๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 14 Nisan 2011, 14:00:20



Konu Başlığı: Kadisiye savaşının sebebi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 14 Nisan 2011, 14:00:20
Kadisiye Savaşının Sebebi[455]


Medayin ve diğer savaşlarda yenilen İranlılar baş komutanları Rüstem ile Fîruzân'a "sizinle yola mı gidilir? Hâla ikinizin arasında devam eden çekişme yüzünden İran halkını gevşettiniz ve düşmanları iştahlandırdmız. Hâla İranlıları bir araya getirme fikri aklınıza gelmi­yor. Onları tehlikeye atıyorsunuz. Bağdad, Sâbât ve Tikrit'ten sonra sadece Medain kaldı. Vallahi ya birleşeceksiniz ya da bize şamatacılar bir şey demeden biz size yapacağımızı yapacağız" dedi.

Muhammed b. Abdillah, Talha el-Hanefı ve Ziyad el-Ahmevî şöyle anlatıyorlar:

-Firuzan ile Rüstem, Kisra'nın kızı Boran'a "Sen bizim için Kisra'nm hanımlarına, cariyelerine ve Kisra oğullarının hanım ve ca­riyelerine bir mektup yaz da yolla" dediler. O da öyle yaptı, ve bunu yazılı olarak onlara verdi. Rüstem'le Firuzan da onlara davet çıkardı­lar. Eline mektup ulaşıp da, Kisra'nın kızının yanına gelmeyen hiçbir kadın olmadı. Onlar da bunları yakalattırıp esir aldılar. Onlara Kisra'nın bu kadınlardan oğlu doğduysa onu göstermeye yardımcı ol­sunlar diye işkence ettilerse de bunların hiçbirinden Kisra'dan oğul olmadığı anlaşıldı. Sadece içlerinden biri: "Kisra'nın oğlu Şehriyar'ın çocuklarından adı Yezdecürd olarak söylenen çocuktan başka kimse kalmadı. Anası da Badurya halkından biri" dedi. Hemen o kadına adam salıp getirttiler. Bu kadın Şiri'nin zamanında onları Beyaz sa­rayda topladığı zaman Kisra'nın oğluyla yatıp gebe kalmıştı.

O, o zaman bütün erkekleri Öldürmüştü. Kadın da çocuğunun dayı­larından söz alıp sonra onu bir sepet içinde saklanmış olduğunu söy­ledi. Onlar çocuk hakkında daha açık bilgi isteyip kadına çocuk için işkence ettiler. O da yerini tarif etti. Onlar birilerini gönderip çocuğu getirttiler ve henüz yirmi bir yaşında bulunan bu çocuğu kendilerine kral seçtiler. Böylece onun etrafında birleşip İran kargaşalığı atlattı. Emirler ve komutanlar ona itaat ve yardımda adeta yarışa girdiler. Yezdecürd de Kisra'ya ait bütün silahlı gruplara belirli adlar verdi. Hıyre ordusu, Enbar ordusu, Mesalih ordusu, El-Übülle ordusu adını verdi.

İranlıların Yezdecürd etrafında birleşmeleri ve silahlanmaları Müsenna ve müslümanlar tarafından duyuldu. Gözleri önündeki bu kimselerden ne beklediklerini Ömer (r.a.)'a bir mektupla bildirdiler. Mektup, daha Ömer'e ulaşmadan, Irak'ın nehir boyu köylerinden, kendine can güvenliği belgesi verilen ve verilmeyen bir çok kişi din­den döndü. Müsennâ da koruma birliğini alıp Zû Kâr denen yere geldi. Ordunun diğer kısmında et-Tâfta tek bir ordugâhta konakladı. O sı­rada Hz. Ömer'in mektubu onlara ulaştı. İçinde şöyle diyordu.

-Acemlerin arşından çıkın ve onlarla hududunuz boyundaki su baş­larına grup grup dağılın. Rabia ve Mudar kabilesi ve anlaşmalılarından eli silahlı herkesi, süvarileri çağırın. Eğer gönülleriyle gelirlerse ge­lirler, yoksa zorla getirin. Acemler işi ciddiye aldığı için arapları cid­diyete inandırın.

Yezdecürd'ün kral oluşu haberi ulaşınca Hz. Ömer'in ilk işi ordu­lara ve kabilelere mektup yazıp uyarmak olmuştu. Bu hadise hicrî on üçüncü senenin Zil-Hicce ayında idi. Ömer haccetmek üzere Mekke'ye doğru yola çıkmış bulunuyordu. Mektubunda "Silahı, atı ya da yüreği veya görüşü olanları derhal seçin ve bana yollayın. Çok acele edin." diyordu. Hz. Ömer'in elçileri, o hacca giderken gönderil­dikleri kimselere gitmiş ve Hz. Ömer'in hac yolu üzerinde bulunan kabile halkları hemen gelip katılmışlardı. Ama Medine-lrak yolu ya­rılandığı yerde bulunanlar Hz. Ömer'e hac dönüşü Medine'de katıldı­lar. Daha ötede olanlar ise doğrudan varıp Müsenna'nm ordusuna ka­tıldı. Ömer'in yanına gelenler ise harbe teşvik hadisesini haber verdi­ler.

On dördüncü yılın başında Hz. Ömer bu orduya hazırlayıp onlarla Irak'a hareket etmek istediyse de ashabı kiramın ileri gelenleri Hz. Ömer'in Medine'de kalmasını, yerine ashabdan birinin gitmesini uy­gun buldular. Hz. Ömer insanları mescitte toplayıp ayağa kalktı ve:

-Allah İslâmın etrafında ona layık ehlini topladı. Kalpleri birleştirip onları İslâmda kardeş yaptı. Müslümanlar artık kendi aralarında tıpkı bir vücuda benzediği için onların birine değen acı ötekine de ulaştı. Ve artık müslümanlara idare işlerinde kendi aralarında, bilhassa bunların görüş bildirebilenleri arasında danışma ile olması yakışıyor. İnsanların gerisi bu işi üstlenen kişiye "ondan razı olup, onda ittifak ettikleri sü­rece" tabiidirler. Bu idareyi üstlenen de onların görüş sahibi zeki in­sanlarına tabidir. Bunlar halife için görüş açıklar ve kendileri için harp vesaire hususunda ona razı olurlarsa onlar da ona tabi olur.

Ey insanlar! Ben de sizden biriyim, ama sizin danışma meclisiniz benim sefere gitmeme engel olup birini yollama karan aldı. Ben de bu ordu için göndereceğim ve geri bırakacağım kimseleri getirdim, dedi.

O zaman Hz. Ali (r.a.) onun adma Medine valisi Talha (r.a.) da, EI-A'vas'taki öncü kuvvetlerin komutanı idi.

Hz. Sa'd Medine'den Irak'a dört bin kişiyle hareket etti. Hz. Ömer ordugaha geldi. Hepsini Irak'a yollamak istedi ise de büyük bir kısmı Şam'a cihada gitmek için direndi. Hz. Ömer de iki binini Şam'a, iki binini de Irak'a yolladı.

Hz. Ömer orduyu Sırar'dan El-A'vas'ta bulunan Talha'nın yanına uğurlarken şu konuşmayı yaptı:

-"Allah sizlere örnekler vermiş ve sözünü açıklamıştır ki, böylece onların kalblerini diriltsin. Zira kalb, Allah onu diriltinceye kadar gö­ğüs kafesinde ölüdür. Bir şey bilen bildiğinden yararlansın. Adaletin belirtileri ve bildirenleri vardır. Belirtisi haya, cömertlik, vakar ve yumuşaklıktır. Adaletin sahibi üzerindeki bildireni ise merhamettir. Allah (c.c.) her şeye bir kapı, her kapıya da bir anahtar hazırladı. Adalet kapısı, itibar (değerleri göz önüne alıp mukayese etmek)dir. Onun anahtarı zühd'dür. Buradaki itibar edilecek olan şey ölüleri gö­rüp hatırlamakla ölümü hatırdan çıkarmamak, ölmeden önce amel ederek ona hazırlanmaktır. Zühd ise, hakkı zorla alanın elinden kim olursa olsun almak ve her hak sahibine hakkı vermektir. Bu hususta kimseye gevşek davranılamaz. İhtiyacın yeterli olanıyla yetinin. Zira yeterli olana kanaat etmeyenin gözünü hiçbir şey doyuramaz. Şimdi Allah ile aranızda halifeniz olarak ben varım, ama benimle onun ara­sında kimse yok. Allah, kendi adına yapılan istekleri yerine getirmeyi bana yüklemiştir. Artık şikayetlerinizi bize ulaştırın. Bize ulaşamayan olursa o da bize ulaştıran birine söylesin."

Böyle söyleyip gidecekleri yerde yapmaları gereken bazı tavsiye­lerde bulundu. Bu arada Muaviye b. Hudeyc ve Husayn b. Nümeyr ile dört yüz kişilik es-Sekûn kabilesi geldi. Hz. Ömer önlerine geçti, baktı ki aralarında simsiyah düz saçlı bir genç var. Onu görünce yönünü onlardan Öte çevirdi, tekrar bakıp yine öte tarafa çevirdi. Baktı, tekrar çevirince, kendisine "Bunlarla senin aranda ne var?" denildi. Hz. Ömer (r.a.) "Ben bunlar hakkında tereddütlüyüm. Arap milletleri içinde yanıma gelenler arasında bunlardan daha fazla ikrah ettiğim başka bir kabile olmadı." dedi. Sonra onlara yol verdi.

Ama sonra bile bunlar hakkındaki hoşnutsuzluğunu söyledi durdu. İnsanlar ona hayret ettiler. Bu adamlar arasında Sevdan b. Humrân diye biri vardı ki, daha sonra Hz. Osman'ı öldürmüştü. Halid b. Mülcem diye biri vardı ki Hz. Ali'yi öldüren de o oldu. Onlardan Muaviye b. Hudeyc denileni de Hz. Osman'ı öldürenleri öldürmek için çete kurup onları öldürdü. Onların bir kısmı Hz. Osman'ı öldü­renleri bulmak için diyar diyar dolaştı.

Sa'd hareket ettikten sonra Hz. Ömer iki bin kişi daha yolladı. Sa'd da varıp Zerûd'da konakladı. Askerlerini su başlarına dağıttı ve kışı orada geçirdi. Daha ilerde de Müsenna'nın kuvvetleri bulunuyordu.

Yemen ve diğer kabilelerin gelmesiyle kadisiye civarında otuz bin müslüman askeri toplandı. Kabilelerin başlarında kendi liderleri vardı.

Hz. Ömer bu savaş hakkında "Vallahi Acem liderlerini Arap lider­leriyle öyle bir çarpıştıracağım ki, ne reislik, ne şereflilik, ne hatiplik ne şairlik kalacak" deyip onlara karşı insanların ileri gelenlerini ve en iyilerini meydana sürmüştür.

Hz. Ömer'in tavsiyesi ile orduyu gruplara bölüklere ayırdı. Onların başlarına emirler atayıp onları Muğire b. Şu'be komutasındaki ordu­nun yanma yolladı. Muğire onları Şeraf denen yerde hazırlığa başlattı. Sancak grubunun başına ilk müslümanlardan birini, hazırlık kıtalarına Zühre b. Abdullah b. Katade'yi, sağ kanada Abdullah b. El-Mu'temm'i, sol kanada Şurahbil b. Es-Sımt'i, kendi yardımcılığına Halid b. Urfuta'yı, Asım b. Amr'ı hareket güçlerine, gözcülerin başına Sevad b. Malik'i, silahsızların başına Selman b. Rabia'yı, Piyadelere

Hamal b. Malik'i, bineklere Abdullah b. Zu's-Sehmeyn'i tayin etti. Sonra hangi grubun peş peşe olacağını düzenledi. Bu arada müslümanlara mürted kabilelerden de yardıma gelenler olmuştu. Ömer (r.a.) bunların hiç birine komuta vazifesi vermedi.

Onar kişilik gruplara da manga başlan tayin etti. Bunların yetmiş küsürü Bedir harbine katılan ashabdan, üç yüz on küsuru Peygambe­rimizin ashabından, üç yüzü Mekke fethine katılanlardan, yedi yüzü de ashabın çocuklarındandı.

Hz.. Ömer Sa'd'a birkaç defa mektup yazıp bilgi aldı ve onlara tav­siyelerde bulundu. Hz. Sa'd bu tavsiyeler gereği orduyu ağır ağır Kadisiye mevkiine getirip yerleştirdi. Geceleyin Bükeyr b. Abdillah'ın emrine bir grup verip seriyyeye yolladı. Onlardan esirler ve ganimetler alarak geldi.

Sa'd {r.a.), Asım b. Amr'ı da el-Furat'tan aşağıdaki yerlere gön­derdi. O orada sığır sürüsü arıyordu. Gizlenmeye çalışan birini buldu­lar. Adam, burada sığır falan yok, diye yemin etti. Ama hayvanın biri onu yalanlarcasına böğürüp yerini söylemiş oldu. O da sığırları alıp getirdi ve askere bölüştürdü.

Sa'd, Hıyre ile Salûba şehirlerine de casus yollayıp vaziyeti öğreni­yordu. Bir de Sa'd'm casusu gelip Kisranın, Rüstem b. Ferrahzâd de­nen Ermeni asıllı İranlı cengaveri baş komutan yaptığını haber verdi. Sa'd, Hz. Ömer'e durumu yazdı. Hz. Ömer de yazdığı cevabında, bundan çekinmemesi gerektiğini Allah'a güvenip ondan yardım dile­mesini ve Rüstem'e elçi yollayıp dine davet etmesini tavsiye etti. Sonra Rüstem'in orduyla gelip Sabat'ta karargah kurduğunu duydu. Sa'd ordusunu getirip Kadisiye'ye karargah kurdu.

Müşrikler müslümanları pek az görünce "sizin ne gücünüz, ne de silahınız var. Siz niye geldiniz? Dönün evinize" diye alay ettiler. Bizim geri gitmeyeceğimizi anlayınca "Bize akıllı bir adam gönderin de sizin ne istediğinizi açıklasın" dediler. Muğira (r.a.) "ben" deyip kar­şıya geçti ve Rüstem'le aynı koltuğa oturdu. Rüstem "ne sebeble gel­diniz?" dedi. Muğira (r.a.) da: Biz şer içinde yaşayan sapık bir toplum idik. Allah içimizden bir Peygamber gönderip onunla bize doğru yolu gösterdi, bizi onun eliyle rızıklandırdı.

Bizim rızıklandığımız bu danelerin şu toprakta yetiştiği iddia edili­yor. Bu danelerdeiı çoluk çocuğumuza yedirince onlar: Biz böylesine sabredenleyiz., haydin bizi oraya götürün de biz de ondan yiyelim" dedi. Rüstem "o takdirde sizi öldüreceğiz" deyince Muğira "o zaman gireriz, biz sizi öldürürsek ateşe girersiniz ya bunlar yahut Cizye ve­rirsiniz." dedi. Cizye lafını duyunca öküz gibi bağırdı, aramızda sulh yok!" dediler. Muğira, "Siz bizim tarafa mı geçeceksiniz?" deyince, Rüstem: "Biz sizin tarafa geçeceğiz" dedi. Müslümanlar da onlar ge­çene kadar bekledi. Sonra üzerlerine saldırıp bozguna uğrattılar. Kaça­rak Sarrafa geldiler, oradan Medain'e doğru dağıldılar. Müslümanlar onların silah depolarını da ele geçirdi. Müşrikler orada da bozulunca Dicle nehri kıyısına kadar kaçıp nehri geçtiler. Kimi Kelûza'ya, kimi Medayin'den aşağıdaki yerlere geldiler.

Amr b. Muhammed, Şa'bî ve Talha yolu ile Muğira (r.a.)'dan nak­lediyor: Müslümanlar ordugahtan çıkıp Yezdecürd ile görüşmek üzere Medain'e gelip, Yezdecürd'ün kapısına ulaştılar ve izin istediler. Yezdecürd ileri gelen adamlarıyla istişare edip onları kabul etti.

Müslümanların bu halini gören İranlılar şaşkınlıkla onlara bakıyor­lardı. Yezdecürd onlara oturmalarını söyleyip tercümanını getirtti ve müslümanları alaya alan lakırdılar etti. Yezdecürd ahlaksız bir kral idi.

Sonra Yezdecürd tercüman aracılığıyla: "Sizi buraya getiren sebep ne, bizimle harbe kalkmanız, ülkemizin içine kadar gelmeniz ne için?

Yoksa bizim, sizinle ilgilenmeyip kendi işlerimizle uğraşmamız sizi bize karşı cesaretlendirdi mi?" deyince, Nu'man b. Mukarrin: "'Allah bize acıyıp, bize hayrı gösterip, hayır işlemeyi emreden, şerri belletip ondan bizi men eden, kendi davetine katılmayı kabul edenlere dünya ve ahiretin en iyi yönlerinin bizim olacağını bize söz veren bir Pey­gamber yolladı. Bunun üzerine bütün arap kabileleri ikiye ayrılıp bir kışımı ona yaklaşırken-bir kısmı ondan uzaklaştı.

Daha sonra gönüllü gönülsüz herkes ona katıldı. Daha sonra biz, onun getirip bize tebliğ ettiği gerçeklerin, bizim bizzat yaşamakta ol­duğumuz düşmanlığa (ve tazyiğe dayalı) dar hayattan çok üstün oldu­ğunu hepimiz anladık. Sonra o Peygamber bize: "bize en yakın olan ümmetlere tebliğe başlamamızı emretti de biz de onları insafa çağır­maya başladık. Şimdi biz sizi bizim dinimize davet ediyoruz. Bu öyle bir dindir ki, güzele güzel, çirkine de çirkin der. Eğer bunu kabul et­mezseniz sizi cizye vermeye çağırıyoruz. Onu da kabul etmezseniz aramızda harp olacaktır. Eğer dinimize girmeyi kabul ederseniz biz size Allah'ın kitabını bırakıp onunla hükmetmek üzere size birini bı­rakıp geri döneceğiz. Yok cizyeye razı iseniz, ki bu kötü olanın hafif olanıdır, biz onu kabul eder sizi de kendi azınlığımız olarak kabul eder ve koruruz. O da olmuyorsa sizinle savaşacağız." dedi. Bunu dinleyen Yezdecürd söze başlayıp şöyle dedi:

-Ben yeryüzünde sizden daha bedbaht, sayıca daha az, kendi arala­rındaki geçimde sizden daha kötü bir millet tanımıyorum. Biz eskiden beri sizin idari işlerinizi tanzim etmek için Hire civarındaki köylülere havale ederdik, onlar bize yettiği için İranlılar size saldırma, siz de onlara baş kaldırmaya tamah etmezdiniz. Eğer şimdi size bir miktar kuvvet gelip katılmış ise, sakın bu sizi bize karşı gelmeye kalkıştırma­sın. Yok bu değil de sizi bu duruma yoksulluk getirdi ise, sizin durunıunuz düzelip, bolluğa ulaşıncaya kadar size yiyecek ayarlayalım, ileri gelenlerinize ikramda bulunup giyeceğinizi tedarik edelim ve ba­şınıza size yumuşak davranacak bir de kral koyalım.

Bunun üzerine Muğira b. Zürâra b. En-nebbâş el-Esedî kalkıp:

-Ey Kral! Şu karşında duran kimseler, arapların eşrafı ve ileri ge­lenleridir. Onlar eşraftan haya eden bir eşraftır. Eşrafa ancak gerçek eşraf olanlar ikram eder, eşrafın hakkının kıymetini eşraf bilir. Eşrafı, eşraf ulular. Ben sana söyleyeyim sen cevab ver, onlar da buna şahit olsun. Demin sen bizi birtakım sıfatlarla andın ama biz onu bilmiyor­duk. Ama bahsettiğin vaziyetimizin kötülüğü ise -dediğinden- daha da beterdi. Açlığımız ise açlığa benzemezdi. Biz kokarca böceği, bok bö­ceği, akrep ve yılanı bile yerdik, bunları yiyecek sayardık. Toprak evimiz sayılırdı. Deve tüyü ve koyun yünü giyeceğimizdi. Birbirimizi öldürmek, birbirimizi soyup yağmalamak adeta dinimiz olmuştu. Du­rum öylesine kötüye gitmişti ki, içimizde yiyeceğimize ortak olacak korkusuyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bile vardı.

İşte halimiz daha önce sana anlattığım gibiydi. Sonra Allah bize so­yunu sopunu bildiğimiz, hasepçe en iyimiz, yerce en hayırlımız, evi -misafirce- en geniş, kabilesi kabilelerimizin en iyisi, kendisi öncede hal ve vaziyeti içimizde en iyi olan, en doğru sözlümüz, en yumuşak huylumuz olan birini Peygamber olarak gönderdi. O bizi bir dine da­vet etti.. Ona ilk katılan, ondan sonra da ilk halife olan zat oldu. O bir şey söyledi biz başka şey... o tasdik ederken biz yalanladık, o artırır­ken biz eksilttik. Sonra Allah kalblerimizi yumuşattı da ona uyduk. Böylece Allah'la aramızda elçi olmuş" Onun dediği Allah'ın sözü, emrettiği Allah'ın emri idi.

O Peygamber bize: Rabbiniz,

"Ben tek olarak Allah'ım, ortağım yoktur. Hiçbir şey yok iken ben vardım. Benden başka herşey yok olacaktır. Her şeyi yaratan benim, herşey bana dönecektir. Rahmetim kesinlikle size yetişe­cektir. Ölümden sonra benim azabımdan sizi kurtarmam için, koyduğum yolu size gösterip, selam diyarına sizleri konuk etmem için şu zatı size Peygamber olarak yolladım" buyuruyor, dedi. Biz de onun hak katından hakkı getirdiğine şahitlik ettik. Rabbimizin yine "İşte bu söz üzerine kim size tâbi olacak olursa sizin lehinize olan onun da lehine, sizin aleyhinize olan onun da aleyhine olur. Kim bunu kabul etmezse ona cizye teklif edin, kabul ederlerse onları da, kendinizi koruduğunuz şeylerle korumanız altına alın. Bunu da kabul etmezlerse onlarla savaşın, aranızda hakem benim, siz­den öldürüleni cennetime koyacağım. Sizden geri kalana da ken­dilerine karşı düşmanlık edenlere zafer nasib edeceğim" buyuruyor diye haber verdi. Sonra Muğire:

-îşte şimdi sen ister hor ve hakir biri olarak cizye vermeyi seç, di­lersen kılıcı ya da müslüman olup canını kurtarmayı seç, dedi.

Yezdecürd öfkelenip: "Sen bana bu tür bir cevapla mı karşılık veri­yorsun!" deyince Muğira, "Ben yalnız bana konuşan insana karşılık veriyorum, bana senden başka biri konuşmuş olsaydı bile ben yine onunla sana mukabelede bulunmazdım." dedi. Yezdecürd de:

-Eğer "elçileri öldürülemez" düsturu olmasaydı sizi kesin öldürür­düm, ben de sizin isteklerinize verecek hiçbir şey yok, deyip bir çuval toprak getirtti ve: "Bunu, bunların önderi kimse, onun sırtına yükleyin ve Medain kapısından çıkıncaya kadar götürün." diye emir verip Muğira ve arkadaşlarına da: "Haydi baş komutanınızın yanına dönün ve ona bildirin ki, ben yakında size karşı Rüstem'i göndereceğim sizi Kadisiye hendeğine gömmeden, daha evvel Şâpur şahın size yaptığı zulümden daha şiddetli şekilde sizi ve ülkenizi çiğnemeden geri dönmeyecektır.   dedi.

Sonra önderiniz kim?" dedi. Asım b. Amr kalkıp: "Onların eşrafı benim." deyip toprağı yüklendi. Eyvandan çıkıp bineğine gelip onun üzerine yükleyip yola koyuldular. Ve Sa'd (r.a.)'m yanma gelirken in­sanlar etrafını sardı, onlara: "Komutana müjde verin inşaallah zafer bizim!" deyip toprağı bir yere koyup Sa'd'ın huzuruna girdi ve müj­deyi "Ya Sa'd, Allah onların toprağını bize verdi!" diyerek o toprak vermeyi hayra yorumlayarak verdi. Müslümanlar Sa'd'm etrafında hergün artarak toplanıp güçleniyordu.

Yezdecürd'ün toprak getirtip müslümanlara vermesi, onların kabulü ve krala karşı cür'etli tavırları kralın yanında bulunan ayan heyetine pek ağır geldi. Bu arada gelen elçilerle ne görüşüldüğünü anlamak üzere Kisra Yezdecürd'ün yanına geldi. Yezdecürd: "Ben araplarda böyle adamlar olacağını sanmıyordum. Siz onlardan daha akıllı, daha güzel cevap verebilen insanlar değilsiniz." diyerek aralarında geçen konuşmayı anlattı ve "ama ben onların en iyisini en ahmağı olarak gördüm. Cizye konusunu söylediklerinde ben toprak getirttim (ve bundan başka verecek şeyimiz yok) deyince hemen toprağı sırtına alı­verdi" dedi. Bunu duyan Rüstem de: "Ey Kral! O adam onların en akılhsıdır. O bu toprağı almakla onu uğurlu gelecek saydığından İran toprağını alıp götürdü" dedi.

Sonra Rüstem, Yezdecürd'ün huzurundan öfkeli ve üzüntülü olarak ayrıldı. Rüstem o dönem meşhur olan kahinlerden biriydi. Yıldızlara bakarak durumu aleyhine yorumlamıştı.

Irak'taki nehir kıyısı köyleri halkı, Yezdecürd'e arapların Kadisiye'ye geldiklerini etrafta herşeyi harap ettiklerini, halkın kale­lere sığındığını, kalelerin hayvan ve yiyecekleri alamaz hale geldikle­rini, yardıma gelmezlerse ellerindekini araplara vereceklerini bildir-

diler. Bu durumu civardaki krallar da Yezdecürd'e bildirip araplara Rüstemi göndermesini teşvik ettiler.

O da onu çağırttı. Rüstem gelince, "Ben seni bu müslümanlara sa­vaşa yollayacağım. Her işe hazırlık onun miktarı kadar olur. Sen bu gün İran halkının yiğidisin. Erdeşir oğullarının Kisra oluşundan beri İranlıların başına bu çapta bir bela gelmemişti. Bize araplann Kadisiye'ye gelişinden bu yana vaziyetini bir tarif et. Acemlerin on­lardan uğradığı belaları tavsif et." dedi. Rüstem de: "Onların hali ço­banı gaflete dalmış sürüye saldırıp da onları darma duman eden kur­dun haline benzer." dedi.

Kisra da: "Böyle değil, ben sana bunu sordum ki, sen onları bana tam tarif edesin de, ben de senin onlara karşı koyman için seni takviye edeyim, diye düşündüm ama sen isabet edemedi. Beni iyi anla, müslümanlarla İranlıların hali, tıpkı Karakuş (şahin, doğan, kartal gibi alıcı, avcı kuşlar) ile kuşların haline benzer. Karakuş, kuşların gecele­yin yuvalarında gecelemek üzere sığındıkları dağ eteğine gelip ağıyor. Sabah olunca kuşlar onun kendilerini gözetlemekte olduğunu görü­yorlar. Eğer onlardan biri ayrılsa karakuş onu kapıveriyor. Kuşlar kor­kudan yerlerinden kıpırdayamıyor. Ne zaman biri ayrılsa o onu avlı­yor. Eğer hepsi birden uçmuş olsa, o zaman sadece birini kapacak di­ğerleri kaçıp kurtulacaktır. Ama ayrı hareket ederlerse hepsi tek tek helak olacak. İşte araplarla İranlıların durumu bu. Buna göre davran." dedi. Rüstem de:

-Ey Kisrâ! Şimdi sen beni gönderme. Zira arap, sen benimle onlara zarar vermediğin sürece İranlıdan çekinmeye devam ediyor. Herhalde bu gücün benimle kalıp Allah'ın onlara yetmesi, bizim de iyi bir tuzak ve harp fırsatı elde etmemiz daha iyidir. Çünkü harp konusunda tam bir görüş birliği sağlanması ve birtakım hilelerin hazırlanması bazı zafer kazanmaktan daha yararlıdır." dediyse de, Kisra onu yollamak için diretti ve "Artık bundan sonra geriye ne kaldı ki!" dedi. Rüstem: "Harpte ağırdan almak aceleden iyidir. Bugün ağırdan almanın harp san'atı bakımından bir yeri vardır. Ordunun bir ordu ile yaptığı harp­ten sonra çarpışması bir kere kesinlikle yenilgiden iyi ve düşmana karşı daha şiddetli bir durum yapar." dedi ise de, Kisra ısrarında de­vam etti. Çaresiz Rüstem de çıkıp ordugâhını Sâbât denen yerde kurdu ve Kisra Yezdecürd'e elçiler yollayarak kendini bu işten müsta'fı say­dırıp yerine başkasını yollatmaya uğraştı. Bu durum casuslar vasıta­sıyla Sa'd (r.a.)'a ulaşıyor o da durumu Ömer (r.a.)'a yazıyordu.

Nehir kıyısı köylerinin, durmadan Yezdecürd'den imdat istemeleri onu iyice hırslandırıp, harbin belasından Rüstem ile korunmaya karar vererek görüşü terk etti. Yezdecürd dar gönüllü, yanlış kararda ısrarcı biri olup Rüstem'e ısrara devam edince, Rüstem de görüşünü tekrar­ladı ve: "Ey kral! Bu konudaki görüşün yitirilmesi, beni, nefsimi tez­kiye etmeye mecbur ediyor. Bu konuda seni mecbur bulsaydım asla sana karşı lakırdı etmezdim. Allah, zatın ailen ve hükümranlığın adına ant veriyorum, beni askerimle rahat bırak da Kadisiye'ye Calinus'u yolla." dedi. Ama Yezdecürd bunu da kabul etmedi.

Rüstem harp hazırlığını yapıp kırk bin kişilik bir orduyu Calinus'un emrine vererek öncü kuvvetler olarak ileri sevk etti. Sağ kanada Hürmüzan, sol kanada da Mihran b. Behzâm'ı, destek kıtalarına da Birezân'ı tayin etti. Destek kıtaları yirmi bin kişi idi. Kendinin bulun­duğu orta, sağ ve sol cenahlarda altmış bin kişi vardı.

Sa'd'm elçilerinin Yezdecürd ile görüşüp dönmesinden sonra Rüstem kötü bir rüya görüp, bir bela geleceğini hissedip harbe katıl­mak istemiyor ve yerine Calinus'un gönderilmesini teklif ederek: "Benim adım daha meşhur ise de Calinus da onlara benim kadar yetecek bir komutandır. Zaferi elde ederse ne âla, yenilirse, aynı miktar bir ordu ile ben onlara karşı giderim. Yenilmediğim sürece İranlılar ara­sında güvenilen biri olarak kalırım, onlar da benimle gönüllü savaşa gelir. Ben hâla arapların gönüllerine korku salan biriyim. Ben saldır­madıkça onlar bana saldırmaya cesaret edemeyecek. Eğer ben saldırıyı başlatırsam araplar sonlan gelene kadar bize saldırma cesareti kazana­cak." demişti.

Yezdecürd'ün ısrarı ile Rüstem hareket ederken kardeşi Berdevan ve diğerlerine mektup yazarak "Kalelerinizi onarın, silahlarınızı ha­zırlayıp harbe hazır olun. Bana öyle geliyor ki araplar yakında ülke­nize gelip arazilerinizi ve çocuklarınızı paylaşacak. Benim görüşüm onlarla müdafaa ve uzatma savaşı yaparak arapların şansları, şanssız­lığa dönene kadar vakit kazanmaktı, ama kral kabul etmedi. Halbuki balık burcu suyu bulandırdı, nüaym yıldızları da güzelleşti. Zühre yıl­dızı da güzelleşip Mizan mutedil oldu. Merih yıldızı yerinden gitti. Ben bunlardan: "arapların bize galib gelerek ülkemizi istila edeceğini" çıkarıyorum. Bundan daha ağır geleni Kisranın bana "bunlara ya sen gideceksin ya da bizzat kendim gideceğim" demesi oldu. Artık ben hareket ediyorum.

Kisra'nm bu cüretine Caban'm kölesi olan bir müneccim sebep ol­muştu. Yezdecürd ona bu harbin sonucunu ve Rüstem'in gidişinin faydasını sordu. Köle doğruyu söylemekten korkup yalan söyledi.

Rüstem sabahtan yola çıktıktan sonra köprüde Câbân'a rastladı. Câban da -müneccim olduğundan- bu durumu istemiyordu. Rüstem'e: "Benim gördüğüm neticeyi görmüyor musun?" dedi. O da: "Bana ge­lince ben başımda bir yularla çekiliyorum, itaattan başka çarem yok," dedi. Calinos'a Hiyre'ye gitmesini emretti. O da devam ederek Necef e gelip çadırını kurdurdu. Rüstem de Kosâ'da konakladı. Orada bir müslümanı yakalayıp getirdiler. Rüstem onu sorguladı ve neye geldiklerini sordu.

O da: "Allah'ın bize va'di olan yurdunuzu almaya geldik. İslam'a girin kurtulun!" dedi. Rüstem: "Ya ondan önce öldürülürseniz!" de­yince: "Bizden ölen cennete girer, geri kalanlar Allah'ın va'dini ta­mamlar." dedi. Rüstem de: "Öyleyse elinize düştük desenize!" dedi. O da: "Yazık sana ya Rüstem! Sizi elimize sizin amelleriniz düşürdü de Allah bu yüzden sizi bize teslim etti. Etrafındakiler seni yanıltmasın. Sen insanla değil kaza ve kaderle mücadele ediyorsun." deyince öf­kelenip onu öldürttü.

Rüstem Köse'den ayrılıp Burs'a geldi. Orada askerleri halkın ma­lını yağmalayıp, kadınların ırzına geçip sarhoş oldular. Durum Rüstem'e şikayet edilince, onlara kızıp suçluların bir kısmının boy­nunu vurdurdu ve: "Ey İranlılar! Vallahi o arap doğru söylüyor. Val­lahi bizi onlara, kötü işlerimiz teslim ediyor. Araplarla harp halinde­yiz, onların ahlakı sizden çok güzel. Daha önce ise sizin güzel ahlakı­nız, zulme engel olmanız, sözünüzde durmanız ve iyilikte bulunmanız sebebiyle Allah size zafer verip ülkelerde hükümran olmanıza yardım ediyordu. Ama siz bu halleri şu yaptığınız kötü şeylere değiştirince Allah'ın size verdiği şeyleri değiştireceğini görüyorum." dedi. Sonra oradan ayrılıp Maltat'a gelip Fırat kıyısında kampını kurdu.

Orada Hıyre halkını çağırıp: "Bre Allah düşmanları! Arapların yur­dunuza girişine seviniyorsunuz. Siz bize karşı onlara casusluk ediyor­sunuz. Bir de onları mal yardımı ile güçlendiriyorsunuz!" dedi. Onları temsilen İbnu Bukayle ileri çıkıp: "Senin şu ithamına gelince, Hire halkı ne yapmış ki, biz onların hangi amelleriyle gelişine sevinelim. Onlar bizim dinimizden değil, bizi köleleri kabul edip bizim cehen­nemlik olduğumuzu söylüyorlar.  Bizi  onlar lehine casus yapmaya sevk edecek sebep ne? Sizin arkadaşlarınız onları görünce kaçıp, köyleri onların eline bırakıp istediklerini yapmalarına sebep oldular.

"Onları mallarımızla güçlendirdiniz" demenize gelince, biz malımızı, canımızı kurtarmak ve esir olarak sürülme korkusundan verdik. Sizin ordunuzdan onlarla karşılaşanlar aciz kalmışken biz daha da aciziz, nasıl harb edip askerimizi öldürtebiliriz. Ömrüme yemin ederim siz bize onlardan daha sevimlisiniz, bizi onlardan kurtarın size yardım edelim bizler bu Irak Sevad'ının (kıyı köylerinin) itaatkâr develeri mesabesinde hep galip gelenlerin kölesi olmaya alışmış bir grubuz." dedi. Rüstem de: "Bu adam size doğruyu söyledi." dedi.

Rüstem'in ordusuyla Medain'den ayrılıp Kadisiye'ye varması dört ay sürdü. Bu süre içinde müslümanlar bulundukları yerden daralır, bı­kar da geri döner giderler ümidiyle ne saldırdı ne ileri gitti. Daha ön­ceki komutanların başına gelenlerin kendi başına da geleceği korku­suyla onlarla savaşmaktan çekiniyordu.

Rüstem Necef e geldiğinde daha önce gördüğü bir rüyayı tekrar gördü. Rüyada bir Melekle Peygamberimizi Ömer'le beraber gördü. Melek İranlıların silahlarını alıp Peygambere (s.a.v.), Peygamber de onları Ömer'e vermiş. Rüstem uyanınca üzüntüsü iyici arttı.

Ömer (r.a.) İranlıların işi uzatmaya bıraktıklarını anlayınca Sa'd (r.a.) ile müslümanlara "İranlıların hudud toprakların konaklayıp on­ları sarsıncaya kadar işi uzatmalarını tavsiye etmişti. Onlar da Kadisiye'ye gelip, Allah nurunu tamamlayana kadar sabır ve sebat gösterip çevre köylere çete seferleri düzenleyip yağma ettiler.

Rüstem müslümanların vaziyetini teftiş ettirince anladı ki, bunlar bu cihad işini bırakmayacaklar. Eğer harbe başlarsa onu bırakmayacaklar. O zaman Rüstem oradan hareket etmekte fayda gördü ve Atîq ile Necef arasında bir yere konaklamak, sonra da yer değiştirip durmak daha iyi olacak. Böylece belki müslümanlar ele geçirdikleri ile yetinip geri dönecek, belki de İranlılar iyi bir fırsat yakalayacaklar diye dü­şünmüştü.

Kadisiye'de bazı kimseler Sa'd'a: "Bu yer bize dar geliyor." De­yince onları azarladı ve biz düşmana saldıracaksak bunu bu işi bilenle­rin görüşüne uyarak yaparız siz susun!" diye azarlayıp Tuleyha ile Amr'ı gözcü gibi yollamış ve düşmanın içine fazla dalmamalarını tenbih etmişti. Rüstem de oraya süvarilerini yolladı. Sa'd bunu du­yunca Asım b. Amr ile Cabir el-Esedî'yi çağırıp Öbürlerinin peşine saldı ve çatışma olursa Asım'ın komuta etmesini söyledi. Onlara iki nehrin arasında yetiştiklerinde, îrak süvarilerinin etrafını çevirmiş du­rumda buldular. İranlılar Asım ve arkadaşlarını görünce kaçtılar. O da ganimetleri alıp Sa'd'a geldi.

Amr ve Tuleyha önce yola çıkmışlardı. Tuleyha'ya Rüstem'in aske­rini gözetlemesini Amr'a da Calinus'un askerini gözetlemesini em­retmişti. Tuleyha kendi başına Amr ise bir grup ile yola çıktı. Sa'd (r.a.) arkaları sıra Kays b. Hübeyra'yı yollayıp: "Çarpışma olursa emir sen ol." dedi. O da gidip Amr'a ulaşıp Tuleyha'yı sordu. O da: "Bir bilgim yok!" dedi. Necef e vardıklarında Kays: "Ne düşünüyorsun? Deyince Amr: "Askerlere saldıracağım!" dedi. O da buna mani olaca­ğını söyleyince Amra itiraz etti. O zaman kays kendisinin emir olarak tayin edildiğini söyledi. Amr da kızıp: "Vallahi yâ Kays, sen başıma emir olacağına ben eski dinime dönüp ölünceye kadar çarpışmam daha iyi." dedi. Böylece Sa'd'ın yanma geri geldiler. İkisi de birbirini şikayet etti. Sa'd da, Amr'a "Ben seni harp sanatını bilen biri sanır­dım, demek yüz kişiyle İran süvarilerine mi saldırıp çarpışacaktın. Hayır ve selamet daima iyidir." dedi.

Tuleyha ise ayın aydınlığı bir gece onların kampına girip birinin çadır iplerini kesip atlarını sürdü. Sonra varıp Calinus'un kampına gelip aynısını yaptı. Sonra Harrâra'ya geldi. Necef ve Zül Hacib'in kampın­dan biri, ardından Calinus'un kampından biri onu takib etti. Bu ilk atlı ile ikinciyi öldürüp son süvariyi esir edip Sa'd'ın yanma getirdi. Sa'd da onu "Müslim" diye adlandırdı.

Bu zat Sa'd'a İran ordusu hakkında geniş bilgi verip iyi bir müslüman oldu ve bu yerler fethedilene kadar ordudan ayrılmadı.

Kadisiye harbine katılan Kays b. Ebi Hazim'in dediğine göre Rüstem'in on sekiz, Calinus'un da on beş illi varmış. Rufeyl ise: "Rüstem'in yanında otuz üç, ordunun ortasında on sekiz, yan kanat­larda da on beş fil var.1' der.[456]



[455] Buradan sonra uzunca bir bölümü Taberi'den naklediyoruz.

[456] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam, Cantaş Yayınları 5/185-202


Konu Başlığı: Ynt: Kadisiye savaşının sebebi
Gönderen: Mehmed. üzerinde 25 Temmuz 2021, 17:20:59
Esselamü aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsu


Konu Başlığı: Ynt: Kadisiye savaşının sebebi
Gönderen: Sevgi. üzerinde 26 Temmuz 2021, 05:36:54
Aleyküm Selam. Bu bilgileri bizlerle paylaşan kardeşlerimizden Allah razı olsun