onu duydu.

Sonra adam, oradaki koskoca bir kayaya doğru yürüdü. Kayayı ye­rinden söküp Mekke halkı üzerine fırlattı. Kaya büyük bir gürültüyle aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. Dağın dibine inince kaya parça­landı. Ben bu kaya parçalarından her birinin, bir Mekke'linin evine girdiğini girmedik yer bırakmadığını gördüm. Bu yüzden senin kavmiyin basma birşey gelecek diye korktum.

Abbas'ta rüyayı duyunca ürperdi. Sonra Atike'nin yanından çıkarak gitti. Gecenin sonuna doğru Velîd b. Utbe b. Rabî'a'ya rastlayıp -eskiden beri çok samimi oldukları için- Atike'nin rüyasınla ona anlatıp "ama bu rüyayı sakın kimseye anlatma" diye tenbihte bulundu. Velîd'de bu rüyayı babası Utbe'ye anlattı. Utbe hemen kardeşi Şeybe'ye anlattı, derken bu rüya dilden dile dolaşıp hemen Ebû Cehl'in kulağına ulaştı. Mekke'de rüyayı duymayan kalmadı.

Sabahleyin Abbas tavaf yapmak üzere Ka'be'ye gitti. Mescid-i Haram'a girince orada bir gurub adamın arasında Ebû Cehil, Rabi'a'mn oğulları Utbe ve Şeybe, Ümeyye, Übey b. Halef, Zem'a b. el-Esved ve Ebû'l Buhterî ile karşılaştı, onlar birbirleriyle konuşuyorlardı. Abbas'ı görünce Ebû Cehil, "Yâ Ebe'l Fazl! Tavafını tamamlayınca biraz yanı­mıza gelsen" diye seslendi.

Abbas tavafını bitirince gelip yanlarına oturdu. Ebû Cehil atılıp; "Atike'nin gördüğü rüya da neyin nesi?" dedi. Abbas'ta, "Atike bir şey görmüş değil" dedi. Ebû Cehil, "Bire Haşimoğulları erkeklerin söyle­diği yalana kani oldunuz, şimdi de bize Haşimoğulları kadınlarının yalanlarını mı getiriyorsunuz.? Sizinle biz yarış atlarına benziyoruz. Oldum olası şeref yarışını biz kazandık. Şimdi kervan başbaşa berabe­re kalınca siz, "bizde peygamber var" deyip çıktınız. Artık geriye söy­leyecek sözünüz kalmayınca "bizde kadın peygamber de var" deyip çıktınız." diye sataşıp, Abbas'a şiddetle hakaret etti. Ebû Cehil devam­la:

Atike'nin iddiasına göre bu binekli adam "iki yada üçgün içinde yola çıkın" diyormuş. Bu üçgün geçince Kureyş sizin yalanınızı an­lamış olacak. İşte o zaman biz defterimize; "Siz, Arab toplumu içinde kadın ve erkeği en yalancı olanlarsınız" diye, sicilinizi işleyeceğiz.

Ey Kusay'ın torunları (Haşimîler), Ka'be hizmetinden olan Ka'be örtüsü örtmenin, hacıları sulamanın, Nedve meclisinde bulunmanın, topluca hac yemeği vermenin, bayrak tutmanın faziletlerini elden çı~ karıpta şimdi bize karşı övünebilecek, kendinizden bir peygamber mi getiriyorsunuz, dedi.

Buna karşılık Abbas'ta; "Sen susacakmısm! Yalancılık sana ve se­nin ailene ait bir özellik." dedi. Orada bulunanlar durumu yatıştırmak için, "Yâ Ebû'l Fazl! Sen cahil biri değilsin, yalancı da değilsin," de­diler.

Abbas, Atike'nin rüyasını yaydığı için çok bela ve işkenceye maruz kaldı. Atike'nin rüyasından üç gece sonra, Ebû Süfyan'ın imdat için önden gönderdiği adamları geldiler. Bu Damdam b. Amr el-Ğıfârî idi. Bu adam bağırarak:

Ey Galib b. Fihr oğullan! Harbe koşun! Muhammed ile Medine halkı Ebû Süfyan'ın önünü kesmek için yola çıkmışlar. Kervanınızı koruyunuz, dedi. Bunu duyan Kureyşliler müthiş bir sarsıntı geçirerek Atike'nin rüyasının gerçekleşeceği korkusuna düştüler.

Abbas'ta: Siz şöyle şöyle iddia edip, Atike'yi yalanlamıştınız, dedi. Kureyş böylece her şeye (güçlüye ve zayıfa) söz dinletmeye kalkıştı.][122]

Ebû Cehil, "Muhammed şimdi de Nahle'de elde ettiği gibi kervanı yine alacağmımı soruyor? Yakında, Kervanımızı koruyabiliyormuyuz koruyamıyormuyuz anlayacak" dedi.

Kureyş, dokuz yüz elli kişilik savaşçı ile yola çıktı. Yüz tane at getirdiler. Gitmek istemeyenlerin de yakasını bırakmadılar. Abbas b. Abdi'l Muttalib, Nevfel b. el-Hâris, Talib b. Ebî Taîib ve kardeşi Akîl b. Ebî Talib'i zorla getirip Cuhfe'ye kadar geldiler. Orada bir yatsı vakti, sularını içip su ihtiyaçlarını gidermek için konakladılar.

Aralarında Muttalib b. Abdi-menâf oğullarından Cüheym b. es-Salt b. Mahrame el-Muttalîbî denen birisi vardı. Bu Cüheym, yatmak için başını yere koyar koymaz uyumuş, sonra birden bire irkilerek uyanmış ve yanındakilere: "Şu başucuma az önce dikilen süvariyi gördünüz mü?" diye sormuş yanındakilerde; "hayır! Sen delisin galiba" demiş­lerdi. O zaman o da, "bu süvari başucuma dikilip, "Ebû Cehil öldü, Utbe öldü, Şeybe öldü, Zem'a, Ebû'l Bahterî ve Umeyye b. Halef öl­dü,11 diyerek bir sürü adamın adını saydı," dedi. Arkadaşları da, "şey­tan seninle oynamış" dediler.

Bu herifin sözü Ebû Cehil'e ulaştırılınca kızıp; "Haşim oğullarının yalanına şimdi birde Muttalib oğullarının yalanımmı eklediniz, yarın kimin öldürüleceğini göreceksiniz" dedi.

Allah Rasûlü Şam'dan, Ebû Süfyan idaresinde Mekke'ye doğru gel­mekte olan kervanı yakalamak üzere harekete geçti. Bedre doğru gi­derken, Dinar oğulları Cılga'smdan[123] yol aldı. Geri dönerken ise "Seniyyetü'l Veda" üzerinden dönmüştü. Üçyüz on üç kişi ile yola çık­mıştı. Ashabından çoğu -harp gayesi olmadığı için- bu seferden geri kalıp durumun ne göstereceğini beklemekteydiler. Allah'ın İslâm dini­ne ilk izzet verdiği vak'a bu Bedir seferi olmuştu.

Medine'ye gelişinin on sekizinci ayı başlarında bir Ramazan içinde yola çıkmıştı. Beraberinde Müslümanlar vardı ve sadece kervanı ele geçirmek istiyorlardı. Müslümanlar binek yönünden hiçde güçlü de­ğildi.  Onlar  sadece  su  çeken develere  nöbetleşerek  biniyorlardı.

Rasûlüllah'ın nevbet arkadaşı, Ali b. Ebî Talib ile Hamza'nın anlaşma­lısı Mersed b. Ebî Mersed el-Ğanevî idi. Üç kişiye ancak tek deve düşüyordu.

Yola devam edip Ravha yakınlarında "Irkı Zubye" denen yere ka­dar geldiklerinde Tihame tarafından gelen bir adam rastladı. Ona Ebû Süfyan'ı sorduklarında, "Ona dair bir bilgim yok" dedi. Ona; "Allah Rasûlüne varda selam ver" dediler. O, "İçinizde Rasûlüllah'damı var?" dedi. Ashab, "evet" diyerek Efendimizi gösterdiler. Adam Efendimize, "Sen Allah'ın Peygamberimisin?" dedi. "Evet" buyurunca adam da, "Eğer sen Peygambersen, şu devemin karnındaki yavrunun ne olduğu­nu söyle" dedi. Bunu duyan Seleme b. Selâme b. Vakş el-Ensarî müt­hiş öfkelendi ve, "ne olacak sen deven ile zina ettin de senden gebe kaldı" dedi. Fakat Rasûlüllah Seleme'nin bu kaba lafını hiç hoşlanmayıp yüzünü ondan çevirdi.

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) yoluna devam edip gitti. Ne haber ula­şıyor ve nede Kureyşten bir kimseye rastlıyordu. Rasûlü Ekrem, "Ne­reye doğru gittiğimizi, nerde olduğumuzu bana bir bilen bulun" buyu­runca Ebû Bekir, "Yâ Rasûlellah, bu arazinin coğrafyasını en iyi bilen benim, bize Adiy b. Ebî-z Zağbâ! Kervanın falanca vadide olduğunu bildirmişti" dedi. Allah "bana fikrinizi söyleyin" deyince," Ömer (r.a.)'de: "Yâ Rasûlellah! İşte onlar Kureyşliler olsa gerek, vallahi on­lar öyle bir toplumki, Allah kendilerine İzzet verdiği günden bu yana hiçbir zaman zelil olmamış, kâfir olalıdan beride Müslüman olmadılar. Vallahi kesinlikle seninle harbedecekler, buna hazır ol!" dedi.

Bunun üzerine Allah Rasûlü tekrar, "bana görüşlerinizi bildirir" bu­yurdu.

Mikdâd b. Amr Biz Mûsâ (a.s.)'ın kavmi gibi sana "Sen ve Rabbin gidip çarpışın, biz şurada oturacağız" demeyeceğiz. Lakin biz, "sen ve Rabbin gidip çarpışın bizde sizi takib edeceğiz" diyoruz" dedi. Al­lah Rasûlü yine, "bana görüşlerinizi söyleyin" buyurdu.

Sa'd b. Muâz (r.a.) Peygamber (s.a.v.)'in herkesle istişare etmek is­tediğini görünce Rasûlü Ekrem'in, belkide kendisi ile yola çıkma­yacakları ve kendi arzu ettiği hedefe birlikte yönelmek istemeyecek­leri korkusu ile Medine ensarını bu şekilde konuşturup fikirlerini al­dığını zannederek; "Yâ Rasûlellah! Herhalde sen Ensarın seninle bir­likte bu işi paylaşmayacakları, böyle bir şeyin kendilerine ait bir vazi­fe olmadığı kanaatini taşıdıklarından çekmiyorsun. Ve Ensarın Mek-kelileri sadece evlerinde, evlatları ve hanımları ile oturup uzaktan düşman saydıkları kanaatindesin. Ben Ensar adına konuşup onlar na­mına bu duruma cevap vereceğim:

- Sen nereye dilersen hayvanını oraya sor, dilediğin iplerini ula (ak­rabalık bağl kur), dilediğin kadar malımızdan al, bizede dilediğin ka­darını ver. Senin bizden aldığın mal, bize bıraktığından daha se­vimlidir. Vallahi sen Yemendeki "Berk-i Ğımâd"a kadar gitsen ke­sinlikle bizde seninle geliyoruz, dedi. Sa'd bu sözü söyleyince Allah Rasûlü (s.a.v.):

-  Haydi Allah c.c 'nün adıyla yürüyün! Zira bana Kureyş'in katle­dileceği yer gösterildi, buyurarak Bedre doğru yürüdü.

Ebû Süfyan biraz dinlenip develerni topladı ve Sahil yolunu tuttu. Böylece Bedir'de kıstırılmaktan kurtulduğunu anlayınca Kureyşlilere "geriye dönün, kervan kurtuldu, siz savaşa değil kervanı korumaya gelmiştiniz" diye haber saldı. Haber Kureyş'e Cuhfe'de ulaşmıştı. Ebû Cehil, "Vallahi Bedre gidip orada eğleşmeden geriye dönmeyeceğiz. Orada bizimle gelen Arablarla yemek yiyeceğiz. Böylece hiçbir Arab bizimle savaşa cesaret edemeyecek" dedi. Bu durum el-Ahnes b. Şarîk'ın hoşuna gitmedi ve geriye dönmeyi tavsiye etti. Lakin Kureyş

onu dinlemeyip diretti. Kendilerini cahiliyye böbürlenmesi aldatmıştı. Ahnes durumu Zühre oğullarına anlatınca onlar dinleyip geri döndü. Bu yüzden Benî Zühre'den Bedir harbine katılan hiç kimse olmadı. Haşim oğullarıda bunlarla geri dönmek istediysede Ebû Cehil onlara engel oldu ve "Vallahi bu gurup biz dönmeden geri dönemez" dedi.

Yatsı vakti Allah Rasûlü Bedr'in bir ucunda konakladı. Sonra Ali b. Ebî Talib, Zübeyr b. el-Avvâm ve Benî Saideli Besbes ile bir gurubu haber almak için yolladı, ve: "Şu Bedir'in yanındaki çalılığa kadar gidin. Zira ben bu çalılığın arkasındaki kuyuda hayrı bulacağınızı ümit ediyorum" buyurdu. Onlarda kılıçların kuşanıp gittiler. Oraya varınca Kureyşe su taşıyan sucularla kuyu başında karşılaştılar. Orada iki deli­kanlıyı yakalayarak Kervan hakkında sorguladılar. Diğerleri kaçıp kurtuldu. Ama bunlar Kureyş'ten bahsettiler. Bunun üzerine onları döğdüler. Onları Peygambere getirdiler. Nebi (s.a.v.) çadırında idi. Ashab bu iki kaleyi Ebû Süfyan'm adamları sanıp habire kervanı soru­yor, onlarda Kureyş'i anlatıp kimlerin harbe geldiğini kimlerin yönetti­ğini söylüyorlardı. Ashab ise kervan haberi almak istediği için Kureyş haberi hoşlarına gitmiyordu.

O esnada Rasûl-ü Ekrem ayakta namazda olup, konuşulanları işiti­yor ve iki köleye yapılan muameleyi görüyordu. Köleler sopayı yeyince, tıpkı Kur'an'daki Enfal suresi 42'ci âyetinde haber verildiği gibi haber verip, "Evet, İşte Ebû Süfyan ve kervan şurada" diyorlardı. Böyle deyince dövülmüyorlar, ama Kureyş geldi deyince "yalan" di­yerek sopa yiyorlardı.

[Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) arkadaşlarının bu iki köleye yaptıklarını görünce selam verip namazım bitirdi ve: "Bunlar size ne haber veri­yorlar?" diye sordu. "Kureyşlilerin geldiğini söylüyorlar" dediler. Ne­bi (s.a.v.): "bunlar doğru söylüyorlar, vallahi siz onlar doğruyu söyleyince dövüyor, yalan söylediklerinde serbest bırakıyorsunuz. Kureyş, kervanlarını korumak ve sizede korku verebilmek için yola çıktı." bu­yurdu, sonrada bu iki köleyi çağırıp onları sorguladı. Onlar Kureyş'ten haber verip, "ama bizim Ebû Süfyan ve kervan hakkında bir bilgimiz yok" dediler. Nebî (s.a.v.) onlara:

"Onlar kaç kişiler?" diye sordu. "Bilmiyoruz ama vallahi pek çoklar" diye cevap verdiler.

Ravilerin iddialarına göre Allah Rasûlü onlara;

"Onlara dün kim yemek verdi?" diye sorunca, "Kureyşten falanca" diye adını verdiler. Efendimiz

"Onlara kaç deve kesti?" buyurdu. Onlar'da, "on tane deve kesti" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): Peki onlara evelki gün kim ye­mek yaptı?" buyuranca, Kureyşten bir başka adamın ismini verdiler. "Peki o kaç deve kesmişti?" diye sorunca onlar; "dokuz" dediler. De­nildiğine göre bunu duyan Allah Rasûlü; "öyleyse topluluk dokuzyüz ile bin kişi arasında olsalar gerek" buyurdu. Bir gün on, bir gün dokuz kesmelerini göz önüne alarak, bu sayıya ulaşmıştı.

Denildiğine göre ilk yüz Kureyş'liye, Mekke'den çıktıklarında Ebû Cehil yemek vermiş. "Mer" denen yerde on deve kesmişti. Sonra Umeyye b. Halef, Usfan'da dokuz deve kesti. Kudeyd'e geldiklerinde Süheyl b. Amr on deve kesti.

Oradan Deniz tarafında bulunan kuyulara doğru gittiler ve orada bir gün eğleştiler. Şeybe onlara dokuz deve kesti. Cuhfe'ye geldiklerinde Utbe b. Rabî'a on deve kesti. Sonra Ebvâ'ya geldiler. Orada Haccac'm oğullan Nübeyh ve Münebbih -bir görüşe göre Abbas- on deve kesti.

Sonra Âmir b. Nevfel dokuz tane kesti. Bedir kuyularına geldiklerindede Ebû'l Bahterî on deve kesti. Yine orada Mikyes el-Cümahî dokuz tane kesti. Sonra Harb meşguliyeti olunca hazır azıklardan yediler.

Rasûlüllah (s.a.v.) orada konaklayınca; "Harb için nerede konaklamamız gerektiği hu­susunda bana görüşlerinizi bildirin!" buyurdu.]

Ensar'dan Hubâb b. el-Münzir es-Selemî ayağa kalkıp, "Yâ Rasûlellah, ben Bedir mıntıkasını da, su kuyularını da en iyi bilen bi­riyim. Eğer uygun görürseniz bu kuyuların içerisinde benim iyi bil­diğim suyu hem tatlı hem bol olan bir kuyu var, onun yanına gidip konaklayalım. Oraya Kureyşten önce varalım ve diğer kuyuların içini taş ve kumla dolduralım" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) da:

Haydi harekete geçin. Zîra Allah (c.c.) kesinlikle size iki taifeden biri(nin sizin olacağı)m va'detmiştir" buyurdu.

İşte bu sırada şeytanın vesvesesiyle insanların kalbine bir korku düştü.

Müslümanlar Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bir an önce suya ulaş­mak için harekete geçerken, Müşriklerde suya daha önce ulaşmak için acele ettiler.

O gece Allah (c.c.) o mıntıkaya bir yağmur yağdırdı ki, bu yağmur, müşrikler üzerine adeta bir tufan gibi bela olup, yol almalarına engel olurken, Müslümanlara ise toprağın ve kumun üzerini ıslatıvererek, kardan ince bir çisenti halinde rahmete dönüşmüş ve Müslümanlar gece yarısı suyun başına müşriklerden önce ulaşmışlardı. Müslüman­lar hemen kuyuya inip onu genişletip etrafına büyük bir havuz yaparak su ile doldurdular. Böylece çok su elde ettiler. Sonra civardaki diğer kuyuları kapattılar.

 [Rasûlüllah (s.a.v.): "İnşaallah yarın onların yere serileceği meydan burası olacaktır." buyurdu. İşte Allah (c.c.) bu konuda; Enfal su­resi 11 rci âyeti olan

"Allah kendi katından, bir emniyet olmak üzere sizi hafif bir uyku ile bürüyüp, sizi temizle­mek, şeytanın verdiği vesveseyi kaldırmak, kalblerinizi bağlamak ve zafer için ayaklarınıza sebat vermek için, sizin üzerinize gökten yağmur indiriyordu." âyeti nazil olmuştu.]

Denilirki; Rasûlüllah (s.a.v.)'ın beraberinde sadece iki at vardı. Bi­rine Mus'ab b. Umeyr, diğerine Sa'd b. Hayseme biniyor, sonra nöbet değişip sıra birine Zübeyr b. Avvam'a diğerine Mikdâd'a geliyordu.

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), ashabını havuzun etrafında harb için saf bağlattı. Denildiğine göre, Müşrikler uzaktan görününce Rasûlüllah

"Allah'ım! İşte Kureyş! Böbürlenerek, kibirlenerek, sana düşmanlık ederek, Pey­gamberini yalanlayarak geliyor" buyurdu. Ebû Bekr'in koluna yapı­şarak

"Allah'ım! Ben, söz verdiğin zaferi istiyo­rum" diyordu. Ebû Bekir'de; "Müjdele Yâ Rasûlellah! Nefsim elinde olan Zata yemin olsun ki, Allah va'dini gerçekleştirecek, sana verdiği sözü tutacaktır" dedi.

İşte o anda Müslümanlar'da Allah'tan zafer ve yardım istediler. Al­lah (c.c.) de Peygamber'inin ve inananların duasını kabul etti.

Müşrikler'de gelip harbe hazırlandılar. Beraberlerinde, Suraka b. Cu'şum el-Müdlicî suretine bürünen şeytan da vardı. Müşriklere, "Benim arkam sıra Kinâne oğulları da size yardıma geliyor, artık sizi bu gün yenebilecek kimse yoktur" diyordu. [Allah (c.c.) burada:

"(Ey iman edenler) sakın, yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah'ın yolundan sapıttırmak için uğ­raşanlar gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır." (Enfal; 47) âyeti ile bundan sonraki âyetler gelir. Müşriklerin içeri­sinde olup îslâm olduklarını söyleyip Müşrikler tarafından zorla harbe getirilen bir gurup insan orada Muhammed (s.a.v.) ile arkadaşlarının sayısının azlığını görünce "yahu meğer bunları dinleri aldatmış" deyi­verip imandan döndüler. İşte Allah bunlar hakkında: (Enfal; 49)

Hani Münafıklarla, kalblerinde -iman- hastalığı bulunanlar; "bunları dinleri aldattı" diyorlardı. Kim Allah'a tevekkül ederse, -bilsinki- Allah kesinlikle izzet sahibi ve hakimdir" âyetini indirdi.

Hâkim b. Hizam kalkıp Utbe b. Rabî'a'mn yanma geldi ve ona: "Yaşadığın müddetçe Kureyşin lideri olmak ister misin?" dedi. Utbe "evet yapacağım, ne imiş bu?" dedi. Hakîm'de, "öyleyse insanlar ara­sında korumaya alacağım, İbnü'l Hadramî'nin kan bedelini karşı­layacağını ve Muhammed'in bu kervandan ele geçirebileceği şeyleri de ödeyeceğini ilan et. Çünkü bunlar Muhammed'den, bu kervan ve İbnü'l Hadramî'nin fidyesi dışında istedikleri birşey yok." dedi.

Bunu duyan Utbe, "Evet, evet, bunları yaptım gitti. Ne güzel söyle­din! Haydi sen kendi aşiretine git ve benim bunları ödeyeceğimi, söy­le" dedi. Hâkim'de kalkıp Kureyş eşrafı arasında bu sözleri yaymaya başladı.

Utbe, kendisine ait bir deveye bindi ve Müşrik safları arasında do­laşıp onlara: "Yâ Kavm, benim sözümü dinleyin de şu Muhammed'i bırakın. Eğer O yalancı ise, bırakın onu başka Araplar öldürüp, bu cürmü onlar üstlensin. Çünkü onlar arasında sizinle çok yakın akraba olan kimseler var. Hem Onu siz öldürecek olursanız, daima biriniz kardeşinin, oğlunun, yeğeninin yada amca oğlunun katili ile yüz yüze geleceksiniz. İşte bu durum kin ve öfke meydana getirecektir. Eğer bu adam Kıral ise, siz kardeşinizin mülkünde olmuş olursunuz. Eğer o, Peygamber ise, Peygamberi öldüremeyeceksiniz ve birde bu yüzden sövülüp sayılacaksınız. Hem kendinizden kaç kişi öldürülmüşse o kadarda onlardan adam öldürmeden onları yenemeyeceksiniz. Hem yenilginin onların olup, sizin yeneceğinize güvenim de yok. Siz beni dinleyin! Sizin Müslümanlardan, îbnü'l Hadramînin kan bedeli ile önce ele geçirdikleri kervanınızın geri verilmesi dışında bir isteğiniz yok. Bunları da ben ödemeye söz veriyorum," dedi.

Onun bu konuşması Ebû Cehl'i kıskandırdı ve Allah'a yemin ede­rek onun dediğini reddedip burada çarpışacağını söyledi. O zaman Müşriklerin lideri Utbe b. Rabî'a idi.

Ebû Cehil öldürülenin kardeşi olan İbnü'l Hadramiye geldi ve: "Şu Utbe'ye bak! İnsanları gevşetmeye uğraşıyor. Kardeşiyin kan bedelini ödeyeceğini söylüyor. Sen bunu kabul etmekten utanmıyacak-mısmız?" dedi.

Ardından Kureyş'lilere: "Utbe, kesinlikle sizin bu adama ve berabe-rindekilere yardım edeceğinizi anlamış durumda. Hem onlar arasında Utbe'nin oğlu ve amca çocukları var. Bu herif sizin salahınızı istemi­yor." diyerek Utbeye döndü ve: "Senin korkudan ciğerin şişmiş" deyip kadınlara   da  daha  önce   Müslümanların   öldürdüğü  Amr  b.   el-Hadrami'ye ağıt tutmalarını emretti. Kadınlar hep birden, "Vâh Amr, vâh Amr; diye bağırıp çağırarak insanları harbe kızıştırdılar.

Bir takım adamlar kalkıp, Kureyşe böyle bir şeyin ar ve utanç ola­cağını, rezillik ve rüsvaylık olduğunu öne sürdüler. Böylece Kureyş harbe katılma kararı alarak harp safı bağladı.

(Söylendiğine göre Nebî (s.a.v.) Utbe'ye bakarak, "Eğer şu kavmin içinde hayır varsa, o da şu kızıl devenin sahibindedir, eğer onu dinler­lerse kurtulurlar" buyurmuştu.)

Utbe, Ebû Cehl'in sözüne kızıp, "bu gün kimin ciğeri şişeceğini sende görecek ve hangi teklif doğruymuş o zaman anlayacaksın" dedi.

Kureyş, harp düzenini tamamlayınca Umeyr b. Vehb'e "Git de Muhammed ile ashabının kaç kişi olduğunu bir tahmin et de gel" dedi­ler. Umeyr atına binip Rasûlüllah ve ashabın etrafını dolaşıp geldi ve, "onların üç yüzden biraz fazla veya biraz az olduğunu sanıyorum. Sa­nırım yetmiş kadarda develeri var. Lakin beni biraz bekleyin de, onla­ra imdad geliyormu, yada gizli bir takviye güçleri varını? bakıp gele­yim," deyip onların etrafında dolaştı. Kureyşte onunla birlikte süvarilerini yolladılar. Bunlar Müslümanların etrafında dolaşıp geri geldiler ve "ne imdad geliyor nede gizli takviye gücü var. Onlar ke­silmiş deve yiyeceği, yenmiş sayılan yemekten ibaret bir gurup" dedi­ler.

Umeyr'e, "haydi Kureyş'in arasına dalda onları harbe kızıştır" dedi­ler. Umeyr saflara dalıp yüz tane atlı süvari getirdi.

Rasûlüllah (s.a.v.) yaslanmış ve ashabına; "Ben izin vermedikçe çarpışmayın" buyurdu. Sonra kendisini hafif bir uyku bürüdü. Ashab birbirine bakmaya başladı. Ebû Bekir (r.a.): "Yâ Rasûlellah! Kureyş iyice yaklaştı, nerdeyse bizi ele geçirecek" deyince Allah Rasûlü uyandı, Allah(cc) Ona Müşrikleri az göstermişti. Müslümanları da kâ­firlere az göstermişti. Hatta onlar Müslümanları yakalayıvereceği ka­naatine kapıldılar.

Eğer Ona onların sayısını çok gösterseydi, dağılıp harp konusunda ihtilafa düşeceklerdi. Nitekim Allah Kur'an'da bunu böyle açıklamıştı. Rasûlüllah ve ashabında sadece iki at vardı. Birisi Ebû Mersed eî-Ganevîye diğeri de Mikdâd b. Amr'a aitti.

Rasûlü Ekrem ashabının arasında durup: "bu gün şehid olana Al­lah'ın Cenneti vacib kıldığını" haber verip nasihat etti.

O sırada hamur yoğurmakta olan Umeyr b. Hümâm (r.a.) Rasûlüllah'ın sözünü duyunca ayağa kalktı ve: "Yâ Rasûlellah! Eğer şehid olursam bana Cennet var mı?" dedi. Nebî (s.a.v.); "evet" buyu-runca orada Allah düşmanlarına saldırıp şehid oldu. Harpte öldürülen ilk şehid o olmuştu.

Sonra Müşriklerden El-Esved b. Abdi'l Esed el~Mahzûmî, ilahla­rına yemin ederek mutlaka Muhammed'in yaptığı havuzdan su içip sonrada onu yıkacağını söyleyerek havuza doğru saldırdı. Havuza yaklaşınca Hz. Hamza (r.a.) onun önüne geçip kılıcı ile ayağına vurup kesti. Buna rağmen sürünerek kendini havuzun içine attı. Havuzun bir kenarı yıkıldı. Hamza (r.a.) atılıp onu orada öldürdü.

El-Esved öldürülünce, Utbe b. Rabî'a Ebû Cehil'in söylediği şeyleri hatırlayıp, cahiliyye hamiyeti ile devesinden inerek; "benimle ikili düello yapabilecek biri varmı?" diye bağırdı ve "vallahi Ebû Cehil şimdi hangimizin daha korkak ve daha alçak olduğunu anlayacak" dedi. Kardeşi Şeybe ile oğlu Velîd'de gelip ona katıldı. Onlarda, düel­lo etmek için adam istediler.

Onların isteğine Ensar'dan üç kişi ileri atıldı. Nebî (s.a.v.) Ensarlıların ortaya çıkmasından dolayı biraz utanır gibi oldu. Çünkü bu savaş Müslümanların kafirlerle ilk çarpişmasıydı. Allah Rasûlü de onlarla beraberdi. Peygamberimiz bu cesareti gösterenlerin kendi amcaoğullan (yani Muhacirler) olmasını arzu ediyordu. Bunun için onlara; "Siz safınıza dönün. Onlara karşı amcaoğulları kalksın" dedi. Bunun üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Hz. Ubeyde b. Haris b. el-Muttalib meydana çıktılar. Hamza Utbe ile, Ubeyde Şeybe ile, Ali'de Velîd ile düelloya girişti. Hamza hemen Utbe'yi kılıçtan geçirdi. Ubeyde Şeybeyi öldürdü, Ali de Velîd'i öldürdü. Şeybe bir kılıç dar­besiyle Ubeyde'nin ayağını kesmişti. Onu tehlikeli durumdan Hamza ile Ali kurtardı. Ubeyde Bedir'den dönüşte Safrâ'da öldü.

Bu hususta Utbe'nin kızı Hind şu şiirleri söyledi:

1- Ey gözlerim!, gözyaşlarımı pınar gibi cömertçe akıt, akıt hiç dö­nüp gelmeyecek olan, Hmdif lakablı "Leylâ binti Hulvan" in en ha­yırlılarına ağla.

2- Onu bir kuşluk zamanı, kendi kavmi olan Haşimoğulları ile Muttaliboğullari yardımlaşmaya çağırmıştı.

3- Ona önce kılıçlarının acısını tattırdılar, vurulduktan sonra da, ona tekrar tekrar yediriyorlar.

İşte Hind b. Âtike; "Eğer bir gün gücüm yeterse kesinlikle Hamza'nın ciğerim yiyeceğim" diye yemin etmişti. Bu üç kişi iki or­dunun çarpışmaya başlamasından önce öldürülmüşlerdi. Müslümanlar o gün harbin gelip çattığını görünce Allah'a yüksek sesle yalvararak  zafer dilediler. Allah Rasûlü ellerini Allah'a açarak Onun söz verdiği şeyin gerçekleşmesini ve zafer vermesini isteyerek:

"Allah'ım! Bu imanlı top­luluğa bunlar galib gelirse, şirk yayılıp, senin dinin ayakta kal­mayacaktır" diyordu. Ebû Bekir'de, "Yâ Rasûlellah! Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Allah sana kesinlikle zafer verecek ve yü­zünü ak çıkartacaktır" diyordu. Allah (c.c.) meleklerden bir orduyu düşmana karşı destek olarak yolladı. Allah Rasûlü de;

"Müjde ya Ebû Bekir! Allah zaferini indirdi. Zîra ben Cibril (a.s.)'i başını sarmış, sema ile yer yüzü arasında bir atı sü­rüp gelirken gördüm. Yere inince üzerine bindi. Sonra bana bir saat görünmedi. Sonra geri geldiğinde yan taraflarını tozlanmış olarak gördüm" buyurdu.

Ebû Cehilde, "Allah'ım! Şu iki dinden hangisi hayırlıysa ona yar­dım et. Allah'ım! Bizim dinimiz daha eski, Muhammed'in diniyse da­ha yeni" diyordu. Şeytan Melekleri görünce ökçesi üzerine geri dönüp kaçtı ve avanesine yardım sözünden de vazgeçti.

Allah (c.c.) Meleklerine vahyederek, kendi emrini bildirdi, kendi zatının onlarla olduğunu söyleyip, Allah Rasûlüne ve Mü'minlere yar­dım etmelerini emretti.

Allah Rasûlü (s.a.v.) bir avuç çakıl alıp onu müşriklerin yüzlerine fırlattı. Allah (c.c.) bu taşlara muazzam bir güç verdi ve Müşriklerden gözüne çakıl kaçmayan kimse kalmadı. Müslümanlar, onları Allah(cc) ve meleklerin yardımıyla öldürmeye başladı. Melekler onları öldürüp esir alıyordu. Müşrik gurublannın hepside yüzlerini ovuşturmakla meşgullerdi, gözlerindeki tozu nerede   çıkarıp onu iyileştireceklerini bilemiyorlardı.

Harb başlamadan önce Allah Rasûlü Müslümanlara, "Eğer galib gelecek olursanız, Abbas'ı, Akîl'i, Nevfel b. el-Haris'i ve Ebû'l Buhteri'yi diğerlerinin arasında bulunca öldürmeyeceksiniz" buyur­muştu.

Harb esnasında Rasülüllah (s.a.v.)'ın Öldürülmesini yasakladığı kimselerde diğer Müşriklerle beraber esir alınmış idi. Sadece Ebû'l-Bahteri hariç kaldı. Zîra o esir olmayı reddetmiş idi. Kendisine "eğer esir olmayı kabul ederse, Rasûlüllah'm kendisinin öldürülmesini ya­sakladığı" haber verildiysede o bunu reddetmişti.

Bir kısım alimler Ebû'l Buhteri'yi öldürenin Ebû'l-Yûsr olduğunu söylerken ekseri alimlerde bunu reddedip "Onu öldürenin el-Mücezzir olduğunu söylerler. Kimine görede Ebu Dâvûd el-Mazînî öldürmüş ve kılıcını soyup almıştı. Bu kılıcı, onun çocukları dinde iken, Ebûl-Bahteri'nin çocuklarından biri onlardan satın almıştır. Mücedler bu ko­nuda şu beyitleri söylüyor:

Buhteri'ye rastlarsan, ona yetim kalacakların haberini ver. Bir o kadarım da benim oğ­lumu müjdele.  ülmın bela olduğunu sanıyorum. Kargımı vurur ve ikiye biçerim. Sen Mücedlerin korktuğunu asla göremezsin.

Rivayete göre, Mücedlere beni esir alma diye yemin vermiş. O da "eğer esir olmayı kabul edersen Allah Rasûlü öldürülmeni yasakladı" demiş isede, Ebû'l Buhterî bunu reddedip kılıca sarılmış. Ensarh da ona saldırıp kılıcını iki gö'ksti arasına saplamış ve üzerine çullanıp öldürmüş.

Rasûlüllah (s.a.v.) harb sonrası ölülerin yanlarına gelip durmuş ve içlerinde Ebû Cehil olup olmadığını aramışsada onu bulamamıştı. Bu hal Peygamberin yüzünde bile belli oluyordu. Efendimiz;

"Allah'ım! Şu ümmetin fir'avununa karşı beni aciz bırakma" diye yalvardı. Bunun üzerine insanlar onu aramaya koyuldu.

İbni Mes'ûd Ebû Cehl'i yere serilmiş bir halde buldu. Onun olduğu yer ile harp meydanı arasında fazla bir mesafe yoktu. Ebû Cehil demir zırhlara bürünmüş, kılıcını bacağının altına koymuş, vücudunda yara bere görünmezsede, hiç bir organının da kıpırdamaya takati kalmamış, gözlerini yere dikmiş duruyordu.

Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) onu bu halde görünce, öldürmek için etra­fında dolandı. Ama onun kendine ansızın saldıracağından korkuyordu. Zîra Ebû Cehil demir zırh içinde idi. Ebû Cehli hareketsiz görünce, onun yaralandığım sanıp kılıcı ile vurmak istediysede, kılıcın demiri kesemeyeceği için bir faydası olmayacağı endişesine kapılıp, onun arka tarafından geldi. Onun kılıcının kabzesinden yakalayıp çekti.

O hâlâ musibete duçar olmuş bir vaziyetteydi. Abdullah, Ebû Cehl'in tolgasını arkaya bağlayan peçeyi kafasından çıkardı ve kılıçla boynuna vurdu. Başı Önüne düştü. O da Ebû Cehl'in üzerindeki harp malzemelerini aldı. Ebu Cehil'e bakınca, onda herhangi bir yaranın olmadığım, sadece boğazında, ellerinde ve omuzlarında değnek izi gibi bir morartı gördü. Nebî (s.a.v.)'ye gelip olayı anlattı. Nebî (s.a.v.) de:

"Bu Meleklerin sopa izi idi" buyurduktan sonra "Allah'ım! Bana verdiğin sözü gerçekleştirdin" dedi.

Kureyş mağlup ve bozguna uğramış halde Mekke'ye döndü. Onla­rın hezimet haberini Mekke'ye ilk ulaştıran, Hasan b. Gayiân'ın dedesi el-Haysûmân el-Ka'bî olmuştu. İnsanlar Ka'be'nin yanma toplanıp ona durumu ve gidenleri soruyorlardı. Ama Kureyş eşrafından kim soru­lursa, onun öldüğü haberini veriyordu.

O sırada bir gurub insanla Hıcr-i İsmail'de oturmakta olan Safvân b. Ümeyye: "Vallahi bu adamın hiçbir şeye aklı erdiği yok. Bunun kalbî korkudan uçmuş gitmiş. Bu herife birde beni sorun bakayım, sanıyorum benimde Öldüğümü söyleyecek" dedi. Onlarda Haysuman'a, "peki Safvân b. Ümeyye hakkında bir bilgin varını?" dediler. O da: "tabî, işte o şurada Hıcır'da oturuyor, ama ben onun babası Ümeyye b. Halefin öldürüldüğünü gördüm" dedi.

Sonra Kureyş'in hezimeti peşpeşe geldi. Allah (c.c.) Peygamberine ve Müslümanlara zafer nasib etmiş, Bedir hadisesiyle müşriklerin ve münafıkların kibirli boyunlarını zelil etmişti. Artık Medine'de Bedir vak'ası karşısında boynunu bükmeyen ne bir tek yahudî ve ne de mü­nafık kalmıştı.

İşte Bedir günü (Fürkan günü) ayırım günü olmuş, Allah şirk ile îmanın arasını o gün ayırmıştı.

Bu olaydan sonra Yahudiler: "Kesinlikle anladık ki, sıfatını Tevratta bulduğumuz Peygamber budur. Vallahi bu günden sonra harb için bir bayrak kaldırmaya görsün, kesinlikle galib gelecektir" dediler.

Mekke halkı ölüleri için her evde bir ay "yas" ilan ettiler. Kadınlar başlarındaki örtüleri parçalarlar, ölen bir adamın devesi veya atı getirilip kadınların arasında durdurulur, kadınlar da onun etrafında ağıt ya­karlar, sonra bunu bir örtüyle örterek, sokaklara çıkıp ağıt yakarlardı.

Müslümanlar1 in aldığı esirler arasında Ukbe b. Ebî Muayt dışında asılarak öldürülen olmamıştı. Onu'da Amr b. Avf oğullarının kardeşi olan Asım b. Ebî Sabit b. Ebî'l Eklah öldürmüştür. Ukbe onun kendine doğru geldiğini görünce Kureyşlilerden yardım dileyerek: "Ey Kureyşliler! Bunların arasında neden sadece ben öldürülüyorum?" dedi. Allah Rasûlü'de:

"Sen Allah'a ve Peygamberine olan düşmanlığın sebebiyle öldü­rüleceksin" buyurup, öldürüldü.

Sonra Allah Rasûlü Kureyş Müşriklerinin ölülerinin temizlenme emrini verdi. Onlarda oradaki bir kör kuyuya dolduruldular. Peygam­ber onlara la'net okuyup, ayakta durarak tek tek isimlerini söyleyerek onlara hitab etti. İçlerinde sadece Ümeyye b. Halef yoktu. Çünkü o çok şişman bir adam olup ölüsüde iyice şişmişti. Onu getirip aynı yere atmak istedilersede cesedi parçalaniverdi. Rasûlüllah (s.a.v.); "Onu olduğu yerde bırakın" buyurdu. Olduğu yere gömüldü. Peygamber (s.a.v.) onlara lanet ederek, "Rabbinizin size va'dettiği şeyi hak olarak bulabildiniz mi?" diye soruyordu.

Musa b. Ukbe, Nafı yolu ile Abdullah b. Ömer (r.a.)'in şöyle de­diğini anlatır:

- Ashab'dan bir kısmı, "Yâ Rasûlellah! Sen ölmüş olan insanlara da hitabmı ediyorsun?" deyince Nebî (s.a.v.): "Benim onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız" buyurdu.

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) "Seniyyetü'l Veda' " üzerinden Medine'ye döndü.

Bu konuda, daha sonra Kur'andaki Enfal Sûresi indi. Allah orada, Rasûlüllah'ın Bedre hareket etmesinden hoşnud olmadıkları halde, bu çıkışta Allah'ın kendilerine nasıl bir ni'met bahşettiğini hatırlatarak, şöyle buyuruyordu:

5- Nitekim, Mü'minlerden bir kısmı hoşlanmadıkları halde, Rabbin seni bir hak uğruna evinden çıkarmıştı.

6- Seninle hak hususunda -açıklanmış olduğu halde- sanki göre göre ölüme sevk ediliyorlarmış gibi mücadele ediyorlar.

7- Hani Allah, iki guruptan birini, sizin olacak diye va'dedi-yordu. Siz ise -harp bakımından- gücü olmayan (kervan) in sizin olmasını istiyordunuz, Allah ise kelimeleriyle Hakkı gerçekleştir­mek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyor.

8- Günahkârlar  istemesede  -Allah-  Hakkı  gerçekleştireceği Bâtıl'ida ibtal edeceği için -böyle irade etmiş- idi. (Enfal; 5, 6, 7, 8)

Sonra Musa b. Ukbe, bu sûreden Bedir harbi esnasında ve sonra i-nenleri -şöyle- anlatıyor:

Allah Peygamberinin ve Mü'minlerin duasını kabul ettiğini be­yanla:

9- Zaman Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz o da "ben peşpeşe bin melekle yardım ediyorum" diyerek duanızı kabul etmişti.   

10- Allah bunu sadece size bir müjde ve kalbleriniz tatmin olsun

diye böyle yaptı. Zafer yalnız Allah katından olur. Allah izzet ve hüküm sahibidir.

Allah bu gelecek iki âyeti, Kureyş'in yaklaşmakta olduğu haberi geldiği anda meydana gelebilecek moral bozukluğunu gidermek üzere, kendi katından bir rahmet olarak indirdiği uykuyu anlatarak şöyle bu­yurur:

 Hani size kendi katından bir emniyet olarak, size hafif bir uyku veriyor, gökten, kendisi ile te-mizlenebilmeniz ve şeytanın vesvesesini sizden kaldırması ve kalblerinizi sebata bağlaması ve ayaklarınızın -kumda- sağlam basması için üzerinize -hafif bir- yağmur yağdırıyordu.

Rabbin Meleklere, "kesinlikle ben sizinleyim, derhal Mü'minlere sebat verin. Yakında küfredenlerin kalbine korku atacağım, haydi vurun onların boyunlarına, vurun onların el ve ayak uçlarına" diye vahyetmişti.

Şu gelecek âyetle, ondan sonraki âyet, Allah bilir ya kâfirlerin kat­ledilmesi ve Rasûlüllah'ın yüzlerine attığı çakıl hususunda indi:

Onları siz Öldürmediniz, lâkin onları -esasen- Al­lah Öldürdü. Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı. Mü'minlere kendi katından güzel bir imtihanla onları mübtelâ et­mek için -böyle yaptı.- Allah işiten ve görendir.

18- İşte bu böyledir. Allah kesinlikle kâfîrlerin hilelerini gevşetendir.

Onların fetih istemeleri ve Mü'minlerin duası hakkında da şu âyet indi:

 Ey kâfir]er) Eğer zafer istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Eğer (küfrün galip gelme isteğinden) vazgeçer­seniz bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yine (eski küfrünüzde inatla Allah ordusu ile harbe) dönerseniz, bizde döneriz. Kalabalık olsa bile sizin gurubunuz size hiçbir şekilde fayda veremez. Ve Allah kesinlikle Mü'minlerle beraberdir." (Enfal; 19)

Sonra Allah (c.c.) Enfal Süresindeki şu yedi âyetini indirdi:

20- Ey iman edenler, Allah" ve Peygamber'ine itaat edin, durup duruyorken sakın ondan yüz çevirmeyin

21- Duymadıkları halde "duyduk" diyenler gibi de olmayın.

22- Hayvanatın Allah katında e. şerlisi, kesinlikle aklını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.

23- Eğer Allah onlarda bi hayır olacağını bilseydi elbette onlara (da) duyururdu. (Hakkı Onlara duyursa bile, onlar (daima haktan) yüz çevirenler olara! yine döner giderlerdi.

24- Ey îman edenler! Sîzi Hayata ereceğiniz bir şeye davet e-dince, Allah ve Rasûlüne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kesinlikle kişi ile kalbi arasına girer. Ve sizler mutlaka Ona haşrolunacaksınız.

25- Sizden sadece zulmedenlere isabet etme(yip herkese isabet eyle)yen bir fitneden korkun! Bilinki Allah azabı şiddetli olandır.

26- Hatırlayınki, o vakit siz pek az olarak yeryüzünde zayıflar idiniz, İnsanların sizi kapmasından korkuyordunuz da, Allah sizi barındırdı, yardımıyla güçlendirdi ve size en temiz şeylerden rızıklar verdi, Tâki şükredesiniz.

Allah Bedir'de bulundukları yer hakkında da şu âyeti indirdi:

42- 0 zaman giz vadinin (Medine'ye) yakın bir tarafında, onlarda uzak tarafında, kervan da da­ha aşağınızda idi. Sözleşmiş olsaydınız (böyle bir araya gelemez) kesinlikle buluşma yeri hakkında ihtilaf ederdiniz. Lâkin işlemesi gerçekleşmiş bir emri icra etmek için. (böyle yaptı), Böylece helak olan kimse bir delille helak olsun, diri kalanda bir delil ile sağ kal­sın. Allah şüphesiz işiten ve bilendir.

Hani Allah onları sana rüyanda az gösteriyordu. Eğer onları sana çok gösterseydi. Elbette darmadağın olacaktınız ve iş hakkında ihtilaf edecektiniz. Lakin Allah size selâmet verdi(de kurtuldunuz.) Çün­kü Allah göğüslerde bulunanı bilendir.

Onların muzzam saydıkları konuda da, Allah şunu indirdi;

45- Ey îman edenier! Bir müfrezeye denk gelince sebat edin. Allah'ı açıkça zikredin ki, fe­lah ümidiniz olsun.

46- Allah'a ve Rasûlüne itaat edin, sakın çekişmeyin, sonra darmadağın olup rüzgârınız (heybetiniz) gider. Sabredin! Şüphesiz Allah sabreden­lerledir.

47- Sakın!, çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak ve Allah'ın yolundan insanları menederek yurtlarından çıkanlar gibi olmayın. Allah onların yap­tıklarını kuşatmıştır.

48- O vakit şeytan, onların amellerini süsleyip (kendilerine güzel göstermiş) ve; "bugün insanlardan sizi yenebilecek kimse yoktur. Bende sizin destekçinizim" demişti. İki ordu, karşı karşıya gelip birbirine görününce, gerisin geriye ka­çıp, "ben sizlerden uzağım. Zîra ben sizin görmediklerinizi görü­yorum. Ben Allah'tan korkarım" deyiverdi. Allah'ın cezası çok çetindir. Allah Yarım imanlıların, -kâfirlerin çokluğunu görünce-dönekliğini de haber verdi.

 49- O zaman müna­fıklarla, kalblerinde maraz bulunanlar "şu Müslümanları dinleri yanılttı" dediler. Kim Allah'a tevekkül ederse Allah kesinlikle aziz ve hakîm'dir.

Allah Müşriklerin öldürülmesi hususunda şu dokuz âyeti indirdi.

50-  Melekleri,  gözle­rine ve yanlarına vura vura, kâfirleri öldürürken bir göreydin!

51- Bu (ceza) sizin kendi ellerinizle ön­ceden gönderdiğiniz azabdır. Ve Allah kesinlikle kullarına zul-medici değildir.

52- Tıpkı Fir'avn ailesi ve ondan öncekilerin halleri gibi. Allah'ın âyetleri sebebiyle kâfir oldular da, Allah onları günahları sebebiyle kıskıvrak yaka­lamıştır. Zîra Allah en büyük kuvvet sahibi ve cezası pek yaman olandır.

53- işte bu şudur: Allah kesinlikle bir kavme ihsan ettiği ni'nıeti değiştirecek değildir. Şüphesiz Allah gerçekten işiten ve bilendir.

54- Tıpkı Fir'avn hanedanı ve onlardan evvelkiler gibi. Hani onlar Rablerinin âyetlerini yalanladılar, bizde onları günahları yüzünden helak ettik, Fir'avn hanedanını da suda boğduk. Hepsi zalimlerdi.

55- Ajiah katında hayvanların en şerlisi, şüphesiz kâfir olanlardır. Onlar îman etmezler.

56- Onlar kendilerinden ahit al­dığın kimselerdir. Sonra onlar her defasında âhiretlerini bozarlar; onlar sakınmayanlardır.

57- Ama bunları harbde yakala­yacak olursan, bunlarla, onların arkasında olan kimseleri ürküt. Olaki ibret alırlar.

58- Ama bir kavmin hainlik yapacağından korkarsan (anlaş­manı iki taraf arasında) eşit olarak onlara (geri) at. Allah hainleri sevmez.

Allah bu âyetlerde de Mü'minlerden bazılarının esir alma olayından pişmanlık duymalarını ayıplayarak şöyle buyurur:

67- Hiç bir Peygamberin, yeryüzünde (küfre) ağır basmadıkça esirler edinmesi (diye birşey) olmamıştır. Siz dünyanın geçici malını isti­yordunuz. Allah ise âhireti istiyor. Allah aziz ve hakîm'dir.

Sonra Allah (c.c), daha önceleri diğer ümmetlere haram olan harp ganimetini, peygamberin nefsine ve Mü'minlere helâl kıldı. Allah bilir bu mevzuda Peygamber (s.a.v.)'in,

"Ganimet bizden önce kimseye helal değildi. Allah onu bize helâl kıldı" buyurduğu nakledilir.[124] Ga­nimetin helâl edilmesi hususunda Allah (c.c.) şu âyetleri indirdi:

68- Eğer Allah'tan, (af konu­sunda ezelde) bir kitab geçmemiş olsaydı, aldığınız (fidye) sebe­biyle büyük bir azab size dokunacaktı.

69- İmdi ganimet olarak aldıkla­rınızdan helâl ve temiz olarak yiyin ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah ğafûr ve rahîm'dir.

Esirlerden bir kısmı, "Yâ Rasûlellah! Bizler daha önceden îman etmiş kimselerdik. Ancak biz buraya zorla getirildik. Bizden serbest kalmamız için şimdi niye fidye isteniyor?" dedi de Allah(cc) o zaman;

70- Ey Nebî! Elinizde bulunan esirlere: "Eğer Allah kalbinizde bir hayır olduğunu bilirse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah Ğafûr ve Rahîm'dir.

Ben (Zehebi), Musa b. Ukbe'nin bu rivayetinden daha önceki bahis­lerde parça parça sahih hadislerde geçen şeyleri burada tekrar etme­yip kısalttım ve önde geçenlerle yetindim.[125]

Bu hadiseyi Musa b, Ukbe'nin naklettiğine yakın bir ifade ile İbni Lehî'a'da Esved kanalıyla Urve'den nakleder: Orada buradakine nisbetle az bir ilave vardır.[126] Ebû Dâvûd el-Mazinî, Ebû'l Bahterî'nin öl­dürülmesi konusuna hiç temas etmemektedir.[127]




[120] Mûsâ b. Ukbe ve Meğazî'sine dair, birinci cildin mukaddimesinde izahımız geçmişti.

[121] Beyhakî Deİâil 3/101.

[122] Parantez arasını Zehebİ atlamış biz bu kısmı Heyhakî'nin rivayetinden terceme ettik.

[123] Cılga, öz Türkçe bir kelime olap hâlâ Toroslarda canlı olarak kullanılır. Dağlarda esas yol olmayıp, yabanî hayvanların geçmesiyle veya avcıların belirlemesiyle ancak tek kişinin geçebileceği "dar yol" demektir.

[124] Suyuti bunu Dürru'l Mensûr'unda nakleder 3/204. Ancak hadisin aynına yakın ifadesi Müs­lim Cihad h. no 32'de; Müsned 2/318'de; Tirmizî 3085'te; İbni Hibban 1668 (Mevarid no) de Beyhakî Ş. Kübra 6/290'da ve İbni Abdi'l Beıfin Temhidinde 6/457 geçer.

[125] Biz bütünlüğü bozmamak için Beyhakî'nin Delâii'inden bu rivayetin tamamını verdim. M. Can. Bu rivayet için bak. Beyhakî Delâil 3/101, 119; Urve Meğazî sayfa 135, 145.

[126] Urve Meğazî 146; Beyh. Delâil 3/120.

[127] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/95-124




Konu Başlığı: Ynt: Musa B. Ukbe ye göre Bedir savaşı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 04 Aralık 2021, 14:00:03
Esselamü aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Musa B. Ukbe ye göre Bedir savaşı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 06 Aralık 2021, 03:10:53
Aleyküm Selam. Bu bilgileri bizlerle paylaştığınız için Allah sizlerden razı olsun kardeşim
Vesileniz ile bir çok bilgiler ediniyoruz elhamdülillâh